Browsing by Author "Akbulut, Hakan"
Now showing 1 - 12 of 12
Results Per Page
Sort Options
Item Anti-anjiyogenik ilaç tedavisinin tümör immünitesi üzerindeki etkilerinin araştırılması(Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2017) Abgarmı, Samıra Abdı; Akbulut, Hakan; İç HastalıklarıVEGF-A anjiyogenezdeki önemli rolü ile bilinirken, son zamanlarda yapılan çalışmalarda da immün sistem üzerindeki baskılayıcı etkilerinin olduğu anlaşılmış ve bu yönü ile de yoğun araştırılan bir konu haline gelmiştir. VEGF-A APC hücreleri ve T-hücrelerinin gelişimlerini engeller ve gelişmemiş APC hücrelerini immün sistemi baskılayan hücreleri (MDSC, TAM ve Tregs) ortama çekmeleri için organize eder. Diğer yandan, VEGF reseptörlerinin birçok hücre tipinin üzerinde olduğu içinde onlara bağlanarak immünsupresif sitokinleri olan NO, TGF-β, IDO, IL-17, IL-10 ve IL-6 salınımlarına sebep olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmada esas olarak VEGF'nin immün sistem üzerindeki etkilerini ve kanser tedavisinde kullanılan anti-VEGF tedavilerin (bevacizumab, axitinib) tümör hücrelerinden immünsüpresif sitokin salgısını ve VEGF'nin bu sitokinler üzerindeki etkilerini nasıl değiştirdiğini bulmayı amaçladık. Çalışmamız in-vitro olarak planlanmıştır. İnsan meme (MCF-7), kolon (HT-29) ve prostat (LNCaP) kanser hücre hatları kullanıldı. MTT testi uygulanarak hem VEGF hem de anti-VEGF ilaçlar için hücre canlılık testi yapıldı. İmmünsupresif sitokin salgısı gen düzeyinde (EZ-PZR), salgılanan protein düzeyinde (ELISA yöntemi ile) tayin edilerek anjiyogenez-immünsupresyon ilişkisi incelendi. Ayrıca hücre üzerinde VEGFR1 ve VEGFR2 düzeyi (Akım Sitometresi ile) tayin edildi. Çalışmamızda bevacizumab kullandığımız dozlarda genel olarak her 3 hücre tipinde de NOS3, TGFb ve IDO gen ifadelerini arttırdı. Axitinib MCF-7 ve HT 29 hücrelerinde TGF-b ve HT 29 hücrelerinde NOS3 ifade düzeyini arttırmaktadır. Buna karşılık LNCaP hücrelerinde NOS3 ve IDO düzeylerini azaltmaktadır. Bevacizumab bazı dozlarda MCF-7 hücrelerinde IL-6 sitokin düzeyini arttırdı. Sonuçlarımız anti-anjiyogenik tedavi modalitelerinin (bevacizumab ve axitinib) tümör mikroçevresinde immünsupresyona zemin hazırlayacak gen ifadelerinde artışa neden olabilmektedir. İmmün supresif mikroçevrenin de anti-anjiyogenik ilaçlara bir direnç oluşturabileceği, dolayısıyla anti-anjiyojenik ilaçların klinikte kombine olarak kullanılmasının daha rasyonel olabileceğini düşündürmektedirItem Bakuloviral vektörler aracılı sitokin ve intihar gen tedavileri(Biyoteknoloji Enstitüsü, 2015) Aktaş, Sedef Hande; Akbulut, Hakan; BiyoteknolojiRecently, various types of stem cells have been widely used as vehicles to distribute the therapeutic genes to metastatic deposits in cancer gene therapy. Mesenchymal stem cells (MSCs) have been widely used for this purpose. The improved migration of mesenchymal stem cells (MSCs) to the tumor tissues has made them an attracticve vehicle for gene therapy. Therapeutic genes can be loaded by using plasmids and viral vectors. Adenoviruses are popular gene delivery vehicles in cancer gene therapy because of its transient episomal expression in mammalian cells and no risk of mutagenesis. However, they can not easily transduce the MSCs. Very recently, due to lack of toxicity to the mammalian cells, the baculo viral vectors have been studied extensively in experimental cancer models. Baculoviral vectors seem to have advantage of efficient transduction of MSCs. In this study, we aimed to construct