01-YÜKSEK LİSANS TEZLERİ
Permanent URI for this collection
Browse
Recent Submissions
Item Yabancı banka girişlerinin Türk bankacılık sektörü karlılığı üzerine etkisi(ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2025) Çoban, Zahide KaracaBu çalışmada, yabancı sermayeli banka girişinin Türk bankacılık sektörünün karlılığı üzerindeki etkisi 2003Ç1-2023Ç4 döneminde Türkiye'de faaliyet gösteren 26 ticari bankanın aktif karlılık oranı (ROA) ve net kar marjları (NIM) kullanılarak araştırılmaktadır. Bu kapsamda, yabancı sermayeli banka girişi küresel finansal kriz öncesi dönemde (2003Ç1-2023Ç4) bankaların karlılığını azaltırken, küresel finansal kriz sonrası dönemde ise (2009Ç1-2023Ç4) banka karlılığını artırdığı gözlenmiştir. Yabancı sermaye girişinin finansal kriz öncesi dönemi aşağı yönlü etkisi yerli bankalar üzerindeki etkisinden kaynaklanmaktadır. Yabancı banka girişinin Türk bankacılık sektörü karlılıkları üzerindeki aşağı yönlü etkisi, finansal kriz öncesi dönemde ticari bankalar arasındaki rekabetin artmasının bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Yabancı sermaye girişinin finansal kriz sonrası yukarı yönlü etkisi ise yabancı bankalar üzerindeki etkisinden kaynaklanmaktadır. Bu dönemde yabancı banka girişinin yerli bankaların kârlılığı üzerinde somut bir etkisi bulunmamaktadır. Yabancı girişinin Türk bankacılık sektörünün aktif karlılık oranı üzerindeki yukarı yönlü etkisi, mevduat bankaları arasında yüksek aktif payına sahip üç yerel bankanın yabancı bankalar tarafından devralınmasının bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Son olarak, banka bazlı ve makroekonomik faktörlerle ilgili olarak, bankaya özgü faktörlerin karlılık üzerinde dış etkenlere kıyasla daha büyük bir etkisi olduğu ortaya konulmaktadır. Ayrıca, banka kârlılık dinamiklerin banka türlerine ve küresel kriz öncesi ve sonrasında değişiklik gösterdiği gözlenmektedir.Item Kötülük problemi ve Hume'daki görünümü(ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2022) Yıldız, Özkanİnsanoğlunun tarih sahnesine çıkışı kadar eski bir geçmiş i olan kötülük problemi, her çağ ya da dönemde özellikle kötülük üzerine kafa yoran birçok entelektüel insanın ilgi alanı olmuştur. Çünkü kendi hayatlarına derinden etki eden bu soruna karşı kayıtsız kalamamışlar ve sorunun kaynağına yönelik birçok teori ortaya atmışlardır. Bu çalışmanın amacı, ilk olarak Epikuros'un öne sürdüğü kötülük sorunu üzerine felsefi bir soruşturma yapmak ve ardından bu sorunu, 18. Yüzyılda din felsefesinin gündemine yeniden getiren David Hume özelinde ele alarak, Hume'un bu sorunu tartışmaktaki niyetinin ne olduğunu açıklığa kavuşturmaktır. Bu çerçevede, çalışmanın ilk bölümünde problem, kötülüğün felsefi bir sorun olarak varlığını kabul eden teizm ve ateizm bağlamında tartışıldı. Ayrıca, kötülük türlerinin ne olduğuna değinilerek, daha çok ahlaki kötülüğün bir problem oluşturduğuna dikkat çekildi. Yine bu bölümde, kötülük probleminin türleri açıklanarak, ateistlerin en şiddetli saldırılarını mantıksal kötül ük problemi üzerinden yaptıkları üzerinde duruldu. Kötülük probleminin çözümüne yönelik din felsefesinde bazı filozoflar, "teodise" denemelerine de girişmişlerdir. Çalışmada bu teodiselerden ön plana çıkanlar ele alınmış, ancak bunlar insan zihninin ürünü oldukları için farklı inanç kesimlerinden insanların üzerinde uzlaşabilecekleri çözümler sunamadıkları vurgulanmıştır. Çalışmanın ikinci bölümünde Hume'un, Tanrı anlayışının, teizmin geleneksel Tanrı kanıtlamalarına yönelik eleştirilerinin ve kötülük problemini yorumlama biçiminin filozofun bilgi teorisinden özellikle de nedensellik eleştirisinden ayrı değerlendirilemeyeceği savunuldu. Buna göre, bilgi teorisinde deneyci olan Hume'a göre Tanrı'nın var olup olmadığı asla bilinemez. Ancak iman yoluyla Tanrı'nın varlığından ve niteliklerinden bahsedilebilir. Bu bağlamda, Hume'un ateist değil, agnostik olduğu iddia edildi. Hume, kötülük problemini de bu çerçevede yorumlar. Ona göre kötülükler, bir ateizm kanıtı ya da bir inanç sorunu değildir. Kötülük problemiyle hem teizmin 158 geleneksel teleolojik delilini eleştirir, hem de kendi agnostik felsefesine ontolojik bir temel kazandırmaya çalışır.Item Kullanım süresi dolmuş olan Plaquenil'in korozyona etkisinin deneysel ve teorik olarak araştırılması(ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2024) Korkmaz, HüseyinBu çalışmada hidroksiklorokin etken maddesine sahip son kullanma tarihi geçmiş plaquenil ilacının elektrokimyasal ve teorik hesaplama yöntemleri ile korozyon inhibitörü olma durumları incelenmiştir. Elektrokimyasal taramalar VoltaLab PGZ 402 potansiyostat/galvonastat cihazı ile yapılmıştır. 1 M HCl içerisinde düşük karbon çeliği üzerinde yapılan korozyon taramaları sırasında hidroksiklorokin etken maddesinin 1x10-2, 1x10-3, 1x10-4 ve 1x10-5 M çözeltileri inhibitör olarak denenmiştir. Teorik çalışmalar ORCA 5.0.4 programı ile DFT/B3LYP yönteminin altında 6-311G**(d,p) basis seti ile incelenmiştir. En uygun derişim olarak seçilen 1x10-2 M ile yapılan tarama sonucu çeliğin SEM görüntüleri alınmıştır.Item Stratejik planlamanın kamu yönetiminde uygulanabilirliği: Ankara Üniversitesi örneği(ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2025) Sezgin, AysuStratejik planlama; örgütün misyon, vizyon ve temel değerleri doğrultusunda, örgütün güçlü ve zayıf yönleri tespit edilerek, paydaşların katılımı ile uzun vadeli amaç ve hedeflerin belirlendiği, performans göstergeleri ölçülebilir olan ve izleme değerlendirmesi yapılan planlama modelleridir. Stratejik plan özel sektör tabanlı bir planlama modeli olup kamu yönetimine transfer edilmiştir. Kamu yönetimindeki değişim ihtiyacı yönetimin bir fonksiyonu olan planlama modelinde de değişikliğe ihtiyaç duyulmasını beraberinde gelmiştir. Geleneksel kamu yönetiminden yeni kamu yönetimine, bürokrasiden yönetişime doğru yaşanan dönüşüm ile birlikte stratejik yönetim ve stratejik plan kavramları kamu için önemli hale gelmiştir. Çalışmada stratejik planlamanın mevcut haliyle kamu yönetiminde uygulanabilir olmadığının iyi bir uygulama örneği üzerinden değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yönetim, kamu yönetimi, kamu hizmeti, strateji, stratejik yönetim kavramları açıklanmıştır. Bir sonraki adımda örneklem olarak kamu üniversitesi seçilmesi doğrultusunda bir kamu hizmeti olarak yükseköğretim değerlendirilmiştir. Ankara Üniversitesi uygulama örneği üzerinden stratejik planlamanın kamu kurumunda uygulanırken salt kamu hizmetinin ve idari yapısının niteliği itibari ile karşılaşılan sorunlar ortaya konmuştur. Sonuç olarak çalışmada stratejik planlamanın kamuda uygulanması ve kamu kurumuna katma değer sağlayabilmesi için kamu yönetimi çerçevesinde