Cilt:63 Sayı:02 (2023)
Permanent URI for this collection
Browse
Browsing Cilt:63 Sayı:02 (2023) by Title
Now showing 1 - 20 of 26
Results Per Page
Sort Options
Item Art, Nature, And Memory In Etel Adnan’s Journey To Mount Tamalpais(Ankara Üniversitesi, 2023) Akıman, Özge ÖzbekIn her Journey to Mount Tamalpais: An Essay (1986), the Lebanese American painter and poet Etel Adnan (1925-2021) contemplates on the relationship between art, nature, and memory by focusing on the act of perception. Adnan's text tells of her inner journey towards peace in contrast to her other work that responds to the Lebanese civil war, from which she had to ee in the 1970s. The centrality of perception reveals an intertwining relationship between art, nature and memory. In this relationship, the subject is intertwined with the object, self with the other, the perceiver with the perceived, which traditional Western thought separates as binaries. One of the prominent gures in phenomenological approach, Maurice Merleau-Ponty has focused on perception that is compatible with Adnan's text. His concepts of “reversibility,” “chiasm,” “dehiscence,” and “esh” are useful tools to analyze the essay both in its conceptual and cultural dimensions. As a work which incorporates verbal and visual treatments of the mountain, in which Adnan excavates the hidden histories and memories, retaining their differences, Journey to Mount Tamalpais proves to be a manifestation of “the intertwining—the chiasm” as Merleau-Ponty attempts to map. In relation to perception, memory emerges as a preeminent concept due to Adnan's engagements with cultures and linguistic worlds such as Arab, French and American, and her witness of colonial wars. This article proposes a reading that captures the conceptual and cultural dimensions of the text, which ultimately leads to a new visibility of the mountain. The ultimate manifestation of Mount Tamalpais is the image of a wise and wounded old woman. When the process of perception that produces this image is analyzed from Merleau-Ponty's perspective, Journey to Mount Tamalpais reveals a way of thinking about the chiasm of art, nature and memory in which the boundaries between subject and object, perceiver and perceived, and background and foreground collapse.Item Behavioral Methods Employed To Investigate The Structure Of Autobiographical Memories(Ankara Üniversitesi, 2023) İnan, Aslı BaharMemory research conducted in laboratories require controlled experiments in order to eliminate the confounding factors that can affect memory retrieval. However autobiographical memories require the retrieval of distant memories which are most of the time not veriable. Due to the differences related to autobiographical memory these controlled experiments cannot be used and different methods are required. Cue word technique, diary studies, recording event by using devices, Autobiographical Memory Interview and Autobiographical Interview are some of the behaioral methods employed for autobiographical memory research. These methods have both some advantages and some disadvantages which should be considered before they are used, according to the needs of research. The ndings from the studies employing these methods indicated that autobiographical memory has a hierarchical organization, it consists of a semantic component and an episodic component, and some of the cues are ineffective for the retrieval of autobiographical memories. Most of these methods can also be employed in research investigating the impaired components of autobiographical memory for patients with memory disorders like Alzheimer's disease. In this review the behavioral methods employed to investigate the structure of Autobiographical memories will be explored. First the differences of autobiographical memory from memory investigated in laboratory and the need for different methods in autobiographical memory research will be mentioned. Then behavioral methods to investigate the structure of autobiographical memory, how they are used and the ndings obtained from these studies seperately and in common will be discussed.Item Bulgar Hacilarin Gözüyle 19. Yüzyilda Kudüs(Ankara Üniversitesi, 2023) Mevsim, HüseyinBulgarların Kudüs'le bağları 9. yüzyılın ortasında Hristiyanlığı kabul etmeleri süreciyle başlar. Daha sonraki yüzyıllarda Bulgar hükümdarlarının kutsal şehirde kiliselerin ve manastırların inşası için yardım sağlamaları; önemli bir ruhani, manevi ve kültür merkezine dönüşen Kudüs'e çok sayıda Bulgar din adamının yerleşmesi bu bağları daha da güçlendirir. Osmanlı unsuru olan Bulgarlar arasında haccın ve hacılığın 18. yüzyılda yaygınlaştığı ve artık dünyevi kişinin de bu manevi yolculuğun bütün sıkıntılarına katlandığı görülür. Bulgar, belirli maddi birikim sahibi olduktan sonra hacca gitme kararı alır, yol boyunca karşılaşacağı bütün zorlukları ve tehlikeleri bilmesine rağmen niyetinden