01-YÜKSEK LİSANS TEZLERİ

Browse

Recent Submissions

Now showing 1 - 20 of 15057
  • Item
    İki boyutlu ağır mıknatıslarda yük katkılama ve zorlanma etkisinin yoğunluk fonksiyoneli teorisi ile incelenmesi
    (ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2024) Demirci, Muhammed Emin
    Son yıllarda, iki boyutlu (2B) malzemelerin araştırılması, yoğun madde fiziği ve malzeme bilimi alanında önemli keşiflere yol açmıştır. Bu malzemeler arasında, 2021 yılında ortaya çıkan ağır 2B mıknatıslar, benzersiz elektronik ve magnetik özellikleri nedeniyle çeşitli teknolojik uygulamalar için umut verici adaylar olarak ortaya çıkmıştır. Yük katkılama ve zor etkisi gibi dış faktörlerin, bu malzemelerin davranışları üzerindeki etkisini anlamak, performanslarını incelemek ve potansiyellerini ortaya çıkarmak için çok önemlidir. Bu tez çalışmasında, atomik seviyelerdeki malzemelerin incelenmesinde yaygın olarak kullanılan Yoğunluk Fonksiyonel Teorisini (YFT) baz alınarak, ağır 2B mıknatıslardaki yük katkılama, zorlanma etkilerini ve Curie sıcaklıklarını araştırmaya odaklanmaktadır. YFT, kuantum mekaniği ilkelerinden yararlanarak, malzemelerin elektronik yapısı, magnetik , optik ve daha birçok özellikleri hakkında doğru tahminler yapılmasını sağlar ve farklı koşullar altındaki davranışları ile ilgili yönelimlerini sunar. Nanoelektronik, spintronik ve kuantum teknolojilerinde geniş bir uygulama yelpazesi bulunan oldukça potansiyel adaylar olan bu 2B Janus magnetik malzemeler, güçlü spin-yörünge eşleşmesi, büyük bant aralıkları ve ayarlanabilir magnetik özelliklerin benzersiz kombinasyonu, gelişmiş performansa sahip yeni işlevler ve cihazlar tasarlamak için yeni fırsatlar sunmaktadır. Bu tez çalışmasında, YFT simülasyonlarını kullanarak VSBr, VSI ve VSeI tek katmanlı malzemelerin; elektronik, magnetik ve yapısal özelliklerini araştırmaya odaklanıyoruz. Katkılama ve dış stresin bu malzemeler üzerindeki etkilerini inceleyerek, yeni nesil elektronik ve spintronik cihazların tasarımında pratik olarak kullanılabilmelerini sağlamak amacıyla davranışları hakkındaki bilgilerimizi derinleştirmeyi amaçlıyoruz.
  • Item
    Hetero halkalar içeren di- ve tri-nükleer bor-salen komplekslerinin sentezi, spektral ve kiral özelliklerinin belirlenmesi ve dna ile etkileşimlerinin araştırılması
    (ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2024) Öz, Bengisu
    Tez kapsamında 2 eşdeğer stereojenik bor merkezi içeren bir seri dibenzofuranil gruplu dinükleer (2aI-2cI) ve trinükleer (3aI-3dI) ve dibenzotiyofenil gruplu dinükleer (2aII ve 2bII) ve trinükleer (3aII-3dII) yeni bor-salen kompleksi hazırlandı. SalenH2 ligandları (1a-1d), salisilaldehit'in sırası ile 1,2-diaminoetan, 1,3-diaminopropan, 1,4-diaminobütan ve 2-hidroksi-1,3-diaminopropan ile kuru MeOH'deki kondenzasyon tepkimelerinden sentezlendi. Dinükleer bor kompleksleri (2aI-2cI, 2aII ve 2bII), bu komplekslere karşılık gelen SalenH2 ligandları (1a-1c)'nin toluende dibenzofuran/tiyofen-4-boronik asit ile tepkimelerinden elde edildi. Trinükleer bor kompleksleri (3aI-3dI ve 3aII-3dII), SalenH2 ligandları (1a-1d)'nin asetonitrilde borik asit ile etkileştirilmesinden oluşan dinükleer bor-salen komplekslerinin izole edilmeden dibenzofuran-/dibenzotiyofen-4-boronik asit ile tepkimelerinden elde edildi. Yedi-, sekiz- ve dokuz-üyeli hetero halkalı boraksan grubuna (RB-O-BR) sahip dinükleer (2aI-2cI, 2aII ve 2bII) ve boroksin grubuna [(B-O-B)-(O2BPh)] sahip trinükleer (3aI-3dI ve 3aII-3dII) bor-salen komplekslerinin NMR spektrumlarından komplekslerin sadece bir stereoizomer içerdiği, CD spektrumlarından ise enantiyomerlerden sadece birine sahip olduğu belirlendi. Bor-salen kompleksleri (2aI-2cI, 2aII, 2bII, 3aI−3dI and 3aII-3dII)'nin DNA ile etkileşim çalışmaları, jel elektroforez ve UV titrasyon yöntemleri ile incelendi. Buna göre, dinükleer salen-bor komplekslerinin DNA'ya hasar vermediği ancak DNA'nın jel içerisinde çökmesine sebep olduğu gözlendi. Dibenzofuranil gruplu trinükleer bor-salen kompleksi (3dI)'in DNA'yı yüksek konsantrasyonda parçaladığı, diğer trinükleer bor-salen komplekslerinin ise DNA'ya hasar vermediği görüldü.
  • Item
    Balkabağı posasından mikropartikül kullanılarak biyoetanol üretimi
    (ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2024) Özcan, Burak
    Fosil bazlı yakıtların çevre kirliliğine yol açıyor olması ve tükenmekte oldukları göz önüne alındığında biyoetanol çevre dostu alternatif bir yakıt olarak öne çıkmaktadır. Tez çalışması kapsamında balkabağı posası, yüksek şeker içeriği ve kolay tedarik edilebilir olması sebebi ile biyoetanol üretiminde kullanım potansiyeli olan bir lignoselülozik hammadde olarak değerlendirilmiştir. S. cerevisiae, K. marxianus ve C. boidinii mayalarının SA@APES@ Mgn SiO2 mikropartikülü varlığında etanol üretimleri incelenmiş ve daha yüksek etanol üreten C. boidinii mayası seçilmiştir. Seçilen C. boidinii mayasının etanol üretimini arttırmak amacıyla farklı balkabağı konsantrasyonları (50, 100, 200 g/L), mikropartikül konsantrasyonları (1.25, 2.5, 5, 10, 20 mg), fermentasyon zamanı (12, 24, 48, 72, 96 saat) ve besiyeri katkılaması ile optimize edilmiştir. En yüksek etanol konsantrasyonu, 200 g/L balkabağı ve 10 mg mikropartikül konsantrasyonunda 72 saat sonunda besiyeri katkılaması varlığında 54.35 g/L olarak bulunmuştur. Teorik etanol verimi %79.42, hacimsel etanol üretkenliği (Qp) 0.75 g/L.s, YP/S 0.406 g/g olarak elde edilmiştir. Yapılan bu tez çalışmasında mikropartikül eklenmesinin etanol üretimini arttırdığı gösterilmiştir. Ayrıca C. Boidinii mayasının ve balkabağı posasının etanol üretiminde kullanımının umut vaat ettiği gösterilmiştir.
  • Item
    Bazı klinik dermatofit izolatlarını enfekte eden mikovirüslerin belirlenmesi, moleküler olarak nitelendirilmesi ve konakları ile olan etkileşimlerinin incelenmesi
    (ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2024) Ediş, Gülce
    Dermatofitozdan sorumlu en yaygın patojen Trichophyton rubrum (%53,1) olup, bunu T. mentagrophytes (%7,5), Microsporum canis (%6,9), T. tonsurans (%5,6), T. interdigitale (%5,0) ve T. violaceum (%3,8) takip etmektedir. Bu tez çalışmasında klinik dermatofit izolatlarını enfekte eden mikovirüslerin tespit edilmesi, genom dizilerinin tüm veya tüme yakın halde belirlenmesi, moleküler ve filogenetik özelliklerinin ortaya çıkartılması ve konakları ile olan etkileşimleri araştırılmıştır. Dermatofit izolatlarının genomik DNA'ları CTAB yöntemi kullanılarak elde edilmiştir. ITS gen bölgeleri için polimeraz zincir reaksiyonu gerçekleştirilmiş ve sanger dideoksi zincir sonlanma yöntemi ile diziler belirlenmiştir. Ardından, diziler BLASTn ile analiz edilerek dermatofitlerin moleküler tür teşhisleri gerçekleştirilmiştir. Dermatofit izolatlarından dsRNA ekstraksiyonu yapılarak virüs ile enfekte örnekler belirlenmiş, cDNA'ya çevrilmiş ve rastgele polimeraz zincir reaksiyonu ile diziler çoğaltılarak, yeni nesil dizileme ile dermatofit fungusu enfekte eden virüslerin dizileri elde edilmiştir. Virüs ile ilişkili dizilerin tüm genomunun elde edilmesi için RNA ligasyonu ve ardından RACE yöntemi kullanılmıştır. Biyoinformatik ve filogenetik olarak analiz edilen diziler sonucunda; Lecanicillium aphanocladii'yi enfekte eden iki yeni mikovirüsün tüm genomu ortaya çıkartılmıştır (Lecanicillium aphanocladii polymycovirus 1 ve Lecanicillium aphanocladii negative-stranded RNA virus 1). Morfolojik ve moleküler tür teşhisi çalışmaları sonucunda Lecanicillium aphanocladii'nin neden olduğu ilk dermatofitozun vaka takdimi rapor edilmiştir.