revize edilmesi gerektiği kanaati oluşmuştur.Item Paket tur sözleşmeleri(ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2025) Ergün, Rümeysa ZehraTüketicinin Korunması Hakkında Kanun m. 51'de düzenleme altına alınan paket tur sözleşmeleri, turizm sektöründe çok sık tercih edilen bir sözleşme türüdür. Paket tur sözleşmelerinde taraflardan biri tüketici iken diğer taraf paket tur düzenleyicisidir. Paket tur sözleşmeleri kapsamında en az iki tane asli turizm hizmeti bulunmalıdır. Bu turizm hizmetlerin en az bir tanesi ise konaklama ya da ulaştırma hizmeti olmak zorundadır. Bunların dışındaki turizm hizmetleri ise konser düzenlenmesi, araç kiralanması gibi hizmetler olabilmektedir. Konaklamanın tur kapsamında olmadığı sözleşmelerde paket tur sözleşmesindeki hizmetlerin süresi yirmi dört saati geçecek bir süreyi kapsamalıdır. Konaklama hizmetinin paket tur içerisinde olduğu hallerde ise en az bir gecelik konaklama hizmetinin tur kapsamında yer alması yeterlidir. Bu çalışmanın amacı paket tur sözleşmelerinde meydana gelebilecek uyuşmazlıklarda bilhassa tüketicinin sahip olduğu haklar üzerinde durarak tüketicinin mağduriyeti halinde bir yol haritası çizmektir. Çalışmanın ilk bölümünde paket tur sözleşmelerine ilişkin genel bilgilere yer verilmiştir. İkinci bölümde paket tur sözleşmesinin tarafları ile tarafların yükümlülüklerine ve paket tur sözleşmesi nedeniyle mağdur olan tüketicilerin kanun kapsamında sahip olduğu haklara değinilerek paket tur sözleşmesinde tüketicilerin korunması hususu detaylı bir şekilde incelenmiştir. Çalışmanın üçüncü bölümünde ise paket tur sözleşmesinin devri, sona ermesi, uyuşmazlıklara karşı tüketicinin başvurabileceği merciler ve zamanaşımı konularına değinilmiştir.Item Bilgi erişimde vikipedi'nin rolü: Ankara'daki müzeler örneği(ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2025) Çit, DenizMüzeler, toplumların tarihsel varlıklarını devam ettirebilmeleri, aidiyet duygusunu yaşatabilmeleri ve sahip oldukları nesneleri ile verilerini geleceğe aktararak toplumsal bir faydaya dönüştürebilmeleri sürecinde kritik bir rol üstlenmektedir. Bu rolün gerçekleştirilebilmesi için müzelerin toplum ve ziyaretçilerle etkileşim halinde olması gerekmektedir. Dijital çağın bilgi ve iletişim teknolojilerindeki ilerlemeler sayesinde internet, web siteleri ve sosyal medya kanalları bu etkileşimi sağlamak için önemli araçlar haline gelmiştir. Bu çalışma, Türkiye'deki müzelerin internet ortamında bilgi sunumları ve bilgi erişim durumlarını ele almaktadır. Ayrıca, müzelerin dijital görünürlüklerini ve bilgi erişimlerini artırmak amacıyla Wikimedia Projelerinin, özellikle Vikipedi sayfalarının, nasıl kullanılabileceği incelenmiştir. Bu bağlamda, Türkiye genelindeki müze verileri üzerine bir değerlendirme yapılmış ve Ankara ilindeki müzeler özelinde ayrıntılı bir analiz sunulmuştur. Çalışma kapsamında ilk olarak, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı faaliyet gösteren Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü, Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Ankara İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün resmi internet sitelerinde paylaşılan müzeler incelenmiştir. Bakanlık ve ilgili Müdürlükler tarafından dijital ortamda müzelerin görünürlüklerini artırmak amacıyla geliştirilen "Türkiye'nin Müzeleri", "Türkiye Kültür Portalı" ve "Turkish Museums" internet siteleri de detaylı olarak ele alınmıştır. Ayrıca, resmi veriler temel alınarak açık erişim ve bağlı verilerle desteklenen Wikimedia projeleri çerçevesinde, Türkiye genelindeki ve Ankara özelindeki müzelerin Vikipedi ve Vikiveri sayfaları incelenmiştir. Bu incelemede çeşitli örnek projelerden faydalanılmış ve Wikimedia platformlarının, müzelerin dijital görünürlüklerini artırmadaki potansiyeli öne çıkarılmıştır. Sonuç olarak, Türkiye'deki müzelerin dijital dönüşüm sürecine uyum sağlayarak bilgi erişimde daha etkin bir rol oynayabileceği ve bu kapsamda Wikimedia projelerinin etkili bir şekilde kullanılabileceği vurgulanmıştır.Item Pembe dalga yönetimlerinin dış ticaret politikaları: Venezuela ve Bolivya üzerine bir inceleme(ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2024) Yıldırım, EzgiBu çalışma kapsamında, Latin Amerika bölgesinde Hugo Chávez'in 1999 senesinde başkan seçilmesi ile başlayan pembe dalga akımı ile başlayan sol partilerin iktidara geçmesi sürecinde, Venezuela ve Bolivya ülkelerinde 1999-2013 ve 2005-2019 dönemini kapsayan ihracat, ithalat ve ekonomik büyüme verileri kullanılarak dış ticaret ve ekonomik büyüme arasındaki ilişki incelenecektir. Çalışmanın amacını açıklamak için, Durağanlık, Genişletilmiş Dickey-Fuller (Augmented Dickey-Fuller, ADF) testleri ve VAR modeli uygulanmıştır. Uygulanan analizlerde, Venezuela ve Bolivya için, ihracat, ithalat ve gayri safi yurtiçi hasıla büyüme oranı değişkenleri kullanılmıştır. Genişletilmiş Dickey-Fuller birim kök testi (ADF) yardımı ile kullanılan veri setindeki değişkenlerin durağan olup olmadığı incelenmiş; serinin tüm değişkenlerinin durağan olmadığı tespit edilmiştir. Dolayısıyla, değişkenlerin farkı alınarak durağan hale getirilmiştir. Çıkan sonuçlarla yapılan AR analizi ile değişkenler arasında nedensellik analizleri yapılabileceği sonucuna varılmıştır. Modelin bulgularına göre, Venezuela için ihracatın ekonomik büyüme üzerinde pozitif bir etkisi bulunurken; ithalatın ekonomik büyüme üzerinde herhangi bir etkisi saptanamamıştır. Bolivya için ise ihracatın ve ithalatın ekonomik büyüme üzerinde pozitif bir etkisi bulunmaktadır. bu araştırma sonucunda, Latin Amerika'da anti-neoliberal mücadeleler sonucu iktidara gelen sol partilerin uyguladıkları dış ticaret politikalar ile ekonomik büyüme arasındaki ilişki konusunda ampirik olarak alana önemli katkılar sağlanması beklenmektedir.Item Köroğlu dağlık alanının MODIS verileri ile iklim değişikliği analizi(ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2024) Kaynakkan, Murat YiğitBu çalışmada MODIS uydusunun verileri kullanılarak Köroğlu dağlık alanı bulutluluk ve yüzey sıcaklığı eğilimleri analiz edilmiştir. Bu doğrultuda MODIS Terra ve Aqua uydusu verileri indirilmiştir. Çalışma için ArcGIS programı kullanılarak; konum haritası ve yükseklik haritası, arazi kullanım haritaları, eğim haritası, bakı haritası, jeoloji haritası, Köppen-Geiger iklim sınıflandırması haritası, bulutluluk ortalaması haritaları, yüzey sıcaklığı ortalaması haritası, bulutluluk eğilimi haritaları ve yüzey sıcaklığı eğilimi haritaları oluşturulmuştur. Eğilim analizlerinde Mann-Kendall Testi kullanılmıştır. Köroğlu dağlık alanı; su kaynakları, ormancılık, tarım, kayak alanları, kamp alanları ve doğal yaşam açısından önemli bir bölgedir. Sahanın yüksekliğinin 