vazgeçmez. Bulgar'ın hacca gitme motivasyonu dini olduğu gibi dünyevi gerekçelere de dayanır. Bir taraftan, Hristiyanlığın kutsal tarihinde geçen bütün yerleri ve mekânları görerek buralarda ibadet etmek amaçlanırken, diğer yandan da hacı olmanın toplum nezdinde kazandırdığı itibar ve ayrıcalık göz önünde bulundurulur. Hacı kelimesi adeta bir unvana dönüşür ve özellikle ticaretle uğraşan kişilere sosyal ilişkilerinde kolaylık sağlar. Kutsal Topraklara hacca giden bazı Bulgarlar daha sonra kara ve deniz yolculuklarını, Kudüs'ten edindikleri izlenimleri ve memlekette görkemli karşılanma sahnelerini kâğıda dökerler. Bu çalışmada, 19. yüzyıl ortalarında kutsal şehri hac amacıyla ziyaret eden dört Bulgar'ın tanıklıkları temelinde meşakkatli kara ve deniz yolculuğu, Kudüs'te yaşanan manevi heyecan ve ruhanilerin kaba tavırlarından kaynaklı hayal kırıklığı, haccın emniyeti için Osmanlı kolluk kuvvetlerinin oluşturduğu düzen gibi konular üzerinde durulmaktadırItem Çaybaği (Kotur) Havzasinin (Van-Saray) Eğim Ve Yükselti Koşullari Bakimindan Arazi Kullaniminin Ortaya Konulmasi(Ankara Üniversitesi, 2023) Matpay , Bülent; Seyitoğulları, Mehmet AkifTopoğrafya (yükselti, eğim) koşullarıyla arazi kullanımı arasındaki bağın güçlü olduğu konumda olan Çaybağı (Kotur) havzası, Van Gölü havzasının doğusunda ve İran sınırında bulunmaktadır. Çalışmada eğim ve yükselti özelliklerini açıklayan haritalar hazırlanarak arazi kullanımı haritasının güncel hali ortaya konulmuş olup eğim ve yükselti haritaları kesiştirilerek dağılış analizi yapılmıştır. Havza jeolojisi neotektonikle gelişen rejim değişikliğinden etkilenmiş olup arazi kullanımını belirleyen birbirinden farklı jeomorfolojik, yapısal ve litolojik unsurları barındırmaktadır. Jeomorfolojik unsurları oluşturan birimler 2024 m'den 3035 m yükselti kademesine doğru tektonik ve karstik orjinli göller, ovalar, vadi tabanları, taraçalar oluştururken yamaçlardan itibaren eğimli etek düzlükleri, birikinti konileri, vadiler, aşınım yüzeyleri, dağlar ve tepeler oluşturmaktadır. Havzada 2024-2327 m arasında bulunan üç yükselti kademesinin ve eğim koşullarının %0-5 aralığa sahip ve morfolojik olarak vadi tabanına, düzlük arazilere, eğimli etek düzlüklerine, birikinti konilerine, taraçalara ve az eğimli yamaçlara denk gelen arazilerin yerleşim yeri ve tarımsal aktiviteler maksadıyla kullanıldığı görülmektedir. Su yüzeyleri ve bataklık alanlar, havzanın geneline göre her ne kadar az bir alan kaplasa da (6,9 km2) havza ekosisteminde bulunan canlılar için önemli bir yere sahiptir. Bu veriler doğrultusunda arazi kullanımı ile eğim ve yükselti koşulları arasında uyumluluk olduğu söylenebilir. Fakat son yıllarda yöre insanının yerleşim yerlerini, tarımsal aktivitelere müsait akarsu boylarına ve vadi tabanlarına kurması olası sel ve taşkınlara maruziyet riski oluşturacağı açıktır. Ayrıca tektonik çukurluklarda kuruyan ya da kurumayla yüz yüze olan göl çanakları yanlış arazi kullanımı aleyhine gelişmektedir. Nihayetinde doğal ortam kaynaklarından faydalanma biçiminin sürdürülebilirlik bakımından sorunlu olduğu, ileriki zamanda kaynakları tükenme noktasına getiren bir süreçle karşı karşıya bırakacağı açıktır. Bu yüzden havzaya ait arazinin gelecek nesillere kullanılabilir şekilde aktarılması için doğal kaynakların doğal ortam koşullarına uyumlu bir biçimde tüketilmeden kullanılması şarttır. Nihai olarak arazi kullanımı belirlenirken arazi kabiliyetinin dikkate alınarak planlamaların ve uygulamaların gerçekleştirilmesi önerilmektedir. Bu sayede doğal ortamdan faydalanma ömrü ve verimliliği artacaktır.Item Çok İşlevli Sözcüklerin Rusçadan Türkçeye Çevirisinde Karşilaşilan Zorluklar(Ankara Üniversitesi, 2023) Dönmez, NurayÇeviri, dil öğrenim süresi boyunca başvurulan vazgeçilmez yöntemlerden biridir. Çeviri, öğrenme çıktılarının sağlıklı değerlendirmesine olanak sağlamaktadır. Bir dildeki sözlü veya yazılı bir metni başka bir dilde ifade etme ve bir üst evrede fikir, his ve duyguları da aktarabilme yetisi, çevirinin eşdeğerliğinin sağlanması açısından önemlidir. Rusçada yaygın olarak kullanılan çok işlevli sözcüklerin çeviri esnasında erek dile aktarımı zordur. Sahip oldukları sözlük anlamının dışında farklı anlamlara gelebilir ve cümlenin farklı ögeleri olarak karşımıza çıkabilir. Çok işlevli sözcüklerin erek dilde kazandığı karşılığı netleştirmede tonlama ve buna bağlı olarak cümle içi bağlama göre kullanım, temel belirleyicilerdir. Duygunun sese ve beden diline yansıtıldığı tonlamada ses tonu (sesin alçaltılıp yükseltilmesi), beden hareketleri, jestler gibi unsurlar önemlidir. Tonlamanın yazıya aktarılması zordur. Sese dayanan bir söyleyiş kuralı olduğu için sözlü konuşmada karşımıza çıkar. Tonlama, söylenen ifadelerin / duyguların aktarımına netlik kazandırmak için başvurulan önemli bir dil unsurudur; ancak yazılı ifadede bağlama göre anlam kazanır. Çalışmada Rusçada sözlü ifadede işlevsellik kazanmış olan ve zengin