recombinant baculoviral vectors carrying cytosine deaminase (CD) or/and GM-CSF transcription units and to load these vectors to the bone marrow mesenchymal stem cells. Finally, we tested those vectors in a mouse model of colon carcinoma.Item Bevasizumab alan metastatik kolon kanserli olgularda CEA ve histopatolojik özelliklerin değerlendirilmesi(Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2016) Günay, Fatma Sena Dost; Akbulut, Hakan; İç HastalıklarıBevasizumab Alan Metastatik Kolon Kanserli Olgularda CEA ve Histopatolojik Özelliklerin Değerlendirilmesi Amaç: Uzmanlık tezi olarak seçilen bu çalışmada antianjiojenik tedavi almış olan KRK'li hastalarda klinikopatolojik özellikler, CEA düzeyi, nöroendokrin diferansiasyon, tümör ilişkili makrofaj infiltrasyonu yoğunluğunun, prognozla ve antianjiogenik tedaviye yanıt ile ilişkisinin belirlenmesi hedeflenmiştir. Materyal ve metot: Bu çalışma tek merkezli retrospektif bir çalışmadır. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalında 22.03.2006-04.11.2015 tarihleri arasında bevasizumab tedavisi başlanmış metastatik kolorektal kanser tanılı 123 hastanın dosyaları geriye yönelik tarandı. Yeterli tümör dokusu bulunan 96 hastanın parafin bloklarından kesitler alınarak sinaptofizin, kormogranin A ve CD68 ile boyandı. Hastaların tedavi yanıtları, progresyonsuz sağkalım süreleri, genel sağkalım süreleri ve nöroendokrin diferansiasyon, tümör ilişkili makrofaj yoğunluğu, CEA düzeyi ve diğer klinikopatolojik özellikler ile arasındaki ilişki değerlendirildi. Bulgular: CEA düzeyi ile PFS ve OS arasında anlamlı ilişki bulunmadı. Distal kolon/rektum tümörlerinde hem PFS hem de OS anlamlı olarak daha uzun bulundu. Tek değişkenli analizde PFS NED pozitif olanlarda negatiflere göre anlamlı olarak daha düşük (sırasıyla 5,5±1,4 ay ve 8,3±1,0 ay; p=0.0085) iken OS açısından anlamlı bir farklılık (sırasıyla 10,6±2,4 ay ve 15,4±2,0 ay; p=0,5474) izlenmedi. Tümör dokusunda TAM yoğunluğu yüksek olanlarda düşük olanlara göre hem PFS (sırayla 6,5±1,2 ay ve 9,3±1,8 ay; p=0,0272) hem de OS (sırasıyla 14,1±1,7 ay ve 26,7±8,8 ay; p=0,0076) anlamlı olarak daha düşük bulundu. Çok değişkenli analizde ise NED negatifliği PFS açısından bağımsız prediktif faktör (HR=0,542, p=0,042) olarak bulunurken; genel sağkalım açısından tümör dokusunda TAM infiltrasyonunun düşük olması olumlu bir prediktif faktör (HR=0,30; p=0,030) iken primer tümörün kolonda lokalize olması kötü bir prediktif faktör (HR:1,869, p=0,046) olarak bulunmuştur. Sonuç: Çalışmamızda primer tümör lokalizasyonu, tümör dokusunda NED derecesi ve tümör çevresinde TAM yoğunluğu ile bevasizumab etkinliği arasında bir ilişki bulunmuştur. Çalışmamız özellikle primer tümörde TAM infiltrasyonu derecesi ve tümör lokalizasyonu bevasizumab tedavisinden yarar görebilecek hastaların seçiminde kullanılabileceğini öngörmekle birlikte bu konuda kesin bir sonuca ulaşabilmek için randomize klinik çalışmalara ihtiyaç vardır. Anahtar kelimeler: Kromogranin A, kolorektal kanser, nöroendokrin diferansiasyon, sinaptofizin, tümör ilişkili makrofajItem Kanser hücrelerinde anjiyogenik faktörlerin ekspresyonuna kemoterapinin etkilerinin incelenmesi(Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2017) Öçal, Müge; Akbulut, Hakan; İç HastalıklarıKonvansiyonel kemoterapi uygulamalarında tümör hücrelerinin yanı sıra vücuttaki normal hücreler de zarar görmektedir. Tümör dışındaki hücrelerin gördüğü zarar genel olarak kemoterapi ilaçlarının doz ve kullanım sıklığını belirleyen en