0-2291m arasında değişmektedir. Çalışma sahasının büyük bir bölümünün ormanlık alanlardan oluştuğu, 1990-2018 yılları arasında ormanlık alanların azalıp şehirsel ve tarım alanlarının arttığı görülmüştür. Çalışma sahasının yıllık eğilim değerlerinde anlamlı sonuçlar çıkmamıştır. Çalışma sahasında bulutluluk oranlarının yaz aylarında düşük seviyede olduğu kış aylarında yüksek olduğu görülmüştür. Yüzey sıcaklıklarının ise genel olarak yüksekliğe göre değişim gösterdiği görülmüştür. Çalışmada anlamlı sonuçlar üzerinde durulmuştur.Item Weibull genelleştirilmiş yenileme sürecinde parametre tahmini / Parameter estimation in Weibull generalized renewal proc(ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2025) Karademir, Gamze TunçTamir edilebilir sistemler onarım sonrasında beş durumdan birine getirilebilir. Bu durumlar şu şekilde adlandırılır: 'yenisi kadar iyi, 'eskisi kadar kötü, 'eskisinden iyi ama yenisinden kötü, 'yenisinden daha iyi', and 'eskisinden daha kötü'. Onarılabilir sistemler için kullanılan yenileme süreci (RP) ve homojen olmayan Poisson süreci ( NHPP ), birinci ve ikinci durumları açıklar. Eğer tamir yenisi kadar iyi ise bu sistem için uygun bir sayma süreci modeli yenileme süreci RP dir. Ancak onarım sonrası tüm durumlar için yaklaşım mevcut değildir. Weibull genelleştirilmiş yenileme süreci (WGRP) Kijima and Sumita (1986) tarafından geliştirilmiş ve literatüre dahil edilmiştir. Parametre tahmin problemi hem RP hem de WGRP için çok önemlidir. Bu çalışmada WGRP ve istatistiksel özellikleri ele alınmıştır ve parametre tahmini problemi tartışılmıştır. Öncelikle model parametreleri en çok olabilirlik (ML) yöntemi kullanılarak tahmin edilmiş, ardından elde edilen tahmin ediciler için asimptotik yansızlık, tutarlılık özellikleri incelenmiştir. ML tahmin edicilerinin performansları bir simülasyon çalışması ile değerlendirilmiştir. Son olarak, yöntemin uygulanabilirliğini göstermek için iki gerçek yaşam verisi örneği sunulmuştur.Item İki boyutlu ağır mıknatıslarda yük katkılama ve zorlanma etkisinin yoğunluk fonksiyoneli teorisi ile incelenmesi(ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2024) Demirci, Muhammed EminSon yıllarda, iki boyutlu (2B) malzemelerin araştırılması, yoğun madde fiziği ve malzeme bilimi alanında önemli keşiflere yol açmıştır. Bu malzemeler arasında, 2021 yılında ortaya çıkan ağır 2B mıknatıslar, benzersiz elektronik ve magnetik özellikleri nedeniyle çeşitli teknolojik uygulamalar için umut verici adaylar olarak ortaya çıkmıştır. Yük katkılama ve zor etkisi gibi dış faktörlerin, bu malzemelerin davranışları üzerindeki etkisini anlamak, performanslarını incelemek ve potansiyellerini ortaya çıkarmak için çok önemlidir. Bu tez çalışmasında, atomik seviyelerdeki malzemelerin incelenmesinde yaygın olarak kullanılan Yoğunluk Fonksiyonel Teorisini (YFT) baz alınarak, ağır 2B mıknatıslardaki yük katkılama, zorlanma etkilerini ve Curie sıcaklıklarını araştırmaya odaklanmaktadır. YFT, kuantum mekaniği ilkelerinden yararlanarak, malzemelerin elektronik yapısı, magnetik , optik ve daha birçok özellikleri hakkında doğru tahminler yapılmasını sağlar ve farklı koşullar altındaki davranışları ile ilgili yönelimlerini sunar. Nanoelektronik, spintronik ve kuantum teknolojilerinde geniş bir uygulama yelpazesi bulunan oldukça potansiyel adaylar olan bu 2B Janus magnetik malzemeler, güçlü spin-yörünge eşleşmesi, büyük bant aralıkları ve ayarlanabilir magnetik özelliklerin benzersiz kombinasyonu, gelişmiş performansa sahip yeni işlevler ve cihazlar tasarlamak için yeni fırsatlar sunmaktadır. Bu tez çalışmasında, YFT simülasyonlarını kullanarak VSBr, VSI ve VSeI tek katmanlı malzemelerin; elektronik, magnetik ve yapısal özelliklerini araştırmaya odaklanıyoruz. Katkılama ve dış stresin bu malzemeler üzerindeki etkilerini inceleyerek, yeni nesil elektronik ve spintronik cihazların tasarımında pratik olarak kullanılabilmelerini sağlamak amacıyla davranışları hakkındaki bilgilerimizi derinleştirmeyi amaçlıyoruz.Item Hetero halkalar içeren di- ve tri-nükleer bor-salen komplekslerinin sentezi, spektral ve kiral özelliklerinin belirlenmesi ve dna ile etkileşimlerinin araştırılması(ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2024) Öz, BengisuTez kapsamında 2 eşdeğer stereojenik bor merkezi içeren bir seri dibenzofuranil gruplu dinükleer (2aI-2cI) ve trinükleer (3aI-3dI) ve dibenzotiyofenil gruplu dinükleer (2aII ve 2bII) ve trinükleer (3aII-3dII) yeni bor-salen kompleksi hazırlandı. SalenH2 ligandları (1a-1d), salisilaldehit'in sırası ile 1,2-diaminoetan, 1,3-diaminopropan, 1,4-diaminobütan ve 2-hidroksi-1,3-diaminopropan ile kuru MeOH'deki kondenzasyon tepkimelerinden sentezlendi. Dinükleer bor kompleksleri (2aI-2cI, 2aII ve 2bII), bu komplekslere karşılık gelen SalenH2 ligandları (1a-1c)'nin toluende dibenzofuran/tiyofen-4-boronik asit ile tepkimelerinden elde edildi. Trinükleer bor kompleksleri (3aI-3dI ve 3aII-3dII), SalenH2 ligandları (1a-1d)'nin asetonitrilde borik asit ile etkileştirilmesinden oluşan dinükleer bor-salen komplekslerinin izole edilmeden dibenzofuran-/dibenzotiyofen-4-boronik asit ile tepkimelerinden elde edildi. Yedi-, sekiz- ve dokuz-üyeli hetero halkalı boraksan grubuna (RB-O-BR) sahip dinükleer (2aI-2cI, 2aII ve 2bII) ve boroksin grubuna [(B-O-B)-(O2BPh)] sahip trinükleer (3aI-3dI ve 3aII-3dII) bor-salen komplekslerinin NMR spektrumlarından komplekslerin sadece bir stereoizomer içerdiği, CD spektrumlarından ise enantiyomerlerden sadece birine sahip olduğu belirlendi. Bor-salen kompleksleri (2aI-2cI, 2aII, 2bII, 3aI−3dI and 3aII-3dII)'nin DNA ile etkileşim çalışmaları, jel elektroforez ve UV titrasyon yöntemleri ile incelendi. Buna göre, dinükleer salen-bor komplekslerinin DNA'ya hasar vermediği ancak DNA'nın jel içerisinde çökmesine sebep olduğu gözlendi. Dibenzofuranil gruplu trinükleer bor-salen kompleksi (3dI)'in DNA'yı yüksek konsantrasyonda parçaladığı, diğer trinükleer bor-salen komplekslerinin ise DNA'ya hasar vermediği görüldü.Item Balkabağı posasından mikropartikül kullanılarak biyoetanol üretimi(ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2024) Özcan, BurakFosil bazlı yakıtların çevre kirliliğine yol açıyor olması ve tükenmekte oldukları göz önüne alındığında biyoetanol çevre dostu alternatif bir yakıt olarak öne çıkmaktadır. Tez çalışması kapsamında balkabağı posası, yüksek şeker içeriği ve kolay tedarik edilebilir olması sebebi ile biyoetanol üretiminde kullanım potansiyeli olan bir lignoselülozik hammadde olarak değerlendirilmiştir. S. cerevisiae, K. marxianus ve C. boidinii mayalarının SA@APES@ Mgn SiO2 mikropartikülü varlığında etanol üretimleri incelenmiş ve daha yüksek etanol üreten C. boidinii mayası