bir anlam havuzuna sahip olan çok işlevli sözcükler, Türkçede edindiği anlamlarla edebî çeviriler üzerinden gösterilmektedir. A. P. Çehov’un “İvanov” adlı oyununun Türkçeye aktarımında Ataol Behramoğlu’nun çevirmenliğinde 2002 yılında İş Bankası Kültür Yayınları ve Mehmet Özgül çevirmenliğinde 2006 yılında Cem Yayınevi’nden çıkan çevirileri ele alınmıştır. Bu çerçevede çalışmada amaç; çok işlevli sözcüklerin ve sözcük kalıplarının Türkçeye aktarımında Rusçadaki tonlama türleriyle edindiği anlam çeşitliliğini ve eş değerliliğini edebî eserlerin çevirisi üzerinden göstermektir. Çalışmada sesbilimsel karşılaştırma, gözlem ve açıklama yöntemleri kullanılmıştır.Item Çok Sesliliğin Edebiyattan Dilbilime Yolculuğu: Fransiz & İskandinav Akimlarinin Karşilaştirmali İncelemesi(Ankara Üniversitesi, 2023) Pamukcu, GüldenÇok seslilik kuramı ilk olarak edebiyat alanında kendini göstermiş son yıllarda da dilbilimsel çalışmaların odak noktası haline gelmiştir. İlk olarak Rus kuramcı Mikhail Bakhtin tarafından kullanılan bu kurama göre metinler farklı kirlerin ve bakış açılarının kesişme noktası olarak yazarınkinden farklı sesler içermektedir. Bakhtin özellikle Dostoyevski'nin romanlarını çok seslilik bakımından çok zengin olarak nitelendirmekte ve romanlarındaki kahramanların her birinin farklı bir sesi temsil ettiğini savunmaktadır. Böylece metinde bir çok seslilik ortamı doğar. Dilbilimde çok seslilik kuramı ise her sözcenin farklı bakış açılarına sahip birden fazla sesi içermesi düşüncesi üzerine kuruludur. Çok sesliliği ilk kez dilbilimsel bir kavram olarak ele alan Fransız dilbilimci Oswald Ducrot dilbilimsel çok sesliliğin sınırlarını çizmemiş, tanımını kesin ve açık olarak yapmamış ve bu alanda bazı kuramsal boşluklar bırakmıştır. Henning Nølke önderliğinde dilbilimsel çok seslilikte İskandinav akımını temsil eden bir grup dilbilimci bu boşlukları tamamlamayı ve bu kuramı geliştirmeyi amaçlamıştır. Bu çalışmada çok seslilik kuramının edebiyatta ortaya çıkışı ve dilbilime yansıması ele alındıktan sonra Fransız dilbilimci Oswald Ducrot'nun çok seslilik anlayışı ortaya konulmuş ve son olarak dilbilimsel çok seslilik kuramını geliştirmeyi amaçlayan İskandinav dilbilimcilerden oluşan bir topluluk olan ScaPoLine'in dilbilimsel çok seslilik kuramına kattıkları karşılaştırmalı bir şekilde ele alınmıştır.Item Derlem Temelli Eşdizimlilik Çikariminda Yöntemsel, Anlambilimsel Ve Biçimsözdizimsel Süreçler -Proje Temelli Bir Durum Çalişmasi-(Ankara Üniversitesi, 2023) Gündoğdu, Ayşe EdaDerlem temelli anlam gösterimleri, içerisinde önüretimli yapılar, bilişsel şemalar, kültürel kodlar gibi dinamikleri barındırması nedeniyle biçimsel gösterimlerden farklı olarak tam otomatik olmaktan çok, doğal dil kullanıcılarının ve alan uzmanlarının yargılarına da gereksinim duymasından ötürü yarı-otomatik çıkarıma izin veren bir niteliktedir. Bu çalışmada dilde anlam örüntülerinin ve gösterimlerinin önemli bir bölümünü oluşturan eşdizimsel yapılanmaların derlem temelli çıkarımı sürecine ilişkin bir durum çalışması ortaya koymak amaçlanmıştır. Durum çalışmaları bir olguyu, özgül bağlamı içerisinde, olağan sürecinde, uygulama odaklı sunulan bir gerçeklikle, derinlemesine bir biçimde ortaya koymayı amaçlayan bir araştırma yöntemidir. Söz konusu çalışma disiplini, konu alanı ile ilgili gerçekleştirilmesi planlanan araştırmalara, deneyim temelli bir bakış açısıyla kuramsal çerçeveden uygulama süreçlerine doğru ilerleyen bir perspektif sunabilmektedir. Bu durum çalışması TÜBİTAK-SOBAG 3501 programı tarafından desteklenen, dilbilim alanında yürütülen bir araştırma projesi çerçevesinde yapılandırılmış ve yöntemsel süreç: verisetlerinin oluşturulması, örüntüleme düzlemlerini özgülleştirme ve veri işleme süreci, istatistiksel süreç, anlambilimsel süreç, biçimsözdizimsel süreç olmak üzere beş farklı boyutta tasarlanmıştır. Çalışmanın temel motivasyonu, özelde eşdizimlilik çıkarımı, genelde dilsel örüntülerin derlem temelli betimlenmesi çerçevesinde süreç temelli ve görgül bir izlek ortaya koymaktır. Özellikle derlem dilbilim ve sözcükanlambilim arakesitinde uygulama ve süreç temelli yetkinlik kazanmayı planlayan araştırmacılara bütüncül ve disiplinlerarası bir rehber oluşturma açısından söz konusu çalışmanın önem taşıdığı düşünülmektedir.Item Doğu-Bati Meselesine Farkli Bakişlar: Peyami Safa'nin Fatih-Harbiye Ve Safiye Erol'un Ülker Firtinasi Romanlarinda Bati Tahayyülü(Ankara Üniversitesi, 2023) Acar, Barış BerhemDoğu-Batı meselesi Türk edebiyatının modernleşmesiyle birlikte ana izleklerden biri olmuştur. Batı’dan alınan türlerin örneklerinin verilmesiyle birlikte Batılılaşmanın sınırları belirlenmeye çalışılmış; sınırı aşanlar “züppe” olarak gösterilerek eleştirilmiştir. Batı’dan ne alınacağı, Doğu’dan ise neye sahip çıkılacağı yazarlar tarafından eserlerinde ortaya konulmuştur. Yazılan tezli romanlar, yanlış Batılılaşan züppelerin başına gelen ibretlik olaylarla