önemli faktördür. Rutin uygulamalarda genel olarak hastaların tolere edebileceği maksimum dozlar seçilerek tedavi ajanları uygulanmaktadır. Metronomik dozların ne kadar olması gerektiği konusunda klinik veri olmasına karşın bu dozların biyolojik etkinliği konusunda yeterli veri bulunmamaktadır. Bu tez çalışmamızda klinikte gastrointestinal tümörlerin tedavisinde sıklıkla kullanılan 5-florourasil, irinotekan ve oksaliplatin kemoterapi ilaçlarının metronomik olarak kullanılabileceği dozları in vitro etkinlik açısından değerlendirmek amaçlanmıştır. Bu amaçla, solid tümör tedavisinde sıklıkla kullanılan 5-fluorourasil, irinotekan ve oksaliplatinin insan kanser hücre hatlarında (HT-29: kolon kanser hücresi, MCF-7: meme kanseri hücresi ve LNCaP: prostat kanseri hücresi) öncelikle MTT testi ile IC50 dozları belirlenmiştir. Daha sonra söz konusu ilaçların IC50 dozları ve bu dozların %10, %1 ve %0,1 lik dozlarının tümör hücrelerinde VEGF-A, bFGF, MMP-9, PDGF-B, IL-8 gibi anjiyojenik faktörlerin yapımı üzerindeki etkileri hem mRNA düzeyinde eş zamanlı PZR hem de besiyerine salgılanan sitokin düzeyinde ELIZA yöntemleri ile araştırılmıştır. 5FU, irinotekan ve oksaliplatin tümör hücrelerinde anjiyojenik faktör yapımı üzerindeki etkileri farklılık göstermiştir. 5FU'in incelenen tümör hücrelerinde -3logIC50 dozunda anjiyojenik faktörlerin yapımını etkili bir şekilde baskıladığı buna karşılık irinotekan ve oksaliplatin in ise -2logIC50 dozlarında anjiyojenik faktör salgısını azalttığı bulunmuştur (p<0.05). Sonuçlarımız, konvansiyonel kemoterapi ilaçlarının normal hücrelere zarar vermeyecek çok düşük dozlarda anti-anjiyojenik ajan olarak kullanılabileceğini göstermektedir. Yine çalışmamızda test ettiğimiz kemoterapi ilaçlarının -2logIC50 ve -3logIC50 dozlarının bevacizumab ve anti-VGFR1-2 tirozin kinaz inhibitörleri ile kombine olarak kullanılmasının güvenle test edilebileceğini düşündürmektedir. Fakat bu tez çalışmasından elde ettiğimiz in vitro sonuçların klinik geçerliği olabilmesi için hayvan modellerindeki denemeleri takiben mutlaka klinik çalışmalarda test edilmesi gerekmektedir.Item Kanserde damar endoteline yönelik gen tedavisi ajanları geliştirilmesi(Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2011) Baydın, Pınar; Akbulut, HakanYeni damar oluşumu anlamına gelen anjiyogenez, bazı fizyolojik olaylar için gerekli bir işlem olmasının yanı sıra tümör hücrelerinin büyüyüp gelişmesi için de zorunlu bir süreçtir. Bu sürecin çok fazla sayıda molekül, protein ve yolak içeriyor olması onu gen tedavisinin hedeflerinden biri haline getirmiştir. Anti-anjiyogenik gen tedavisinde, kanser damar endoteline yönelik ajanlar geliştirmek yeni stratejiler arasındadır. Bu çalışmanın amacı, damar endoteline spesifik vektör dizayn ederek anjiyogenezi önleyebilmektir. Damar endoteline spesifik yönlendirme amacıyla, ICAM2 geni promotoru kullanılmıştır. Bu promotora ilave olarak, 5-FC'yi 5-FU'ya dönüştüren CD geni ile tümör hücrelerine karşı gelişen immüniteyi arttırmak amacıyla önemli bir sitokin olan GM-CSF geni de oluşturulan adenoviral genoma yerleştirilmiştir. Oluşturulan AdICAM2CDIRESGM-CSF transgenik virus insan umbilikal damar endotel hücresi (HUVEC), insan kolon kanseri (HT-29), insan meme kanseri (MCF-7) ve primer mide kanseri hücre serilerine uygulanmıştır. Tüm hücrelerde ICAM2 gen transkripsiyonu olmasına karşın, virusun en çok endotel hücrelerine spesifik olduğu görülmüştür. Virusun in vivo etkinliğini saptamak bundan sonraki araştırma basamağını