seçilmiştir. Seçilen C. boidinii mayasının etanol üretimini arttırmak amacıyla farklı balkabağı konsantrasyonları (50, 100, 200 g/L), mikropartikül konsantrasyonları (1.25, 2.5, 5, 10, 20 mg), fermentasyon zamanı (12, 24, 48, 72, 96 saat) ve besiyeri katkılaması ile optimize edilmiştir. En yüksek etanol konsantrasyonu, 200 g/L balkabağı ve 10 mg mikropartikül konsantrasyonunda 72 saat sonunda besiyeri katkılaması varlığında 54.35 g/L olarak bulunmuştur. Teorik etanol verimi %79.42, hacimsel etanol üretkenliği (Qp) 0.75 g/L.s, YP/S 0.406 g/g olarak elde edilmiştir. Yapılan bu tez çalışmasında mikropartikül eklenmesinin etanol üretimini arttırdığı gösterilmiştir. Ayrıca C. Boidinii mayasının ve balkabağı posasının etanol üretiminde kullanımının umut vaat ettiği gösterilmiştir.Item Bazı klinik dermatofit izolatlarını enfekte eden mikovirüslerin belirlenmesi, moleküler olarak nitelendirilmesi ve konakları ile olan etkileşimlerinin incelenmesi(ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2024) Ediş, GülceDermatofitozdan sorumlu en yaygın patojen Trichophyton rubrum (%53,1) olup, bunu T. mentagrophytes (%7,5), Microsporum canis (%6,9), T. tonsurans (%5,6), T. interdigitale (%5,0) ve T. violaceum (%3,8) takip etmektedir. Bu tez çalışmasında klinik dermatofit izolatlarını enfekte eden mikovirüslerin tespit edilmesi, genom dizilerinin tüm veya tüme yakın halde belirlenmesi, moleküler ve filogenetik özelliklerinin ortaya çıkartılması ve konakları ile olan etkileşimleri araştırılmıştır. Dermatofit izolatlarının genomik DNA'ları CTAB yöntemi kullanılarak elde edilmiştir. ITS gen bölgeleri için polimeraz zincir reaksiyonu gerçekleştirilmiş ve sanger dideoksi zincir sonlanma yöntemi ile diziler belirlenmiştir. Ardından, diziler BLASTn ile analiz edilerek dermatofitlerin moleküler tür teşhisleri gerçekleştirilmiştir. Dermatofit izolatlarından dsRNA ekstraksiyonu yapılarak virüs ile enfekte örnekler belirlenmiş, cDNA'ya çevrilmiş ve rastgele polimeraz zincir reaksiyonu ile diziler çoğaltılarak, yeni nesil dizileme ile dermatofit fungusu enfekte eden virüslerin dizileri elde edilmiştir. Virüs ile ilişkili dizilerin tüm genomunun elde edilmesi için RNA ligasyonu ve ardından RACE yöntemi kullanılmıştır. Biyoinformatik ve filogenetik olarak analiz edilen diziler sonucunda; Lecanicillium aphanocladii'yi enfekte eden iki yeni mikovirüsün tüm genomu ortaya çıkartılmıştır (Lecanicillium aphanocladii polymycovirus 1 ve Lecanicillium aphanocladii negative-stranded RNA virus 1). Morfolojik ve moleküler tür teşhisi çalışmaları sonucunda Lecanicillium aphanocladii'nin neden olduğu ilk dermatofitozun vaka takdimi rapor edilmiştir.Item İslâm kelâmında Sümeniyye ve Berâhime'nin nübüvvet anlayışlarına eleştiriler(ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2024) Göçmen, MuhsinNübüvvet insanlık tarihi kadar eski bir konudur. Her ne kadar nübüvveti inkâr edenler olsa da dünya tarihine bakıldığında peygamberlerin insanlık tarihi üzerinde çok büyük etkileri olmuştur. Öyle ki günümüz modern dünyasında kullandığımız miladi takvimin başlangıcı dahi bir peygamber olan Hz. İsa'nın doğduğu yılı esas alır. Her devirde ve her toplulukta peygamberlerin izlerine rastlamak mümkündür. Nübüvvet bir inanç esası olarak ele alındığında dinler arasında belirgin farkların olduğu bilinen bir gerçektir. Bu durum nübüvvete yönelik tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Günümüzde nübüvveti inkâr eden akımların temeli sayılabilecek Sümeniyye ve Berâhime de nübüvvet hakkında olumsuz fikirler ileri sürmüş ve peygamberleri inkâr etmişlerdir. Bu çalışmamızda söz konusu iki fırkanın nübüvvete karşı olma nedenleri incelenecek ve İslam âlimlerinin onlara vermiş oldukları cevaplar üzerinde durulacaktır.Item Türk Ceza Kanunu'nda bilişim sistemine ve sistemdeki verilere karşı suçlar(ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2024) Liman, Ayşe NurDört bölüm altında ele alınan çalışmanın konusunu 5237 sayılı TCK'da düzenlenen bilişim sistemine ve bilişim sistemindeki verilere karşı suçlar oluşturmaktadır. Birinci bölümde, konu genel kapsamda incelenmiştir. Bu çerçevede konuyla ilgili kavramlar, bilişim sistemlerine ve sistemdeki verilere karşı suçların işlenme şekilleri ve bu suçların genel özellikleri, bu suçların fail ve mağdurlarına ilişkin açıklamalar yapılmıştır. Tezin ikinci bölümünde bilişim sistemine girme veya sistemde kalma, sisteme girmeksizin veri nakillerini teknik araçlarla izleme suçları (TCK m. 243), üçüncü bölümünde bilişim sistemini engelleme veya bozma; verileri yok etme veya değiştirme suçları (TCK m. 244), son bölümde ise yasak cihaz veya programlar suçu (TCK m. 245/A) unsurlarıyla birlikte incelenmiştir.Item Bir özneleşme süreci olarak genç borçluluğu: KYK kredisi üzerinden bir inceleme(ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2025) Kurt, HilalTürkiye'deki refah rejiminin yapısı, doğrudan çalışma hayatına atılamayan, makul ücretli ve güvenceli iş bulmakta giderek zorlanan gençlerin refahını ve risklerden korunmasını büyük ölçüde aileye yüklemektedir. Bu araştırma, bu durumun, üniversite mezunu gençlerin ailelerine olan bağımlılığını nasıl şekillendirdiğini ve bu bağımlılığın mezuniyet sonrası borçluluk deneyimiyle kesiştiğinde nasıl etkilendiğini anlamayı amaçlamıştır. Karakteristik özelliği ailecilik olan Türkiye'deki refah rejiminin, gençlikten yetişkinliğe geçiş sürecini nasıl etkilediği ve borcun oluşturduğu iktidar ilişkisi bağlamında özneleşme sürecini nasıl şekillendirdiği sorularına yanıt aranmıştır. Araştırma nitel araştırma yöntemleri çerçevesinde, anlatı araştırması deseni ile gerçekleştirilmiştir. Çalışma kapsamında, üniversite mezunu, KYK öğrenim kredisi almış, 25-29 yaş aralığında, farklı bölümlerden mezun, ücretli bir işte çalışan veya iş arayan gençlerle yarı-yapılandırılmış derinlemesine görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Katılımcıların yaşam öykülerine odaklanarak neden borçlandıklarını, borçlu olma halinin gündelik yaşam deneyimlerini, gençlikten yetişkinliğe geçiş sürecini ve gelecek planlarını nasıl etkilediği gençlerin anlatıları üzerinden incelenmiştir. Sonuçta, Türkiye'deki refah rejiminin, gençleri aileye bağımlı bireyler olarak konumlandırarak gençlerin bağımsızlaşma kapasitesini sınırlandırdığı ortaya konulmuştur. Bu bağlamda, KYK borcu tek başına gençler üzerinde bir iktidar ilişkisi kurmasa da öğrenciyken borçlanan gençler, mezuniyet sonrası iş ve gelir güvencesizliğiyle karşılaşmasıyla aile desteğinin boyutuna göre ailelerine; aile desteğinin olmadığı durumda ise geçim zorluğu veya başka borçların varlığı nedeniyle işgücü piyasasına tabi kılındığı bir iktidar ilişkisi içinde öznelliklerini ve yaşamlarını