Cilt:64 Sayı:02 (2024)
Permanent URI for this collection
Browse
Browsing Cilt:64 Sayı:02 (2024) by Title
Now showing 1 - 20 of 31
Results Per Page
Sort Options
Item Alimlama Estetiğinde Etkisel Ve Tarihsel Yaklaşimlar: Adelbert Von Chamisso “Peter Schlemihl'in Tuhaf Hikâyesi” Örneği(Ankara Üniversitesi, 2024) Bayar, Miray EnezAlımlama estetiği, okur-tepki kuramının, bir edebi metinden anlam çıkarırken her bir okurun alımlamasını veya yorumlamasını vurgulayan bir çeşididir. Edebiyat çalışmalarında alımlama estetiği, 1960'ların sonunda Hans Robert Jauβ'un çalışmalarıyla ortaya çıkmıştır ve en etkili çalışmalar 1970'lerde ve 1980'lerin başında Almanya ve ABD'de kendini göstermiştir. Jauβ, felse hermeneutikten yola çıkarak, edebi eserlerin okurların edebiyat hakkındaki mevcut bilgi ve ön kabullerinden oluşan bir beklenti ufkuna göre alımlandığını ve bu ufuklar değiştikçe eserlerin anlamlarının da değiştiğini savunmuştur. Bu çalışma, Adelbert von Chamisso'nun Peter Schlemihl'in Tuhaf Hikâyesi adlı eserini etkisel ve tarihsel alımlama estetiği çerçevesinde incelemeyi amaçlamaktadır. Etkisel alımlama estetiği kapsamında, çalışmanın yazarı tarafından eserdeki boş ve belirsiz alanların okuyucuda beklenti ufku bağlamında belli bir etki yaratabileceği düşünülerek, özellikle Peter Schlemihl'in gölgesini kaybetme ve geri kazanmak için çabalama sürecinin okuyucu üzerinde oluşturabileceği anlam katmanları üzerine eserden alıntılar ile desteklenen yorumlarda bulunulmuştur. Bu kapsamda bu çalışma, eserin sembolik yapısını ve karakterlerin kendine özgü özelliklerini inceleyerek okuyucunun bu boşlukları kendi bakış açısıyla doldurabileceğini ve metne kişisel anlamlar katabileceğini göstermektedir. Eserin bu açık uçlu ve çok katmanlı yapısı, okuyucunun özdeşleşme ihtimalini artırarak bireysel yabancılaşma, kimlik ve toplumsal normlar üzerine düşünmesini sağlamaktadır. Tarihsel alımlama estetiği açısından ise, eserin yazıldığı 19. yüzyıldan günümüze kadar olan süreçte, edebiyat çevreleri ve eleştirmenler tarafından eserin nasıl yorumlandığı ele alınmıştır. Eserin 19. yüzyıldaki romantik hareketin etkisindeki yorumları, doğaüstü temalar ve bireyin içsel çatışmalarına odaklanırken, 20. yüzyıl ve sonrasında modernist ve varoluşçu perspektierle bireyin kimlik arayışı ve topluma yabancılaşması konularına odaklanan değerlendirmeler öne çıkmıştır. Bu tarihsel analiz, eserin değişen dönemlere göre farklı anlamlarla yorumlandığını, böylece geniş bir yorumlama çeşitliliği sunduğunu göstermektedir. Sonuç olarak, klasik bir eser olarak günümüze kadar ulaşan Peter Schlemihl'in Tuhaf Hikâyesi adlı eser çok yönlü yapısı sayesinde farklı dönemlerde yeniden anlamlandırılmış olup geniş bir okuyucu kitlesine yönelik önemli bir anlam zenginliği taşımaktadır.Item Atina Yurttaşlik Hukukunun Tarihsel Gelişimi(Ankara Üniversitesi, 2024) Küçüker, Sultan DenizMezopotamya uygarlıklarında halkların tarım ve toprakla kurduğu sıkı ve sürekli ilişki, onları toprağa bağımlı kılmıştı. Bu uygarlıklardaki egemen siyasal otoriteler ise mevcut bağımlı işgücünü ve süreğen üretimi denetlemek üzere örgütlenmişti. Siyasal otorite ile kurulan tahakküm ilişkisi içinde üretici, bürokrasiden tümüyle ayrılmış ve tebaa olarak konumlanmıştı. Ege uygarlık havzasının kendine özgü koşulları ise sadece bir siyasi örgütlenme olarak değil aynı zamanda sosyal ilişkilerin düzenlenmesi bakımından da özgün bir model olarak polis'in varlığına olanak sağlamıştı. Öyle ki tarım alanı dar ancak toplumlar arası sürekli etkileşimi olanaklı kılan bu coğrafyada, sabit siyasi ya da askeri bürokrasi olgunlaşamamıştı. Üretici ile yöneticinin birbirinden ayrılmasına olanak tanımayan koşullar, polis'ler içindeki kamusal alan ve buradan pay alma yurttaşlık olgusunu var etmişti. Bu çalışmada, öncelikle Eskiçağ Tarihi'nin siyasi coğrafyası içinde yurttaşlık olgusunun tarihsel olarak ortaya çıkışı konu edilecek ve ardından Arkaik Çağ'dan Klasik Çağ'ın sonuna dek Atina'da yurttaşlık üzerine yapılan hukuki düzenlemeler incelenecektir. Bu geniş kronoloji içinde Atina örneği üzerinden, iç ve dış politik dinamiklerin yurttaşlık hukuku üzerindeki etkilerini ortaya koyabilmek amaçlanmaktadır. Ayrıca incelemenin detaylarında ortaya çıkan veriler sayesinde yurttaşlığa kabul ve yurttaşlıktan çıkarma uygulamalarının geçmişine de ışık tutulacaktırItem Çankırı Çorakyerler Fosil Lokalitesinin Coğrafi Özellikleri: Fırsatlar Ve Riskler(Ankara Üniversitesi, 2024) Özür, Nazan Karakaş; Güler , Gülşah; Tuncay , Anıl Levent; Erol, Ayla SevimBu araştırmada coğra analiz ya da başka bir ifadeyle monogra yöntemi kullanılarak Çankırı ili merkez ilçe sınırları içinde kalan Çorakyerler fosil lokalitesi incelenmiştir. Çalışmada Harita Genel Müdürlüğünü'nün (HGM) 2023 ve 1990 yılına ait hava fotoğraarı, uydu görüntüleri ve Google Earth verileri kullanılmıştır. MTA Jeoloji Haritası, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verileri, Çankırı Valiliği Kadastro Müdürlüğü Verileri, Çankırı Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü Verileri, MTA Saha Raporları, Ulaştırma Bakanlığı Raporları ve ilgili literatür ana veri kaynaklarıdır. Araştırma bulguları coğra sistematiğe dikkat edilerek sunulmuştur. Çorakyerler fosil lokalitesi, jeolojik yapı, konum, ulaşım ve erişim imkânları gibi konularda kendine has özellikler göstermektedir. 