oluşturmaktadır.AbstractAngiogenesis is essential for tumor growth and metastasis as well as for some physiological processes. Making tumor endotelium specific vectors is one of the new strategies for anti-angiogenic gene therapy. In this study we aimed to design a tumor endothelium specific adenoviral vector carrying cytosine deamişnase and GM-CSF transcription units. We used ICAM2 promoter to target proliferating endothelial cells. Cytosine deaminase, which converts 5-florocytosine to 5-Florouracil, gene was inserted to the vector as a suicide gene. Moreover, GM-CSF cytokine gene which stimulates immun system against tumor cells, was included in the construct. The newly constructed vector showed a specific activity in endothelial cells (HUVEC). However, we observed some cytotoxic activity in human colon cancer celli line (HT-29). No signigficant cytotoxic activity was seen in MCF-7 breast cancer and primary gastric cancer cell lines when 5-FC added to the vector infected cells. Despite the ICAM2 gene expression in all cell lines used in the current study, it was seen that virus is more specific to endothelial cells. Testing the in vivo effectiveness of the vector will be the next step.Item Kemoterapinin kolon kanseri, meme kanseri ve mide kanserinde VEGF düzeylerine etkisinin in vivo ve in vitro incelemesi(Biyoteknoloji Enstitüsü, 2010) Aktaş, Sedef Hande; Akbulut, Hakan; BiyoteknolojiThe incidence of cancer is still increasing. Although there are different treatment modalities in cancer treatment, the disease needs to be eradicated effectively. Recently, anti-angiogenesis treatment strategies have gained great importance. The effects of conventional chemotherapy drugs on angiogenesis are not known. In this study we aimed to investigate the effects of conventional chemotherapy drugs on VEGF secretion.For this purpose, some chemotherapy drugs?s effect on cytotoxic VEGF levels was investigated on colon, breast and stomach cell lines in vitro and the effects of conventional chemotherapy on VEGF levels on colon, breast and stomach cancer patients. VEGF in patient?s serum was evaluated by ELISA method. In vitro cytotoxic experiments was evaluated with MTT cell proliferation assay and confirmed with trypan blue viability assay.As a result, along with its cytotoxic effects, the chemotherapy could decrease the serum VEGF levels. Irinotecan seems to decrease the serum VEGF level independent of its cytotoxic effect. We found that the cehmotherapeutic drugs decreased the VEGF secretion at the lower doses.If we think about angiogenesis on course of disease, especially the relationship between metastases, decreasing VEGF levels with chemotherapeutics could be important in cancer treatment.Item Kolorektal kanserli hastalarda kök hücre gen ekspresyon profili ve prognostik önemi(Ankara Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri, 2014) Akbulut, Hakan; Tıp Fakültesi; Öztop,SıdıkaKanser, günümüzde insan sağlığını tehdit eden en önemli ikinci sağlık sorunudur. Kolorektal kanser ise en yaygın kanser tiplerinden bir tanesidir. Kolorektal kanser insidansı artmasına rağmen tedavide başarı tam olarak sağlanamamıştır. Tedaviye direnç ve nüks kanser tedavisini etkisiz kılan en önemli iki faktördür. Özellikle kanser kök hücrelerinin bu süreçten sorumlu olabileceğinin anlaşılması, bu hücreleri son yıllarda önemli bir hedef haline getirmiştir. Kanser kök hücrelerinin karakterize edilmesi hız kazanmış ve kanser kök hücre belirteçleri belirlenmiştir. CD133, kolorektal