  • Item
    İslâm kelâmında Sümeniyye ve Berâhime'nin nübüvvet anlayışlarına eleştiriler
    (ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2024) Göçmen, Muhsin
    Nübüvvet insanlık tarihi kadar eski bir konudur. Her ne kadar nübüvveti inkâr edenler olsa da dünya tarihine bakıldığında peygamberlerin insanlık tarihi üzerinde çok büyük etkileri olmuştur. Öyle ki günümüz modern dünyasında kullandığımız miladi takvimin başlangıcı dahi bir peygamber olan Hz. İsa'nın doğduğu yılı esas alır. Her devirde ve her toplulukta peygamberlerin izlerine rastlamak mümkündür. Nübüvvet bir inanç esası olarak ele alındığında dinler arasında belirgin farkların olduğu bilinen bir gerçektir. Bu durum nübüvvete yönelik tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Günümüzde nübüvveti inkâr eden akımların temeli sayılabilecek Sümeniyye ve Berâhime de nübüvvet hakkında olumsuz fikirler ileri sürmüş ve peygamberleri inkâr etmişlerdir. Bu çalışmamızda söz konusu iki fırkanın nübüvvete karşı olma nedenleri incelenecek ve İslam âlimlerinin onlara vermiş oldukları cevaplar üzerinde durulacaktır.
  • Item
    Türk Ceza Kanunu'nda bilişim sistemine ve sistemdeki verilere karşı suçlar
    (ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2024) Liman, Ayşe Nur
    Dört bölüm altında ele alınan çalışmanın konusunu 5237 sayılı TCK'da düzenlenen bilişim sistemine ve bilişim sistemindeki verilere karşı suçlar oluşturmaktadır. Birinci bölümde, konu genel kapsamda incelenmiştir. Bu çerçevede konuyla ilgili kavramlar, bilişim sistemlerine ve sistemdeki verilere karşı suçların işlenme şekilleri ve bu suçların genel özellikleri, bu suçların fail ve mağdurlarına ilişkin açıklamalar yapılmıştır. Tezin ikinci bölümünde bilişim sistemine girme veya sistemde kalma, sisteme girmeksizin veri nakillerini teknik araçlarla izleme suçları (TCK m. 243), üçüncü bölümünde bilişim sistemini engelleme veya bozma; verileri yok etme veya değiştirme suçları (TCK m. 244), son bölümde ise yasak cihaz veya programlar suçu (TCK m. 245/A) unsurlarıyla birlikte incelenmiştir.
  • Item
    Bir özneleşme süreci olarak genç borçluluğu: KYK kredisi üzerinden bir inceleme
    (ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2025) Kurt, Hilal
    Türkiye'deki refah rejiminin yapısı, doğrudan çalışma hayatına atılamayan, makul ücretli ve güvenceli iş bulmakta giderek zorlanan gençlerin refahını ve risklerden korunmasını büyük ölçüde aileye yüklemektedir. Bu araştırma, bu durumun, üniversite mezunu gençlerin ailelerine olan bağımlılığını nasıl şekillendirdiğini ve bu bağımlılığın mezuniyet sonrası borçluluk deneyimiyle kesiştiğinde nasıl etkilendiğini anlamayı amaçlamıştır. Karakteristik özelliği ailecilik olan Türkiye'deki refah rejiminin, gençlikten yetişkinliğe geçiş sürecini nasıl etkilediği ve borcun oluşturduğu iktidar ilişkisi bağlamında özneleşme sürecini nasıl şekillendirdiği sorularına yanıt aranmıştır. Araştırma nitel araştırma yöntemleri çerçevesinde, anlatı araştırması deseni ile gerçekleştirilmiştir. Çalışma kapsamında, üniversite mezunu, KYK öğrenim kredisi almış, 25-29 yaş aralığında, farklı bölümlerden mezun, ücretli bir işte çalışan veya iş arayan gençlerle yarı-yapılandırılmış derinlemesine görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Katılımcıların yaşam öykülerine odaklanarak neden borçlandıklarını, borçlu olma halinin gündelik yaşam deneyimlerini, gençlikten yetişkinliğe geçiş sürecini ve gelecek planlarını nasıl etkilediği gençlerin anlatıları üzerinden incelenmiştir. Sonuçta, Türkiye'deki refah rejiminin, gençleri aileye bağımlı bireyler olarak konumlandırarak gençlerin bağımsızlaşma kapasitesini sınırlandırdığı ortaya konulmuştur. Bu bağlamda, KYK borcu tek başına gençler üzerinde bir iktidar ilişkisi kurmasa da öğrenciyken borçlanan gençler, mezuniyet sonrası iş ve gelir güvencesizliğiyle karşılaşmasıyla aile desteğinin boyutuna göre ailelerine; aile desteğinin olmadığı durumda ise geçim zorluğu veya başka borçların varlığı nedeniyle işgücü piyasasına tabi kılındığı bir iktidar ilişkisi içinde öznelliklerini ve yaşamlarını şekillendirmektedir. KYK borcu, gençlerin ekonomik bağımsızlığını sağlamalarında doğrudan bir engel teşkil etmese de mevcut ekonomik belirsizlik ve güvencesizlikle birleştiğinde gençlerin ekonomik kırılganlığını derinleştirmektedir.
  • Item
    İklim değişikliği ile mücadelede yeşil altyapının rolü
    (ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2025) Akay, Buket
    Bu tez, iklim değişikliği ile mücadelede yeşil altyapının rolünü incelemektedir. İklim değişikliği, küresel ve yerel ölçekte çevresel, ekonomik ve sosyal riskleri derinleştirirken, özellikle kentlerde sürdürülebilirlik ve dirençlilik açısından büyük tehditler oluşturmaktadır. Türkiye, 2053 Net Sıfır Salım hedefi doğrultusunda, mevcut iklim politikalarını güçlendirme ve uygulama mekanizmalarını etkinleştirme ihtiyacı duymaktadır. Bu bağlamda, yeşil altyapı; kentlerin sera gazı salımlarını azaltmak, doğal ekosistemleri korumak ve iklim değişikliğine uyum sağlamak için kritik bir araç olarak öne çıkmaktadır. Tezde, öncelikle kentlerin sera gazı salım kaynakları olan enerji, ulaştırma, kentsel yapılar, sanayi ve atık yönetimi detaylandırılmıştır. Ardından, kentlerin iklim değişikliğiyle mücadele yöntemleri; sera gazı salımlarının azaltılması ve iklim değişikliğine uyum stratejileri çerçevesinde ele alınmıştır. Yeşil altyapının, kentsel planlama süreçlerine nasıl bütünleştirilebileceği, iklim değişikliği ile bütüncül bir yaklaşımla nasıl değerlendirilebileceği tartışılmıştır. Türkiye özelinde yapılan değerlendirmelerde, ulusal ve yerel yönetimler arasındaki işbirliği ve eşgüdüm eksiklikleri, mevzuattaki boşluklar ve finansal kısıtlamalar nedeniyle yeşil altyapı uygulamalarının sınırlı kaldığı belirtilmiştir. Tez, IPCC'nin önerdiği çok seviyeli yönetişim modelini temel alarak, Türkiye'nin ihtiyaçlarına uygun, merkezi yönetim ve yerel yönetimlerin işbirliğini ve eşgüdümünü güçlendiren bir yeşil altyapı modeli ve yönetsel model geliştirmektedir.