1997'den beri aktif kazı alanı olan Çorakyerler'de şimdiye kadar 4320 buluntu gün yüzüne çıkarılmıştır. Bu buluntular arasında evrim sürecini aydınlatacak omurgalı/memeli fosilleri yer almaktadır. Şimdiye kadar, ulusal-uluslararası birçok uzman kazılara destek vermiş, uluslararası dergilerde akademik yayınlar yapılmıştır. İncelemede belirlenen fırsatlar, jeolojik ve jeomorfolojik yapı, güncel iklim şartları, bulunduğu konum, şehre yakınlık ve devlet tarafından desteklenen bütçe şeklinde sıralanabilir. Temel tehditler, bütçe kesintisi veya destek verilmemesi, yerleşme alanlarının ve yolların kuşatıcı ya da ortadan kaldırmaya dönük durumları olarak sıralanabilir. Kazı alanının tanıtımının yapılması, yerel idarenin bu alan ile ilgili politika geliştirerek yatırım yapması gereklidir. Yine bu kapsamda Karatekin Üniversitesi'nde bir enstitü kurulabilir, okullarda etkinlikler planlanabilirItem Çoban Beyi Vergisi(Ankara Üniversitesi, 2024) Kök, AliHayvan ve hayvansal ürünler tarih boyunca insanların en önemli besin kaynağı, barınma, binek, geçim, nakliye, tarım, ticaret, ulaşım ve yük aracı, savaş vasıtası, deri ve tekstil sanayinin temel maddesi olagelmiştir. Söz konusu özelliklerinden ötürü devletler hayvancılığa önem vererek bu sektör üzerinde titizlikle durmuşlardır. Bunun için bir taraftan hayvan sahiplerinin haklarını koruyup kollarken diğer taraftan da üretimin gerçekleşmesi için uygun ortam ve güvenliği sağlamıştır. Üretim politikalarında başarılı olmak için bazen de hayvan varlığının devamı ve ıslahına dair yeni proje ve stratejiler denemişlerdir. Temelinde hayvan ve hayvansal ürünlerden en üst düzeyde yararlanmanın yattığı bu politikalardan kazandıkları deneyimlerle sağlam bir ekonomik sistem kurmayı amaçlamışlardır. Bunları yaparken de hayvanlar, hayvan sahipleri, bakıcıları, ticaret ve kesimini yapanları vergiye tabi tutmuşlardır. Bu çalışmada, Safevî, Afşar, Kaçar ve Osmanlı Devleti ile Azerbaycan Hanlıklarının iktisadi yapısı içerisinde yer alan vergi terimlerinden biri olan çoban beyi vergisi, onun tarihî dönemler içerisindeki yeri, bugüne kadar uzanan izlerinin tespit edilmesi bakımından art ve eş zamanlı süreçte, ilgili Türklük sahalarıyla ilişkilendirilerek ele alınmış, dönem kaynaklarına dayalı olarak köken, içerik ve kullanım alanlarının doğru bir biçimde belirlenmesi noktasında lolojik incelenmesi yapılmıştır. Bunlar yapılırken öncelikle verginin tanımı, niçin ortaya çıktığı, çoban beyi vergisi köken bilgisi bakımından incelenmiş, ardından da Türk dili, iktisatı ve tarihi alanında tanıklandığı sahalar, vergi mükelleerinin kimlerden oluştuğu, kimler tarafından ne zaman ve nasıl tahsil edildiği üzerinde durulmuştur. Dönem kaynaklarına dayalı olarak tespit edilen bu verginin belirli bir korpus alanı içinde özellikle ilk kez geçtiği alan ile diğer Türklük alanları arasında mukayesesi yapılarak kullanım ve içerik farklılıkları aydınlatılmaya çalışılmıştırItem Ermeni Sözlü Edebiyatinda İlk Dönem Mitolojik Anlatilar(Ankara Üniversitesi, 2024) Eryılmaz, DoğanayBu çalışmanın hedende Ermeni sözlü edebiyatında mitolojik anlatıların karakteristik özelliklerinin ortaya konması ve bu anlatıları ilk defa 5. yüzyılda yazıya aktaran Movses Khorenatsi'nin Ermeni tarihini yazarken nereden kaynak aldığının belirlenmesidir. Bu bağlamda incelenen sözlü edebiyat ürünleri, Khorenatsi'nin “Ermeni Tarihi” adlı kitabında yer alan “Hayk ve Bel”, “Aram Efsanesi” ve “Güzel Ara ve Şamiram” adlı, tarihsel olarak Urartu döneminde ortaya çıktığı tahmin edilen mitolojik anlatılardır. Örneklemin bu üç anlatıyla sınırla tutulma sebebi, Movses Khorenatsi'nin sözlü edebiyat için pek çok türde şarkı ve masal olduğundan bahsetmesine rağmen, kitabını yazarken amacının Ermenilerin kökeni ile ilgili bilgi vermek olması nedeniyle yalnızca, bu amaç doğrultusunda malzeme bulabildiği mitolojik anlatıları aktarmış olmasıdır. Bu anlatılardan “Hayk ve Bel” iki devin savaşını konu almaktadır. Hayk, anlatıda Ermenileri zalim Bel'in boyunduruğundan kurtaran, Ermenilerin özgürlük, yiğitlik, güzellik ve asalete yönelik özlemlerini somutlaştıran ve sonuç olarak Ermeni halkına kendi dilinde adını veren (Հայ/Hay) atası/kahramanı olarak anlatılır ve tarihsel bağlamda Urartularla Asur-Babil arasında geçen mücadelelerden kaynak alır. “Aram Efsanesi” ise yine Ermenilere, bu kez diğer dillerde adını veren başka bir ata/kahraman olarak Aram'ın savaşlarından bahseder ve tarihsel kökeni yine Urartuların çevresindeki diğer devletlerle çatışmalarıdır. “Güzel Ara ve Şamiram” ise Aram'ın oğlu Ara'nın Asur Kraliçesi Şamiram'la (Sammuramat/Semiramis) olan savaşını konu alır ve anlatı Ara'nın ölümünden sonra Asur Kraliçesi üzerinden