01-YÜKSEK LİSANS TEZLERİ

Browse

Recent Submissions

Now showing 1 - 20 of 14444
  • Item
    Sayısal sismogramlar üzerinde depremlerin ve sismik dalga fazlarının yapay zeka ile belirlenmesi
    (Ankara Üniversitesi, 2024) Bilgiç,Tuğçe
    Sismoloji, depremlerin oluş zamanını, konumunu ve büyüklüğünü belirlemek, fayların durumunu incelemek ve yeraltı yapılarını anlamak amacıyla önemli bir bilim dalıdır. Bu çalışmaların ilk adımı genellikle deprem fazlarının sismografa geliş zamanlarının belirlenmesi ile başlar. Geleneksel olarak, bu faz belirleme çalışmaları genellikle el ve göz ile yapılan geleneksel tekniklere dayanmaktadır. Ancak özellikle yüksek sismik aktiviteye sahip bölgelerde veya düşük enerjili ve yüksek gürültülü mikro depremlerin belirlenmesi gibi durumlarda zorluklar yaşanmaktadır. Günümüzde, sismoloji araştırmalarındaki faz belirleme süreçlerinin karmaşıklığı, otomatik yöntemlerin uygulanabilirliğini sınırlamaktadır. Bu noktada, yapay zeka tabanlı yaklaşımların kullanımı, bu zorlukların üstesinden gelme potansiyeline sahiptir. Bu tez çalışmasında, sismogramlar üzerinde deprem ve sismik dalga fazlarını belirlemek için bir yapay zeka algoritması kullanılmıştır. Çalışmanın başlangıcında veri toplama işlemi gerçekleştirilmiş ve kullanılan veriler, TÜBİTAK projesi kapsamında kurulan KULA-Net sismik gözlem istasyonlarından elde edilmiştir. Yapay zeka algoritması, tek istasyon bazında çalıştığı için her istasyonda farklı sayıda deprem fazı okuması yapılmıştır. Elde edilen sonuçlara göre, yapay zeka algoritması ile tespit edilen olay sayısının diğer yöntemlere göre daha yüksek olduğu görülmüştür. Yapay zeka algoritmasının kullanımının avantajları arasında, hızlı çalışma süreleri, düşük hata payları ve uzmanlar tarafından el ve göz ile yapılan işlemlerin önemli ölçüde azaltılması bulunmaktadır. Sonuç olarak, sismolojide yapay zeka uygulamalarının kullanımı, deprem tespiti ve analizi konusunda önemli bir potansiyele sahiptir. Yapay zeka algoritmaları, geniş veri setlerini işleyerek deprem olaylarının desenlerini tanımlama yeteneğiyle, deprem tespiti ve erken uyarı sistemlerinin doğruluğunu ve verimliliğini artırabilir. Bu çalışmanın, gelecekteki sismoloji araştırmalarına ve deprem izleme sistemlerine katkı sağlaması beklenmektedir. Seismology is a crucial scientific discipline aimed at determining the occurrence time, location, and magnitude of earthquakes, examining the status of faults, and understanding subsurface structures. The initial phase of these studies typically involves determining the arrival times of earthquake phases on seismographs. Traditionally, such phase determination studies rely on manual techniques involving hand and eye coordination. However, challenges arise, especially in regions with high seismic activity or in cases involving low-energy and high-noise micro-earthquakes.In contemporary seismological research, the complexity of phase determination processes limits the applicability of automated methods. In this context, the use of artificial intelligence approaches can overcome these challenges. This thesis employs an artificial intelligence algorithm to identify earthquakes and seismic wave phases from seismograms. The data collection process at the beginning of the study was conducted using seismic observation stations established within the scope of a TÜBİTAK project, known as KULA-Net.Because the AI algorithm operates on a single-station basis, earthquake phase readings were separately performed for each station. The results indicate that the number of events detected by the AI algorithm is higher than that detected by other methods. The advantages of using the AI algorithm include rapid processing times, low error rates, and a significant reduction in the number of manual interventions by experts. In conclusion, the application of artificial intelligence in seismology holds significant potential for earthquake detection and analysis. AI algorithms, with their ability to process extensive datasets and identify patterns in earthquake events, can enhance the accuracy and efficiency of earthquake detection and early warning systems. This study is expected to contribute to future seismological research and earthquake monitoring systems.
  • Item
    MARKA HAKKINA TECAVÜZ VE İNTERNET SERVİS SAĞLAYICILARININ HUKUKİ SORUMLULUĞU
    (ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2024) Şaşmaz, Meryem Nisanur
    Bir işletmeye ait mal veya hizmetleri diğer işletmelere ait mal veya hizmetlerden ayırmaya yarayan ses, renk, koku, harf, rakam vb. gibi belirleyici işaretleri marka olarak tanımlamak mümkündür. Gelişen teknoloji ile birlikte internet ortamında marka kullanımı yaygınlaşmış, bu durum internet ortamındaki marka tecavüzlerini de beraberinde getirmiştir. SMK m. 7/3-d hükmü gereğince; bir markanın kullanımına ilişkin olarak bir hak ya da meşru bir bağlantı bulunmaması şartıyla markanın ticari etki yaratacak biçimde alan adı, yönlendirici kod, anahtar sözcük ve benzeri biçimlerde kullanılması marka hakkı tecavüzü olarak nitelendirilmektedir. Kanun maddesinde sayılan kullanım halleri sınırlı sayıda olmayıp internet ortamında ileri ortaya çıkabilecek marka tecavüzü halleri de bu madde kapsamında incelenebilir. İnternet ortamında kullanıcılara sunulan içerikler internet servis sağlayıcıları vasıtasıyla gerçekleşmektedir. 5651 sayılı Kanun’a göre internet servis sağlayıcılar yerine getirdikleri hizmetin türüne göre erişim sağlayıcılar, yer sağlayıcıları ya da içerik sağlayıcılar olarak isimlendirilmiştir. Bu ayrım internet ortamında kullanıcılara sunulan hukuka aykırı içerik nedeniyle sorumluluğun tespitinde önem arz eder. Tüm bu sebeplerle, ulusal ve uluslararası yargı kararları ışığında işbu çalışmamızda, internet ortamında meydana gelebilecek marka tecavüzü halleri, internet servis sağlayıcılarının hukuki sorumlulukları ve marka tecavüzü halinde marka hakkı sahiplerinin ileri sürebileceği talepler incelenecektir. It is possible to characterize distinctive elements such as sound, color, fragrance, letters, numbers, and the like, which serve the purpose of distinguishing the goods or services of one enterprise from those of other enterprises, as trademarks. With the advancement of technology, the utilization of trademarks on the internet has proliferated, subsequently giving rise to trademark infringements on the internet. Pursuant to Article 7/3-d of the Turkish Industrial Property Code (SMK), employing a trademark in the form of a domain name, metatag, keywords, or analogous formats that generate a commercial impact, in the absence of any legal entitlement or legitimate connection, is defined as a trademark rights infringement. The list of usage instances specified in the aforementioned provision is not numerus clauses. Thus, any trademark infringement situation which could be emerge on the internet in the future, could be scrutinized within the framework of this provision. Content provided to users on the internet is facilitated through internet service providers. According to Law No. 5651, internet service providers are designated as access providers, hosting providers or content providers depending on the type of service they provide. This distinction is crucial in determining liability for unlawfully provided content to users on the internet. For all these reasons, within the framework of national and international judicial decisions, this study will examine instances of trademark infringement that may occur on the internet, the legal responsibilities of internet service providers resulting from trademark infringement and the claims that trademark owners may assert in cases of trademark infringement.