  • Item
    Disinformation in the post-truth era: A comparative analysis of the European Union, Türkiye and Brazil's instruments and practices for combating online disinformation
    (ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2025) Şardaşlar, İrem
    Gerçeklik ve hakikat kavramları, epistemoloji ve ontoloji alanlarında sıkça tartışılmakta, birbiriyle bağlantılı ancak farklı anlamlar taşıyan iki kavramdır. Gerçeklik, insan bilincinden bağımsız olarak var olan, somut ve nesnel dünyayı ifade etmektedir. Hakikat ise bu gerçekliğin insan zihninde algılanan ve anlamlandırılan biçimini taşımaktadır. Bu iki kavram arasındaki ayrım, bilginin kaynağı ve doğruluk kriterleri açısından önem taşımaktadır. Gerçeklik, deneyim ve gözlem yoluyla algılanırken, hakikat genellikle bu algının yorumlanması ve anlamlandırılması sürecinde şekillenmektedir. Dolayısıyla, hakikat bireysel ve toplumsal çerçeveler içinde farklılık göstermektedir. Post-truth dönemi, hakikat ve gerçeklik kavramlarının bulanıklaştığı, duyguların ve inançların nesnel gerçeklerden daha etkili olduğu bir çağ olarak tanımlanmaktadır. 2016'daki Brexit referandumu ve Donald Trump'ın ABD başkanlık zaferi, bu dönemin simgesel olayları olarak kabul edilmektedir. Oxford Sözlüğü'nün 2016'da "post-truth" terimini yılın kelimesi seçmesi, bu dönüşümün toplumsal ve politik söylemi nasıl şekillendirdiğini ortaya koymaktadır. Bu dönemde, gerçeklik algısı kişisel inançlara ve duygusal anlatılara göre şekillenirken, doğru ile yanlış arasındaki sınırlar giderek silinmiştir. Sosyal medya, bu süreci hızlandırarak yanlış bilgilerin yayılmasını kolaylaştırmış ve bireylerin kendi doğrularına göre oluşturdukları yankı odalarını güçlendirmiştir. Gerçek, artık sadece doğruluğu değil, duygusal tatmini de içeren bir kavram haline gelmektedir. Postmodernizmin evrensel hakikate olan eleştirileri de bu dönemi besleyen unsurlar arasında yer almaktadır. Jean Baudrillard'ın "simülasyon" kavramı, gerçeğin yerini onun temsillerinin aldığı savunulmakta, Theodor Adorno ve Francis Bacon gibi düşünürler, medyanın gerçeği yeniden şekillendirme gücüne dikkat çekmektedir. Post-truth siyaseti, duygusal manipülasyon ve dezenformasyon yoluyla kamuoyunun gerçeklerden koparılmasına dayanmaktadır. Politikacılar, dini ve milli duygular, terör, ekonomik kriz ve mağduriyet temaları üzerinden algı yönetimi yaparak halkın eleştirel düşünme becerilerini zayıflatmaktadır. Hannah Arendt'e göre, gerçek ve iktidar arasındaki gerilim demokrasiyi tehdit etmektedir. Sosyal medya platformları ise bu durumu algoritmalar ve yankı odalarıyla pekiştirmektedir. Cambridge Analytica skandalı, Brexit ve Trump'ın seçim kampanyaları, post-truth siyasetinin etkisini ortaya koymaktadır. Bu dönemde, yalan haberlerin yayılımı ana akım medyayı geride bırakmakta ve kamuoyu, gerçeği ayırt etme yetisini kaybetmektedir. Etik ve demokratik değerlerin zayıflaması, toplumsal kutuplaşmayı artırarak post-truth siyasetinin etkisini güçlendirmektedir. Bilgi Çağı, Dijital Çağ veya Bilgisayar Çağı olarak da adlandırılmakta olup, bilginin yaratılması, erişilmesi, depolanması ve paylaşılmasındaki önemli dönüşümleri ifade etmektedir. Bu dönem, 20. yüzyılın sonlarına doğru internetin yaygınlaşması ve dijital cihazların gelişmesiyle başlamıştır. Bilginin daha erişilebilir hale gelmesi, toplumlar arasında küresel bir iletişim ve bağlantı ağı kurmuş, ancak bu gelişmeler aynı zamanda aşırı bilgi yüklemesi ve yanlış bilgilendirme gibi zorluklara da yol açmıştır. Özellikle hakikat ötesi çağda, doğru ve güvenilir kaynaklarla yanıltıcı içerikler arasındaki farkları ayırt etmek giderek daha zor hale gelmektedir. Bilgi Çağı'nın belirgin özelliklerinden biri, toplumların her alanında (kültürel, ekonomik, ekolojik ve politik) artan bilgi yoğunluğudur. Küresel bir bilgi altyapısının gelişmesi, bilgilerin hızlı ve geniş bir şekilde yayılmasını sağlamış ve bilgisayar devrimi ile bilimsel ve teknolojik devrim gibi kavramların ortaya çıkmasına yol açmıştır. Dijital teknolojilerin yaygınlaşması, özellikle kişisel bilgisayarların 1980'lerde kullanılmaya başlanması, bilgi yaratma, paylaşma ve iletişim yöntemlerini köklü bir şekilde değiştirmiştir. Bu gelişmeler, dijital okuryazarlığın önemini artırmış ve insanların dijital kaynakları verimli bir şekilde kullanabilme yeteneğini gerekli kılmıştır. Dijital iletişim araçları, bilgi akışını hızlandırmakta ve dünya genelinde daha fazla kişiye ulaşmak mümkün hale gelmektedir. Sosyal medya, bloglar ve dijital haber siteleri, bilgilerin daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlamış olsa da, bu platformlar aynı zamanda yanlış bilgi ve dezenformasyonun yayılmasına zemin hazırlamaktadır. Dijital ortamda, her birey içerik üretebilir ve yayımlayabilir, bu da geleneksel medya denetimlerinin ortadan kalkmasına neden olmuştur. Bu durum, "yankı odaları" ve "filtre baloncukları" gibi olguları yaratmakta, kişilerin yalnızca kendi inançlarını pekiştiren içeriklerle karşılaşmalarına neden olmaktadır. Ayrıca, algoritmalar, bireylerin çevrim içi olarak gördükleri içeriği belirlemede önemli bir rol oynamaktadır. Bu kişiselleştirilmiş içerik sunumu, kullanıcıların ilgilerine göre içerikleri sunma avantajı sağlasa da, aynı zamanda selektif maruz kalma ve doğrulama önyargılarını güçlendirmektedir. Algoritmalar, yanlış veya yanıltıcı bilgilerin, bireylerin mevcut inançlarına uyum sağladığı takdirde yayılmasına neden olabilmektedir. Bilgi Çağı'nın özellikleri, özellikle Post-Gerçek Çağı'nda, duygusal çekiciliği ve doğruluk yerine inançlara dayalı içeriklerin hızla yayılmasını sağlayan dezenformasyon kampanyalarının etkisini artırmaktadır. Bu dönemde, dijital içeriğin viral hale gelmesi ve sosyal medya algoritmalarının yanlış bilgileri güçlendirmesi, toplumsal kutuplaşmayı ve bölünmeleri derinleştirmektedir. Veri, bilgi ve enformasyon arasındaki ilişkiler de, bilgi toplumunun temel unsurlarını oluşturmakta olup, veri ham halde bulunan ve işlenmeye ihtiyaç duyan en küçük bilgi birimi, enformasyon ise verinin anlamlı hale getirilmesi olarak tanımlanmaktadır. Bilgi ise, bu anlamlı verinin insan deneyimi ve içgörüsü ile birleşerek karar alma süreçlerine ve eylemlere dönüştürülmesidir. Bu üç öğe, yeni medya teknolojileri için de büyük önem taşımakta ve içerik üretimi ile dağıtımı konusunda belirleyici rol oynamaktadır. Verinin doğru bir şekilde yönetilmesi, yanlış bilgilerin yayılmasını engellemeye yönelik kritik bir faktördür. Bilgi bozukluğu, yanlış ve yanıltıcı bilgilerin yayılmasını ifade etmekte ve post-truth dönemi ile medya tarihinden daha eski bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Tarih boyunca her dönemde yanlış bilgilere rastlanabilmiştir. Bu kavram, yanıltıcı bilgi (misinformation), kasıtlı yanlış bilgi yayma (disinformation), zarara yol açmak amacıyla gerçek bilgilerin çarpıtılması (malinformation) gibi alt kategorileri içerir. 