kanser kök hücrelerini tanımlayan bir moleküldür. Yapılan bazı çalışmalar CD133’ün prognoz üzerinde etkili olduğunu göstermiştir. Bu verilere dayanarak tez çalışmamızda CD133 ekspresyonu ve prognoz arasındaki ilişki araştırılmıştır. Proje kapsamında 103 kolon kanseri FFPE tümör dokusunda ve 34 sağlıklı kolon dokusunda CD133 ekspresyon düzeyi qRT-PCR tekniği ile tespit edilmiştir. Sonuç olarak, bu tez çalışmasında elde edilen veriler ile hastaların klinikopatolojik ve tedavi seyirleri birlikte değerlendirilmiştir. Bu değerlendirmeye göre, CD133 pozitifliği ile prognoz arasında anlamlı bir ilişki bulunamamıştır. Çalışmamızdan elde ettiğimiz bulgular CD133’ün klinik açıdan literatürde belirtilenin aksine farklı bir boyutu da olabileceği olasılığını gündeme getirmesi açısından ilginçtir.Item Metastatik kolorektal kanserli hastalarda setuksimab ve bevasizumabın etkinliğinin değerlendirilmesi retrospektif çalışma(Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2014) Gerçik, Önay; Akbulut, Hakan; İç HastalıklarıGiriş ve Amaç: Kolorektal kanserli hastaların yaklaşık yarısında gelişen metastatik hastalık, prognozun kötü olması ve sağ kalımın kısa olması nedeni ile önemli bir problemdir. Metastatik hastalıkta kemoterapi rejimlerine eklenen, vasküler endotelyal büyüme faktörüne bağlanan bevasizumab ve epidermal büyüme faktörü reseptörüne bağlanan setuksimab'ın klinik çalışmalarda genellikle sağkalıma katkı sağladığı gösterilmiştir. Bu çalışmada, setuksimab ve bevasizumab'ın bizim rutin tedavi uygulamalarımızda; sağkalıma olan ve tedavi yanıtına olan etkilerinin incelenmesi, ayrıca özellikle K-RAS mutasyonu olmayan hastalarda bevasizumab, setuksimab'ın sıralı kullanımının, sağkalım üzerindeki etkilerinin araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: 01.01.2008-01.06.2013 tarihleri arasında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı'nda metastatik kolorektal kanser tanısı ile kemoterapi ile birlikte bevasizumab ve/veya setuksimab alan hastaların dosyaları geriye dönük olarak incelendi. Bevasizumab kolunda 87 hasta, setuksimab grubunda 46 hasta olmak üzere 133 hasta çalışmaya dahil edildi. Her iki gruptaki hastaların tedavi yanıtları, progresyonsuz sağkalım süreleri ve genel sağkalım süreleri açısından her iki monoklonal antikorun tedaviye eklenmesinin etkinliği değerlendirildi. Bulgular: İncelenen dönem içinde kliniğimizde monoklonal antikorların genellikle tedaviye birinci basamaktan sonra eklendiği görüldü. Bevasizumab grubundaki hastaların 43'ü (%49.4); setuksimab grubundakilerin 11'i (%23.9) birinci basamak metastatik hastalık tedavisinde monoklonal antikor almıştı. Bevasizumab grubundaki 87 hastanın 83'ü (%95.4), setuksimab grubundaki 46 hastanın 43'ü (%93.4) kombine kemoterapi rejiminde irinotekan tabanlı kemoterapi almıştı. İkinci basamakta monoklonal antikorla kombine kemoterapiye yanıt oranı bevasizumab alan hastalarda %19.5 iken; setuksimab grubundaki hastalarda %23.9 olarak bulundu (p=0.656). PSK ve TSK süreleri bevasizumab grubunda sırasıyla 7.1 ay ve 16.5 ay iken; setuksimab grubunda 7 ay ve 13.8 ay olarak bulundu (sırasıyla p=0.918 ve p=0.562). Çalışmada değerlendirmeye alınan hastaların metastaz/nüks nedeniyle tedaviye (kemoterapi±MoAb) başladıkları andan itibaren yapılan genel sağkalım değerlendirmesinde, iki grupta benzer sonuçlar elde edildi (23.8-24.5 ay; p=0.528). K-RAS mutasyonu olmayan hastalarda, bevasizumab sonrasında setuksimab alanların medyan sağ kalım süresi, tek başına bevasizumab alanlara