şekillendirmektedir. KYK borcu, gençlerin ekonomik bağımsızlığını sağlamalarında doğrudan bir engel teşkil etmese de mevcut ekonomik belirsizlik ve güvencesizlikle birleştiğinde gençlerin ekonomik kırılganlığını derinleştirmektedir.Item İklim değişikliği ile mücadelede yeşil altyapının rolü(ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2025) Akay, BuketBu tez, iklim değişikliği ile mücadelede yeşil altyapının rolünü incelemektedir. İklim değişikliği, küresel ve yerel ölçekte çevresel, ekonomik ve sosyal riskleri derinleştirirken, özellikle kentlerde sürdürülebilirlik ve dirençlilik açısından büyük tehditler oluşturmaktadır. Türkiye, 2053 Net Sıfır Salım hedefi doğrultusunda, mevcut iklim politikalarını güçlendirme ve uygulama mekanizmalarını etkinleştirme ihtiyacı duymaktadır. Bu bağlamda, yeşil altyapı; kentlerin sera gazı salımlarını azaltmak, doğal ekosistemleri korumak ve iklim değişikliğine uyum sağlamak için kritik bir araç olarak öne çıkmaktadır. Tezde, öncelikle kentlerin sera gazı salım kaynakları olan enerji, ulaştırma, kentsel yapılar, sanayi ve atık yönetimi detaylandırılmıştır. Ardından, kentlerin iklim değişikliğiyle mücadele yöntemleri; sera gazı salımlarının azaltılması ve iklim değişikliğine uyum stratejileri çerçevesinde ele alınmıştır. Yeşil altyapının, kentsel planlama süreçlerine nasıl bütünleştirilebileceği, iklim değişikliği ile bütüncül bir yaklaşımla nasıl değerlendirilebileceği tartışılmıştır. Türkiye özelinde yapılan değerlendirmelerde, ulusal ve yerel yönetimler arasındaki işbirliği ve eşgüdüm eksiklikleri, mevzuattaki boşluklar ve finansal kısıtlamalar nedeniyle yeşil altyapı uygulamalarının sınırlı kaldığı belirtilmiştir. Tez, IPCC'nin önerdiği çok seviyeli yönetişim modelini temel alarak, Türkiye'nin ihtiyaçlarına uygun, merkezi yönetim ve yerel yönetimlerin işbirliğini ve eşgüdümünü güçlendiren bir yeşil altyapı modeli ve yönetsel model geliştirmektedir.Item Disinformation in the post-truth era: A comparative analysis of the European Union, Türkiye and Brazil's instruments and practices for combating online disinformation(ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2025) Şardaşlar, İremGerçeklik ve hakikat kavramları, epistemoloji ve ontoloji alanlarında sıkça tartışılmakta, birbiriyle bağlantılı ancak farklı anlamlar taşıyan iki kavramdır. Gerçeklik, insan bilincinden bağımsız olarak var olan, somut ve nesnel dünyayı ifade etmektedir. Hakikat ise bu gerçekliğin insan zihninde algılanan ve anlamlandırılan biçimini taşımaktadır. Bu iki kavram arasındaki ayrım, bilginin kaynağı ve doğruluk kriterleri açısından önem taşımaktadır. Gerçeklik, deneyim ve gözlem yoluyla algılanırken, hakikat genellikle bu algının yorumlanması ve anlamlandırılması sürecinde şekillenmektedir. Dolayısıyla, hakikat bireysel ve toplumsal çerçeveler içinde farklılık göstermektedir. Post-truth dönemi, hakikat ve gerçeklik kavramlarının bulanıklaştığı, duyguların ve inançların nesnel gerçeklerden daha etkili olduğu bir çağ olarak tanımlanmaktadır. 2016'daki Brexit referandumu ve Donald Trump'ın ABD başkanlık zaferi, bu dönemin simgesel olayları olarak kabul edilmektedir. Oxford Sözlüğü'nün 2016'da "post-truth" terimini yılın kelimesi seçmesi, bu dönüşümün toplumsal ve politik söylemi nasıl şekillendirdiğini ortaya koymaktadır. Bu dönemde, gerçeklik algısı kişisel inançlara ve duygusal anlatılara göre şekillenirken, doğru ile yanlış arasındaki sınırlar giderek silinmiştir. Sosyal medya, bu süreci hızlandırarak yanlış bilgilerin yayılmasını kolaylaştırmış ve bireylerin kendi doğrularına göre oluşturdukları yankı odalarını güçlendirmiştir. Gerçek, artık sadece doğruluğu değil, duygusal tatmini de içeren bir kavram haline gelmektedir. Postmodernizmin evrensel hakikate olan eleştirileri de bu dönemi besleyen unsurlar arasında yer almaktadır. Jean Baudrillard'ın "simülasyon" kavramı, gerçeğin yerini onun temsillerinin aldığı savunulmakta, Theodor Adorno ve Francis Bacon gibi düşünürler, medyanın gerçeği yeniden şekillendirme gücüne dikkat çekmektedir. Post-truth siyaseti, duygusal manipülasyon ve dezenformasyon yoluyla kamuoyunun gerçeklerden koparılmasına dayanmaktadır. Politikacılar, dini ve milli duygular, terör, ekonomik kriz ve mağduriyet temaları üzerinden algı yönetimi yaparak halkın eleştirel düşünme becerilerini zayıflatmaktadır. Hannah Arendt'e göre, gerçek ve iktidar arasındaki gerilim demokrasiyi tehdit etmektedir. Sosyal medya platformları ise bu durumu algoritmalar ve yankı odalarıyla pekiştirmektedir. Cambridge Analytica skandalı, Brexit ve Trump'ın seçim kampanyaları, post-truth siyasetinin etkisini ortaya koymaktadır. Bu dönemde, yalan haberlerin yayılımı ana akım medyayı geride bırakmakta ve kamuoyu, gerçeği ayırt etme yetisini kaybetmektedir. Etik ve demokratik değerlerin zayıflaması, toplumsal kutuplaşmayı artırarak post-truth siyasetinin etkisini güçlendirmektedir. Bilgi Çağı, Dijital Çağ veya Bilgisayar Çağı olarak da adlandırılmakta olup, bilginin yaratılması, erişilmesi, depolanması ve paylaşılmasındaki önemli dönüşümleri ifade etmektedir. Bu dönem, 20. yüzyılın sonlarına doğru internetin yaygınlaşması ve dijital cihazların gelişmesiyle başlamıştır. Bilginin daha erişilebilir hale gelmesi, toplumlar arasında küresel bir iletişim ve bağlantı ağı kurmuş, ancak bu gelişmeler aynı zamanda aşırı bilgi yüklemesi ve yanlış bilgilendirme gibi zorluklara da yol açmıştır. Özellikle hakikat ötesi çağda, doğru ve güvenilir kaynaklarla yanıltıcı içerikler arasındaki farkları ayırt etmek giderek daha zor hale gelmektedir. Bilgi Çağı'nın belirgin özelliklerinden biri, toplumların her alanında (kültürel, ekonomik, ekolojik ve politik) artan bilgi yoğunluğudur. Küresel bir bilgi altyapısının gelişmesi, bilgilerin hızlı ve geniş bir şekilde yayılmasını sağlamış ve bilgisayar devrimi ile bilimsel ve teknolojik devrim gibi kavramların ortaya çıkmasına yol açmıştır. Dijital teknolojilerin yaygınlaşması, özellikle kişisel bilgisayarların 1980'lerde kullanılmaya başlanması, bilgi yaratma, paylaşma ve iletişim yöntemlerini köklü bir şekilde değiştirmiştir. Bu gelişmeler, dijital okuryazarlığın önemini artırmış ve insanların dijital kaynakları verimli bir şekilde kullanabilme yeteneğini gerekli kılmıştır. Dijital iletişim araçları, bilgi akışını hızlandırmakta ve dünya genelinde daha fazla kişiye ulaşmak mümkün hale gelmektedir. Sosyal medya, bloglar ve dijital haber siteleri, bilgilerin daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlamış olsa da, bu platformlar aynı zamanda yanlış bilgi ve dezenformasyonun yayılmasına zemin hazırlamaktadır. Dijital ortamda, her birey içerik üretebilir ve yayımlayabilir, bu da geleneksel medya denetimlerinin ortadan kalkmasına