kurgulanmış; iki medeniyet arasında dengeyi tutturan ideal tipler ödüllendirilerek kahramanlaştırılmıştır. Tanzimat döneminde tipler üzerinden belirlenen değerler, edebiyat vasıtasıyla okuyucuya kesin doğrular olarak sunulmuştur. Sonrasında da doğru/yanlış Batılılaşma meselesinin hep gündemde kaldığı söylenmelidir. Özellikle Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte doğru Batılılaşmaya ulus-devlet inşası da eklenince tezli romanların sayısında artış olmuş; neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar verme kudretine sahip olduğunu düşünen yazarlar, okurlarını yönlendirmeye çalışmıştır. Ancak Cumhuriyet’in ilanından sonraki görece özgür ve çoğulcu edebiyat ortamında yeni edebî türler yaygınlaşıp farklı cenahlardan yazarların eserleri arttıkça yeni bakış açıları ortaya konmaya başlamıştır. Böylece Batılılaşmaya bakışta bir yandan süreklilik hâkimken diğer yandan kırılmalar olduğu gözlemlenmiştir. Bu makalede 1930’lı yılları konu alan ve Tanzimat’tan itibaren devam eden Batılılaşma fikrinin kült metinlerinden biri olan Peyami Safa’nın Fatih-Harbiye romanı ile Batılılaşmaya daha olumlu bir perspektiften bakan Safiye Erol’un Ülker Fırtınası isimli romanına odaklanılarak aynı meseleyi farklı ele almaları incelenecektir. Peyami Safa’nın yanlış Batılılaşmayı konumlandırma biçimiyle Safiye Erol’un Batılılaşmanın imkânlarını nasıl yansıttığı gösterilecek, iki romanın benzer ve farklı yönleri vurgulanacak, aynı dönemi anlatmalarına rağmen vardıkları farklı sonuçlar üzerinden 1930’lı yılların edebiyat kamusunun durumuna dair bir fikir verilmeye çalışılacaktır.Item Dokunsal Yumuşaklik Algisina İlişkin Bir İnceleme(Ankara Üniversitesi, 2023) Cavdan, Müge; Dövencioğlu , DicleGünlük hayatta sıklıkla yumuşak olarak adlandırdığımız nesnelerle etkileşimde bulunuruz. Dokunsal (haptik) duyum sayesinde bu nesneleri aktif olarak keşfederken onların şekillerine, işlevlerine ve malzeme özelliklerine dair bilgileri kolayca ediniriz. Günlük hayatta etkileşimde bulunduğumuz nesnelerin yumuşaklığı en önemli malzeme özelliklerinden biridir. Dokunsal yumuşaklık algısını yediğimiz meyvenin tazeliğinden giydiğimiz kıyafetin uygunluğuna kadar çok çeşitli durumlarda kullanırız. Birçok nesneyi yumuşak olarak nitelesek de bu nesneler birinden oldukça farklıdır; bir kumaşın, el kreminin, kumun ya da kedi tüyünün yumuşaklığı doğaları gereği birbirlerinden oldukça farklıdır. Dokunsal yumuşaklık algısı alanyazında özellikle de mühendislik alanındaki çalışmalarda genellikle bir nesnenin ne kadar şekil değiştirebildiği ile tanımlanmış ve ziksel olarak nesnenin dış kuvvetlerin etkisi ile ne kadar şekil değiştirebildiği ile ölçülmüştür. Dahası dokunsal yumuşaklığı araştıran bazı çalışmalarda yumuşaklığı yargılamada en uygun (optimal) el hareketinin “bastırmak/basınç uygulamak” olduğunu belirtmiştir. Fakat son yıllardaki çalışmalar insanlardaki yumuşaklık algısını tek boyutla açıklamanın mümkün olmadığını göstermiştir. Yakın zamanda yapılan çalışmalarda yumuşaklığın algısal boyutlarının birden fazla olduğununun yanı sıra yüzey yumuşaklığı, akışkanlık (viskozite), taneciklilik (granüllü yapı) ve şekil değiştirebilirlik boyutlarına göre ayrılabilecek yumuşak nesnelerin her birini keşfederken bu boyutlara özel el hareketleri olduğu da saptanmıştır. Buna ek olarak bir nesnenin malzemesini değerlendirirken insanların dokunulan nesnenin özelliklerine, edinmek istedikleri bilgiye ve nesne özellikleri ile edinilmek istenen bilginin etkileşimine bağlı olarak el hareketlerini (dokunsal keşieri) uyarladığı gözlemlenmiştir. Bu yeni gelişmeler nesnenin dokunsal algısının anlaşılmasına katkı sağlamanın yanı sıra özerk robotların kavrama ve keşif yeteneklerini iyileştirmeye çalışılan alanlarda da yer bulabilirItem Erdebil Tekkesi'ne Dair Yeni Bir Vesika: Şeyh İbrahim Safevî'nin Miras Listesi(Ankara Üniversitesi, 2023) Musalı, NamiqXIV. yüzyılda Azerbaycan'ın ekonomik hayatında Erdebil Tekkesi'nin rolünü yansıtan çok sayıda belge zamanımıza ulaşmıştır. Fakat XV. yüzyıla ait bu tarz belgelerin sayısı son derece azdır. Özellikle de Şeyh İbrahim Şeyhşah'ın 1429-1447 yıllarını kapsayan mürşitlik dönemine ilişkin bilgilerin kısıtlı olduğunu ifade etmeliyiz. XVII. yüzyıl müelli Şeyh Hüseyin Zâhidî'nin Silsiletü'n-Neseb-i Safeviyye isimli eserinin 1099/1688 tarihli Tahran nüshasında yer alan bir vesikanın metni, Şeyh İbrahim'in maddi birikimleri ve ekonomik durumu üzerine net bilgiler vermesi açısından dikkat çekicidir. 