  • Item
    Strüktürel kabuk oluşmuş toprakta mısır kökenli biyokütle uygulamalarının toprak mikrobiyel çeşitliliği üzerine etkileri
    (ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2023) Kızıcı, Seher
    Toprak sağlığı sorunlarının temelinde, fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerin bozulması yatmaktadır ve özellikle düşük toprak agregat stabilitesi, yetersiz organik madde seviyesine bağlı olarak kaymak tabakası oluşumu büyük problemler arasındadır. Tarımsal faaliyetler sırasında ortaya çıkan bitkisel atıkların toprağa organik materyal olarak yeniden kazandırılması hem sürdürülebilir tarımın sağlanması hem de bahsedilen problemlere çözüm olması açısından kritik öneme sahiptir. Bu nedenle tez çalışmasında, Selçuk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Sarıcalar Araştırma ve Uygulama çiftliğinde yer alan kil ve kireç içeriği yüksek, zayıf strüktürlü ve kaymak tabakası problemi olan toprağa mısır kökenli çeşitli organik materyaller uygulanmıştır. Mısır ekimi yapılan tarla denemesine, (YA) mısır yeşil aksamı, (A) mısır anızı ve (KO) mısır anızı kompostu, ayrı ayrı 2 ve 4 ton/da dozlarında kullanılmıştır. Uygulamaların toprak fiziko-kimyasal özellikleri ve bakteriyel çeşitlilik üzerindeki etkileri incelenmiştir. Organik materyallerin bakteriyel komünite yapısı üzerine etkisi, NGS analizi ile belirlenmiştir. Genel olarak, anız uygulamaları toprakta organik madde, azot ve fosfor içeriğini önemli derecede arttırmıştır. Yeşil aksam uygulamaları ise toprağın kireç miktarını arttırmış, fakat organik madde miktarında önemli bir değişikliğe neden olmamıştır. Tüm organik materyal uygulamaları kontrole göre topraktaki agregat stabilitesini iyileştirmiştir. Bakteriyel komünite yapısı anız ve yeşil aksam uygulamaları diğer uygulamalara kıyasla değiştirmiştir. Alfa çeşitlilik analizinde, anızın 2 ton/da uygulamasının en yüksek ve dengeli bakteriyel çeşitliliğe sahip olduğu tespit edilmiştir. Tüm uygulamalarda öne çıkan bakteriyel şubeler Actinobacteriota, Proteobacteria ve Chloroflexi'dir. Toprağın fizikokimyasal özelliklerinin, özellikle pH, organik madde ve agregat stabilitesi, bakteriyel komünite yapısını şekillendirmede önemli olduğu bulunmuştur. Sonuç olarak bu tez çalışmasında, doğrudan anız uygulamasının, kimyasal gübrelemeye göre, toprağın fiziko-kimyasal ve biyolojik özelliklerini iyileştirdiği sonucuna varılmıştır. The basis of soil health problems lies in the deterioration of physical, chemical and biological properties, and especially low soil aggregate stability and formation of physical crust due to insufficient organic matter levels are among the major problems. The recycling of plant waste generated during agricultural activities into the soil as organic material is critically important both for ensuring sustainable agriculture and for solving the mentioned problems. For this reason, in the thesis study, various corn-based organic materials were applied to the soil with high clay and lime content, weak structure and physical crust problem in the Selcuk University Faculty of Agriculture- Saricalar Research and Application Farm. In the field trial where corn was planted, (YA) corn green manure, (A) corn residue and (KO) corn residue compost were used separately at doses of 2 and 4 tons/da. The effects of the applications on soil physico-chemical properties and bacterial diversity were examined. The effect of organic materials on bacterial community structure was analyzed by high-throughput sequencing. Generally, residue applications have significantly increased the content of organic matter, nitrogen, and phosphorus in the soil. Green manure, on the other hand, have increased the lime content of the soil but have not sufficiently increased the amount of organic matter. All organic treatments have improved soil aggregate stability compared to the control. The bacterial community structure has changed with residue and green manure compared to other treatments. In alpha diversity analysis, it was found that the application of residue at 2 tons/da had the highest bacterial diversity. The dominant bacterial phyla in all applications are Actinobacteriota, Proteobacteria, and Chloroflexi. It has been found that the physicochemical properties of the soil, especially pH, organic matter, and aggregate stability, play a significant role in shaping the bacterial community structure. In conclusion, this thesis determines that direct application of crop residues improves the physicochemical and biological properties of the soil compared to chemical fertilization.
  • Item
    Mizahın felsefesi: Edimsellik, kurmaca ve özdüşünümsellik
    (ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2022) Yılmaz, Gülbahar
    Bu tezde, mizahın bireyi özdüşünümselliğe yönlendirme ve dönüştürme işlevinin nasıl gerçekleştiğini ortaya koymayı amaçladım. Mizahın, yalnızca basit bir gülme, anlamı olmayan bir kahkaha ya da herhangi bir eğlenceli etkinlikten ibaret olmadığı, bireysel ve toplumsal temelleri olan ve gündelik yaşamdan filizlenen bir soyutlama biçimi ve bir düşünme etkinliği olduğunu göstermeye çalıştım. Bu etkinliğin yaşamdaki yerini, bireyin yaşamına nasıl ve ne tür yansımaları olduğunu ortaya koymak amacıyla Critchley, Eagleton, Bergson, Austin, Ricoeur ve Iser'in argümanlarını inceledim. Bireyler, mizahi içeriklerle karşılaştıklarında, duydukları ya da okuduklarını kullanarak kendi yaşamlarında pek çok performatif eylemi başlatabilir. Bu açıdan mizah, edimsel bir pratiktir (1). Edebiyat gibi mizah da kurmaca bir metindir, sonuçta yazılı ya da sözlü fark etmeksizin mizahi içeriğe maruz kaldığımızda bir metinsellikle karşı karşıyayızdır. Kurmaca metin oluşturma süreci ve bunun okur üzerindeki etkisi ile mizahi içeriğin üretim aşaması ve birey üzerindeki etkisi koşutluk göstermektedir. Bireyi özdüşünümsellik pratiğine sevk eden okuma edimi gibi mizah da kendini yeniden yaratım sürecinde deneyimlenen reflektif bir etkinliktir (2). Mizahi metin de tıpkı bir edebi metin gibi gündelik yaşamın sınırlarına itilmiş ve göz ardı edilmiş olasılıkları başka bir düzen içinde okurun ya da izleyici/dinleyicinin karşısına yeniden çıkarır. Düşünme sistemlerimiz bazı olasılıkları vurgular, bazı olasılıkları ise dışarıda tutar. Bu düzensiz olasılıklar, sistemin sınırlarına doğru itilmiş ve pasifize edilmiş durumlar haline gelmiştir. Mizahi metin aracılığıyla izleyici, dinleyici ya da okur, kendi yaşamında göz ardı edilmiş, gündelik rutinde fark edilmeyen, sınır çizgilerine itilmiş ya da olumsuzlanmış kısımları tekrar yaşamının merkezine alarak yeniden anlam oluşturma sürecine dahil olur (3). In this study, I aimed to reveal the way humor guides and transforms individuals through self-reflectivity. With an aim to position its main concern as transformative, I benefited from the theories of John Langshaw Austin, Paul Ricoeur and Wolfgang Iser and tried to reveal that humor does not only cause a simple explosion of laughter or only exist as a fun activity that has no background meaning. Above all, it has a particular role to play in life, embedded in the personal and social underpinnings and rooted in the activities of everyday life. I have analyzed the works of some thinkers having exclusive arguments on humor and laughter, such as Terry Eagleton, Henri Bergson and Simon Critchley. People can initiate many performative actions in their lives when they encounter humorous content. In this perspective, humor acts as a performative practice (1). Just like literature, humor is fictitious and has textuality in it. As we encounter humorous content, we also come across a fictional text. That is to say, creating a fictional literary text and a humorous text -from an author's perspective- has certain characteristics in common. Moreover, reader experiences are also parallel to each other. Just like reading that directs readers to a transformative process, humor is also a reflective activity that individuals experience as they recreate themselves (2). Just like literary texts, humorous texts recentralize the neglected possibilities residing in the borderlines of the existing thought system, bringing them to the understanding of the reader in a new form. These neglected possibilities are the components that are passivized by the system in time. A reader or listener of a humorous text engages in meaning by means of these newly presented and centralized possibilities (3).