neden olmuştur. Bu durum, "yankı odaları" ve "filtre baloncukları" gibi olguları yaratmakta, kişilerin yalnızca kendi inançlarını pekiştiren içeriklerle karşılaşmalarına neden olmaktadır. Ayrıca, algoritmalar, bireylerin çevrim içi olarak gördükleri içeriği belirlemede önemli bir rol oynamaktadır. Bu kişiselleştirilmiş içerik sunumu, kullanıcıların ilgilerine göre içerikleri sunma avantajı sağlasa da, aynı zamanda selektif maruz kalma ve doğrulama önyargılarını güçlendirmektedir. Algoritmalar, yanlış veya yanıltıcı bilgilerin, bireylerin mevcut inançlarına uyum sağladığı takdirde yayılmasına neden olabilmektedir. Bilgi Çağı'nın özellikleri, özellikle Post-Gerçek Çağı'nda, duygusal çekiciliği ve doğruluk yerine inançlara dayalı içeriklerin hızla yayılmasını sağlayan dezenformasyon kampanyalarının etkisini artırmaktadır. Bu dönemde, dijital içeriğin viral hale gelmesi ve sosyal medya algoritmalarının yanlış bilgileri güçlendirmesi, toplumsal kutuplaşmayı ve bölünmeleri derinleştirmektedir. Veri, bilgi ve enformasyon arasındaki ilişkiler de, bilgi toplumunun temel unsurlarını oluşturmakta olup, veri ham halde bulunan ve işlenmeye ihtiyaç duyan en küçük bilgi birimi, enformasyon ise verinin anlamlı hale getirilmesi olarak tanımlanmaktadır. Bilgi ise, bu anlamlı verinin insan deneyimi ve içgörüsü ile birleşerek karar alma süreçlerine ve eylemlere dönüştürülmesidir. Bu üç öğe, yeni medya teknolojileri için de büyük önem taşımakta ve içerik üretimi ile dağıtımı konusunda belirleyici rol oynamaktadır. Verinin doğru bir şekilde yönetilmesi, yanlış bilgilerin yayılmasını engellemeye yönelik kritik bir faktördür. Bilgi bozukluğu, yanlış ve yanıltıcı bilgilerin yayılmasını ifade etmekte ve post-truth dönemi ile medya tarihinden daha eski bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Tarih boyunca her dönemde yanlış bilgilere rastlanabilmiştir. Bu kavram, yanıltıcı bilgi (misinformation), kasıtlı yanlış bilgi yayma (disinformation), zarara yol açmak amacıyla gerçek bilgilerin çarpıtılması (malinformation) gibi alt kategorileri içerir. 2017'de Claire Wardle ve Hossein Derakshan, bilgi bozukluğunu daha iyi anlamak için bir çerçeve önererek, bu türleri birbirinden ayırmışlardır. Yalan haber, dezenformasyonun bir türü olup, genellikle internet ve sosyal medya aracılığıyla hızla yayılmakta ve toplumsal güveni zedelemektedir. Ayrıca, yalan haber, yanlış bilgiyle toplumu manipüle etme ve bireylerin doğruyu yanlışlardan ayırt etme yetilerini zayıflatma riskine yol açar. Bu tür bilgilerin yayılmasının önüne geçebilmek için bilgi doğrulama yöntemlerinin güçlendirilmesi önemlidir. Dezenformasyon, halkı yanlış bilgilendirmek amacıyla kasıtlı olarak yayılan yanlış veya yanıltıcı içeriklerdir. Bu içerikler, hükümetler, haber ajansları, istihbarat servisleri ya da bireyler tarafından üretilebilmektedir. Dijital ortamda algoritmalar, kullanıcıları duygu odaklı ve sansasyonel içeriklere yönlendirecek şekilde düzenlenmiş olup, bu da yanıltıcı bilgilerin hızla yayılmasına olanak tanımaktadır. Sosyal medya, algoritmalar aracılığıyla kişiye özel içerik önerileri sunarak yanıltıcı bilgilerin daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlamaktadır. Ayrıca, "botlar" ve "troll fabrikaları" gibi otomatik yöntemler de yanıltıcı bilgilerin hızla yayılmasında önemli bir rol oynamaktadır. Dezenformasyon, özellikle politik manipülasyonlarda kullanılarak kamuoyunu etkilemeye yönelik stratejilerde yer almaktadır. Bu tür içerikler, demokratik süreçleri, halk sağlığını, çevreyi ve güvenliği tehdit edebilmektedir. Aynı zamanda, doğru bilgiye dayalı gazetecilik ve güvenilir kaynakların itibarı da zedelenmektedir. Bu stratejiler, halkın doğru bilgilere ulaşma yeteneğini bozmakta ve bireylerin kendi doğrularını yaratmalarına yol açmaktadır. Günümüzde, dijital medya ve sosyal medya platformlarının rolü giderek daha kritik hale gelmektedir. Bu platformlar, yanıltıcı bilgilerin hızla yayıldığı ortamlar haline gelmiştir. Medya okuryazarlığı, dijital doğrulama araçları ve şeffaflık ilkeleri gibi çözümler, dezenformasyona karşı etkili bir şekilde mücadele edebilmek için önem kazanmaktadır. Ayrıca, kullanıcıların medya tüketim alışkanlıklarını sorgulamaları ve dijital okuryazarlıklarını artırmaları gerekmektedir. Avrupa Birliği (AB), dezenformasyonla mücadelede en etkili ve kurumsallaşmış uluslararası organizasyon olarak öne çıkmaktadır. AB'nin dezenformasyonla mücadele ihtiyacı, özellikle Rusya'nın Avrupa'nın demokratik süreçlerine etki etmeyi ve kamuoyunu manipüle etmeyi hedefleyen dış müdahale operasyonlarının arttığını fark etmesiyle ortaya çıkmıştır. 2015 yılı itibarıyla çevrim içi dezenformasyon kampanyalarının, demokratik kurumları zayıflatmak, toplumsal bölünmelere yol açmak ve medya ile hükümete olan güveni erozyona uğratmak için kullanıldığı belirgin hale gelmiştir. Avrupa Komisyonu'na göre, herhangi bir AB üye ülkesindeki demokrasiye yönelik tehditlerin, tüm Birlik'i zarara uğratma potansiyeli bulunmaktadır. AB, dijital dezenformasyonla mücadelede çok katmanlı bir strateji geliştirmiştir. Stratejinin merkezinde, uzmanlar, ulusal hükümetler, sosyal medya platformları, geleneksel medya organları ve araştırmacılardan oluşan bir iş birliği ağı yer almaktadır. Her bir grup, dezenformasyonla mücadeleye kendi benzersiz katkılarını sunmaktadır: Araştırmacılar dezenformasyon taktiklerini analiz etmekte, medya organları doğrulama yaparak gerçeği ortaya koymakta, platformlar ise dezenformasyonu tespit etmeye yönelik araçlar geliştirmektedir. Ayrıca, vatandaşların dezenformasyona karşı daha dirençli hale gelmesi için medya okuryazarlığı girişimlerine de büyük bir önem verilmektedir. AB, bireylerin çevrim içi dezenformasyonu tanıyıp ondan kaçınabilmesi için eleştirel düşünme becerileri kazandırmayı hedeflemektedir. AB, dezenformasyonla mücadelede dengeyi sağlamak zorundadır: Demokrasi korunurken, ifade özgürlüğü ve medya çeşitliliği gibi temel haklar da gözetilmelidir. Bu bağlamda, AB'nin dezenformasyonla mücadele çabaları, yalnızca yasal ve kurumsal önlemlerle değil, aynı zamanda bireyleri bilinçlendirme ve toplumsal farkındalık yaratma çabalarıyla da pekiştirilmiştir. Bu strateji, bireylerin daha bilinçli bir şekilde çevrim içi dünyada etkileşimde bulunmalarını ve dezenformasyonla karşılaştıklarında doğru bilgiyi ayırt edebilmelerini sağlamayı amaçlamaktadır. AB içinde dezenformasyonla mücadele, Avrupa Dış Eylem Servisi (EEAS) tarafından yönetilmektedir. 2011'de kurulan bu servis, AB'nin dış ilişkilerinin yönetilmesinin yanı sıra, dezenformasyonla mücadele gibi konularda da merkezi bir rol üstlenmiştir. 