2017'de Claire Wardle ve Hossein Derakshan, bilgi bozukluğunu daha iyi anlamak için bir çerçeve önererek, bu türleri birbirinden ayırmışlardır. Yalan haber, dezenformasyonun bir türü olup, genellikle internet ve sosyal medya aracılığıyla hızla yayılmakta ve toplumsal güveni zedelemektedir. Ayrıca, yalan haber, yanlış bilgiyle toplumu manipüle etme ve bireylerin doğruyu yanlışlardan ayırt etme yetilerini zayıflatma riskine yol açar. Bu tür bilgilerin yayılmasının önüne geçebilmek için bilgi doğrulama yöntemlerinin güçlendirilmesi önemlidir. Dezenformasyon, halkı yanlış bilgilendirmek amacıyla kasıtlı olarak yayılan yanlış veya yanıltıcı içeriklerdir. Bu içerikler, hükümetler, haber ajansları, istihbarat servisleri ya da bireyler tarafından üretilebilmektedir. Dijital ortamda algoritmalar, kullanıcıları duygu odaklı ve sansasyonel içeriklere yönlendirecek şekilde düzenlenmiş olup, bu da yanıltıcı bilgilerin hızla yayılmasına olanak tanımaktadır. Sosyal medya, algoritmalar aracılığıyla kişiye özel içerik önerileri sunarak yanıltıcı bilgilerin daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlamaktadır. Ayrıca, "botlar" ve "troll fabrikaları" gibi otomatik yöntemler de yanıltıcı bilgilerin hızla yayılmasında önemli bir rol oynamaktadır. Dezenformasyon, özellikle politik manipülasyonlarda kullanılarak kamuoyunu etkilemeye yönelik stratejilerde yer almaktadır. Bu tür içerikler, demokratik süreçleri, halk sağlığını, çevreyi ve güvenliği tehdit edebilmektedir. Aynı zamanda, doğru bilgiye dayalı gazetecilik ve güvenilir kaynakların itibarı da zedelenmektedir. Bu stratejiler, halkın doğru bilgilere ulaşma yeteneğini bozmakta ve bireylerin kendi doğrularını yaratmalarına yol açmaktadır. Günümüzde, dijital medya ve sosyal medya platformlarının rolü giderek daha kritik hale gelmektedir. Bu platformlar, yanıltıcı bilgilerin hızla yayıldığı ortamlar haline gelmiştir. Medya okuryazarlığı, dijital doğrulama araçları ve şeffaflık ilkeleri gibi çözümler, dezenformasyona karşı etkili bir şekilde mücadele edebilmek için önem kazanmaktadır. Ayrıca, kullanıcıların medya tüketim alışkanlıklarını sorgulamaları ve dijital okuryazarlıklarını artırmaları gerekmektedir. Avrupa Birliği (AB), dezenformasyonla mücadelede en etkili ve kurumsallaşmış uluslararası organizasyon olarak öne çıkmaktadır. AB'nin dezenformasyonla mücadele ihtiyacı, özellikle Rusya'nın Avrupa'nın demokratik süreçlerine etki etmeyi ve kamuoyunu manipüle etmeyi hedefleyen dış müdahale operasyonlarının arttığını fark etmesiyle ortaya çıkmıştır. 2015 yılı itibarıyla çevrim içi dezenformasyon kampanyalarının, demokratik kurumları zayıflatmak, toplumsal bölünmelere yol açmak ve medya ile hükümete olan güveni erozyona uğratmak için kullanıldığı belirgin hale gelmiştir. Avrupa Komisyonu'na göre, herhangi bir AB üye ülkesindeki demokrasiye yönelik tehditlerin, tüm Birlik'i zarara uğratma potansiyeli bulunmaktadır. AB, dijital dezenformasyonla mücadelede çok katmanlı bir strateji geliştirmiştir. Stratejinin merkezinde, uzmanlar, ulusal hükümetler, sosyal medya platformları, geleneksel medya organları ve araştırmacılardan oluşan bir iş birliği ağı yer almaktadır. Her bir grup, dezenformasyonla mücadeleye kendi benzersiz katkılarını sunmaktadır: Araştırmacılar dezenformasyon taktiklerini analiz etmekte, medya organları doğrulama yaparak gerçeği ortaya koymakta, platformlar ise dezenformasyonu tespit etmeye yönelik araçlar geliştirmektedir. Ayrıca, vatandaşların dezenformasyona karşı daha dirençli hale gelmesi için medya okuryazarlığı girişimlerine de büyük bir önem verilmektedir. AB, bireylerin çevrim içi dezenformasyonu tanıyıp ondan kaçınabilmesi için eleştirel düşünme becerileri kazandırmayı hedeflemektedir. AB, dezenformasyonla mücadelede dengeyi sağlamak zorundadır: Demokrasi korunurken, ifade özgürlüğü ve medya çeşitliliği gibi temel haklar da gözetilmelidir. Bu bağlamda, AB'nin dezenformasyonla mücadele çabaları, yalnızca yasal ve kurumsal önlemlerle değil, aynı zamanda bireyleri bilinçlendirme ve toplumsal farkındalık yaratma çabalarıyla da pekiştirilmiştir. Bu strateji, bireylerin daha bilinçli bir şekilde çevrim içi dünyada etkileşimde bulunmalarını ve dezenformasyonla karşılaştıklarında doğru bilgiyi ayırt edebilmelerini sağlamayı amaçlamaktadır. AB içinde dezenformasyonla mücadele, Avrupa Dış Eylem Servisi (EEAS) tarafından yönetilmektedir. 2011'de kurulan bu servis, AB'nin dış ilişkilerinin yönetilmesinin yanı sıra, dezenformasyonla mücadele gibi konularda da merkezi bir rol üstlenmiştir. 2015'te kurulan Doğu Stratcom Görev Gücü, özellikle Rusya'dan gelen dezenformasyon kampanyalarına karşı AB'nin mücadelesini güçlendirmiştir. Görev gücü, AB'nin dış sınırlarındaki ülkelerdeki dezenformasyonla mücadeleye yönelik kamuoyu bilincini artırmaya yönelik çalışmalar yapmıştır. AB, 2015 yılında "EUvsDisinfo" girişimini başlatmış, başlangıçta pro-Kremlin dezenformasyonuna odaklanmış ancak zamanla daha geniş bir yelpazeye yayılmıştır. Bugün EUvsDisinfo, COVID-19, seçimler, iklim değişikliği gibi küresel sorunlarla ilgili dezenformasyonu da hedef almaktadır. Bu platform, vatandaşlara dezenformasyonla mücadele etme, yanlış bilgiyi tespit etme ve etkili bilgi kaynaklarını bulma konusunda yardımcı olmaktadır. 2017 itibarıyla, Avrupa Komisyonu, dezenformasyonla mücadelede daha kapsamlı bir yaklaşım benimsemiş ve çeşitli paydaşlarla işbirliği yaparak "Çok Boyutlu Dezenformasyon Raporu"nu yayınlamıştır. Bununla birlikte, 2018'de dijital platformlar için gönüllü bir Uygulama Kuralları (Code of Practice) hazırlanmış, Facebook, Google, Twitter gibi platformlar bu kodu kabul ederek dezenformasyonla mücadelede ortaklık kurmuştur. Aynı yıl AB, dijital platformlardaki reklamcılık şeffaflığını artırmaya yönelik düzenlemeler getirmiştir. 2019'da Avrupa Komisyonu, dijital dezenformasyona karşı daha etkin bir müdahale için "WeVerify.eu" adında bağımsız bir doğrulama ağını kurmuş, ayrıca medya okuryazarlığı girişimlerini teşvik etmiştir. 2019 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde dezenformasyonun önlenmesine yönelik çalışmalar da yoğunlaştırılmıştır. AB, platformların siyasi reklamları şeffaf hale getirmesini, sahte hesapların yayılmasını engellemesini ve dezenformasyonu yaymak için yapılan maddi çıkarları ortadan kaldırmayı hedeflemiştir. 2019'da kurulan "Hızlı Uyarı Sistemi" (Rapid Alert System), AB üye ülkeleri arasında dezenformasyonla mücadele koordinasyonunu güçlendirmeyi ve aktif dezenformasyon kampanyalarını teknik ve siyasi açıdan analiz etmeyi amaçlamaktadır. Bu sistem, bilgi paylaşımını artırmak ve zaman kaybını önlemek için daha verimli bir yapı sunmaktadır. Diğer bir önemli gelişme ise "Sosyal Medya ve Dezenformasyon Gözlemevi" (SOMA) ve "Avrupa Dijital Medya Gözlemevi" (EDMO) gibi platformların kurulmasıdır. SOMA, dezenformasyonla mücadelede Avrupa topluluğunda farkındalık yaratmayı hedeflerken, EDMO, çevrim içi dezenformasyonun daha etkin bir şekilde analiz edilmesi ve yanıtlanabilmesi için farklı paydaşlar arasında işbirliği yapmayı amaçlamaktadır. 2022'de, dezenformasyonla mücadelede daha kapsamlı bir yaklaşım benimsenmiş ve güçlendirilmiş Uygulama Kuralları (Code of Practice) yayımlanmıştır. Bu yeni kod, daha fazla platform ve şirketi kapsamış ve dezenformasyonla mücadelede daha güçlü bir birliktelik oluşturulmuştur. AB'nin dezenformasyonla mücadelesi, yalnızca kurumlar ve platformlar arasında değil, aynı zamanda bireylerin de bu süreçte aktif rol oynamalarını gerektiren bir yapıya dönüşmüştür. Bu nedenle medya okuryazarlığı, şeffaflık, reklam yerleşimleri, dijital platformların sorumlulukları gibi birçok alanda yapılan düzenlemeler, dezenformasyonla daha etkin bir mücadele yürütmek için hayati önem taşımaktadır. AB, dijital ortamda güvenli ve şeffaf bir bilgi akışının sağlanabilmesi için yasal altyapıyı güçlendirmiş, aynı zamanda bireylerin daha bilinçli bir şekilde dezenformasyonla mücadele edebilmeleri için stratejik adımlar atmıştır. Türkiye, son yıllarda internet kullanımında önemli bir artış yaşamış, özellikle genç ve dijital dünyaya hâkim nüfusun etkisiyle dijital platformlarda büyük bir etkileşim artmıştır. 