851/1447 tarihinde hazırlanmış olan bu belge, Şeyh İbrahim'in miras olarak evlatlarına bıraktığı gayrimenkul emlakin listesini içermektedir. İlgili vesika, şeyhin altı oğlunun ve altı kızının (toplamda on iki evladının) olduğunu göstermektedir. Listeden anlaşıldığı üzere Şeyh İbrahim, tam veya kısmen sahip bulunduğu 28 köy, 3 bağ ve 2 ev üzerinde mülkiyet haklarını vefatı arifesinde evlatlarına miras olarak bırakmıştır. Şeyhin özel mülkiyetini teşkil eden bu emlak çoğunluk itibarıyla Erdebil yöresinde bulunmaktaysa da Azerbaycan'ın Tebriz, Şebüster, Karadağ, Germrûd, Halhal, Serâb, Lenkeran-Astara, Elîvân, Meşkîn ve Muğan gibi diğer bölgelerinde de kendisinin çeşitli mülklere sahip olduğunu görmekteyiz. Şeyh İbrahim, 4 köy üzerindeki mülkiyet haklarını kızlarına vasiyet ederken, geriye kalan emlakinin tamamını oğullarına devretmiştir. Ele alınan vesika, Azerbaycan'ın tarihî coğrafyasının araştırılması açısından da ilgi uyandırmaktadır. Makale çerçevesinde söz konusu belge Farsçadan Türkçeye çevrilmiş ve değerlendirilmiştirItem Eski Asurca Belgeler Işiğinda Eski Anadolu’da Yol Ve Ticaret Güvenliği(Ankara Üniversitesi, 2023) Albayrak, İrfan; Zoroğlu , MelikeTarihin her döneminde sınır aşan ticaret ağının en büyük sorunu güvenlik meselesi olmuştur. Eski Asurca tabletler, sınır aşan ticaretin kayıtlara geçmiş organize ve en eski örneği olan Asur-Kaniš arasında hareket eden kervanların yol boyunca mevsim koşullarından kaynaklanan güçlüklerle karşılaştıklarını göstermektedir. Savaşlar ve isyanlar nedeniyle yolların kapatılması, yağmacıların ve vahşi hayvanların saldırıları gibi tehlikeler haftalarca ve aylarca süren bu ticari yolculukları ciddi olarak etkilemiştir. Metinlerden anlaşıldığı kadarıyla kervanların kullandığı yolların güvenliği meselesi Sami kökenli tüccarlar için büyük önem arz etmektedir. Çünkü tüccarlar Anadolu şehirleri ile ticari bağlarını sürdürmek için aralarında ciddi ticari ortaklıklar yapmışlar ve bu bağlamda Anadolu pazarındaki sivil halk ve krallıklarla iş bağlantıları kurmuşlardır. Bu nedenle, güvenli yol ve ticaret yalnızca Asurlu tüccarlar için değil yerli halk ve otoriteler için de oldukça önemliydi. Çünkü sınır ötesi bu ticaret her iki tarafında lehine sonuçlar doğurmaktaydı. Günümüzde çok sık duyduğumuz ve ekonomik sonuçları itibariyle herkesi etkileyen “sermayenin ürkekliği veya “paranın güvenli liman arayışı”, “politik istikrar” gibi tabir ve kavramlar ticaret ve siyaset tarihi bakımından esasen oldukça eskidir. Bu çalışmada günümüzden dört bin yıl önce Eski Anadolu coğrafyasında hem ticarete dâhil olan müteşebbisler hem de bu ticari organizasyonu destekleyen yerel krallıklar açısından, ticaret ve yol güvenliğinin öneminin Eski Asurca belgelere nasıl yansıdığı değerlendirilmiştir.Item Evaluation Of The Soviet Union’s Intervention In Czechoslovakia In The Turkish Public Opinion(Ankara Üniversitesi, 2023) Özkandaş, YaşarWhen the Second World War ended, Union of Soviet Socialist Republics (USSR), established dominance over the region in all its dimensions by establishing satellite governments in the East of Europe that coincided exactly with its own system in political, economic, and social terms. The Eastern European countries, which had come under the full control of the USSR, began to take steps towards producing relatively more independent policies since the 1960s. Since January 1968, Czechoslovakia, under the leadership of Alexander Dubcek, the First Secretary of the Communist Party of Czechoslovakia (CPC), also moved towards socialism in a more original way in accordance with its own social dynamics. It started a reform initiative called the “Prague Spring”. After Dubcek's insistence on reform, the Warsaw Pact countries, except Romania, intervened militarily in Czechoslovakia under the leadership of the USSR. The CPC leadership decided not to resist this invasion carried out by the countries afliated with the Warsaw Pact. Soviet forces going into Prague arrested CPC General Secretary Dubcek and Prime Minister Cernik and took them to Moscow. After the “normalization” talks between the parties in Moscow, although CPC General Secretary Dubcek said that they would not back down from the idea of “socialism, humanism, and national independence”, he ultimately agreed to act in accordance with the demands of the USSR. Turkish Political thought, following the developments in Czechoslovakia. In this study, based on the prominent newspapers and magazines of the period such as Akşam, Ant, Cumhuriyet, Milliyet, Ulus, and the Turkish Left, it was aimed to examine the reections of the events experienced in Czechoslovakia in August 1968 on Turkey's public opinion.Item Göç-Kimlik İlişkisi Bağlaminda Ladivine(Ankara Üniversitesi, 2023) Tektaş, Ayşe KayğunYazın dünyasına adım attığı 1985'ten bu yana farklı yazınsal türlerde başarılı yapıtları kaleme alan Marie NDiaye, 2013'te yayımlanan Ladivine adlı romanında göçmen bir anne ile melez kızının sarsıcı öyküsünü anlatır. Romanda melez başkişinin içinde yaşadığı Batı toplumunda görünür olabilme çabası etkileyici bir biçimde ele alınır. Farklı aidiyetleri olan başkişinin tutarlı bir kimlik edinmede çektiği güçlük tüm yaşamını alt üst edecek bir karar almasına neden olur. Annesi Fransız, babası Senegalli olan Marie NDiaye'nin yazar olarak konumu yazın dünyasında tartışmaya açık bir konudur. Marie NDiaye Fransız