2015'te kurulan Doğu Stratcom Görev Gücü, özellikle Rusya'dan gelen dezenformasyon kampanyalarına karşı AB'nin mücadelesini güçlendirmiştir. Görev gücü, AB'nin dış sınırlarındaki ülkelerdeki dezenformasyonla mücadeleye yönelik kamuoyu bilincini artırmaya yönelik çalışmalar yapmıştır. AB, 2015 yılında "EUvsDisinfo" girişimini başlatmış, başlangıçta pro-Kremlin dezenformasyonuna odaklanmış ancak zamanla daha geniş bir yelpazeye yayılmıştır. Bugün EUvsDisinfo, COVID-19, seçimler, iklim değişikliği gibi küresel sorunlarla ilgili dezenformasyonu da hedef almaktadır. Bu platform, vatandaşlara dezenformasyonla mücadele etme, yanlış bilgiyi tespit etme ve etkili bilgi kaynaklarını bulma konusunda yardımcı olmaktadır. 2017 itibarıyla, Avrupa Komisyonu, dezenformasyonla mücadelede daha kapsamlı bir yaklaşım benimsemiş ve çeşitli paydaşlarla işbirliği yaparak "Çok Boyutlu Dezenformasyon Raporu"nu yayınlamıştır. Bununla birlikte, 2018'de dijital platformlar için gönüllü bir Uygulama Kuralları (Code of Practice) hazırlanmış, Facebook, Google, Twitter gibi platformlar bu kodu kabul ederek dezenformasyonla mücadelede ortaklık kurmuştur. Aynı yıl AB, dijital platformlardaki reklamcılık şeffaflığını artırmaya yönelik düzenlemeler getirmiştir. 2019'da Avrupa Komisyonu, dijital dezenformasyona karşı daha etkin bir müdahale için "WeVerify.eu" adında bağımsız bir doğrulama ağını kurmuş, ayrıca medya okuryazarlığı girişimlerini teşvik etmiştir. 2019 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde dezenformasyonun önlenmesine yönelik çalışmalar da yoğunlaştırılmıştır. AB, platformların siyasi reklamları şeffaf hale getirmesini, sahte hesapların yayılmasını engellemesini ve dezenformasyonu yaymak için yapılan maddi çıkarları ortadan kaldırmayı hedeflemiştir. 2019'da kurulan "Hızlı Uyarı Sistemi" (Rapid Alert System), AB üye ülkeleri arasında dezenformasyonla mücadele koordinasyonunu güçlendirmeyi ve aktif dezenformasyon kampanyalarını teknik ve siyasi açıdan analiz etmeyi amaçlamaktadır. Bu sistem, bilgi paylaşımını artırmak ve zaman kaybını önlemek için daha verimli bir yapı sunmaktadır. Diğer bir önemli gelişme ise "Sosyal Medya ve Dezenformasyon Gözlemevi" (SOMA) ve "Avrupa Dijital Medya Gözlemevi" (EDMO) gibi platformların kurulmasıdır. SOMA, dezenformasyonla mücadelede Avrupa topluluğunda farkındalık yaratmayı hedeflerken, EDMO, çevrim içi dezenformasyonun daha etkin bir şekilde analiz edilmesi ve yanıtlanabilmesi için farklı paydaşlar arasında işbirliği yapmayı amaçlamaktadır. 2022'de, dezenformasyonla mücadelede daha kapsamlı bir yaklaşım benimsenmiş ve güçlendirilmiş Uygulama Kuralları (Code of Practice) yayımlanmıştır. Bu yeni kod, daha fazla platform ve şirketi kapsamış ve dezenformasyonla mücadelede daha güçlü bir birliktelik oluşturulmuştur. AB'nin dezenformasyonla mücadelesi, yalnızca kurumlar ve platformlar arasında değil, aynı zamanda bireylerin de bu süreçte aktif rol oynamalarını gerektiren bir yapıya dönüşmüştür. Bu nedenle medya okuryazarlığı, şeffaflık, reklam yerleşimleri, dijital platformların sorumlulukları gibi birçok alanda yapılan düzenlemeler, dezenformasyonla daha etkin bir mücadele yürütmek için hayati önem taşımaktadır. AB, dijital ortamda güvenli ve şeffaf bir bilgi akışının sağlanabilmesi için yasal altyapıyı güçlendirmiş, aynı zamanda bireylerin daha bilinçli bir şekilde dezenformasyonla mücadele edebilmeleri için stratejik adımlar atmıştır. Türkiye, son yıllarda internet kullanımında önemli bir artış yaşamış, özellikle genç ve dijital dünyaya hâkim nüfusun etkisiyle dijital platformlarda büyük bir etkileşim artmıştır. 2024 itibarıyla nüfusun %80'inden fazlası aktif internet kullanıcısı olmuş, sosyal medya platformları ise geniş bir kullanıcı kitlesine ulaşmıştır. Ancak bu dijital yaygınlık, beraberinde çevrim içi dezenformasyon gibi ciddi zorluklar getirmiştir. Özellikle yanlış bilgilendirmelerin hızlı bir şekilde yayılması, Türkiye'nin toplumsal yapısına etki etmekte ve demokratik süreçleri tehdit etmektedir. Dezenformasyonun artışının nedenleri arasında sosyal medyanın ana haber kaynağı haline gelmesi, siyasi kutuplaşmanın yoğunlaşması ve Türkiye'nin jeopolitik önemi yer almaktadır. Bu durum, dezenformasyonla mücadele için güçlü stratejiler geliştirilmesini zorunlu kılmaktadır. 2018 yılında Oxford Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmaya göre, Türkiye, dezenformasyona en fazla maruz kalan ülkelerden biri olarak öne çıkmıştır. Türkiye, bu sorunla başa çıkabilmek için 2007 yılında çıkarılan 5651 sayılı İnternet Kanunu'nu kabul etmiş ve bu kanunu birçok kez revize etmiştir. 2020 yılında ise, internet ortamında işlenen suçlarla mücadele etmek için 7253 sayılı Kanun çıkarılmıştır. Bu kanun, sosyal ağ sağlayıcılarını sorumlu tutmakta ve içerik silme ya da erişim engelleme gibi önlemleri kapsamaktadır. Son olarak, 2022'de dezenformasyonu engellemeyi amaçlayan 7418 sayılı Kanun kabul edilmiştir. Bu yasal düzenlemeler, zaman zaman ifade özgürlüğüne müdahale olarak eleştirilmiş, özellikle 7418 sayılı kanun, yanlış bilgi yaymak suçunu cezalandırmayı öngören maddesi ile tartışma yaratmıştır. Yasa, kamu düzeni ve güvenliğine zarar verecek şekilde yanlış bilgi yayanlara hapis cezası getirmektedir. Türkiye, dezenformasyonla mücadelede devlet destekli kurumlar kurmuştur. Bunlardan biri, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı'na bağlı olarak 2022'de kurulan "Dezenformasyonla Mücadele Merkezi"dir. Bu merkez, dezenformasyonla mücadelede kamuoyunu bilgilendirmek ve yanlış bilgileri düzeltmek amacıyla haftalık bültenler yayınlamaktadır. Ayrıca Anadolu Ajansı'nın 2019 yılında kurduğu "Teyit Hattı" da, halkı doğru bilgiyle buluşturmayı amaçlamaktadır. Brezilya, Güney Amerika'nın en büyük ülkesi olup, 8.5 milyon kilometrekarelik yüzölçümü ve 215 milyonluk nüfusu ile dikkat çekmektedir. Ülke, yerli halkların tarihsel etkileri, Portekiz kolonizasyonu ve ardından gelen kültürel etkileşimlerle şekillenen zengin bir demografiye sahiptir. Brezilya, yalnızca demografik yapısı değil, aynı zamanda önemli ekonomik, sosyal ve jeopolitik rolüyle de dünya çapında büyük bir öneme sahiptir. Ekonomik açıdan, Brezilya dünyanın en büyük yedinci ekonomisine sahiptir ve BRICS gibi önemli uluslararası organizasyonların bir üyesidir. Brezilya'da dezenformasyonla mücadele, özellikle seçim dönemlerinde önemli bir konu haline gelmiştir. 2018 seçimlerinde WhatsApp gibi sosyal medya platformları üzerinden yayılan yanlış bilgiler, seçim sonuçlarını etkileme potansiyeli taşımaktadır. Bu dönemde, hem dijital medya kullanımının yaygınlığı hem de siyasi kutuplaşmalar, dezenformasyonun etkisini artırmıştır. Özellikle WhatsApp, Brezilya'daki en popüler sosyal medya platformlarından biri olup, seçmenlere yönelik büyük çaplı dezenformasyon kampanyalarının merkezi haline gelmiştir. Brezilya, dezenformasyonla mücadelede çeşitli stratejiler geliştirmiştir. 