göre, istatistiksel olarak anlamlı olmamakla birlikte, daha uzun bulundu (13.4-25.6 ay) (p=0.182). Sonuç: Kolorektal kanserli hastalarda bevasizumab ve setuksimab'ın kemoterapiye eklenmesinin sağladığı sağkalım avantajları benzer olarak görülmüştür. Bu ilaçların kemoterapiye ikinci basamaktan itibaren eklenmesi sağkalımı etkilememektedir. K-RAS mutasyonu olmayan hastalarda, bevasizumab sonrasında setuksimab kullanıldığında, sadece bevasizumab tedavisi ile devam edilenlere göre sağkalım avantajı sağlanabilir.Item Metronomik kemoterapinin endotel hücre fonksiyonları üzerindeki etkisi(Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2017) Sonugür, Fatma Gizem; Akbulut, Hakan; İç HastalıklarıKonvansiyonel kemoterapi ilaçları genellikle sitotoksik etkileri nedeniyle tümör dokusunda küçülmeye neden olmaktadır. Ancak hastaların çoğunda bu ilaçların tümör hücrelerindeki sitotoksik etkilerine karşı direnç gelişmektedir. Klasik kemoterapi ilaçlarının metronomik kemoterapi adı verilen ve düşük dozlarda ve uzun süreli olarak uygulamasıyla tümör hücrelerinde apoptozla birlikte anti-anjiyojenik etkilerin de ortaya çıkması bu hastalarda tedavi direncini yenmede bir seçenek gibi görünmektedir. Kanserde anjiyogenez, hastalığın ilerlemesinde son derece önemli bir süreçtir. Anjiyogenezi baskılayarak tümörlerin gerilemesini sağlamaya yönelik tedavi yaklaşımları son yıllarda popülarite kazanmıştır. Yeni geliştirilen anti-anjiyojenik tedavi ajanlarının ciddi yan etkilerinin yanısıra çok pahalı olması alternatif arayışları da gündeme getirmiştir. Metronomik kemoterapinin anti-anjiyojenik tedavi modalitesi olarak kullanılabilmesi ve rasyonel tedavi seçenekleri oluşturabilmek için bu uygulamanın endotel hücreleri üzerindeki etkilerinin ayrıntılı olarak bilinmesi gerekmektedir. Metronomik tedavinin endotel hücre öncüllerinin azalttığına ilişkin çalışmalar bulunmakla birlikte bu ilaçların endotel hücre fonksiyonları ve anjiyogenezde rol oynayan genlerin ifadesi üzerindeki etkilerini araştıran ayrıntılı çalışmalar gerekmektedir. Yine metronomik olarak kullanılacak dozların seçiminde bu dozlardaki anti-anjiyojenik etki potansiyelinin de bilinmesi önem taşımaktadır. Bu tez öncelikle metronomik kemoterapinin endotel hücreleri üzerindeki sitotoksik etkilerinin yanısıra bu hücrelerin fonksiyonları ve anjiyojenik-antianjiyojenik gen ifadeleri üzerindeki etkilerinin araştırılması amaçlanmıştır. Çalışmamızda, HUVEC endotel hücre hattı kullanıldı. Kanser tedavisinde sıklıkla kullanılan 5-florourasil, irinotekan ve okzaliplatinin HUVEC hücrelerinde sitotoksik etkileri MTT testi ile tayin edilerek IC50 dozları bulundu. Daha sonra bu ilaçların IC50, -1logIC50, -2logIC50 ve -3logIC50 dozlarının endotel hücrelerinin migrasyon ve tüp oluşturma fonksiyonlarına etkisinin yanısıra bu hücrelerde VEGF-A, VEGFR2, PDGF-BB, angiopoietin-2, endotelin-1, trombospondin-1, iNOS, eNOS gen ifadelerine etkileri mRNA düzeyinde gerçek zamanlı PZR yöntemi ile ve hücreler tarafından besi ortamına salgılanan VEGF-A, PDGF-BB, ANG-2, END-1 ve TBS-1 sitokin düzeylerine etkileri sandviç ELIZA, nitrat/nitrit düzeylerine olan etkileri ise ticari kit ile tayin edildi. HUVEC hücrelerine uygulanan 5-florourasil, irinotekan ve okzaliplatinin bu hücrelerin migrasyon yeteneğini hemen bütün dozlarda anlamlı olarak azalttığını bulduk. Ancak mikro damar oluşumu açısından ilaçların kullandığımız dozlarında bir farklılık izlenmedi. 