ilerler. Tüm bu anlatılarda dikkat çeken nokta, hepsinin Urartu Krallığı döneminden kaynak almış olmasıdır. Anadolu'nun birçok yerinde ve Mezopotamya'da da bu anlatıların benzerlerini bulmak mümkündür. Dolayısıyla bu anlatıların tamamen tek bir halk topluluğuna mal edilmesi doğru olmayacaktır. Ancak genellikle Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde anlatıldığı için bu anlatılar zamanla Ermeniler tarafından benimsenmişlerdir. Sonuç olarak, çok kültürlü bir coğrafyada yeşeren bu mitolojik anlatılar, kimi zaman Mezopotamya'dan, kimi zaman Anadolu'nun farklı bölgelerinden unsurlar almıştır. Yine bu coğrafyada yaşayan ve Ermenice konuşan halk tarafından nesilden nesile aktarılan bu anlatılar, oluşum süreci içerisinde Ermenilere has özelliklerle yoğrularak günümüze kadar ulaşmıştır.Item Eski Kilise Slav Dilinin (Kilise Slavcasinin) Ortaya Çikişi Ve Çağdaş Rus Edebî Dili Açisindan Önemi(Ankara Üniversitesi, 2024) Akbaba, TülayHerhangi bir dilin tarihi üzerine yapılan araştırmalar aslında o dili konuşan halklar tarihinin araştırılması anlamına gelmektedir. Bu hususta ''ölü diller'' olarak adlandırılan dillerin incelenmesi tarih uzmanına etnik ve kültürel özellikler açısından faydalı bilgiler sunmaktadır. Dünyada 200'den fazla ölü dil olduğu düşünülmektedir. Örneğin Latince, eski Yunanca, Kilise Slav dili ölü dillerdir. Ancak Kilise Slav dilinin ölü bir dil olması onun yabancı bir dil olarak öğrenilebilir ve öğretilebilir olmasını olumsuz anlamda etkilememiştir. Slavların ilk yazılı edebî dili olan Kilise Slav dili resmi olarak Bulgarca, Makedonca, Sırpça, Hırvatça, Slovence ve Boşnakça ile birlikte Hint-Avrupa dil ailesinin Slav kolunun Güney Slav alt grubuna aittir. Kilise Slav dili, Hristiyan öğretisinin Slav dünyasında yayılmasında, manevi değerlerin aktarılmasında, Slavların yaşamında, Kiev Rus kültürünün gelişmesinde ve çağdaş Rus edebî dilinin gelişiminde büyük bir rol oynamıştır. Kilise Slav dili Rus edebî dilinin kelime hazinesini zenginleştirmiş, uluslararası kültürle tanışmasını sağlamış ve Rusya'nın diğer Slav halklarıyla kültürel bağlarını güçlendirmiştir. Dolayısıyla Kilise Slav dili hem Slav dilleri hem çağdaş Rus edebî dili açısından son derece büyük bir öneme sahiptir. Kilise Slav dilinin özellikleri Slav dillerinin karşılaştırmalı-tarihsel incelemesinde ve Slav dillerinin birçok dil bilimsel özelliklerinin anlaşılması ve kavranmasında araştırmacılar için güncelliğini korumaya devam etmektedir. Bu bağlamda çalışmanın amacı Kilise Slav dilinin ortaya çıkışı ve bu dilin çağdaş Rus edebî dili açısından önemini sunmaktır. Çalışmada betimleyici yöntem kullanılmıştır. Bu çalışma sonucunda Kilise Slav Dilinin çağdaş Rus edebî dili üzerindeki etkisinden dolayı tüm detaylarıyla öğrenilmesinin ve ülkemizde Rus Dili ve Edebiyatı, Rusça Mütercim Tercümanlık faaliyetlerini yürüten bölümlerin müfredatına ayrı bir ders olarak eklenmesinin gerekliliğini göstermek hedeenmektedir.Item Fransa'nin Manda Döneminde Arkeolojik Faaliyetleri Ve Abd'nin Hatay'dan Kazi Talebi(Ankara Üniversitesi, 2024) Yamaç, MüzehherBirinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında Mezopotamya toprakları ve Anadolu, zengin arkeolojik kaynakları nedeniyle yabancı arkeologların ilgilendiği bölgelerin başında gelmiştir. Fransa Birinci Dünya Savaşı sırasında Sykes Picot Antlaşmasına dayanarak bölgeye yerleşmiştir. 24 Temmuz 1922'de Fransa, Lübnan'ın bir parçası olarak İskenderun Sancağını (Hatay) manda yönetimi altına almıştır. Fransa'yı hakimiyet kurmaya sevk eden sebepler arasında arkeolojik buluntular da önemli bir yer almaktadır. Bu süreçte eski eserler konusunda araştırmalar yaparak kazı çalışmalarını organize etti. Bölge genelinde kendi çıkarları doğrultusunda kurduğu idarede eski eserler servisi oluşturmuştur. Manda Yasası'nın 14. maddesi Milletler Cemiyetine üye tüm devletlerin vatandaşlarına arkeolojik kazılar ve araştırmalar yapmak konusunda eşit davranılacağını ilan ediyordu. ABD, arkeolojik araştırmaları için bu yeni durumdan faydalanmış, Fransa ile yaptığı anlaşma ile kazı imtiyazı ve kazılarda elde ettikleri tarihi eserlerin bir kısmını yurt dışına çıkarma hakkını elde etmiştir. Fransa'nın 23 Haziran 1939 Antlaşması ile Hatay'ı Türkiye'ye devredecek olması, manda döneminde Chicago Üniversitesi Doğu Enstitüsü ve Princeton Üniversitesi Kazı Komitesi tarafından bölgede çalışmalar yapmakta olan kazı heyetini telaşlandırmıştır. ABD, Fransa ile yapmış olduğu anlaşmaların Hatay'ın Türkiye'ye devredilmesi sonrasında da devam etmesi için girişimlerde bulunmaktadır. Bu çalışma ABD'nin bölgede kazı imtiyazını devam ettirebilmek amacıyla Fransa ve Türkiye ile gerçekleştirdiği diplomatik faaliyetleri Fransa Dışişleri Bakanlığı Arşivi belgeleri üzerinden araştırmayı amaçlamaktadırItem Haruki Murakami’nin “Zemberekkuşu’nun Güncesi” Başlıklı Romanında Büyülü Gerçekçilik Kapsamında “Kuyu” İmgesi(Ankara Üniversitesi, 2024) Altın, EsmaHaruki Murakami, Rüzgârın Şarkısını Dinle başlıklı romanıyla edebiyat dünyasına giriş