kültürüyle yetiştiğinden Fransız bir yazar olarak anılmayı yeğlerken yazın alanında Afrikalı, Frankofon, melez, göçmen gibi farklı kimliklerle tanınır. Yazar, melez bir birey olarak içinde yaşadığı çok kültürlü toplumda yaptığı gözlemleri romanlarına yansıtır. Marie NDiaye göç, kimlik, aidiyet, melezlik gibi sıklıkla ele aldığı izlekleri yine birçok romanında olduğu gibi aile içi ilişkiler üzerinden işler. Başkişinin yaşadığı ötekileştirilme kaygısı, günümüzün çok kültürlü toplumlarında farklılıklar konusundaki ön yargıların henüz aşılamadığını gözler önüne serer. İnsanın birlikte yaşama gereksinimi, toplum tarafından kabul görmeyi dolayısıyla bireyin içinde yaşadığı toplumsal koşullara uyum sağlamasını gerektirir. Göçmen, içinde yaşadığı toplumsal koşullara uyum sağlama konusunda başarılı olsa da toplum tarafından kabul görmesi her zaman olanaklı değildir. Yazar, göçmen/melez bireylerin sahip olduğu karşıtlıkların yol açabileceği içsel çatışmaları ve ikilemleri imgeleminin süzgecinden geçirerek yazınsal bir metne aktarır. Bu bağlamda Erving Goffman'ın Damga başlıklı çalışmasıyla başkişinin ötekileştirilme kaygısı, Amin Maalouf'un Ölümcül Kimlikler ve Zygmunt Bauman'ın Kimlik adlı denemeleriyle göç-kimlik ilişkisi incelenecektir. Frantz Fanon, Homi K. Bhabha ve Pap NDiaye'nin görüşleri ise deri renginin neden olduğu ayrımcılığı açıklayıcı olacaktırItem Hârezm'in Müslümanlar Tarafindan Fethi (32-93/652-712)(Ankara Üniversitesi, 2023) Özbayraktar, AykutTarihi Hârezm bölgesi 93/712 yılında Emevîlerin Horasan Valisi Kuteybe b. Müslim elBâhilî'nin komuta ettiği bir harekâtla Müslümanlar tarafından fethedilmiştir. Bununla birlikte İslâmî yazılı kaynaklar Müslümanların Hârezm'i fetih maksadıyla Kuteybe'den evvel, 32-85/652-704 yılları arasında farklı tarihlerde beş defa daha harekât düzenlediklerini ve bunların dördünde başarılı olduklarını da bildirmişlerdir. Bu makale Müslümanların Hârezm'e karşı tertipledikleri altı farklı askeri harekâtı incelemektedir ve yorumlamaktadır. Konuyla ilgili rivayetleri ve araştırmacıların ileri sürdükleri görüşleri arkeolojik ve nümismatik bulguları da dikkate alarak değerlendirmekte ve eleştirmektedir. Bu çalışmayla Müslümanların Hârezm'i ele geçirmesi zor ve getirisi az, ikincil bir hedef olarak kabul ettikleri anlaşılmaktadır. Görünüşe göre bu durum, Hârezm'in geniş çöller tarafından kuşatılmış coğra konumuyla ve doğal sınırlarıyla alakalıdır. Kuteybe b. Müslim'den önce Hârezm'e yönelen ilk beş harekâttan ilki, iklim koşulları nedeniyle yarıda kesilmiştir. Diğer dört harekâtın ise tam bir fetihten ziyade çatışmaya girmeksizin haraç ve tutsak almak suretiyle tamamlanan operasyonlardan ibaret oldukları söylenebilir. Kuteybe'nin harekâtı ise öncüllerine kıyasla çok farklı şartlar altında gerçekleşmiştir. Hârezm hükümdarının talebi ve daveti üzerine ani bir baskın yaparak bölgeyi kontrol altına alan Kuteybe b. Müslim, müttekiyle anlaşmasının gereğince Hârezm'de İslâm hakimiyetine ve Müslümanlarla işbirliği halindeki mahalli hükümete karşı çıkabilecek tüm muhalif unsurları bertaraf etmiştir. Hârezmli askeri birlikleri de ordusuna katarak İslâm egemenliği için tehdit olmaktan çıkaran Kuteybe b. Müslim, bu suretle Hârezm'de kalıcı fethi başarmıştır ve bölgeyi geniş Müslüman coğrafyasının bir parçası haline getirmiştir.Item Harold Pinter’s Aesthetics In The Making: From Handwritten Manuscripts To Drafts Moonlight And Ashes To Ashes(Ankara Üniversitesi, 2023) Degirmencioglu, NesrinMartin Esslin emphasizes that ‘‘instead of being in suspense as to what will happen next, the spectators are, in the Theatre of the Absurd, put into suspense as to what the play may mean. This suspense continues even after the curtain has come down’’ (1960, p. 14). In accordance with Bertolt Brecht’s Verfremdung effects, alienating the audience from the characters and urging him/her to think, question and respond to the events or the dialogues taking place on stage, Pinter’s plays — with all the obscurity and uncertainty the characters are caught in — endow their audiences with more than enough tools to become subjects in the meaning-making process of his plays. No matter whether Pinter’s works are categorized as modernist through his transformation of the audience into subjects or just like more recently categorized as postmodernist in the works of Austin Quigley and Mireia Aragay (2009), what enables Pinter to be categorized as both is the obscurity of the language that he uses, and particularly in case of postmodernism, just like Fredric Jameson’s assertion of the “breakdown in the signifying chain” (1984, p.71), the broken correlation between the signified and signifiers in the dialogues that Pinter uses, creates the effect of ambiguity in his works. Pinter, in parallel to these definitions, states that ‘‘If I’m being explicit, I’m failing’’ (qtd in Knowles, 2009, p. 75). Considering how important the creation of ambiguity