2024 itibarıyla nüfusun %80'inden fazlası aktif internet kullanıcısı olmuş, sosyal medya platformları ise geniş bir kullanıcı kitlesine ulaşmıştır. Ancak bu dijital yaygınlık, beraberinde çevrim içi dezenformasyon gibi ciddi zorluklar getirmiştir. Özellikle yanlış bilgilendirmelerin hızlı bir şekilde yayılması, Türkiye'nin toplumsal yapısına etki etmekte ve demokratik süreçleri tehdit etmektedir. Dezenformasyonun artışının nedenleri arasında sosyal medyanın ana haber kaynağı haline gelmesi, siyasi kutuplaşmanın yoğunlaşması ve Türkiye'nin jeopolitik önemi yer almaktadır. Bu durum, dezenformasyonla mücadele için güçlü stratejiler geliştirilmesini zorunlu kılmaktadır. 2018 yılında Oxford Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmaya göre, Türkiye, dezenformasyona en fazla maruz kalan ülkelerden biri olarak öne çıkmıştır. Türkiye, bu sorunla başa çıkabilmek için 2007 yılında çıkarılan 5651 sayılı İnternet Kanunu'nu kabul etmiş ve bu kanunu birçok kez revize etmiştir. 2020 yılında ise, internet ortamında işlenen suçlarla mücadele etmek için 7253 sayılı Kanun çıkarılmıştır. Bu kanun, sosyal ağ sağlayıcılarını sorumlu tutmakta ve içerik silme ya da erişim engelleme gibi önlemleri kapsamaktadır. Son olarak, 2022'de dezenformasyonu engellemeyi amaçlayan 7418 sayılı Kanun kabul edilmiştir. Bu yasal düzenlemeler, zaman zaman ifade özgürlüğüne müdahale olarak eleştirilmiş, özellikle 7418 sayılı kanun, yanlış bilgi yaymak suçunu cezalandırmayı öngören maddesi ile tartışma yaratmıştır. Yasa, kamu düzeni ve güvenliğine zarar verecek şekilde yanlış bilgi yayanlara hapis cezası getirmektedir. Türkiye, dezenformasyonla mücadelede devlet destekli kurumlar kurmuştur. Bunlardan biri, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı'na bağlı olarak 2022'de kurulan "Dezenformasyonla Mücadele Merkezi"dir. Bu merkez, dezenformasyonla mücadelede kamuoyunu bilgilendirmek ve yanlış bilgileri düzeltmek amacıyla haftalık bültenler yayınlamaktadır. Ayrıca Anadolu Ajansı'nın 2019 yılında kurduğu "Teyit Hattı" da, halkı doğru bilgiyle buluşturmayı amaçlamaktadır. Brezilya, Güney Amerika'nın en büyük ülkesi olup, 8.5 milyon kilometrekarelik yüzölçümü ve 215 milyonluk nüfusu ile dikkat çekmektedir. Ülke, yerli halkların tarihsel etkileri, Portekiz kolonizasyonu ve ardından gelen kültürel etkileşimlerle şekillenen zengin bir demografiye sahiptir. Brezilya, yalnızca demografik yapısı değil, aynı zamanda önemli ekonomik, sosyal ve jeopolitik rolüyle de dünya çapında büyük bir öneme sahiptir. Ekonomik açıdan, Brezilya dünyanın en büyük yedinci ekonomisine sahiptir ve BRICS gibi önemli uluslararası organizasyonların bir üyesidir. Brezilya'da dezenformasyonla mücadele, özellikle seçim dönemlerinde önemli bir konu haline gelmiştir. 2018 seçimlerinde WhatsApp gibi sosyal medya platformları üzerinden yayılan yanlış bilgiler, seçim sonuçlarını etkileme potansiyeli taşımaktadır. Bu dönemde, hem dijital medya kullanımının yaygınlığı hem de siyasi kutuplaşmalar, dezenformasyonun etkisini artırmıştır. Özellikle WhatsApp, Brezilya'daki en popüler sosyal medya platformlarından biri olup, seçmenlere yönelik büyük çaplı dezenformasyon kampanyalarının merkezi haline gelmiştir. Brezilya, dezenformasyonla mücadelede çeşitli stratejiler geliştirmiştir. 2019 yılında São Paulo eyaletinde öğrencilere medya okuryazarlığı dersi verilmesi, toplumun doğru bilgiye nasıl ulaşacağına dair farkındalık oluşturma amacını taşımaktadır. Aynı şekilde, 2020'de Brezilya Yüksek Seçim Mahkemesi (TSE), WhatsApp gibi platformlarla işbirliği yaparak şüpheli içerikleri raporlama ve hızlı bir şekilde müdahale etme imkanı sağlamıştır. Bu çabalar, seçmenleri yanlış bilgilendiren içeriklerin yayılmasını engellemeyi hedeflemiştir. Brezilya'nın dezenformasyonla mücadelesi, sadece seçim dönemleriyle sınırlı kalmamış, dijital ortamda yayılan yanlış bilgilerle daha genel bir mücadeleye dönüşmüştür. TSE, 2021'de "Dezenformasyonla Mücadele Programı"nı başlatmış ve bu program kapsamında doğru bilgi paylaşımı, medya okuryazarlığı projeleri ve içerik doğrulama yöntemleri ön plana çıkmıştır. Bu program, dezenformasyonun seçim sürecine zarar vermesini engellemek için dijital platformlarla yakın işbirliği gerektirmiştir. Brezilya, dijital platformların içerik moderasyonunu düzenlemeye yönelik yasal bir çerçeve de oluşturmuştur. 2020 yılında sunulan ve "Fake News Bill" olarak bilinen yasa tasarısı, dijital platformları dezenformasyonla mücadele etmek üzere sorumlu tutmayı amaçlamaktadır. Bu tasarı, platformların içerik denetimi konusunda daha şeffaf olmalarını, yanlış bilgi yaymayı engellemek için belirli önlemler almasını ve bu konuda sorumluluk taşımalarını amaçlamaktadır. 2022'deki seçimlerde, TSE, dezenformasyonun seçim sürecine olan etkisini minimize etmek amacıyla önemli adımlar atmıştır. Sosyal medya platformlarının seçimle ilgili yanıltıcı içerikleri yaymalarını engellemek için çeşitli kısıtlamalar getirilmiş, şüpheli içeriklerin yayılmasını engellemeye yönelik bir dizi düzenleme yapılmıştır. Ayrıca, TSE'nin bu süreçteki müdahalesi, dijital mecralarda yayılan yanlış bilgilerin seçim sonuçlarına olan etkisini sınırlamayı başarmıştır. TSE, dezenformasyonla mücadelede daha etkin bir yaklaşım geliştirmek için 2024 yerel seçimleri öncesinde "Dezenformasyonla Mücadele ve Demokrasi Savunma Entegre Merkezi"ni kurarak çalışmalarına devam etmektedir. Brezilya'nın dezenformasyonla mücadelesi, dünya çapında birçok ülkenin karşı karşıya olduğu benzer sorunları gözler önüne sermektedir. Bu çabalar, hem dijital medya ortamında yanlış bilgi yayılmasının engellenmesi hem de seçmenlerin doğru ve güvenilir bilgiye ulaşmasının sağlanması adına büyük bir önem taşımaktadır. Sonuç olarak, bilgiye ve iletişime erişim, tarihsel olarak bireyler, ülkeler ve devletler için kritik bir faktör olmuştur. Bilgi ve iletişimde daha verimli olan devletler, ekonomik ve politik kazançlar sağlamak için bu avantajı stratejik olarak kullanmış ve bunu etkilerini şekillendiren önemli bir varlık haline getirmiştir. Dijitalleşme, dezenformasyonun her toplumsal kurumda artmasına neden olmuş, bu da devletlerin dezenformasyonla mücadele politikaları geliştirmelerini zorunlu kılmıştır. Brezilya ve Türkiye'de dezenformasyonla mücadele için çıkarılan yasalar, dijital platformları denetlemeyi ve şeffaflık ile hesap verebilirlik sağlamak amacıyla çeşitli düzenlemeler getirmiştir. Her iki ülke, içerik moderasyonu ve şeffaflık raporları gibi düzenlemelerle büyük dijital platformları hedef alırken, Avrupa Birliği de benzer şekilde büyük platformlar için şeffaflık ve risk azaltma önlemleri getirmiştir. Ancak, her üç aktörün yaklaşımında da dezenformasyonla mücadeleye yönelik hükümetin "gerçek" tanımını belirleme eleştirisi öne çıkmaktadır.