yaptığı andan itibaren Japonya'da ulusal çapta ilgi çekmeyi başarmış ve bu ilk romanı yayınlandığı 1979 yılında prestijli bir ödül olan “Gunzo Yeni Yazarlar Edebiyat Ödülü (群 像新人文学賞-Gunzō Shinjin Bungaku Shō)”'ne layık görülmüştür. Bu başarısı sonrasında da her yazdığı romanla birlikte popülerliği ivme kazanmıştır. Romanları pek çok dile çevrilerek uluslararası geniş bir okur kitlesine ulaşan Japon yazar Murakami'nin yazını üzerine dünyada çok sayıda çalışma yapılmaktadır. Fakat bu çalışmalar arasında yazarın eserlerinde büyülü gerçekçilik üzerine çalışmalar ise yok denecek kadar azdır. Yazarın büyülü gerçekçi romanları üzerine kapsamlı çalışmalar bulunmamakla birlikte daha çok yüzeysel kalmaktadır. Ülkemizde de Murakami'nin romanları üzerine çalışmalar yeni yeni gelişme göstermektedir. Bu çalışmada, çağdaş Japon edebiyatı yazarı Murakami'nin ciltler halinde yayınladığı ve 1996'da “読売文学賞-Yomiuri Bungaku Shō” prestijli edebiyat ödülü kazanan “Zemberekkuşu'nun Güncesi” başlıklı romanı detaylı bir şekilde incelenmektedir. Yazarın bu romanı Wendy B. Faris'in büyülü gerçekçi metinlere yönelik nitelikleri belirttiği büyülü gerçekçilik kuramı bağlamında incelenmektedir. Ayrıca, kuyu imgesinin İkinci Dünya Savaşı yolunda ilerleyen Japonya'nın yakın tarihini sorgulamayı mümkün kılan bir metafor olarak irdelenmesi ve bu imgenin içerdiği derin anlamın tarihsel ve toplumsal çerçevede ortaya çıkarılması amaçlanmıştırItem Hess’ten Sárvár-Újsziget’e Macaristan’da Matbaanin Gelişimi(Ankara Üniversitesi, 2024) Altaylı, Yaseminİtalya'da ortaya çıkan Rönesans ve Hümanizm Avrupa'daki pek çok ülkeden önce Macar Kralı I. Mátyás (1458-1490) döneminde Macaristan'da etkisini göstermiştir. Bunun bir sonucu olarak Buda'da András (Andreas) Hess tarafından Macaristan'daki ilk matbaa kurulmuş ve Macaristan'da basılan ilk kitap olan Chronica Hungarorum 1473 yılında bu matbaadan çıkmıştır. Macaristan'ın ikinci matbaası olan Confessionale de yine Kral Mátyás döneminde ortaya çıkmış ve kısa bir süre faaliyet gösterdikten sonra kapanmıştır. Her iki matbaa da sınırlı sayıda Latince eser basmıştır. Hess ve Confessionale matbaalarının kapanmasından sonra ise Macaristan'da uzunca bir dönem başka bir matbaa faaliyet göstermemiştir. Bu uzun soluklu ara, 16. yüzyılda Reformasyonun da etkisiyle tarihȋ Erdel bölgesinde kurulan Nagyszeben ve Brassó'daki Sakson matbaalarıyla son bulmuştur. Nagyszeben'de kurulan matbaa ile ilgili literatürde oldukça sınırlı sayıda bilgi yer almakla birlikte bu matbaanın da kısa bir süre faaliyet gösterdiği düşünülmektedir. János (Johannes) Honterus tarafından Brassó'da kurulan matbaa ise hem bastığı eser sayısı hem de matbaanın faaliyet gösterdiği zaman aralığı bakımdan önceki matbaalardan farklılık göstermekte ve öne çıkmaktadır. Nagyszeben ve Brassó şehirlerinde kurulan bu iki matbaa da Hess ve Confessionale matbaalarında olduğu gibi Macarca eser basmamıştır. Macaristan'ın batısında Kont Tamás Nádasdy'nin desteği ile kurulan Sárvár-Újsziget Matbaası ise bu dört matbaadan farklı olarak Macar dilinin gelişimine de etki eden bir matbaa olmuştur. 1539 yılında Macar dilinin ilk gramer kitabı olan Grammatica Hungarolatina ve 1541 yılında Macaristan'da Macarca basılan ilk kitap olan Újtestamentum bu matbaadan çıkmıştır. Bu çalışmada Macaristan'da matbaanın ortaya çıkışı ve erken gelişim seyri incelenmiştir. Bu erken evrede kurulan Hess, Confessionale, Nagyszeben, Brassó ve Sárvár-Újsziget matbaalarının kuruluş aşamaları ve faaliyetleri tarihsel ve kültürel arka planla birlikte sunulmuş, Macar kültür tarihindeki yerleri gösterilmiştirItem Isaac Newton Ve Kütleçekiminin Keşfinde Deneyin Rolü: Astronomi Ve Fizik Bilimlerinde Gözlemlenen Gelişmeler Ekseninde Bir İnceleme(Ankara Üniversitesi, 2024) Somuncuoğlu, Seda Özsoy“Bir elma neden dalından yere düşüyor da yukarı doğru gitmiyor?”, “Gezegenler neden belirli bir yörünge üzerinde Güneş'in çevresinde dönüyorlar?” ya da “Ay neden Dünya'nın etrafında dolanıyor?” gibi sorulara sağlam ve güvenilir yanıtların verilebilmesi kütleçekimi kavramlaştırması sayesinde mümkün olabilmiştir. Astronomi ve zik bilimlerindeki gelişmelere koşut olarak Newton tarafından kuramsallaştırılan kütleçekimi, doğada var olduğu savlanan düzenlilik hakkında yasaya dayalı bir açıklama biçimine tekabül eder. Kopernik'in heliosentrik evren anlayışının temellendirilmesini sağlayan bütünüyle matematiksel nitelikteki kanıtlamaları, Brahe'nin dakik gözlemleri, Kepler'in gezegenlerin devinimlerini betimleyen elips yörüngelerin ve mesafeler arası bağıntıların izahını içeren yasaları, Galilei'nin teleskopla gökyüzünü gözlemleyerek Aristotelesçi evren kavrayışını sarsan ve eylemsizlik ilkesini oluşturan görüşleri kütleçekiminin kavramsal ve kuramsal zeminini kurar. Bu katkılar ekseninde Newton, o meşhur hikâyedeki elmanın, yere nasıl düştüğünün gözlemlenmesinden yola çıkarak evrensel çekim yasasına ulaşmayı başarmıştır. Bu çalışmada, Newton'un kütleçekimi ve onu bu keşfe götüren süreçte üzerinde durduğu bilimsel