  • Item
    Birleşmiş Milletler sistemi bağlamında işkence ve kötü muamelenin önlenmesinde ulusal önleme mekanizmalarının rolü
    (ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2023) Sisli, Merve
    İşkence ve kötü muamele, uluslararası insan hakları müktesebatınca mutlak olarak yasaklanmıştır. İşkence ve kötü muameleyle etkin bir şekilde mücadele edilebilmesi için Birleşmiş Milletler tarafından müstakilen İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlıkdışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme kabul edilmiştir. Ancak Sözleşme, işkence ve kötü muameleyle mücadelede beklenen etkiyi gösterememiştir. Bu nedenle cezaevleri, nezarethaneler, sosyal bakımevleri gibi kişilerin işkence ve kötü muamele riski altında olduğu, kamusal denetimden uzak alıkonulma yerlerine uluslararası ve ulusal bağımsız organlarca ziyaretler gerçekleştirilmesi yoluyla işkence ve kötü muamelenin önlenebileceğini öngören İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlıkdışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşmeye Ek Seçmeli Protokol kabul edilmiştir. Seçmeli Protokol'ün kabul edilmesiyle birlikte dünyanın her yerinde Ulusal Önleme Mekanizmaları faaliyet göstermeye başlamıştır. Çalışmanın amacı, Ulusal Önleme Mekanizmalarının işkence ve kötü muamelenin önlenmesinde üstlenebileceği rolü inceleyerek farklı ülke örnekleri ekseninde mekanizmaların etkisini ortaya koyabilmektedir. Torture and ill-treatment is absolutely prohibited by the international human rights acquis. In order to effectively combat torture and ill-treatment, the United Nations has also adopted the Convention Against Torture and Other Cruel, Inhuman or Degrading Treatment or Punishment. However, the Convention hasn't had the expected effect in the fight against torture and ill-treatment. For this reason, Optional Protocol to the Convention against Torture and other Cruel, Inhuman or Degrading Treatment or Punishment, which stipulates that torture and ill-treatment can be prevented by visits of international and national independent bodies to detention centers, such as prisons, police custody centers, social care homes, where people are at risk of torture and ill-treatment and away from public supervision, has been adopted. With the adoption of the Optional Protocol, National Preventive Mechanisms have begun to operate all over the world. The aim of this study is to examine the role that National Preventive Mechanisms can play in preventing torture and ill-treatment and to reveal the impact of the mechanisms on the basis of different country examples.
  • Item
    Metaverse'ün toplumsal hayata etkileri
    (ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2024) Gülbol, Deniz
    Bu araştırmanın amacı yeni bir kavram olmamasına rağmen son yıllarda popülerleşen Metaverse kavramının gerekli altyapılar ve koşullar sağlandıktan sonra hayata geçmesi durumunda toplumsal olarak yaratacağı olası etkileri araştırmaktır. Bu araştırma, nitel araştırma yöntemlerinden derinlemesine görüşme tekniği kullanılarak yürütülmüştür. Yapılan derinlemesine görüşmelerde yarı yapılandırılmış soru formu kullanılmış ve görüşmelerden elde edilen bilgiler ile soru formuna yeni sorular eklenerek sonraki katılımcılara yeni haliyle sunulmuştur. Araştırma çeşitli meslek grupları ve sektörlerden Metaverse hakkında bilgi sahibi olan uzmanlardan oluşan bir örneklemden oluşmaktadır. Araştırma örneklemi 10 kişidir. Bu 10 kişiden 6'sı Metaverse evreni veya platformu geliştiricisi ve/veya sahibi diğer 4 kişi ise farklı mesleklerden insanlardır. Araştırma sonucunda, Metaverse'ün henüz gelişim aşamasında olduğu bu günlerde bile bazı alanlarda etkisini göstermeye başlamıştır. Bu nedenle Metaverse'ün tam anlamıyla hayata geçtikten sonra çok daha geniş çaplı etkilerinin ortaya çıkması beklenmektedir. Görüşmelerden elde edilen verilere göre, Metaverse'ün hem ekonomik olarak hem de sosyal olarak etkilerinin olması beklenmektedir. Fakat ekonomi ve iş hayatına dair görüşmeci görüşleri ve beklentiler daha net iken sosyal ve psikolojik etkileri, katılımcıların büyük bir kısmının da belirttiği gibi, üzerinde az çalışılan ve daha belirsiz olan bir durumdur. Sonuç olarak Metaverse'ün gelişi yaklaştıkça etkileri giderek artmaya ve daha görünür olmaya başlayacaktır. The aim of this research is to investigate the possible social effects of the Metaverse concept, which has become popular in recent years, although it is not a new concept. This research was conducted using in-depth interview technique, one of the qualitative research methods. In the in-depth interviews, a semi-structured questionnaire was used and new questions were added to the questionnaire with the information obtained from the interviews and presented to the next participants in their new form. The research consists of a sample of experts from various professions and sectors who have knowledge about Metaverse. The research sample is 10 people. 6 of these 10 people are developers and / or owners of the Metaverse universe or platform, and the other 4 people are people from different professions. As a result of the research, even these days when Metaverse is still in development, it has started to show its effect in some areas. For this reason, it is expected that much wider effects will emerge after Metaverse is fully implemented. According to the data obtained from the interviews, Metaverse is expected to have both economic and social impacts. However, while the interviewer's views and expectations about the economy and business life are clearer, its social and psychological effects are less studied and more uncertain, as most of the participants stated. As a result, as the arrival of the Metaverse approaches, its effects will begin to increase and become more visible.
  • Item
    Sosyal medya üzerindeki kişisel veri ihlalleri ve özel hukuktan doğan sonuçları
    (ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2024) Şahin, Selva Yılmaz
    Bu çalışmada sosyal medya üzerinden gerçekleşen kişisel veri ihlalleri incelenmiştir. Çalışmada ayrıca bu ihlaller durumunda özel hukuktan doğan sonuçlar ele alınmıştır. Kişisel veri, farklı türden verileri kapsamaktadır. Bu noktada, bir kimseyi işaret eden her türlü veri kişisel veri olarak tanımlanabilir. Dolayısıyla kişisel veri kavramının birbiriyle ilgili olarak ortaya çıkan, onu işaret eden tüm veriler ve bilgiler olarak değerlendirilmesi mümkündür. Diğer yandan, 6698 s. Kanun bağlamında, kişisel veri, "kimliği verili veya belirlenebilir gerçek kişiye ilişkin her türlü bilgi" olarak tanımlanmaktadır. Sosyal medya araçlarının giderek gelişmesi ile birlikte, bu yapıların her geçen gün daha fazla insana ulaşması gibi bir durum ortaya çıkmıştır. Bugün artık bu mecraların üye sayıları milyarlar ile ölçülmektedir. Sosyal medya araçlarının etkin bir şekilde kullanılabilmesi için bireylerin internete erişiminin olması gerektiği açıktır. Bu bağlamda internet ile sosyal medya araçları arasında doğrudan ve önemli bir bağın olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Sosyal medya sitelerinde bireylerin kişisel verilerinin korunmasına yönelik ihlallerin ilk görünüm şekli, sosyal medya hizmet sağlayıcılarından kaynaklı olarak ortaya çıkmaktadır. Sosyal medya sitelerinde bireylerin kişisel verilerini tehdit eden pek çok unsur bulunmaktadır. Kötücül yazılımların yüklenmesi, sahte sitelerin oluşturulması, yemleme saldırılarının ya da spam saldırılarının yapılması, internetin açıklarından yararlanma ya da sahte profil oluşturma gibi yöntemler ile söz konusu kişisel veri ihlalleri ortaya çıkabilmektedir. Sosyal medya siteleri vasıtasıyla kişisel verilerin ihlal edilmesi bakımından bireylerin başvurabileceği bazı özel hukuk yolları bulunmaktadır. Bu yollar, maddi ve manevi tazminat davaları olabileceği gibi saldırının önlenmesi ve saldırının durdurulması ile tespit davası gibi dava türleri olabilmektedir. In this study, personal data breaches via social media were examined. The study also discusses the consequences arising from private law in case of these violations. Personal data covers different types of data. At this point, any data pointing to a person can be defined as personal data. Therefore, it is possible to consider the concept of personal data as all data and information that arise in relation to each other and indicate it. On the other hand, 6698 p. In the context of the law, personal data is defined as "any information regarding an identified or identifiable natural person". With the gradual development of social media tools, a situation has emerged in which these structures reach more and more people every day. Today, the number of members of these media is measured in billions. It is clear that individuals must have access to the internet in order to use social media tools effectively. In this context, it is an undeniable fact that there is a direct and important connection between the internet and social media tools. The first appearance of violations against the protection of individuals' personal data on social media sites arises from social media service providers. There are many elements on social media sites that threaten individuals' personal data. Personal data breaches may occur through methods such as installing malware, creating fake sites, phishing attacks or spam attacks, exploiting Internet vulnerabilities or creating fake profiles. There are some special legal remedies that individuals can apply for the violation of personal data through social media sites. These can be lawsuits for pecuniary and non-pecuniary damages, as well as lawsuit types such as preventing the attack, stopping the attack, and detection lawsuits..