  • Item
    İki boyutlu grup IV kalkojenlerde zorlanma etkisinin nümerik olarak incelenmesi
    (ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2025) Enekçi, Gözde
    Tez kapsamında, Janus γ-Si2XY (X/Y = S, Se, Te) tek katmanlarının çeşitli gerilme koşulları altında elektronik, optik ve mekanik özellikleri araştırılmıştır. Fonon spektrumları ve ab initio moleküler dinamik simülasyonları dinamik ve termal kararlılıklarını doğrularken, mekanik kararlılık Born kriteri ile desteklenmiştir. Bu tek katmanlı iki boyutlu malzemeler, Young modülü ve Poisson oranı gibi ayarlanabilir mekanik özellikler sergileyerek onları esnek uygulamalar için uygun hale getirmiştir. Elektronik yapı, benzersiz yük yoğunluğu davranışını gösteren Meksika şapkası şeklinde bir değerlik bandı ortaya koymuştur. Anizotropik deformasyon potansiyeli taşıyıcı hareketliliğini etkiler; γ-Si2SSe ve γ-Si2SeTe düşük etkin kütle ve artırılmış hareketlilik gösterirken, γ-Si2STe daha yüksek etkin kütlesi ve deformasyon potansiyeli anizotropisi nedeniyle daha düşük hareketlilik sergilediği bulunmuştur. Bu bulgular, γ-Si2XY tek katmanlarının çok işlevli doğasını vurgulamaktadır ve onları ileri teknolojik uygulamalar için umut verici adaylar haline getirmektedir.
  • Item
    Uluslararası olmayan silahlı çatışmalarda çevrenin himayesi
    (ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2025) Kahya, Zeynep
    İşbu çalışma çevrenin himayesi için uygulanabilir kuralları tespit etmek amacıyla "uluslararası olmayan silahlı çatışma" kavramı ve bahse konu çatışmaların tasnifiyle başlanmıştır. Bu kapsamda 1949 Cenevre Sözleşmeleri Ortak Madde 3 ve Ek Protokol II'nin uygulanabilirlik şartları ele alınmış ve değerlendirilmiştir. Çalışmanın tamamında himayeyi olabildiğince genişletmek ve uluslararası hukuk alanları arasında birliği sağlamak adına uluslararası insancıl hukukta bulunan "doğal çevre (natural environment)" kavramı değil "çevre" kavramı kullanılmıştır. Çalışmanın ikinci bölümünde uluslararası olmayan silahlı çatışmalarda çevrenin himayesini düzenleyen normatif düzen ve uluslararası hukukun alanları arasındaki etkileşim incelenmiştir. Uluslararası hukukun birçok alanında çevrenin himayesini düzenleyen kuralların mevcut olduğu görülmüş ve bahse konu kurallar arasındaki etkileşimin nasıl olması gerektiğine odaklanılmıştır. Uluslararası olmayan silahlı çatışmalarda kural olarak diğer uluslararası hukuk alanları uygulanmaya devam eder. Dolayısıyla, özellikle uluslararası insancıl hukuk ve uluslararası çevre hukukunun lex specialis ilkesi gereğince uygulanması gerektiği sonucuna varılmıştır. Çalışmanın üçüncü bölümünde ise uluslararası olmayan silahlı çatışmalarda çevreye verilen zarardan uluslararası sorumluluk ve bireysel cezai sorumluluk ele alınmıştır. Ardından "ekokırım (ecocide)" suçuna ilişkin öneriler incelenmiş ve doktrinde ileri sürülen görüşlere değinilmiştir. Sonuç olarak, uluslararası olmayan silahlı çatışmalarda çevrenin himayesi için uluslararası insancıl hukuk kurallarının nasıl yorumlanması ve dahası nasıl geliştirilmesi gerektiği ve bunun yanında diğer uluslararası hukuk alanlarının nasıl uygulandığı üzerinde durulmuş ve cevaplamaya çalışılmıştır.
  • Item
    Cemil Cahit Toydemir, askerî ve siyasi faaliyetleri (1883-1956)
    (ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2024) Keskin, Alev
    Cemil Cahit Toydemir 1883 yılında İstanbul'da dünyaya gelmiştir. 6 Aralık 1902'de Harp Okulu'ndan mezun olduktan sonra Beyrut ve Hicaz'da görev yapmıştır. 31 Mart İsyanı ve 1909'da Yemen İsyanının bastırılmasında görevlendirilmiştir. Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşları, Birinci Dünya Savaşı'nda Doğu Cephesi'ndeki muharebelere katılmıştır. Müteakiben Kafkas İslam Ordusu ile Azerbaycan'da Ruslara ve Ermenilere karşı mücadele etmiştir. Kurtuluş Savaşı'nda çıkan iç isyanlardan Zile ve Pontus İsyanlarının bastırılmasında önemli görevler üstlenmiştir. Yine Kurtuluş Savaşı sırasında cereyan eden İkinci İnönü Muharebesi, Kütahya-Eskişehir Muharebeleri ve Sakarya Meydan Muharebesi'ne komutanı olduğu 5'inci Kafkas Tümeni ile katılmıştır. Kurtuluş Savaşı'nın sona ermesi ile birlikte Trakya'nın devir tesliminde görevlendirilmiştir. Cumhuriyet döneminde önemli üst düzey askerî görevlerde bulunmuştur. Şeyh Sait İsyanının bastırılmasında görev almıştır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün cenaze töreninde 1'inci Ordu Komutanı Fahrettin Altay Paşa'nın yardımcısı olarak görevlendirilmiştir. İkinci Dünya Savaşı'nda bir grup komutanla Almanya'ya giderek Hitler'le görüşmüştür. Orgeneral rütbesinde iken kendi isteği ile emekli olmuş ve siyasete girerek 1946 seçimlerinde CHP'den İstanbul milletvekili seçilmiştir. Bir süre Millî Savunma Bakanlığı yapmıştır. 1950 yılına kadar milletvekilliğine devam etmiştir. 1956 yılında İstanbul'da vefat etmiştir. Ankara'da Devlet Mezarlığına defnedilmiştir. Millî Mücadele Anıları ile sonrasında Şeyh Sait İsyanında yaşadığı süreci kaleme almıştır. Anılarının Zile isyanına ilişkin kısmı Abdullah Kehale tarafından 1997 yılında "Millî Mücadele'de İç İsyanlar ve Cemil Cahit'in (Toydemir) Anıları" adıyla yayımlanmıştır.