yöntem ile ilgili görüşleri incelemeye tabi tutulacaktır. Bunun için de çalışmanın bağlamı açısından öncelikle Kopernik, Kepler ve Galilei'nin astronomi ve zik bilimlerindeki açıklamaları ile Grosseteste, F. Bacon ve Descartes'in bilimsel yönteme ilişkin görüşleri aktarılacak ardından Newton'un yaklaşım tarzı değerlendirilecektir. Bilim tarihinin dikkat çekici bir kesitini işaret eden kütleçekiminin keşnin irdelenmesi hem astronomi ve zik bilimlerindeki gelişmelerin yeniden hatırlanması hem de bu keşn gerçekleşmesini sağlayan bilimsel yöntemin çözümlenmesi bakımından önem arz etmektedir.Item İyi Kalpli Ve Kötü Kalpli Prens Hikâyesi’nde Konar- Göçerlik Bağlaminda Biyoetik Betimlemeler(Ankara Üniversitesi, 2024) Kavalçalan, Özge Ekeryi Kalpli ve Kötü Kalpli Prens Hikâyesi, Budist Uygur Türkçesi külliyatına ait mensur eserler olan sutralar içerisinde çatik türündeki hikâyedir. Hikâyede iyi kalpli bir prensin bütün canlılara yardım etmek ve canlıların birbirlerini öldürmelerini engellemek üzere değerli bir mücevheri ele geçirmek için çıktığı maceralı yolculuk anlatılmaktadır. Geleneksel tanımlara göre başlangıçta sadece tıp, eczacılık, biyoloji, genetik disiplinleriyle ilgili görülen biyoetik, zamanla canlı- merkezci bir anlayışı yani insan yaşamının dünyadaki tüm canlılarla uyum içerisinde sürdürülmesini savunur. Türklerin tarih sahnesine çıkmalarından itibaren etnisitelerini oluşturan doğaya ve insana karşı takındığı tutum ve davranışlar, biyoetik çalışmalarının odak noktasındaki canlı- merkezli anlayışla bağdaşmaktadır. İyi Kalpli ve Kötü Kalpli Prens Hikâyesi'nde biyoetiğin temeli olan bütün canlılara yardım etme ve canlıların birbirlerini öldürmelerini engelleme düşüncesi yanında Türklerin geleneksel konar-göçer biyoetiklerinin izleri de görülmüştür. Bu makalede Türklerin konar-göçer kültürlerine ait sosyal yapı, teşkilatlanma, yer ve gök iyeleri, iktisadi faaliyetler gibi gelenekleri biyoetik açıdan ele alınmıştır. Bu konular makalede ekonomik faaliyetler (hayvancılık, tarım, dokumacılık); yönetim (yönetim şekli, toplumsal tabakalaşma, ıdış, geleneksel aile yapısı, ad alma); yer ve gök iyeleri (eşik, göç) olmak üzere üç ana başlıkta ve dokuz alt başlıkta incelenmiştirItem Korece Akrabalik Hitaplari İle Kadinin Toplumsal Statüsü Arasindaki İlişki Ve Günümüz Değişimleri(Ankara Üniversitesi, 2024) Gökçe, ÖzlemKore kültürünün dildeki en belirgin yansımalarından biri hitaplarda görülmektedir. Bunların içinde yoğun bir çeşitliliğe sahip olan akrabalık hitapları Kore'nin geçmişten günümüze değerlerinin taşıyıcısı konumundadır. Kore toplumu Konfüçyüsçülüğün de etkisiyle geleneksel olarak erkek merkezli bir aile anlayışına sahip olduğu için kadının ailedeki ve toplumdaki konumu bu anlayışa bağlı olarak şekillenmiş ve bu durum akrabalık hitaplarına yansıyarak bunlarda cinsiyetler arasında bir asimetri oluşturmuştur. Ancak cinsiyetler arası asimetrinin eskisi gibi hoş karşılanmadığı günümüz toplumunda mevcut akrabalık hitaplarının halkın bir kesimi tarafından çağın gerisinde kaldığı düşünülmekte ve ciddi bir hoşnutsuzluk yaratmaktadır. Bu çalışma, akrabalık hitapları ile Kore kadının toplumsal statüsü arasındaki ilişkiyi göstermekte ve modern Kore toplumunun bu akrabalık hitaplarına bakış açısını ele almaktadır. Son yıllarda akrabalık hitapları ile ilgili olarak halkla yürütülen anket çalışmalarında katılımcılar günümüz toplum değerleriyle bağdaşmayan bazı akrabalık hitaplarıyla ilgili rahatsızlıklarını dile getirmiştir. Kadının evlendikten sonra eşinin kardeşlerine yönelik kullandığı terimlerde saygınlaştırma anlamı bulunurken erkeğin, karısının kardeşlerine yönelik kullandığı terimlerde hiçbir saygınlaştırma anlamı bulunmaması şikayet konusu olan hitaplardandır. Anketlerde özellikle kadın ve gençler bu hitapları kullanma konusunda çekincelerini dile getirmiştir. Çalışmada bunun gibi ataerkil unsurlar içeren hitaplarla ilgili halkın bir kesimindeki rahatsızlığa karşılık vermeye çalışan devletin tutumu da ele alınmıştır. Anket ve devletin hazırladığı kılavuzlardan yola çıkarak akrabalık hitaplarındaki kadının geleneksel konumunun günümüz toplumunda nasıl karşılık bulduğu açıklığa kavuşturulmak hedeenmiştir. Çalışma, bu açıdan akrabalık hitaplarını kadının toplumdaki statüsü, değişen kadına bakış açısı ile ilişkilendirerek ele alarak dil-kültür-toplum ilişkisi temelinde bir değerlendirme yapmaktadır. Çalışmada nitel araştırma yöntemlerinden doküman analizi yöntemi kullanılmıştır. Halkın akrabalık hitaplarına bakış açısı çeşitli kurumlarca yürütülen anketler üzerinden incelenmiştir. Aynı zamanda devletin tutumu Kore Dil Kurumu'na ait akrabalık hitaplarındaki cinsiyetçi öğeleri ayıklamaya çalıştığı kılavuzlardan yola çıkarak tespit edilmiştir. Geleneksel akrabalık terimlerinin günümüz Kore toplumunda tamamen ortadan kalkmasının mümkün olmadığı ancak halkın değişime açık olduğu sonucuna varılmıştır.Item Marina Tsvetayeva’nin Tiyatro Oyunlari(Ankara Üniversitesi, 2024) Aksüt, LadaMarina Tsvetayeva (1892-1941), Rus