5-Florourasil, irinotekan ve okzaliplatin IC50, -1logIC50, -2logIC50, -3logIC50 dozlarında bazı farklılıklar olmakla birlikte genel olarak anjiyojenik genlerin (angiopoietin 2, nitrik oksit sentetaz-2 ve 3, PDGF-B ve VEGF-A) mRNA düzeyinde ifadesini baskılarken anti-anjiyojenik Trombospondin-1 sitokin düzeyini arttırdığını bulduk. Yine NO düzeylerini azaltma yönünden 5-florourasilin -1logIC50, irinotekanın -2logIC50 ve okzaliplatinin -3logIC50 dozlarının en etkili olduğu bulundu. Tez çalışmasından elde ettiğimiz sonuçlar düşük dozlarda uygulanan 5-florourasil, irinotekan ve okzaliplatinin endotel hücrelerinde anjiyojenik faktörleri azaltırken, anti-anjyojenik faktör yapımını da uyarabildiğini göstermektedir. Ayrıca bu sonuçlar söz konusu ilaçların bu dozlarda daha ileri hayvan modelleri ve klinik çalışmalarda anti-anjiyojenik tedavi seçeneği olarak denenebileceğini göstermektedir.Item Rutin tedavi olarak bevacizumab kullanılan metastatik kolorektal kenserli kolorektal kanserli hastalarda tedavi etkinliğinin belirlenmesinde biyobelirteçlerin rolü(Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2018) Akay Hacan, Büşra; Akbulut, Hakan; İç HastalıklarıUzmanlık tezi olarak seçilen bu çalışmada antianjiyogenik tedavi alan ileri evre KRK hastalarında VEGF düzeyi ve anti-bevacizumab antikor ile sağkalım ilişkisinin belirlenmesi, ayrıca tedavi öncesi ve sonrası CD4/CD8 T lenfosit oranları ve Treg düzeylerinin sağkalıma etkisinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Materyal ve Metod: Bu çalışma çok merkezli prospektif bir çalışmadır. A.Ü.T.F. Tıbbi Onkoloji B.D, Ankara Onkoloji Hastanesi, ve Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Bilim Dalında 05.09.2014 - 02.08.2017 tarihleri arasında bevacizumab tedavisi başlanmış metastatik kolorektal kanser tanılı 84 hasta dahil edilmiştir. Hastalardan tedavi öncesi ve sonrası 2. ve 4. ay kan örnekleri alınarak akım sitometri ile CD4, CD8 ve CD+CD25+FoxP3+ Treg hücrelerinin oranları tayin edildi, hücre oranlarına göre progresyonsuz sağkalım ve genel sağkalım sonuçları değerlendirildi. Çalışmamızda VEGF düzeyi ile ve Anti-Bevacizumab antikor gelişimine göre sağ kalım analizleri değerlendirildi. Bulgular: Tedavi öncesi ve sonrası CD4+/CD8+ T hücre oranı ile PFS ve OS arasında anlamlı ilişki bulunmadı. Tedavi öncesi CD4+/CD8+ T hücre oranı >2,26 ve ≤2,26 olanlar karşılaştırıldığında PFS (sırasıyla 7,0±0,7 ay ve 8,0±1,4 ay ; p=0,2545) ve OS (sırasıyla 16,00 ±2,00 ay ve 16,00±1,5 ay ; p=0,9137) açısından anlamlı farklılık izlenmedi. Tedavi sonrası CD4+/CD8+ T hücre oranı >1,83 ve ≤1,83 olanlar karşılaştırıldığında PFS (sırasıyla 8,0±0,5 ay ve 6,0±0,7 ay p=0,6313) ve OS (sırasıyla 16,00±6,15 ay ve 15,00±1,43 ay; p=0,5214) açısından anlamlı farklılık izlenmedi. Tedavi öncesi FoxP3 Treg düzeyinin progresyonsuz sağkalım açısından önemli bir değişken olduğu bulundu. Tedavi öncesi FoxP3 Treg hücre düzeyleri ≤%0,40 ve >%0,40 olanlar karşılaştırıldığında PFS( sırasıyla 8,0±0,8 ay ve 7,0±1,3 ay; p=0,0325) istatistiksel açıdan anlamlı idi. Hastaların VEGF düzeyleri düşük ve yüksek olanlarda sağkalım ilişkisi değerlendirildiğinde,VEGF yüksek olan grupta PFS ( sırasıyla 5,00 ± 0,83 ay ve 7,00 ± 0,60 ay ; p=0,0329) anlamlı şekilde daha uzun iken OS ( sırasıyla 15,00 ± 1,61 ay ve 16,00 ± 2,58 ay; p=0,8830) açısından anlamlı fark görülmedi. Anti-Bevacizumab antikor pozitif ve negatif olan hastaların sağkalım analizinde PFS (sırasıyla 7,00±0,82 ay ve 7,00±0,69; p=0,5933) ve OS (sırasıyla 17,00 ± 1,53 ve 16,00 ± 3,14 ay; p=0,915) anlamlı bir farklılık saptanmadı. Sonuç: Çalışmamızda tedavi öncesi