  • Item
    Kur'an-da ha-le-sa kökünün semantik analizi
    (ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2024) Bayram, Ümit
    İslam literatüründe önemli bir yere sahip olan kavramlardan ihlasın geldiği ḫa-le-ṣa kökünün Kur'an'daki semantik analizini konu edinen bu çalışma, kökün Arapça başta olmak üzere diğer Sami dillerdeki sözlük anlamını ve Kur'an'daki kullanımlarını ortaya koymaktadır. Giriş, iki bölüm ve sonuçtan oluşan araştırma, kökün Arapçadaki etimolojik yapısı ve anlamını ve diğer Sami dillerdeki anlamını sözlüklerden getirilen örneklerle desteklemektedir. Arapça özelinde fiil ve isim vezin formları ortaya konulan ḫa-le-ṣa kökünün anlamları örneklerle birlikte analiz edilerek ortaya konmuştur. Bununla beraber, önemli tefsir kaynakları eşliğinde Kur'an'daki kullanımları incelenerek ḫa-le-ṣa kökü için İslami literatür içinde bir anlam şeması ortaya koyulmaktadır. İlahi hitabın anlaşılmasında önemli rol oynayacağı düşüncesiyle, ḫa-le-ṣa kökünün zikredilen dillerdeki anlamının tarihsel seyrini saptamak ve Kur'an'ın nazil olmasından sonraki ek anlamları tespit etmek çalışmanın temel hedefidir. Bu çalışmanın neticesinde, ḫa-le-ṣa kökünün sülāsī mücerred birinci, dördüncü ve beşinci bablardan, sülāsī mezīd bablardan ise ifʿāl, tefʿīl, mufāʿale, iftiʿāl, tefaʿul, tefāʿul ve istifʿāl bablarında kullanımı bulunduğu, yirmi dört adet isim formu olduğu, Arapça ve diğer Sami dillerle ortak manalarda kullanıldığı ve sözlüklerde 'saf/arı/katışıksız/halis olmak; birine ait olmak; birinin olmak; birine varmak, ulaşmak, gelmek; bir şeyden ayrı/bağımsız/serbest olmak; birinden/bir şeyden kurtulmak, canını kurtarmak; fidye ile bedelini verip kurtulmak; konuşmayı bitirmek, tamamlamak, sonuna gelmek ve eti kemikten ayırmak' manalarına geldiği görülmüştür. Ḫa-le-ṣa kökü Mekkī surelerde "uzaklaşmak, katkısız, temiz, helal, içten, gönülden bağlı, seçkin, danışman yapmak" manalarında kullanılmıştır. Medenī surelerde de "sadece/yanız, helal, özgü kılmak, gönülden bağlı olmak" manalarında kullanılmıştır. Yine, kökün Kur'an'da 12 farklı formda 17 surede 31 kez geçtiği, İslam'dan sonra dini yalnız Allah'a has kılmak, ibadeti yalnız Allah'a yapmak gibi manalarda kullanıldığı ve kökten türetilen ihlas adında İslam'daki tevhid inancının üzerine inşa edildiği bir surenin bulunduğu sonuçlarına ulaşılmıştır. Anahtar Kelimeler: Kur'an, Tefsir, Semantik, Ḫa-le-ṣa kökü, Kur'an, İhlas The study, which deals with the semantic analysis of the root kha-la-ṣa in the Qur'an from which ikhlaṣ, one of the concepts that has an important place in Islamic literature, comes, reveals the dictionary meaning of the root in Arabic and other Semitic languages and its uses in the Qur'an. The study, which consists of an introduction, two chapters and a conclusion, explores the etymological structure and meaning of the root in Arabic and its meaning in other Semitic languages with examples from dictionaries. The meanings of the root kha-la-ṣa, which verb and noun forms are presented in Arabic, are analyzed with examples. In addition, a meaning scheme for the root kha-la-ṣa in Islamic literature is put forward by examining its usage in the Qur'an with important exegetical sources. The main goal of the study is to determine the historical course of the meaning of the root kha-la-ṣa in the mentioned languages and to identify the additional meanings after the revelation of the Qur'an, as it will play an important role in understanding the divine message. As a result of this study, it is concluded that the root kha-la-ṣa is used in the first, fourth, and fifth patterns of the sulasi mujarrad, and in the ifʿāl, tafʿil, mufāʿala, iftiʿāl, tefaʿul, tefāʿul, and istifʿāl patterns of the sulasi mezīd patterns, that it has twenty-four noun forms, that it is used in common meanings with Arabic and other Semitic languages, and that it is used in dictionaries as 'to be pure / pure / unadulterated / pure; to belong to someone; to be someone's; to arrive, reach, come to someone; to be separate/independent/free from something; to be free from someone/something; to be free from someone/something, to be free from one's life. The root kha-le-ṣa is used in the Makkī suras in the sense of "to be distant, unadulterated, pure, clean, halal, sincere, devoted, distinguished, counselor". In the Madanī suras it is used in the sense of "only/just, halal, to make special, to be devoted from the heart". It was also concluded that the root occurs 31 times in 12 different forms in 17 suras in the Qur'an, that after Islam it was used in meanings such as making religion exclusive to Allah alone, worshipping Allah alone, and that there is a sura called ikhlaṣ, derived from the root, on which the belief in tawhid in Islam is built. Key words: The Qur'an, al-Tafsir, Semantics, root of "kh-la-ṣa", İkhlaṣ
  • Item
    Türkiye'nin Ukrayna Savaşı'nda arabuluculuk girişimleri: Ukrayna Tahıl Koridoru Anlaşması
    (ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2024) Ramirez, Gabriel Enrique Sanchez
    Türkiye Cumhuriyeti'nin dış politikası, son yıllarda bölgesel ve uluslararası değişimleri göz önünde bulundurarak sürekli bir evrim geçirmiştir. Bu dönemde AK Parti'nin iktidara gelmesiyle birlikte, Türkiye dış politikasını güçlendirmeye yönelmiş ve kendisini bölgesel ve uluslararası bir güç olarak konumlandırmaya çalışmıştır. Bu bağlamda, Türkiye'nin arabuluculuk pratiği, dış politikasının önemli bir bileşeni olarak kullanılan ilginç bir vaka çalışmasıdır. Bu Tez Çalışması, Ukrayna Cumhuriyeti ile Rusya Federasyonu arasındaki mevcut silahlı çatışmayı analiz etmekte ve Türkiye'nin arabuluculuk rolünü değerlendirmektedir. Çatışma, 22 Şubat 2022'de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Ukrayna'da "Özel Askeri Operasyon" adını verdikleri bir askerî harekâtı başlatmasıyla patlak vermiştir. Türkiye ise çatışmanın başlamasından itibaren etkin bir arabulucu olarak aktif bir rol üstlenmiştir. Bu girişimler, Türkiye'nin arabuluculuk çabalarıyla somut bir şekilde ifade bulmuş, iki savaşan devlet arasında esir değişimi gibi önemli adımların yanı sıra özellikle Temmuz 2022'de Türkiye ve Birleşmiş Milletler tarafından koordine edilen arabuluculuk süreci sonucunda imzalanan Karadeniz Tahıl Anlaşması gibi kritik gelişmelere kapı açmıştır. Bu tez, Türkiye'nin çatışmadaki rolünü incelemek amacıyla nitel ve betimleyici bir metodolojiyi benimsemektedir. Söz konusu bağlamda, Ukrayna-Rusya savaşının kökenlerinin analizi ve AK Parti dönemi Türk dış politikasının değerlendirilmesi büyük önem taşımaktadır. Ayrıca, arabuluculuğun bölgesel çatışma çözümünde nasıl bir araç olarak kullanıldığını anlamak amacıyla detaylı bir şekilde Karadeniz Tahıl Anlaşması ele alınmaktadır. Bu çalışmanın, Türkiye'nin bölgesel ve küresel düzeydeki diplomasi pratikleri hakkında daha kapsamlı bir anlayışın oluşturulmasına katkıda bulunması hedeflenmektedir. Anahtar kelimeler: Arabuluculuk, Bölgesel Güç, Dış Politika, Jeopolitik, Savaş, Uluslararası Anlaşma. The foreign policy of the Republic of Turkey has undergone a continuous evolution in recent years, considering regional and international changes. Upon the AK Party coming into power, Turkey has focused on enhancing its foreign policy and establishing itself as a significant regional and international player. In this context, Turkey's mediation practice serves as an interesting case study, being a significant component of its foreign policy. This thesis examines the ongoing armed conflict between Ukraine and the Russian Federation and evaluates Turkey's role as a mediator. The conflict erupted on February 22, 2022, when Russian President Vladimir Putin initiated a military operation in Ukraine termed as "Special Military Operation". Since the beginning of the conflict, Turkey has actively assumed an effective mediator role. These efforts have materialized through Turkey's mediation initiatives, leading to significant steps such as a prisoner exchange between the two warring states, and particularly the critical developments resulting from the Black Sea Grain Initiative signed in July 2022, which was coordinated by Turkey and the United Nations. This thesis adopts a qualitative and descriptive methodology to examine Turkey's role in the conflict. In this context, analyzing the origins of the Ukraine-Russia war and evaluating the AK Party era Turkish foreign policy are of great importance. Furthermore, a detailed examination of the Black Sea Grain Initiative is conducted to understand how mediation is utilized as a tool in regional conflict resolution. This study aims to contribute to a comprehensive understanding of Turkey's diplomatic practices at both regional and global levels. Keywords: Foreign Policy, Geopolitics, International Agreement, Mediation, Military conflict, Regional Power.