edebiyatının en parlak kadın şairlerinden biridir. Olağanüstü yeteneği, yetiştiği ortam ve aldığı eğitim, yaratıcılığına derin bir şekilde yansımıştır. Sovyet sistemine karşıt görüşleri nedeniyle eserleri, uzun süre hak ettiği değeri görememiştir. Son yıllarda artan ilgiye rağmen, Tsvetayeva'nın eserleri yeterince derinlemesine incelenmemiştir. Bu çalışmalar arasında özellikle tiyatro eserleri dikkat çekmektedir. Her ne kadar Tsvetayeva, tiyatroyu sevmeyen bir şair olarak bilinse de yaşamı incelendiğinde farklı dönemlerde tiyatro ile kesişen noktalarının olduğu görülür. Bu bağlamda, 1918-1919 yılları özellikle öne çıkar. Devrim sonrası Moskova'sında, kimsenin desteği olmadan iki küçük çocukla geçirdiği bu dönemde Tsvetayeva, tiyatrocularla tanışarak derin dostluklar kurar. Yeni ilişkilerin etkisiyle, şair tiyatro eserleri yazmak için yoğun bir çalışma sürecine girer. Bu süreç, Tsvetayeva'nın yokluk ve açlık koşullarından uzaklaşarak hayatta kalmasına yardımcı olur. Yaratıcılık açısından son derece verimli olan bu dönemin sonunda, diğer eserlerinin yanı sıra “Kupa Valesi”, “Kar Fırtınası”, “Macera”, “Ateş Kuşu”, “Fortuna” ve “Taştan Melek” adlı altı tiyatro oyunlarını kaleme alır. Geçmişte yaşanmış olayların kendi yorumu ya da tamamen hayal ürünü olarak şekillenen bu eserlerde, aşk, onur, ihanet, ölüm ve romantizm gibi temalar öne çıkar. Bu nedenle Tsvetayeva, bu oyunları daha sonra “Romantika” adı altında bir araya getirir. Oyunlar, Tsvetayeva'nın edebi mirasının ayrılmaz bir parçası olup kendine özgü özellikleriyle şairin ustalığının birer kanıtıdır. Çalışmamız, ülkemizde yeterince incelenmemiş bu eserleri, şairin yaşamı, tarihi olaylar ve anlatım biçimi ışığında incelemeyi amaçlamaktadır.Item Modern Tatar Edebiyatinin Öncülerinden Fatih Hâlidî (1850-1923)(Ankara Üniversitesi, 2024) Hamiye, Derya; Shahgoli, KhazeXIX. yüzyılın başı itibarıyla Rusya İmparatorluğu içinde yer alan Kazan şehrinde, Kazan Üniversitesi'nin de açılmasıyla pek çok alanda köklü bir değişim süreci başlamıştır. Yüzyılın ilk yarısında Kazan Üniversitesi'nde görev alan Tatar aydınları, Rus ve Batılı bilim insanlarıyla beraber eski el yazma eserlerden faydalanarak bu eserlerin basımı ve incelenmesi için pek çok alanda çalışmalar başlatmış ve tarih, arkeoloji, edebiyat ve özellikle folklor alanına ilk katkıları sunacak eserler yayımlanmıştır. Yüzyıl başında yapılan çalışmalarla yüzyılın ikinci yarısında Tatar edebiyatı, folkloru ve tarihi üzerine çalışmalar yapan ve Batıyı takip ederek eserler veren bir aydın sınıfı da oluşmuştur. Bunlar arasında XIX. yüzyılın son çeyreğinde, Batılı anlamda yazdığı ilk hikâyesiyle Musa Akyiğitzade (1865-1923), Muhammed Zahir Bigiyev (1870-1902), Abdurahman İlyasî (1856-1895), Rızaeddin Fahreddin (1858-1936), Fatih Kerîmî (1870-1937), Sadrî Maksudî (1878-1957), Ayaz İshakî (1878-1954) ve Fatih Hâlidî yer almaktadır. 1880'li yıllarda başladığı edebî faaliyetleriyle Fatih Hâlidî, bu dönemden itibaren ömrünü Tatar tarihi ve folklor ürünlerinin toplanması ve yeniden yayımlanmasına adamış; hikâye, drama türünde ilk örnekleri yazmıştır. Bunların dışında çıkarmış olduğu takvimler (kalendar) ve yaptığı tercümelerle edebiyat ve kültür tarihine katkılar sunmuştur. Çalışmamızda ülkemizde hakkında henüz bir çalışma yapılmamış olan yazar Fatih Hâlidî'nin hayatı ve eserlerine dair bilgi verilip bu konunun edebiyat tarihi araştırmalarına kazandırılması, yazarın yenilikçi yönü ve dönemi için eserlerinin öneminin ortaya konulması amaçlanmıştır.Item Müze-İ Hümâyunu Bombardimandan Korumak(Ankara Üniversitesi, 2024) Coşkun, Yahyaİnsanoğlu en eski devirlerden itibaren kutsal saydığı veya değer atfettiği nesneleri düşman saldırılarından korumaya çalışmıştır. Değerli nesneleri biriktirme arzusu, çağlar boyu biçim ve içerik değiştirerek müzelerin oluşmasına sebebiyet vermiştir. Bir yandan insanlığın ortak geçmişini korumak için kurulan müesseseler gelişirken diğer yandan savaşlarda kullanılan silahların yıkıcı gücü de artmıştır. Birinci Dünya Savaşı esnasında Osmanlı toprakları ve özelde başkent İstanbul, düşman uçaklarının bombalarına hedef olmuştur. Düşman uçaklarından atılan bombalar, Müze-i Hümâyunun da bazı tedbirler almasını gerektirmiştir. Müze yöneticileri, tehlikenin bertaraf edilmesi için gereken tedbirleri kendi tecrübelerine göre almamış, bu hususta askeriyeden yardım istemiştir. Askerî bilim heyeti müzeye gelerek bir inceleme yapmış ve incelemelerinin neticesinde yapılması gerekenleri bildiren bir rapor hazırlamıştır. Ancak bununla yetinilmemiş ve hazırlanan rapor, mimarlarla da müzakere edilmiştir. Bunlarla birlikte tarafsız bir hükümetle irtibata geçilerek düşman devletlerden müzeyi ve çevresini hedef almamaları için talepte bulunulması talep edilmiştir. Birinci Dünya Savaşı'nın henüz başlarında Müze-i Hümâyundaki eski eserlerin korunması gerektiği düşünülerek nakli mümkün olan eserlerin Konya'ya gönderilmesi; nakli mümkün olmayan eserlerin ise üzerlerine kum ve mumlu torbalar konularak muhafaza altına alınmasıyla