and uncertainty in Pinter’s plays is, this essay focuses on the creation process of the Theatre of the Absurd in Pinter’s Moonlight and Ashes to Ashes by examining the handwritten and type scripted manuscripts available in the Harold Pinter Archive at the British Library (UK).Item Keşifsel El Hareketlerinin Adlandirilmasinda Dokunsal Malzeme Algisinin Rolü(Ankara Üniversitesi, 2023) Yıldız, Gamze; Dövencioğlu, DicleYakın zamandaki çalışmalar, insanlarda yumuşaklık algısının yumuşak-sert ekseninin çok ötesinde olduğunu ve algısal olarak çeşitli boyutlarda tanımlanabileceğini göstermiştir. Malzemelerin yüzey yumuşaklığı, şekil değiştirebilir, tanecikli veya akışkan olma özellikleri yumuşaklığın algısal boyutlarındandır. Algısal tanımların yanı sıra her bir boyut için bilgi edinmemizi sağlayan farklı ve basmakalıp keşifsel el hareketleri de belirlenmiştir. Ancak konuyu ele alan çalışmalar şimdiye kadar İngiliz dilinde yürütülmüş ve rapor edilmiştir. Günlük nesnelerin İngilizce isimlerinin Türkçe karşılıkları bir sözlük yardımıyla kolayca bulunabilse de bu nesnelere eşlik eden el hareketleri için birebir çevirinin her zaman yeterli olmadığı düşünülmektedir. Buna rağmen insanların keşifsel el hareketlerini Türkçede nasıl adlandırdıkları ve nesne özelliklerinin bu hareketleri adlandırmadaki etkisi henüz bilinmemektedir. Dolayısıyla bu çalışma keşifsel el hareketlerinin Türkçe iller ile adlandırılmasının nesnelerin daha önce tanımlanan algısal yumuşaklık boyutlarına göre değişiklik gösterip göstermediğini incelemeyi amaçlamaktadır. Çalışma kapsamında; ana dili Türkçe olan 28 katılımcı, 37 malzemekeşifsel el hareketi çiftini tekrarlayan videolar halinde görsel uyaranlar olarak içeren bir serbest adlandırma deneyine katılmıştır. Çalışmada yer alan deneyde; şekil değiştirebilir, tanecikli, yüzeyi yumuşak, akışkan ve yumuşak olmayan 21 malzemenin yanı sıra alanyazında kullanılan baskılamak, sürtmek, döndürmek, parmakların arasından geçirmek, karıştırmak, çekmek, hafçe vurmak ve okşamak olarak ilk çevirilerini yapabileceğimiz 8 temel basmakalıp keşifsel el hareketi kullanılmıştır. Katılımcıların bu keşifsel el hareketlerini adlandırmasında her ne kadar uygulanan hareketler baskın rol oynasa da malzemelerin yumuşaklık özelliklerinin de bu adlandırmalar üzerinde etkili olduğu görülmüştür. Yapılan ki-kare analizleri sonucunda aynı hareketi adlandırırken malzemeye bağlı olarak farklı Türkçe iller kullanıldığı görülmüştür. Sonuçlar katılımcıların keşifsel el hareketlerini adlandırmada verdiği cevapların malzemelerin yumuşaklık özelliklerine göre sistematik olarak değiştiğini göstermektedir.Item Konulari Bakimindan İran'da Söylenen Farsça Ninniler Üzerine Bir Değerlendirme(Ankara Üniversitesi, 2023) Gedik, MelekSözlü edebiyat ürünleri arasında yer alan ninni çocuğun annesinden ilk işittiği kısa, yalın ve ritimli sözlerdir. Anne, dışarıdan herhangi bir müdahale olmaksızın söylediği bu ritimli sözler aracılığıyla çocuğu ile ilk dilsel bağı kurmaktadır. Çocuğu uyutmak ve sakinleştirmek için söylenen bu sözler aynı zamanda bir toplumun dil, kültür ve sosyolojik özellikleri hakkında bilgi sunmaktadır. Ninniler genellikle anne tarafından icra edildiğinden kadın, sözlü kültür mirasının nesilden nesile aktarılmasında önemli bir rol üstlenmektedir. Anne, çocuğu doğduğu andan itibaren onun erken dönem eğitimini ninniler vasıtasıyla desteklemektedir. Çocuğa yaşadığı çevreyi, dilini, kültürünü, dinini, inançlarını, ulusal değerlerini tanıtarak onlarla bağ kurmasını ve içselleştirmesini sağlamada öğrenilmesi kolay ve akılda kalıcılığı yüksek olan ninnilerin etkisi büyüktür. Aynı zamanda anne kendine has bir üslupla dile getirdiği ninnilerde duygularını, isteklerini, sıkıntılarını ve beklentilerini iletmektedir. Bu bağlamda ninniler aile yapısının özelliklerini, aile bireyleri arasındaki ilişkileri, anne ve babanın aile içerisindeki rollerini ortaya koymaktadır. Ninniler İran'da halk edebiyatının önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Halk edebiyatı ile ilgilenen İranlı birçok araştırmacı derleme faaliyetlerinde bulunarak ülkenin farklı bölgelerinden derledikleri ninnilere eserlerinde yer vermişlerdir. Bunun yanı sıra ninninin tanımı, muhtevası ve işlevi konusunda akademik anlamda birçok çalışma da kaleme alınmıştır. Bu çalışmada İran'da ninni konusunda yapılan tanımlamalar ve İran halk edebiyatında ninnilerin yeri ve önemi hakkında genel bilgiler verildikten sonra araştırmacıların İran'ın Turbet Cam, Turbet Haydariye, Tahran, Bircend, Kirman, Haf, Meşhed, Şehmirzâd, Şuşter, Koçan, Zabul, Kazerun ve Şiraz şehirlerinden derlediği ninni örnekleri yapı ve konu bakımından değerlendirilecektir.Item Major Platforms Of Inter-Bloc Know-How Exchange In The 1950s And 1960s In The Case Of Czechoslovakia(Ankara Üniversitesi, 2023) Fišer, OndřejThrough the case study of Czechoslovakia, this article analyses the main platforms through which projects