  • Item
    Demir bazlı spin geçiş (SCO) komplekslerinde yüksek spin (HS)-düşük spin (LS) geçiş dinamiklerinin incelenmesi
    (ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2024) Beşe, Damla
    Bu tez çalışmasında, Ankara Üniversitesi Kimya Bölümü'nde sentezlenen demir (II) bazlı spin geçiş (spin crossover-SCO) özelliği olan [FeL2] [BF4]2 [L=2,6-Bis(pirazol-1-il) piridin] kompleks bileşiğinin spin geçiş dinamikleri oda sıcaklığında, metanol çözeltisi içerisinde ultra hızlı pompa-gözlem spektroskopi tekniği kullanılarak incelenmiştir. Sıcaklığa bağlı manyetik alınganlık ölçümü, incelenen örneğin oda sıcaklığında yüksek spin (High Spin, HS) durumda olduğunu, 240 K' de ise azalan sıcaklıkla HS durumundan düşük spin (Low Spin, LS) durumuna geçtiğini göstermiştir. Sentezlenen SCO kompleksinin kararlı durum soğurma spektrumundan, numunenin iç içe geçmiş iki soğurma bandına sahip olduğunu anlaşılmıştır. Literatürdeki bilgiler ışığında, bu iki soğurma bandından birisi HS (5T2) durumundan, metalden liganda yük transfer bandına (5MLCT) geçişi ile, diğeri ise HS (5T2) durumundan, ligandın uyarılmış 5E durumuna geçişi ile ilişkilendirmiştir. Ultra hızlı pompa-gözlem deneyleri, farklı enerji geçişlerini pompalayacak şekilde farklı dalga boylarında uyarmalar ile yapılmıştır. Deneyler, incelenen SCO kompleksinde oda sıcaklığında, ligandın uyarılmış 5E durumu pompalandığında HSLS geçişi görülürken (ters-LIESST etkisi), daha üst enerjili metalden liganda yük transfer bandı (5MLCT) pompalandığında bu etkinin görülmediği, HSHS geçişinin görüldüğü gösterilmiştir. Sonuçlar, ters-LIESST etkisinin gözlenmesi için ligand bandının rolünü kanıtlamıştır. Bildiğimiz kadarı ile literatürde, oda sıcaklığında, çözelti formunda olan bir SCO kompleksinde ligand bandının foto uyarımı sayesinde HS durumundan LS durumuna geçiş bu tez kapsamında ilk defa deneysel olarak gözlenmiştir. In this thesis, spin transfer dynamics of [FeL2] [BF4]2 [L=2,6-Bis(pirazol-1-il) pyridin complex showing Iron (II) based Spin Crossover (SCO) properties in room temperature were investigated by using ultrafast pump probe spectroscopy technique. Investigated sample was synthesized in the Chemistry Department of Ankara University. Temperature dependent magnetic susceptibility measurements showed that investigated sample is in high spin (HS) state at room temperature and in low spin state (LS) at 240 K. Steady state absorption spectra of the investigated sample showed two overlapping absorption bands. Based on the literature, these bands were attributed to absorptions from HS (5T2) ground state to metal to ligand charge transfer state (5MLCT) and from HS (5T2) ground state to ligand field state LF(5E). Ultrafast pump probe spectroscopy experiments were conducted with two different pump wavelengths to excite 5MLCT and LF(5E) states. Experiments showed that upon pumping LF(5E) state, investigated SCO complexes exhibited HSLS transition (reverse-LIESST), whereas pumping 5MLCT state exhibit HSHS transition. Results proved that ligand field states play important role on reverse-LIESST effect. To the best of our knowledge, HSLS transition with the help of ligand field pumping in a solution of a SCO complex at room temperature was demonstrated experimentally for the first time in the literature.
  • Item
    Tema Merkezli Etkileşim yöntemi ve din eğitimi
    (ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2024) Akdağ, Fatma
    Tema Merkezli Etkileşim (TZİ) 1950'li yıllarda Ruth Cohn tarafından geliştirilmiş bir Metodtur. Son yıllarda ise Orta-Avrupa'da geniş bir yayılım göstermiş, pedagoji ve hümanist psikoloji alanlarında çok kullanılan Grup terapi yöntemlerinden birisi olmuştur. Tema Merkezli Etkileşim, deneyim ve terminolojinin bir birlik oluşturduğu „Canlı Öğrenme" amacı güden gruplar için bir eğitim –öğretim metodudur. İnsanın bir parçası olan duyguyu ve aklı, ortak bir öğrenme sürecinde birlikte yaşatmak zorundayız ki, başarı elde edilebilsin. TZİ Uygulamasının temeli grubun etken unsurları olan „Ben" –„Biz"-„Tema" dan oluşan Üçgendir. Bu Üçgen „Globe" denilen Ben ,Biz, Tema haricinden kalan herşey olarak bilinen „Küre" tarafından daire ile çevrilir. Sonuç olarak daire içinde üçgen görünümlü bu şekil postülalar , aksiyomlar ve yardımcı kurallar tarafından desteklenir. The theory of theme-centered interaction (TZİ) was developed by Ruth Cohn in the 1950s and 1960s. In recent decades, TZİ has become widespread in Central Europe and is today one of the most widely used group methods in the field of pedagogy and humanistic psychology. The topic-centered action is a teaching and learning method for groups with the aim of "Living Learning", in which it is assumed that experience and conceptuality form a unity. Emotion and intellect are both parts of the human being and must be lived in a common learning process, otherwise it is not crowned with success. The basis of the application of TCI is the triangle, consisting of I, We and the topic of the group. These are surrounded by the so-called globe. The result is a triangle in the sphere. This triangle is supported by the postulates, the axioms and the so-called auxiliary rules.