başlayan süreç, savaşın sonunda bombalardan ve bombaların yıkıcı etkisinde korunma halini almıştır. Bu makalede Müze-i Hümâyunun Birinci Dünya Savaşı boyunca müzeyi ve eski eserleri korumak için bombalara karşı aldığı tedbirlerden bazılarının gösterilmesi hedeenmektedir.Item Necropolitics And Modernity: Unveiling The ‘Empire’s Dirty Work’ In Heart Of Darkness, A Passage To India And Burmese Days(Ankara Üniversitesi, 2024) Kaygısız, İsmail; Demir, AyşegülThis article examines the complex interplay between modernity, colonialism, and necropolitics as represented in Heart of Darkness by Joseph Conrad, A Passage to India by E.M. Forster, and Burmese Days by George Orwell. These modernist texts not only critique the dehumanization and systemic extermination justied by colonial ideologies but also highlight the ways in which colonial power uses necropolitical strategies to govern life and death. By integrating Achille Mbembe's concept of necropolitics with Michel Foucault's theory of biopower, this analysis elucidates the racial and sovereign dynamics that both underpin and challenge colonial regimes. The paper contextualizes the relationship between modernism and colonial history, highlighting how modernist narratives reect a crisis in the colonial agenda and embody Enlightenment ideals that have shaped the socio-political landscape of empires. These narratives offer a critical view of the dichotomy between the colonizer and the colonized, emphasizing the fractured and uncertain epistemological underpinnings of imperial logic. The examination of Conrad, Forster, and Orwell focuses on the ethical and psychological turmoil from colonial dominance, probing how colonialism justies violence and subjugation. The study reveals how colonial powers exert necropolitical control, deciding who lives and who dies—a control that extends beyond physical dominance to the psychological colonization of minds, perpetuating colonial hegemony. Ultimately, this paper shows how modernist texts critique colonial necropolitics and expose the racial prejudices and biopolitical strategies essential for maintaining colonial regimes. These texts provide profound insights into the lasting impacts of colonialism on contemporary understandings of race, sovereignty, and resistanceItem Ölüm Ve Sahne İletişimsizliği Üzerine Felsefi Bir Üçleme: Amédée, Bizim Şehir, Eski Bir Masal(Ankara Üniversitesi, 2024) Canar, BurcuBu çalışma, Eugéne Ionesco'nun Amédée ya da Nasıl Başından Atarsın Onu, Thornton Wilder'ın Bizim Şehir ve José Joaquin Gamboa'nın Eski Bir Masal adlı oyunları çerçevesinde sahne ve ölüm iletişimsizliğini inceleyecektir. Her üç oyun, ölüm temasını kendilerine özgü bir biçimde ele alırken bu oyunlardaki “seyirlik ölüm” hem tiyatroya özgü ölüm düşüncesi üzerine söz söyleme imkânı bakımından hem de sahnenin ölüme yakınlığını ifade etmenin birer aracı olmaları nedeniyle bu incelemeye konu olmuştur. Tiyatro metinleri yazı yüzeyinde 'sahnelenmeye hazır' oluşlarıyla üzerinde düşünülmeye değerdir. Böylesi bir yazıyı aynı zamanda henüz sahnede mevcut olmayan performans olarak da tanımlayabiliriz. Sahne ve yazı arasındaki fark, tiyatro metni tiyatronun kendisini imlediğinde pek dikkati çekmez. Bununla birlikte tiyatro metni daha çok oynamak için süregiden bir hazırlıktır. Tiyatro metinleri, kendilerine özgü yazı biçemleri olarak yalnızca tiyatro çalışmaları açısından değil; felsefe, özellikle de yazıyı farklı bir düşünme biçimi olarak kavrayan iletişim felsefesi alanındaki çalışmalar açısından oldukça verimli kaynaklardır. Bu çalışmanın amacı, incelenen oyunları, sahnelenmedikleri yerde (yazıda) açığa çıkarmaktır. Bir tiyatro metni henüz sahnelenmemiş olanı neredeyse sahnenin üzerinde oynanıyormuş gibi gösterir. Bu yönüyle yazıdaki tiyatro, onun karşısında ne oyuncu ne de seyirci olan okurun karşılaşabileceği en sessiz metindir. Başka hiçbir metin, okumayı bu kadar boşa çıkaramaz. Sahneye gelince, ismi var kendisi yokken alabildiğine ölüme benzer. Bu benzerliğin ancak iletişim kurmayan bir düşüncede açığa çıkabildiğini göstermekse yalnızca yazıya düşer.Item Postmodern Lampoon: Metatheatrical Satire On Neoliberalism In Timberlake Wertenbaker’s Our Country’s Good(Ankara Üniversitesi, 2024) Çimen, Esra ÜnlüMetatheatre, which generally indicates a number of strategies revealing the ctionality of plays, has been prevalent throughout the history of theatre. The metatheatrical vehicles like the play-within-the-play have been sustainedly employed by playwrights in Ancient Greek theatre, Roman theatre and English theatre since the Renaissance. In English theatre, many studies on this concept have focused on the Renaissance as it became popular in this period. Studies on metatheatre have often described it as a technical novelty breaking the illusion created by traditional/realist plays. However, a careful analysis of its use in plays from varying periods and cultures shows that metatheatre has also been employed as a tool of satirizing politics