of economic and scientific-technical cooperation between the two sides of the Iron Curtain were implemented in the 1950s and 1960s. The emphasis is placed on mapping the changes that each platform of East-West cooperation underwent over time and on characterizing the impact that these transformations had on the development of international cooperation. In the first place, the role of conferences and scientific-technical societies is examined. In addition, considerable space is also devoted to the rediscovery of the long-overlooked international fairs and inter-company visits that allowed face-to-face contact between experts in the environment of industrial plants and laboratories. The analysis of the role and development of the various platforms of inter-bloc cooperation draws heavily on the archives of Czechoslovak industrial ministries. In addition, the testimonies of individual scientists and experts who participated in international cooperation projects in the 1950s and 1960s provide important support for the article. Although the emphasis of the analysis is on the case study of the Czechoslovak economy, its connection to other member states of the Council for Mutual Economic Assistance requires that the Czechoslovak experience be placed in the broader framework of the pan-socialist milieu.Item Osmanli Klasik Dönemi Muhasebe Kitaplarinda Fikih İlminin Yansimalari: Umdetü'l-Hisâb Örneğinde Guremâ Hesaplari(Ankara Üniversitesi, 2023) Çavuşoğlu, Demirhan; Mücella, Halimeİslam medeniyetini şekillendiren en büyük unsurlardan biri, bir Müslümanın gerek bireysel gerek toplumsal yaşam şeklini belirleyen “fıkıh ilmidir”. Fıkıh ilminin bir alt dalı olan “ilm-i ferâiz” İslam miras hukukunu, yine fıkıh ilminin bir alt dalı olan “ilm-i muamelat” ise İslam borç hukuku, vergi ve zekât hesaplamaları gibi, fıkhın ibadetleri düzenleyen kısmı dışında kalan konularını içermektedir. Osmanlı öncesi İslam medeniyeti matematik literatürünün önemli eserlerinde ferâiz problemleri ve muamelât hesaplamalarına ilişkin örnekler sıklıkla yer almaktadır. Osmanlı biliminin kendisinden önceki İslam medeniyetinin ilim geleneğini devraldığı bilinmekle birlikte, Osmanlı matematik tarihinde İslami ilimlerin etkisi, henüz tam anlamı ile araştırılmış değildir. Bu çalışmada Osmanlı klasik dönem hesap-muhasebe kitaplarında muamelat hesaplamalarının bir örneği olan borç-alacak ilişkilerini düzenleyen guremâ hesaplamaları sorgulanmıştır. Çalışmada, söz konusu döneme ilişkin önemli hesap-muhasebe kitaplarında “guremâ” problemlerinin yerine ve muhteviyatına ilişkin bilgiler verilmiş 16. yüzyıl Osmanlı âlimlerinden Matrakçı Nasûh'un Umdetü'l-Hisâb isimli eserinden hareketle ilgili problemlerin çözüm yöntemleri izah edilmiştir. Sözü edilen eser, çalışmada incelenen diğer eserlerde yer alan guremâ problemlerinin örneklerini topluca içerdiği için özellikle seçilmiştir. Bu çalışma ile Osmanlı klasik dönem matematiği üzerinde, Osmanlı öncesi İslam matematik geleneğinin etkisi üzerinde durulmuş ve Osmanlı'nın bu geleneğe yaptığı özgün katkı vurgulanmaya çalışılmıştır. Araştırmanın sonunda, özellikle Osmanlı Klasik dönem matematiği özelinden hareketle, Osmanlı biliminin gelişimsel seyrine katkıda bulunan unsurlara dikkat çekilmiştirItem Sasani Şahi Fîrûz İle Ak Hun Krali Aksungur Arasindaki Mücadeleler(Ankara Üniversitesi, 2023) Toğay, Ali HüseyinBu makalenin amacı, Sasani Şahı Fîrûz ile Ak Hun Hakanı Aksungur arasındaki muharebelerin temel nedenlerini, Fîrûz'un Ak Hunlara karşı başarılı olamamasının sebeplerini ve iki lider arasındaki çatışmaların neden haleerine miras olarak kaldığı gibi sorulara cevap aramaktır. Bununla birlikte iki devlet arasında vuku bulan muharebelerin bilhassa Sasani Devleti üzerine ne gibi etkiler bıraktığını anlamaya çalışmaktır. Miladi 5. yüzyılın sonlarına doğru Aksungur önderliğinde Orta Asya bölgesinde gerek siyasi gerekse de ticari açıdan büyük güce ulaşan Ak Hunlar, doğuda sınır komşuları olan Sasaniler ile çatışma içerisine girmişlerdir. Bu çatışmaların bir önemli nedeni, Sasani Şahı Fîrûz'un, seleeri zamanında Ak Hunlar ve Sasaniler arasında imzalanan anlaşmaları ihlal ederek, Ak Hun topraklarını ele geçirmek istemesi ile ilgilidir. Bu bağlamda iki devlet arasında iki kritik muharebe yaşanmıştır. Her iki muharebe de Aksungur'un üstünlüğü ile sonuçlanmıştır. Bu muharebeler sonucunda Aksungur'un siyasi kariyeri parlak bir döneme girerken Fîrûz'un ise sonunu hazırlamıştır. Belh'ten Sasani başkenti Tisfon'a kadar nüfuzunu yaymaya başlayan Aksungur, Sasani ülkesini adeta avcunun içine alma fırsatını yakalamıştır. Ak Hunların bu gücünü kırmayı başaramayan Sasani idaresi uzun yıllar boyunca Ak Hunların gölgesi altında yaşamaya mahkûm olmuştur. Bu olumsuzluklar dışında nüfuzlu Sasani soylularının da Fîrûz'un Ak Hunlar karşısında hezimete uğramasından istifade ederek devlet yönetimine müdahil olmaları, Sasani idaresini ciddi şekilde sarsmıştır.