  • Item
    Avrupa Birliği'nde sürdürülebilir bir geleceğe doğru: Karbon emisyonlarının azaltılması ve yeşil ekonomiye geçiş
    (ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2024) Musayeva, Nurana
    Yeşil Düzen, özünde Avrupa ekonomisini ve Avrupa tüketim kalıplarını dönüştürme girişimidir. Ancak Avrupa enerji sisteminin köklü bir şekilde yeniden yapılandırılmasını içerdiğinden ve aynı zamanda AB'nin siyasi gündeminde çok üst sıralarda yer aldığından, Yeşil Mutabakat AB ile komşuları arasındaki ilişkiler üzerinde bir etkiye sahip olacak ve Avrupa'nın küresel siyasi önceliklerini yeniden tanımlayacaktır. Böylece Yeşil Mutabakat, kaçınılmaz olarak ciddi jeopolitik sonuçlara yol açacak bir dış politikanın parçası haline gelmektedir. Çalışmanın amacı, yeşil ekonomi araçlarını kullanarak sürdürülebilir açıdan kalkınmanın kavramsal temellerini derinleştirmek ve karbon emisyonlarını etkileyen faktörlerin bir değerlendirmesini yapmak olarak tanımlanmıştır. Amaç doğrultusunda, çalışmanın analiz kısmında AB Ülkelerinde yenilenebilir ve yenilenemez enerji kaynaklarından elektrik üretimi, ekonomik büyüme, enerji vergisi geliri ve karbon emisyonları arasındaki nedensellik ilişkisi test edilmektedir. Bu amaçla, 1990-2020 yıllarını kapsayan AB Ülkelerinin panel verisine öncelikle, Birim kök testi, sonra Granger nedensellik testi uygulanmıştır. Analizin sonuçlarına göre, AB Ülkelerinde güneş ve hidroelektrik enerjisi üretiminden karbon emisyonlarına doğru tek yönlü bir nedensellik olduğu tespit edilmişdir. Etki-tepki fonksiyonlarına göre, güneş ve hidroelektrik enerjisi karbon emisyonlarının azaltılmasında kullanılacak önemli kaynaklardır. Ayrıca sonuçlara göre, doğalgaz için yapılan pozitif şok uygulamalarıyla karbon emisyonları ilk dönemde artış gösterirken, zamanla azalma eğilimine girmektedir. Son dönemler kömürden gaza geçilmesi karbon emisyonunu azaltmaktadır. Aynı zamanda karbon emisyonundan doğalgaza doğru nedensellik ilişkisi de bulunmaktadır. Karbon emisyonlarını azaltmaya yönelik politikalar, örneğin kömür üretiminin azaltılması doğalgaz kullanımını artırabilmektedir. Kişi başına düşen GSYİH ve enerji vergisi gelirinin CO_2 emisyonlarını etkilediği tespit edildi. Ekonomik büyüme genellikle enerji talebini artırmakta, bu da sonradan karbon emisyonlarını artırabilmektedir. enerji vergisi geliri, başlangıçta karbon emisyonlarını artırırken, zamanla azalmaya yol açmaktadır. Bu durum, 1990 yılından beri AB'de uygulanan karbon vergisinin etkilerinin hemen hissedilmeyebileceğini ve uzun vadeli bir perspektife dayalı olarak değerlendirilmesi gerektiğini göstermektedir. Sonuçlara göre, CO_2 emisyonları azaltılırken ekonomik büyüme ve enerji politikalarının da dikkate alınması gerekmektedir. Bu bulgular, yeşil enerji kaynaklarının karbon emisyonlarının azaltılmasında önemli rol oynadığını ve enerji politikalarının dikkate alınması gerektiğini göstermektedir. Anahtar Kelimeler: Yeşil Ekonomi, Karbon Emisyonları, Avrupa Birliği, Nedensellik analizi, Yeşil Mutakabat. Green Deal is essentially an initiative to transform the European economy and consumption patterns in Europe. However, due to its inclusion of a fundamental restructuring of the European energy system and its high priority on the EU's political agenda, the Green Deal will have an impact on relations between the EU and its neighbors and will redefine Europe's global political priorities. Thus, the Green Deal is inevitably becoming a part of a foreign policy that will lead to serious geopolitical consequences. The aim of the study is to deepen the conceptual foundations of sustainable development using green economy tools and to assess factors affecting carbon emissions. The analysis section of the study aims to test the causal relationship between electricity generation from renewable and non-renewable energy sources, economic growth, energy tax revenue, and carbon emissions in EU countries. To achieve this goal, panel data of EU countries from 1990 to 2020 was utilized. First, a unit root test and then a Granger causality test were applied. According to the results of the analysis, an unidirectional causality from solar and hydroelectric power generation to carbon emissions was identified in EU countries. Based on the impulse-response functions, solar and hydroelectric power are important resources to be utilized in reducing carbon emissions. Additionally, the results indicate that positive shocks in natural gas applications lead to an initial increase in carbon emissions, followed by a decreasing trend over time. The shift from coal to gas in recent periods contributes to reducing carbon emissions. Furthermore, there is a causal relationship from carbon emissions to natural gas. Policies aimed at reducing carbon emissions, such as decreasing coal production, can increase the use of natural gas. It was determined that per capita GDP and energy tax revenue influence CO2 emissions. Economic growth generally increases energy demand, which can later lead to increased carbon emissions. Energy tax revenue initially raises carbon emissions but eventually results in a decrease over time. This situation suggests that the effects of the carbon tax implemented in the EU since 1990 may not be immediately felt and need to be evaluated based on a long-term perspective. İn a result economic growth and energy policies need to be taken into account while reducing CO₂ emissions. These findings highlight the significant role of green energy sources in reducing carbon emissions and emphasize the importance of energy policies. Keywords: Green Economy, Carbon Emissions, European Union, Causality analysis, Green Deal.
  • Item
    Otonom bir tarım robotunun dijital ikiz ve artırılmış gerçeklikle modellenmesi
    (ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2024) Üçer, Onur
    Günümüz teknolojik imkanları göz önüne alındığında, her türlü üretimin önizlemesi ve simülasyonu yapılarak kaynak kullanımı optimum düzeyde sağlanmaktadır. Endüstri 4.0 ile ortaya çıkan dijitalleşme ve cihazların internet aracılığıyla birbirleri arasında etkileşimi ile birlikte pek çok ürün uzaktan erişim olanağına kavuşmakta ve üretim kapasitesi artırılmaktadır. Modellemeye dayalı üretim anlayışında Bilgisayar Destekli Tasarım (CAD), analiz ve simülasyon programları; uzay, sanayi ve tarımsal üretimin vazgeçilmez unsurları haline gelmekte ve diğer birçok sektörde kullanılmaktadır. Dijital İkiz(DT) ve Artırılmış Gerçeklik (AR) ile simülasyon ve uzaktan operasyon olanakları, yeni bir üretim yaklaşımının ortaya çıkmasını hızlandırmaktadır. Gerek uzaktan operasyon kabiliyetlerinin artması, gerekse öngörülemeyen koşulların bilimsel verilerle simüle edilmesi, kayıpların her alanda en aza indirgenmesine ve bilinmeyene dair öngörü sahibi olunmasına imkan sağlamaktadır. Tehlike arz eden ya da insanın yaşayamayacağı koşullarda, Otonom Mobil Robotlar (AMR) ve Otonom Güdümlü Araçlar (AGV) her geçen gün daha karmaşık görevleri yerine getirerek insan yaşantısına ve bilimsel ilerlemeye destek olmaktadır. Tarımsal üretimin en önemli girdileri olan yakıt, gübre, tohum gibi maliyetlerin dijital ortamlarda simüle edilerek optimum ekonomik koşulların yaratılması Dijital İkiz (DT) modelleriyle mümkün kılınmaktadır. In light of today's technological capabilities, the preview and simulation of all kinds of production are carried out to optimize resource usage. With the digitization brought by Industry 4.0 and the interaction between devices through the internet, many products gain remote accessibility, leading to an increase in production capacity. In the model-based production approach, Computer-Aided Design (CAD), analysis, and simulation programs have become indispensable elements in spatial, industrial, and agricultural production, being used in various other sectors as well. Simulation and remote operation capabilities with Digital Twins (DT) and Augmented Reality (AR) accelerate the emergence of a new production approach. The increase in remote operation capabilities and the simulation of unforeseen conditions with scientific data allow minimizing losses in all areas and gaining insights into the unknown. In conditions that pose a danger or are inhospitable for humans, Autonomous Mobile Robots (AMR) and Autonomous Guided Vehicles (AGV) support human life and scientific progress by performing increasingly complex tasks. The simulation of essential inputs in agricultural production, such as fuel, fertilizer, and seeds, in digital environments, enables the creation of optimal economic conditions through Digital Twin (DT) models.