  • Item
    The protection of the marine environment under the Bucharest Convention and the position of Türkiye
    (ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2024) Deniz, Büşra
    Deniz ortamı, Dünya yüzeyinin %65'inden fazlasını kaplayan, küresel biyolojik çeşitlilik, iklim ve insan yaşamı için hayati öneme sahip karmaşık bir ekosistemdir. Ancak denizler; sanayi faaliyetleri ve tarımsal akıntılar kaynaklı kirlilik, aşırı avlanma, iklim değişikliği ve çevresel bozulma gibi artan tehditlerle karşı karşıyadır. Yarı kapalı yapısı nedeniyle özellikle savunmasız olan Karadeniz, çevresindeki ülkelerden gelen kirleticilerin etkisini artıran sınırlı su dolaşımıyla bu sorunlardan daha fazla etkilenmektedir. Bu tez, Karadeniz'in deniz çevresinin korunmasına yönelik yasal ve düzenleyici çerçeveyi kapsamlı bir şekilde incelemekte ve Türkiye'nin Bükreş Sözleşmesi olarak da bilinen "Karadeniz'in Kirlenmeye Karşı Korunması Sözleşmesi" çerçevesindeki rolüne odaklanmaktadır. Sözleşmenin tarihsel geçmişi, hukuki özellikleri ve kapsamı ele alınarak, Karadeniz ülkeleri arasında bölgesel işbirliğini teşvik etmedeki rolü vurgulanmaktadır. Bu bağlamda, Karadeniz'i diğer küresel denizlerle bağlayan coğrafi konumu ve bölgesel koruma çalışmalarına katkıları nedeniyle Türkiye'nin stratejik önemi vurgulanmaktadır. Ayrıca, Türkiye'nin uluslararası çevre anlaşmalarındaki ve bölgesel politikalardaki rolünün daha geniş etkileri de tezde ele alınmaktadır. Bulgular, Karadeniz'in deniz ekosistemini korumak için koordineli ve etkili önlemlerin alınması gerekliliğinin altını çizmektedir. Çevresel sorunlar yoğunlaştıkça, Türkiye'nin liderliği ve Karadeniz'e kıyısı olan tüm ülkelerin ortak çabaları, ekolojik çöküşü tersine çevirmek ve bölgenin deniz ortamı için sürdürülebilir, dirençli bir gelecek sağlamak açısından kritik olacaktır.
  • Item
    The legal impact of climate change in the Mediterranean Sea: Evaluation of adaptation and mitigation measures
    (ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2024) Ulutürk, Derya
    Medeniyetlerin beşiği ve olağanüstü biyolojik çeşitliliğe sahip olan Akdeniz, eşi benzeri görülmemiş bir zorluk olan iklim değişikliği ile karşı karşıyadır. Yükselen deniz seviyeleri, okyanus asitlenmesi ve giderek daha sık yaşanan aşırı hava olayları, bu değerli ekosistemi ve ona bağlı milyonlarca insanın geçim kaynaklarını tehdit etmektedir. Bu kriz, iklim eylemlerini yöneten yasal çerçevelerin incelenmesini ve mevcut uyum ve azaltım önlemlerinin net bir değerlendirmesini gerektirmektedir. Bu tez, Akdeniz'deki iklim değişikliği ile alakalı karmaşık yasal mevzuatı derinlemesine inceleyerek mevcut çalışmaların etkinliğini ve uygulanabilirliğini analiz etmektedir. Uluslararası anlaşmalar, bölgesel sözleşmeler ve kıyıdaş ülkelerin ulusal politikaları; iklim değişikliğinin Akdeniz üzerindeki çok yönlü etkilerini ele alma noktasındaki yeterliliklerini değerlendirmek amacıyla incelenmektedir. Bu inceleme, mevcut yasal mekanizmaların uygulanabilirliğinin analiz edilmesini, yeni yasal yolların araştırılmasını ve uluslararası iklim anlaşmalarındaki yaptırım mekanizmalarının etkilerinin ele alınmasını içermektedir. Bu çalışma, güçlendirilmiş bir yasal çerçeve içinde iklim direncinin artırılması için uyum ve azaltım yollarının etkinliğini araştırmaktadır. Akdeniz'deki iklim değişikliğine yönelik uluslararası, bölgesel ve ulusal mevzuatların yasal boyutlarını inceleyerek bölgenin karşılaştığı zorluklar ve fırsatlar hakkında daha derin bir anlayışa katkıda bulunmayı amaçlamaktadır. İklim değişikliğinin etkilerini hafifletmek ve Akdeniz için daha sürdürülebilir bir gelecek sağlamak amacıyla güçlendirilmiş yasal çerçevelere, artırılmış bölgesel iş birliğine ve yenilikçi yasal çözümlere duyulan acil ihtiyacın altını çizmektedir.
  • Item
    H. 935-936 / M. 1529-1530 tarihli 1182 No'lu Edremit Şer'iyye Sicilinin transkripsiyonu ve değerlendirilmesi
    (ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2024) Dursun, Hakan
    Osmanlı Devleti'nin son yıllarına kadar varlığını sürdüren şer'i mahkemelerde kadı veya naib tarafından tutulan defterlere şer'iyye sicili ya da kadı sicili adı verilmektedir. Bu defterlerde merkezi hükümetin emirlerini barındıran fermanlar, beratlar, mektûblar vb. bulunduğu gibi kadı tarafından verilen hüccet, ilam vb. belgeler de bulunmaktadır. Bu çalışmanın esasını oluşturan 1182 No'lu Edremit Şer'iyye Sicili ise 1529-1530 yılları arasına tarihlenmekte ve çeşitli meselelere dair hükümler içermektedir. Transkripsiyonu yapılan belgeler muhteviyatına göre idari, sosyal, iktisadi ve hukuki bakımdan ele alınmış ve bu başlıklar altında değerlendirilmiş ve anılan başlıklar doğrultusunda Edremit hakkında bazı genel yargılara varılmıştır.
  • Item
    Gökçeada'nın değişen sembolik ekonomisinde İmroz Rumları
    (ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2023) Gökçe, Sibel
    Kuzey Ege Adalarından olan Gökçeada yakın tarihte kayda değer bir değişim dönüşüm yaşamıştır. 1970'lere kadar Hristiyan Ortodoks Rumların yoğunluklu olarak yaşadığı bir ada iken belirtilen tarihten itibaren Rum nüfusunda hızlı bir azalma meydana gelmiştir. Rum nüfusunun azalmasına ters orantılı bir biçimde adadaki Türk ve Müslüman nüfusta artış meydana gelmiştir. Tez çalışmasında bu durumun Türkleştirme politikaları sonucunda ortaya çıktığı ileri sürülmüştür. Ekonomide izlenen neoliberal politikalar ve Avrupa Birliğine adaylık sürecinin de etkisiyle geçmişteki niceliğe ulaşamasa da adadaki Rum nüfusta bir artışın meydana geldiği gözlemlenmiştir. Eski adı İmroz olan adadan; Rumların göç etme nedenleri, İmroz'un Gökçeada olma süreci, Gökçeada'nın Rumları nasıl hatırladığı konuları irdelenmekle beraber neoliberal çağda Gökçeada'nın İmroz Rumlarının sembolik kültürüne ne denli eklemlendiği ortaya konulmaktadır. İlki 1998 yılında yapılan Geleneksel Gökçeada Film Festivali ile Rumlar için kutsal olan Panaiya'nın aynı döneme denk gelmesi dikkat çekicidir. Ayrıca, adada Rumlara özgü sembolik kültür öğelerinin ön plana çıktığı turizm politikaları göz önünde bulundurulduğunda Rumların sembolik sermayelerinin sembolik ekonomiye dönüşümü ortaya konulmaktadır.
  • Item
    FeGa ince filmlerinin ultrahızlı manyetizasyon dinamiklerinin incelenmesi
    (ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2024) Özten, Merve Cansu
    Bu tez çalışmasının konusu, son yılların popüler araştırma konularından birisi olan ultrahızlı manyetizasyon dinamikleri üzerinedir. Tez çalışmasının amacı, FeGa ince filminin ultrahızlı manyetizasyon dinamikleri üzerine araştırmalar yapmaktır. Tez çalışmasının birinci aşaması FeGa ince filmlerinin üretimi ve karakterizasyonu, ikinci aşaması ise FeGa ince filminin ultrahızlı manyetizasyon dinamiklerinin deneysel olarak incelenmesi ve sonuçların yorumlanması üzerinedir. Birinci aşamada, FeGa ince filmleri manyetik alanda saçtırma tekniği kullanarak üretilmiştir. Üretilen FeGa ince filmlerinin kalınlıklarının ve kimyasal kompozisyonlarının belirlenmesi için taramalı elektron mikroskobu (SEM) ve enerji dağılımlı x-ışını spektroskopisi (EDX) kullanılmıştır. Bu ince filmlerin kristal yapısını belirlemek için x-ışını difraktometresi (XRD) kullanılarak analiz yapılmıştır. İnce filmin manyetik özelliklerinin incelenmesi için titreşimli örnek manyetometresi (VSM) cihazı ile ölçüm alınmıştır. Manyetik saçtırma ile üretilen ince filmlerin EDX ve SEM analizi sonuçlarına göre hedeflenen Fe80Ga20 alaşımının ince film olarak üretilebildiği gösterilmiştir. İkinci aşamada, üretilen ince filmlerin ultrahızlı manyetizasyon dinamiklerini araştırmak için Ankara Üniversitesi Fizik Mühendisliği Bölümü'nde bulunan zaman çözünürlüklü manyeto-optik Kerr etkisi (TR-MOKE) deney düzeneğinde ölçümler alınmıştır. Ölçüm sonuçlarının, literatürde ferromanyetik malzemeler için elde edilen demanyetizasyon zaman değerleri ile aynı mertebede olduğu görülmüştür. Demanyetizasyon zamanı ve gözlenen manyetizasyon kaybının maksimum değerinin lazer akısı ile nasıl değiştiği incelendiğinde ise, bu iki parametrenin de lazer akısı ile doğru orantılı olarak arttığı ve FeGa ince filminde demanyetizasyon süreçlerinde spin-flip saçılmasının baskın süreç olduğunu görülmüştür. Bu çalışmalar doğrultusunda elde edilen sonuçlar, ince filmlerin manyetik olarak lazer ile kontrol edilebileceği ve bu kontrolün ne kadar hızlı gerçekleşebileceğinin anlaşılması bakımından yarar sağlayacaktır.