2019 yılında São Paulo eyaletinde öğrencilere medya okuryazarlığı dersi verilmesi, toplumun doğru bilgiye nasıl ulaşacağına dair farkındalık oluşturma amacını taşımaktadır. Aynı şekilde, 2020'de Brezilya Yüksek Seçim Mahkemesi (TSE), WhatsApp gibi platformlarla işbirliği yaparak şüpheli içerikleri raporlama ve hızlı bir şekilde müdahale etme imkanı sağlamıştır. Bu çabalar, seçmenleri yanlış bilgilendiren içeriklerin yayılmasını engellemeyi hedeflemiştir. Brezilya'nın dezenformasyonla mücadelesi, sadece seçim dönemleriyle sınırlı kalmamış, dijital ortamda yayılan yanlış bilgilerle daha genel bir mücadeleye dönüşmüştür. TSE, 2021'de "Dezenformasyonla Mücadele Programı"nı başlatmış ve bu program kapsamında doğru bilgi paylaşımı, medya okuryazarlığı projeleri ve içerik doğrulama yöntemleri ön plana çıkmıştır. Bu program, dezenformasyonun seçim sürecine zarar vermesini engellemek için dijital platformlarla yakın işbirliği gerektirmiştir. Brezilya, dijital platformların içerik moderasyonunu düzenlemeye yönelik yasal bir çerçeve de oluşturmuştur. 2020 yılında sunulan ve "Fake News Bill" olarak bilinen yasa tasarısı, dijital platformları dezenformasyonla mücadele etmek üzere sorumlu tutmayı amaçlamaktadır. Bu tasarı, platformların içerik denetimi konusunda daha şeffaf olmalarını, yanlış bilgi yaymayı engellemek için belirli önlemler almasını ve bu konuda sorumluluk taşımalarını amaçlamaktadır. 2022'deki seçimlerde, TSE, dezenformasyonun seçim sürecine olan etkisini minimize etmek amacıyla önemli adımlar atmıştır. Sosyal medya platformlarının seçimle ilgili yanıltıcı içerikleri yaymalarını engellemek için çeşitli kısıtlamalar getirilmiş, şüpheli içeriklerin yayılmasını engellemeye yönelik bir dizi düzenleme yapılmıştır. Ayrıca, TSE'nin bu süreçteki müdahalesi, dijital mecralarda yayılan yanlış bilgilerin seçim sonuçlarına olan etkisini sınırlamayı başarmıştır. TSE, dezenformasyonla mücadelede daha etkin bir yaklaşım geliştirmek için 2024 yerel seçimleri öncesinde "Dezenformasyonla Mücadele ve Demokrasi Savunma Entegre Merkezi"ni kurarak çalışmalarına devam etmektedir. Brezilya'nın dezenformasyonla mücadelesi, dünya çapında birçok ülkenin karşı karşıya olduğu benzer sorunları gözler önüne sermektedir. Bu çabalar, hem dijital medya ortamında yanlış bilgi yayılmasının engellenmesi hem de seçmenlerin doğru ve güvenilir bilgiye ulaşmasının sağlanması adına büyük bir önem taşımaktadır. Sonuç olarak, bilgiye ve iletişime erişim, tarihsel olarak bireyler, ülkeler ve devletler için kritik bir faktör olmuştur. Bilgi ve iletişimde daha verimli olan devletler, ekonomik ve politik kazançlar sağlamak için bu avantajı stratejik olarak kullanmış ve bunu etkilerini şekillendiren önemli bir varlık haline getirmiştir. Dijitalleşme, dezenformasyonun her toplumsal kurumda artmasına neden olmuş, bu da devletlerin dezenformasyonla mücadele politikaları geliştirmelerini zorunlu kılmıştır. Brezilya ve Türkiye'de dezenformasyonla mücadele için çıkarılan yasalar, dijital platformları denetlemeyi ve şeffaflık ile hesap verebilirlik sağlamak amacıyla çeşitli düzenlemeler getirmiştir. Her iki ülke, içerik moderasyonu ve şeffaflık raporları gibi düzenlemelerle büyük dijital platformları hedef alırken, Avrupa Birliği de benzer şekilde büyük platformlar için şeffaflık ve risk azaltma önlemleri getirmiştir. Ancak, her üç aktörün yaklaşımında da dezenformasyonla mücadeleye yönelik hükümetin "gerçek" tanımını belirleme eleştirisi öne çıkmaktadır.Item İki boyutlu grup IV kalkojenlerde zorlanma etkisinin nümerik olarak incelenmesi(ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2025) Enekçi, GözdeTez kapsamında, Janus γ-Si2XY (X/Y = S, Se, Te) tek katmanlarının çeşitli gerilme koşulları altında elektronik, optik ve mekanik özellikleri araştırılmıştır. Fonon spektrumları ve ab initio moleküler dinamik simülasyonları dinamik ve termal kararlılıklarını doğrularken, mekanik kararlılık Born kriteri ile desteklenmiştir. Bu tek katmanlı iki boyutlu malzemeler, Young modülü ve Poisson oranı gibi ayarlanabilir mekanik özellikler sergileyerek onları esnek uygulamalar için uygun hale getirmiştir. Elektronik yapı, benzersiz yük yoğunluğu davranışını gösteren Meksika şapkası şeklinde bir değerlik bandı ortaya koymuştur. Anizotropik deformasyon potansiyeli taşıyıcı hareketliliğini etkiler; γ-Si2SSe ve γ-Si2SeTe düşük etkin kütle ve artırılmış hareketlilik gösterirken, γ-Si2STe daha yüksek etkin kütlesi ve deformasyon potansiyeli anizotropisi nedeniyle daha düşük hareketlilik sergilediği bulunmuştur. Bu bulgular, γ-Si2XY tek katmanlarının çok işlevli doğasını vurgulamaktadır ve onları ileri teknolojik uygulamalar için umut verici adaylar haline getirmektedir.Item Uluslararası olmayan silahlı çatışmalarda çevrenin himayesi(ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2025) Kahya, Zeynepİşbu çalışma çevrenin himayesi için uygulanabilir kuralları tespit etmek amacıyla "uluslararası olmayan silahlı çatışma" kavramı ve bahse konu çatışmaların tasnifiyle başlanmıştır. Bu kapsamda 1949 Cenevre Sözleşmeleri Ortak Madde 3 ve Ek Protokol II'nin uygulanabilirlik şartları ele alınmış ve değerlendirilmiştir. Çalışmanın tamamında himayeyi olabildiğince genişletmek ve uluslararası hukuk alanları arasında birliği sağlamak adına uluslararası insancıl hukukta bulunan "doğal çevre (natural environment)" kavramı değil "çevre" kavramı kullanılmıştır. Çalışmanın ikinci bölümünde uluslararası olmayan silahlı çatışmalarda çevrenin himayesini düzenleyen normatif düzen ve uluslararası hukukun alanları arasındaki etkileşim incelenmiştir. Uluslararası hukukun birçok alanında çevrenin himayesini düzenleyen kuralların mevcut olduğu görülmüş ve bahse konu kurallar arasındaki etkileşimin nasıl olması gerektiğine odaklanılmıştır. Uluslararası olmayan silahlı çatışmalarda kural olarak diğer uluslararası hukuk alanları uygulanmaya devam eder. Dolayısıyla, özellikle uluslararası insancıl hukuk ve uluslararası çevre hukukunun lex specialis ilkesi gereğince uygulanması gerektiği sonucuna varılmıştır. Çalışmanın üçüncü bölümünde ise uluslararası olmayan silahlı çatışmalarda çevreye verilen zarardan uluslararası sorumluluk ve bireysel cezai sorumluluk ele alınmıştır. Ardından "ekokırım (ecocide)" suçuna ilişkin öneriler incelenmiş ve doktrinde ileri sürülen görüşlere değinilmiştir. Sonuç olarak, uluslararası olmayan silahlı çatışmalarda çevrenin himayesi için uluslararası insancıl hukuk kurallarının nasıl yorumlanması ve dahası nasıl geliştirilmesi gerektiği ve bunun yanında diğer uluslararası hukuk alanlarının nasıl uygulandığı üzerinde durulmuş ve cevaplamaya çalışılmıştır.