  • Item
    Farmasötik aktif bileşen tayini için yöntem geliştirmede optimizasyon tekniğinin uygulanması
    (ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2024) Akagün, Begüm
    Benzil Alkol (BA) koku verme, koruma ve viskoz özellikleri nedeniyle çeşitli kozmetik, ağız sağlığı bakımı gibi alanlarda kullanılmaktadır. Metilprednisolon Aseponat (MPA) kullanımı kolay ve hızlı tedavi etmesi nedeniyle ilaç üretiminde çok tercih edilmektedir. Kullanıldığı losyonlarda ve kremlerde yardımcı etken olarak BA miktarı oldukça fazladır. Bu nedenle BA ile birlikte analizi önem taşır. İlaçların içerisinde bulunan MPA miktarı önemlidir. Çünkü azı ya da fazlası tedaviyi etkiler. Fazla dozu yan etkilere sebep olurken, dozun yeterli olmaması durumunda iyileşme sağlanamaz. Bu etkenlerin doğru tayini kullanım güvenilirliğini arttırır ve hızlı analizi ise ilacın piyasaya çıkışını hızlandırır, vakit ve enerji tasarrufu sağlar. Bu tez çalışması kapsamında MPA ve BA etkenlerinin eş zamanlı analizi için optimum koşulların elde edilmesi amacıyla ile Tam Faktöriyel Deney Tasarımı ile elde edilen deneysel tasarım sonrasında yapılan optimizasyon çalışmalarına yer verilmiştir. Sonuçların Cevap Yüzey Yöntemi ile istatiksel analizinin ardından MINITAB yazılımı kullanılarak metot için istenen kriterleri elde edilmesini sağlayacak optimum koşullara ulaşılmıştır. Metot koşulları olarak akış hızı 1.7 ml/dk, kolon sıcaklığı 30oC ve dalga boyu 258 nm olarak seçildiğinde minimum alıkonma zamanı, minimum kuyruklanma faktörü ve maksimum rezolüsyon değerlerine ulaşabilineceği görülmüştür. Metodun rutin olarak kullanılabilirliği metot validasyon çalışmaları ile kanıtlanmıştır. Optimize edilen metot sayesinde kısa zamanda, daha çok numunenin, daha az ekipman ve solvent kullanımı ile doğru sonuçlar elde edilebilmesi nedeniyle ilaç sektöründe rutin analizler için tercih edilecek kullanışlı bir kromatografik yöntem elde edildiği ispatlanmıştır. Benzyl Alcohol (BA) is used as a fragrance, preservative, solvent and viscosity reducing agent in a wide range of cosmetic and oral health care applications. Methylprednisolone Aseponate (MPA) is highly preferred in pharmaceutical production due to its easy to use and fast treatment. The amount of BA as a co-factor in the lotions and creams in which it is used is quite high. Therefore, it is important to analyze it together with BA. The amount of MPA in drugs is critical. Because too little or too much affects the treatment. While overdose causes side effects, if the dose is not sufficient, recovery cannot be achieved. Accurate determination of these factors increases the reliability of use and rapid analysis accelerates the release of the drug to the market, saving time and energy. Within the scope of this thesis, in order to obtain the optimum conditions for the simultaneous analysis of MPA and BA factors, the optimization studies carried out after the experimental design obtained with Full Factorial Experimental Design are included. After the statistical analysis of the results with the Response Surface Method, the optimum conditions that will allow us to achieve the desired criteria for the method were reached using MINITAB software. When the flow rate of 1.7 ml/min, column temperature 30oC and wavelength 258 nm were selected as method conditions, it was seen that minimum retention time, minimum tailing factor and maximum resolution values could be achieved. The routine usability of the method was proven by method validation studies.
  • Item
    Prozodi ve anlambilimin duygu işlemlemedeki rolleri: Gözbebeği genleşme çalışması
    (ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2024) Saghafıasl, Ayda
    Duygudurumlar günlük iletişimin ayrılmaz parçalarından biridir. Dilbilimsel çerçevede duygular anlambilim ve prozodi bileşenleri yoluyla aktarılarak iletilen mesajları farklı yönlerde etkileyebilmektedir. Gerçek hayatta, genellikle prozodi ve anlambilim paralel bir şekilde duygu işlemlemeyi etkilemektedir, ancak bu iki bileşenin birbirinden farklı oldukları durumlarda hangisinin bu süreçte önceliğe sahip olduğu ve daha baskın etkilere neden olduğunu çözmek için ikisinin etkisini birbirinden ayıran bir deney deseni gerekmektedir. Bu tezde, duyguların istemsiz fizyolojik tepkiler yaratmaları durumu göz önüne alınarak katılımcıların gözbebeği çaplarında gerçekleşen değişimlerin ölçümü anlambilimsel ve prozodik olarak üç kategiride yer alan (mutlu, mutsuz, nötr) işitsel uyaranları dinleme sırasında gerçekleşmiş, sonuç olarak da anlambilim-prozodi etkileşiminde genel olarak katılımcıların prozodiye daha duyarlı oldukları ortaya konmuştır. Gözbebeği deneyinin ardından gerçekleşen davranışsal deneyde ise katılımcılar aynı uyaranların anlambilimsel boyutuna çok daha baskın duyarlılık göstererek yanıt vermişlerdir. Sonuç olarak uygulanan yöntemin tamamen farklı sonuçları ortaya koyabileceği kanıtlanmıştır. Aynı zamanda uyaranların değerliklerinin (valence) bu etkileşimi etkiledikleri belirlenmiştir. Anahtar Sözcükler: psikodilbilim, duygudurum, gözbebeği ölçümü, anlambilim, prozodi Emotions are one of the inseperable elements of daily communication. Within a linguistic framework, emotions can affect how a certain message is perceived through semantic and prosodic features. In real life semantics and prosody generally work in a parallel way during emotion processing. However, figuring out the dominant feature requires an experiment design that can separate semantic effects from prosodic ones. Considering the fact that emotions are capable of creating physiological effects the changes in the pupil diameter of participants was measured while listening to the stimuli categorized into three groups (happy, sad, neutral). According to the results it was revealed that participants are generally more sensitive to prosodic features in semantic-prosody interaction. The behavioral experiment however, which was followed by pupillometery experiment, revealed that the participants processed the same stimuli with a more dominant sensitivity towards semantics proving that methodology can bring about totally different results. Additionally, the study found that valence can affect semantic-prosody interaction. Key Words: psycholinguistics, emotion, pupillometery, semantics, prosody
  • Item
    KÜRESEL ÇERÇEVE ANLAŞMALARIN ÜRETİM VE BÖLÜŞÜM İLİŞKİLERİ ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
    (ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2024) Demirikaya, Berfin Diren
    Bu çalışmanın konusunu; geleneksel çalışma ilişkilerinin krizine koşut olarak ortaya çıkan belirli tip ücret sendikacılığının krizine karşı, uluslararası sendikal hareketin son çeyrek yüzyılda geliştirdiği bir uluslararası sosyal politika aracı olan küresel çerçeve anlaşmalar oluşturmaktadır. Küresel çerçeve anlaşmalar, küresel sendika federasyonları ile çok uluslu şirketler arasında bağıtlanan; çok uluslu şirketlerin tedarik zincirleri boyunca çalışma ilişkilerini düzenleme ve çalışma standartlarını uluslararası hale getirme amacı taşıyan belgelerdir. Çalışmada küresel çerçeve anlaşmaların üretim ve bölüşüm ilişkilerine etki edebilme potansiyelinin tartışılması amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda, çalışmanın üzerine inşa edildiği sosyal politika perspektifi; sosyal politikanın bir yandan emeğin mücadele alanını geliştirme diğer yandan ise toplumsal tabakalaşmayı yeniden üretme niteliğine vurgu yapmaktadır. Küresel çerçeve anlaşmaların taraflarını oluşturan sermaye ve emek cephesi temsilcilerinin tarihsel süreçte sosyal politika üzerindeki etkilerinin anlaşılması bu perspektif ile mümkün hale gelmiştir. Bu andan itibaren refah devletinden neoliberalizme uzanan tarihsel süreçte sermaye ve emek cephesinin eğilimleri izlenmiş; küresel çerçeve anlaşmaların ortaya çıkışı bu çerçevede tartışılmıştır. Çalışmada, küresel çerçeve anlaşmaların etkinliğini, içerik, kapsam ve uygulama boyutlarıyla analiz edilmiş; küresel çerçeve anlaşmaların üretim ve bölüşüm ilişkilerine; emek lehine, sınırlı bir katkıda bulunabileceği sonucuna varılmıştır. Küresel çerçeve anlaşmalar, neoliberal politikaların “karşısından” değil fakat “içinden” üretildiğinden, anlaşmalara yüklenebilecek tarihsel görevler de neoliberalizmin çizdiği çerçeve ile sınırlı kalacaktır. Ancak küresel sendika federasyonlarının; küresel çerçeve anlaşmaları başlı başına bir amaç değil fakat örgütlenme ve mücadele kapasitelerini geliştirme faaliyetlerinin bir çıktısı olarak ele alması, anlaşmalara üretim ve bölüşüm ilişkilerine müdahale edebilecek bir araç olma niteliği kazandırabilir. The subject of this study is global framework agreements, an international social policy instrument developed by the international trade union movement in the last quarter of a century in response to the crisis of certain types of wage unionism that emerged in parallel with the crisis of traditional labour relations. Global framework agreements are documents concluded between global trade union federations and multinational companies with the aim of regulating labour relations and internationalising labour standards along the supply chains of multinational companies. The study aims to discuss the potential of global framework agreements to affect production and distribution relations. In line with this purpose, the social policy perspective on which the study is built emphasises the quality of social policy to develop the field of struggle of labour on the one hand and to reproduce social stratification on the other. This perspective makes it possible to understand the effects of the representatives of the capital and labour fronts, which constitute the parties to the global framework agreements, on social policy in the historical process. From this moment on, the tendencies of the capital and labour front in the historical process from the welfare state to neoliberalism have been followed and the emergence of global framework agreements has been discussed within this framework. The study analyses the effectiveness of global framework agreements in terms of content, scope and implementation, and concludes that global framework agreements can make a limited contribution to relations of production and distribution in favour of labour. Since global framework agreements are produced “from within” rather than “against” neoliberal policies, the historical tasks that can be attributed to the agreements will be limited to the framework drawn by neoliberalism. However, if global trade union federations treat global framework agreements not as an end in itself, but as an outcome of their activities to develop their organising and struggle capacities, they can become a tool to intervene in relations of production and distribution.