by the playwrights. In both Renaissance and eighteenth-century English drama, metatheatrical tools were used to satirize domestic politics and familiar politicians. However, with postmodernism, in the twentieth century, the context of satire changed since it was directed at universal problems, ideologies and accustomed ways of thinking rather than the contemporary problems of a certain country. In line with such a change, metatheatrical satires in the twentieth century aimed to target grand narratives produced by modernity. One such play is Our Country's Good (1988) by Timberlake Wertenbaker in which neoliberalism as a master narrative is satirized through the device of the rehearsal-within-the-play. Within this context, this study aims to explore Our Country's Good as a postmodern satire to show that satire still has validity in the postmodern age and draw attention to the symbiotic and persistent relation between satire and metatheatre.Item Renk Adlarının “Çokluk” Anlamı Bağlamında Gök/Gömgök Örneği(Ankara Üniversitesi, 2024) Karakoyun, Ülkü ÇetinkayaEdebiyat, renk sembolizminin en etkin olduğu alanlardan biridir. Sözlüklerde mavi ve yeşil rengin adı olarak yer alan Türkçe gök sözcüğünün de diğer renk adları gibi edebî eserlerde sembolik işleviyle sıkça yer aldığını görmek mümkündür. Ancak bu makalede bir renk adı olan Türkçe gök sözcüğü ve onun pekiştirme hecesiyle türetilerek oluşturulmuş gömgök biçiminin “mavi/yeşil”, “masmavi/yemyeşil” biçiminde ifade edilen renk anlamları dışında, diğer bazı renk adları gibi “çok, fazla, aşırı, son derece” anlamında kullanımlarının divan şiirindeki örnekleri değerlendirilmiştir. Pek çok divan, mesnevi ve nazire mecmuası taranarak derlenen şiir örneklerine bakıldığında, gök ve gömgök sözcüklerinin farklı isimler önüne gelerek sıfat görevinde oldukları saptanmıştır. Buna göre, her bir sıfat tamlaması bir başlık olarak düzenlenmiştir. Bunlardan aynı anlama gelenler tek başlık altında ele alınmıştır. Farklı isimler önüne gelerek sıfat görevi üstlenen ve dolayısıyla niteledikleri isimlerle birlikte sıfat tamlaması oluşturan gök ve gömgök sözcüklerinin yer aldığı örnekler 10 başlık altında ele alınmıştır. Bunlar; 1. Gök kandil/ Gök kanzil/ Gök zurna/ Gök ser-hoş, 2. Gök düşmen, 3. Gök zügürd, 4. Gök başlu, 5. Gök demür/Gök âhen/Gömgök demür, 6. Gömgök delü/ dîvâne, 7. Gök/Gömgök ter (der), 8. Gömgök su, 9. Gömgök âşık ve 10. Gömgök gâzî başlıklarıdır. Gök/gömgök sözcüklerinin “çok, fazla, aşırı, son derece” anlamında kullanıldığı örneklerin pek çoğunda tevriye yoluyla renk anlamlarının da çağrıştırılarak çokanlamlılık yaratıldığı görülmektedir. Renk adlarının çokluk anlamı çerçevesinde, gök/gömgök örneğine ilişkin farklı örnekler çıkabileceği gibi farklı kullanımların ortaya çıkmasının da mümkün olduğunu belirtmek gerekirItem Romeykanın Etnodilbilimsel Canlılık Kuramı Çerçevesinde İncelenmesi(Ankara Üniversitesi, 2024) Akkuş, MehmetBu çalışma, Türkiye sınırları içerisinde dil çeşitliliğinin göreceli olarak yüksek olduğu Doğu Karadeniz dil ekolojisi görünümü içerisinde konuşulmakta olan Platon'un kendi çağında konuştuğu dilin arkaik özelliklerini koruduğu düşünülen Romeykanın etnodilbilimsel canlılık durumu incelemeyi amaçlamaktadır. Etnodilbilimsel canlılık kuramı, konuşma topluluklarının dillerinin canlılığını koruma ve devam ettirme olasılığını değerlendirmenin bir yöntemi olarak geliştirilmiştir. Romeykanın dilsel canlılığını ilgili alanyazında ilk defa ortaya çıkartmayı amaçlayan bu çalışmanın temel araştırma sorusu şu şekilde belirlenmiştir: Romeykanın etnodilbilimsel canlılık kuramı çerçevesinde güncel görünümü nasıldır? Bu kapsamda Trabzon'un Tonya, Çaykara, Of, Köprübaşı ve Sürmene ilçelerinde gerçekleştirilen alan araştırmalarında farklı yaş, toplumsal konum ve meslek grubundan toplam 107 katılımcıya Türkçeye uyarlanmış olan Öznel Etnodilbilimsel Canlılık Anketi uygulanmıştır. Yüz yüze ve odak grup görüşmeleri aracılığıyla nitel araştırma aşamasında ankete verilen yanıtlar derinlemesine irdelenerek bu görüşmelerden elde edilen veriler tematik analize tabi tutulmuştur. Nitel araştırmaya söz konusu ekolojiden katılımcılar (n=12) dâhil olmuştur. Elde edilen bulgular, kuşaklar arasındaki farkın (veya cinsiyet, meslek gibi diğer toplumsal değişkenler dikkate alındığında) Romeykanın etnodilbilimsel canlılığı bağlamında istatistiki olarak önemli olmadığını ancak Türkçe ve Romeykanın her birinin öznel canlılığı dikkate alındığında bu iki dilin canlılık algısının istatistiki olarak anlamlı olduğunu ortaya koymuştur. Yüz yüze ve odak grup görüşmeleri sonucunda elde edilmiş olan çalışma bulguları da nicel verileri desteklemektedir. Bu durum dahi Doğu Karadeniz'de farklı toplumdilbilimsel etkenlerin dillerin toplumsal kullanım alanlarının genişlemesine veya daralmasına neden olduğuna işaret etmektedir. Bu çalışma bu toplumdilbilimsel değişmenin dinamik yapısına küresel örneklerle karşılaştırmalı bir lensle bakarak sui generis bir bağlamdan katkı sunmayı amaçlamaktdır