CD+CD25+FoxP3+ Treg hücre düzeyi düşük olanlarda ve bevacizumab etkinliği arasında bir ilişki bulunmuştur. Ayrıca VEGF düzeyi yüksek olan grupta bevacizumabın progresyınsuz sağkalım avantajı sağladığı gösterilmiştir. Çalışmamız özellikle tedavi öncesi CD+CD25+FoxP3+ Treg hücre düzeyinin bevacizumab tedavisinden yarar görebilecek hastaların seçiminde kullanılabileceğini öngörmekle beraber bu konuda kesin bir sonuca ulaşabilmek için randomize klinik çalışmalara ihtiaç vardır.Item Tamoksifen direncinde survivin gen ekspresyonunun klinik önemi(Tıp Fakültesi, 2013) Dede, İsa; Akbulut, Hakan; OtherItem Tümör hücrelerindeki PD-L1 ekspresyonunun anjiyogenez ve invazyon üzerine etkisi(Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2017) Babahan, Cansu; Akbulut, Hakan; HungarolojiCTLA-4 ve PD-1 gibi immün denetim noktalarını bloke eden anti-CTLA-4, anti-PD1 ve anti-PDL1 monoklonal antikorlar, klinik çalışmalarda başta melanoma olmak üzere pek çok solid tümörün tedavisinde başarılı olarak rutin tedavide kullanılmaya başlanmıştır. Ancak bu ilaçlar kullanılan hastaların yaklaşık %20 kadarında etkili olmaktadır. Klinik çalışmalarda tümör dokusunda immunohistokimyasal olarak PD-L1 ekspresyonu olduğu gösterilen hastalarda PD-L1'e karşı geliştirilen monoklonal antikorlar ile elde edilen yanıt oranının daha yüksek olabildiği gösterilmiştir. Bugün için tümör hücreleri ve tümör mikroçevresindeki immün hücrelerdeki PD-L1 ifadesi dışında bu hastalarda genel kabul gören bir biyomarker bulunmamaktadır. Anti-PDL1 antikorlarının tümör anjiyogenezi ve tümör hücre biyolojisi üzerindeki etkileri iyi bilinmemektedir. Bu çalışmamızda anti-PDL1 monoklonal antikoru olan avelumabın PD-L1 ifade eden ve etmeyen tümör hücrelerinde anjiyogenez ve metastaz sürecinde önemli rol oynayan genlerin ifadesi üzerindeki etkilerinin araştırılması amaçlanmıştır. Çalışmamızda 11 adet insan tümör hücresi (HT-29, MDA-MB-231, LNCAP, DU145, A-375, A549, MCF-7, WM115, MDA-MB-435, MDA-MB-468, G361) akım sitometrisi ile PD-L1 ifadesi yönünden taranmış ve PD-L1 ifadesi en düşük ve en yüksek olan ikişer tanesi gen ifade çalışmalarında kullanılmıştır. Tümör hücrelerine 40 µg/ml, 20µg/ml ve 2 µg/ml olmak üzere 3 farklı dozda avelumab uygulanmış ve 24 ile 72 saatlik inkübasyon sonrası hücreler toplanarak eş zamanlı PZR yöntemi ile VEGFA, bFGF, EGFR, MMP-9, E-kaderin ve TGF-β genlerinin mRNA düzeyinde ekspresyonları incelenmiştir. Çalışmaya, PDL-1 ifadesi açısından taradığımız 11 hücreden PD-L1 ifadesi % 2'nin altında olan DU-145 ve MDA-MB-435 hücreleri ile %50'nin üzerinde olan LNCAP ve MDA-MB-231 hücreleri ile devam edildi. Avelumab PD-L1 ifadesi yüksek olan LNCAP ve MDA-MB-231 hücrelerinde VEGFA ve bFGF ifadesini 72 saatlik inkübasyonda belirgin olarak arttırırken PD-L1 ifadesi düşük olan hücrelerde doza bağımlı değişken bir cevap izlenmiştir. Avelumabın PD-L1 ifadesi yüksek olan tümör hücrelerinde CDH1 ifadesini arttırdığı, TGFb ifadesini azalttığı bulundu. PD-L1 düşük düzeyde ifade eden hücrelerde ise doza bağımlı değişken cevap izlendi. Avelumabın EGFR ve MMP-9 gen ifadesi üzerindeki etkileri hücrelerdeki PD-L1 ifadesinden bağımsız ve doza bağlı değişkenlik göstermiştir. Sonuç olarak anti-PDL1 antikoru olan avelumab PD-L1 ifadesi yüksek olan tümör hücrelerinde bFGF ve VEGFA genlerini uyararak anjiyogenezi uyarma potansiyeline sahip olduğunu göstermektedir. Bunun yanı sıra yine aynı hücrelerde CDH1 ve TGFb üzerindeki etkileri ile epitelyal mezenkimal geçişi baskılayabileceğini göstermektedir.