  • Item
    Püskürtmeli kurutulmuş avokado çekirdeği ve kombucha çayı tozlarının sucuklarda escherichia coli üzerine inhibisyon etkileri
    (ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2024) İşleyen, İlayda
    Çalışmada, nitrit kullanımının azaltılması amacıyla püskürtmeli kurutulmuş Kombucha çayı tozu (KÇT) ve avokado çekirdeği tozu (AÇT) ilave edilmiş ve Escherichia coli inoküle edilen sucuklarda bazı fizikokimyasal ve mikrobiyolojik özelliklerdeki değişimler ile bu tozların E. coli patojeni üzerindeki inhibisyon etkileri araştırılmıştır. Bu amaçla, formülasyonlarına nitrit ilave edilmemiş kontrol (KONT), 150 ppm nitrit (KONT-NİT150), %6 AÇT (AVO), %6 AÇT+75 ppm nitrit (AVO-NİT75), %6 KÇT (KOM) ve %6 KÇT+75 ppm nitrit (KOM-NİT75), %6 AÇT+%6 KÇT (AVO-KOM) ve %6 AÇT+%6 KÇT+75 ppm nitrit eklenmiş (AVO-KOM75) olmak üzere toplamda 8 grup sucuk üretilmiştir. Örneklerde, nem içeriği, pH, titrasyon asitliği, su aktivitesi, toplam aerobik mezofilik bakteri (TAMB), laktik asit bakterileri (LAB) ve E. coli sayılarında meydana gelen değişim incelenmiştir. Fermantasyon sonrası sucukların %38.17- %40.55 aralığında değişen nem içeriği gruplar arasında farklılık göstermemiştir (p>0.05). KÇT ve AÇT'nin birlikte kullanımı pH değerini doğal toz ilavesi olmayan kontrol gruplarına (KONT ve KONTNİT150 için sırasıyla pH 4.83 ve 4.81) göre önemli ölçüde (p≤0.05) düşürmüştür (AVO-KOM ve AVOKOM-NİT75 gruplarında pH=4.33). Mikrobiyolojik analizlerde, TAMB sayısında fermantasyon sonrası yaklaşık 2.3 log'luk, LAB sayısında ise yaklaşık 2.5 log artış gözlenmiştir. E. coli sayısı başlangıç düzeyine göre fermantasyondan sonra tüm gruplarda önemli ölçüde düşüş göstermiştir. KÇT ve AÇT'nin birlikte kullanıldığı, AVO-KOM ve AVO-KOM-NİT75 gruplarında E. coli sayısında başlangıca göre sırasıyla 0.74 ve 0.80 log azalma saptanmıştır. AVO-KOM ve AVO-KOM-NİT75 gruplarının E. coli inhibisyon etkilerinin nitrit içeren sucuk grubuna çok yakın bir düzeyde, hatta bir miktar da yüksek olduğu (KONTNİT150 grubunda E. coli sayısına 0.71 log azalış) ortaya çıkmıştır. Çalışmadan elde edilen bulgular, KÇT ve AÇT'nin E. coli sayısını azaltmada, özellikle birlikte kullanıldığında 150 ppm nitrit ilavesine benzer inhibisyon etki yaptığını ve gelecekte bu yönde gerçekleştirilecek çalışmalara ışık tutacağını göstermektedir.
  • Item
    Derin öğrenme teknikleri ile gelişimsel kalça çıkıklığının ultrason görüntülerinden otomatik tespiti
    (ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2024) Yılmaz, Muhammed Enes
    Gelişimsel kalça displazisi, femur başı ile asetabulum arasındaki uyumsuzluktan kaynaklanan bir yapısal bozukluktur. Erken teşhis ve tedavi, uzuv kısalığı, topallama ve fonksiyonel özürlülük gibi olumsuz durumları önleyebilir. Bu rahatsızlık özellikle yenidoğan ve 0-3 aylık bebeklerde erken tanı konulması gereken bir durumdur. Tanıda gecikme durumunda, uzuv kısalığı gibi kalıcı sorunlar ortaya çıkabilir. Bu nedenle erken teşhis ve tedavi, yaşam kalitesini önemli ölçüde etkileyebilir. Tanıda iki temel yöntem olan fiziksel muayene ve ultrason ile görüntüleme yöntemi kullanılır. Özellikle ultrason görüntülerinin değerlendirilmesinde Graf yöntemi sıkça tercih edilir, ancak bu yöntemde uzman ve cihaz kaynaklı hatalar olabilmektedir. Günümüzde bilgisayar destekli tanı araştırmaları, tanı süreçlerini geliştirmek amacıyla yapılmaktadır. Ultrason görüntülerinin manuel işlenmesi, ölçümde zorluklara neden olabilir ve yanlış sonuçlara yol açabilir. Bu nedenle, bu çalışmada gelişimsel kalça displazisi tanısının ilk aşaması için farklı ağ mimarileri önerilmiştir: U-Net, Mask R-CNN ve YOLOv8. U-Net önerisi daha az veri ile ikili sınıflandırma olarak sunulmuştur, Mask R-CNN ve YOLOv8 ağ önerileri ise daha çok veriyle ve çok etiketli olarak eğitim süreçlerinden geçmişlerdir. Çalışmada öne çıkan YOLOv8, eğitim sonuçlarına göre en yüksek başarıya ulaşmıştır. Bölütleme, açı ölçümü ve istatiksel analiz kademeli olarak yapılmıştır. Açı ölçümü için iki öneri sunulmuş ve sonuçlar uzman sonucu ile karşılaştırılmıştır. Önerilerin doğruluğu için Bland-Altman analizi ve sınıf içi korelasyon analizi (ICC) uygulanmış, istatistiksel analiz sonuçları tablolar halinde karşılaştırılmıştır. Sunulan önerilerin doğruluğu ve güvenilirliği değerlendirilmiştir.
  • Item
    Ankara ili marul ekim alanlarında görülen fungal hastalıkların belirlenmesi
    (ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2024) Yumlu, Zeynep
    Önemli bir marul üreticisi durumunda olan Ankara ilinin yetiştiricilik alanlarındaki fungal hastalıkların belirlenmesi amacıyla 2022 yılında yapılan surveyler sonucunda hastalıklı bitki örneklerinden 66 fungal izolat elde edilmiştir. Elde edilen izolatların teşhis çalışmaları sonucunda kırk altı izolatın Fusarium oxysporum türüne ait olmasıyla en yaygın tür olduğu belirlenmiş, geri kalan izolatlardan ise; dokuz izolatın Alternaria alternata üç izolatın Fusarium equiseti, dört izolatın Fusarium solani, iki izolatın Rhizoctonia spp. birer izolatın ise Sclerotinia sclerotiorum ve Sclerotinia minor türlerine ait olduğu tespit edilmiştir. İzole edilen fungusların patojenisite denemeleri tohum-hipokotil testi şeklinde yapılmıştır. Patojenisite denemeleri sonucunda; Fusarium oxysporum izolatlarının hastalık şiddeti değerleri %0.0 – %83.0 arasında değişkenlik gösterirken, Fusarium equiseti %22.6 – 86.0, Fusarium solani %28.3 – 90.0, Rhizoctonia spp. %15.0, %29.0, Sclerotinia sclerotiorum ve Sclerotinia minor içinse sırasıyla %68.0 ve %93.0 olarak belirlenmiştir. F. equiseti'nin ülkemizde de marul bitkisinde patojen olduğu bu tez çalışması ile ilk kez tespit edilmiş olup bu veriler ülkemiz için ilk kayıt niteliğindedir.