  • Item
    Türkiye'de mülteci karşıtlığı ve mültecilere yönelik şiddet vakalarına ilişkin analizlerin bir değerlendirmesi: Altındağ örneği
    (ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2024) Gürbüz, Tuğçe
    10 Ağustos 2021 tarihinde Ankara'nın Altındağ ilçesinde Suriyeli mültecilerin evlerinin ve dükkanlarının tahrip edilmesiyle sonuçlanan Altındağ Olayı, yabancı düşmanlığının fiziksel şiddete dönüşmesinin somut ve güncel bir örneğidir. Olay sonrasında Türkiye'deki gazetelerinin köşe yazılarında ve televizyon programlarında çok sayıda yorumcu değerlendirmelerde bulunmuştur. Çalışma kapsamında olaya ilişkin bu değerlendirmeler eleştirel içerik analizi yöntemi kullanılarak analiz edilmiştir. Çalışmada C. Wright Mills'in Sosyolojik tahayyül olarak isimlendirdiği zihinsel kavrayış, göçün ve göçle ilgili konuların bütüncül bir şekilde ele alınabilmesinde dikkate alınması gereken dinamikleri işaret eden, çalışmanın temelini oluşturan kavrayıştır. Altındağ Olayı analizleri bu kavrayış kapsamında incelenmiştir. Yabancı düşmanlığı sorununa bütüncül bir bakış açısıyla yaklaşmak için ise araştırmacıların küresel, ulusal ve yerel düzeylerde meydana gelen tarihsel gelişmeleri, ekonomik ve toplumsal yapısal özellikleri dikkate alması gerekmektedir. İlaveten, yabancı düşmanlığı sorununa yalnızca göç alan ülkenin bakış açısından yaklaşmanın göçün güvenlikleştirilmesinin ve dışsallaştırılmasının önünü açtığı ve sorunu çözmenin aksine beslediği düşünülmektedir. Son olarak ise mültecilerin homojen bir topluluk olarak görülerek eylemliliklerinin yok sayılmasının yabancı düşmanlığına yönelik bütüncül bir yaklaşımın benimsenmesini engellediği görülmektedir. Yabancı düşmanlığı sorununa çözüm üretme ve yaşanılan olayları eleştirme amacıyla yapılan değerlendirmelerin çoğunun olayı bütüncül bir bakış açısıyla ele alamadıkları görülmüştür. Öte yandan, incelenen analizlerin bazılarında ise tezde göçe ve ilişkili sorunlara bütüncül bir bakış açısıyla yaklaşıldığı tespit edilmiştir. Bu çalışma, yetersiz olan analizlerin eksikliklerini ortaya koyma ve Altındağ Olayı gibi yabancı düşmanlığının somut bir örneği olan olayı meydana getiren dinamiklerin etraflıca araştırılmasını sağlamaya katkı sunma amacı taşımaktadır. The Altındağ Incident, which resulted in the destruction of the houses and shops of Syrian refugees in Ankara's Altındağ district on August 10, 2021, is a concrete and current example of xenophobia turning into physical violence. After the incident, many commentators made evaluations in newspaper columns and television programs in Turkey. Within the scope of the study, these evaluations regarding the event were analyzed using the critical content analysis method. In the study, the mental understanding that C. Wright Mills calls sociological imagination is the understanding that forms the basis of the study, pointing out the dynamics that need to be taken into account in addressing immigration and immigration-related issues in a holistic manner. Altındağ Incident analyzes were examined within the scope of this understanding. In order to approach the problem of xenophobia from a holistic perspective, researchers need to take into account historical developments, economic and social structural features at global, national and local levels. In addition, it is thought that approaching the problem of xenophobia only from the perspective of the receiving country paves the way for the securitization and externalization of migration and fosters the problem rather than solving it. Finally, it seems that seeing refugees as a homogeneous community and ignoring their activism prevents the adoption of a holistic approach towards xenophobia. It has been observed that most of the evaluations made to find solutions to the problem of xenophobia and to criticize the events experienced cannot handle the incident from a holistic perspective. On the other hand, in some of the analyzes examined, it was determined that the thesis approached migration and related problems from a holistic perspective. This study aims to reveal the shortcomings of insufficient analyzes and to contribute to a thorough investigation of the dynamics that created the incident, which is a concrete example of xenophobia, such as the Altındağ Incident.
  • Item
    Rusya'nın Türkistan'ı işgal döneminde demiryolu çalışmaları
    (ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2024) Dursun, Abdulkerim Buğra
    Rusya, topraklarını genişletme politikasının bir sonucu olarak doğuya doğru ilerlemeye başlamıştı. Altın Orda'nın yıkılmasının ardından ortaya çıkan Kazan, Astrahan gibi küçük hanlıkları da ele geçiren Rusya, Orta Asya'yı tehdit etmeye başlamıştı. Bu ilerlemenin bir sonucu olarak Türkistan Hanlıkları da Rusların hedefinde olmuş, Kazak topraklarının ele geçirilmesinden sonra Ruslar bu hanlık topraklarının işgaline yönelmişti. Türkistan, Rusya için önemli bir konumda olup, birçok önemli kaynağa ev sahipliği yapmaktaydı. Rusya, Sanayi Devrimi ile geç tanışmış, bu nedenle Batılı güçlerle mücadelesinde geriye düşmeye başlamıştı. Bu açığı kapatmak için sanayileşmeye önem veren Rusya, hammadde ihtiyacını da işgaline devam ettiği bu Türkistan topraklarından çıkartacaktı. Sanayi Devrimi ile ortaya çıkan demiryolları Avrupa, Amerika ve sömürgelerde kullanılmaya başlanmış, hammadde ve insanların hızlıca taşınması bu şekilde gerçekleştirilmeye çalışılmıştı. Demiryolları, Rusya'da da yayılmaya başlanmıştı. Ülkenin batısındaki önemli şehirler birbirine bağlanmaya başlamış, demiryolu ağı doğuya doğru uzanmaya başlamıştı. Rusya, Türkistan'daki emperyalist politikalarının bir aracı olarak demiryolunu bölgede kullanmaya başlamıştır. Türkistan'da demiryolunun ilk uygulaması; Rusya'nın bölgeyi işgalinin son safhasında gerçekleşmiştir. Ayrıca Orta Asya'daki nüfuz mücadelesi kapsamında İngiltere'ye karşı bir önlem olarak demiryolu öne çıkmıştır. Trans-Hazar Demiryolu olarak da adlandırılan bu demiryolu, Rusya'nın askeri, idari ve ekonomik amaçları doğrultusunda Türkistan'ın içlerine doğru ilerlemeye başlamıştır. As a result of its policy of expanding its territory, Russia started to move eastward. Russia, which captured small khanates such as Kazan, Astrakhan which emerged after the collapse of the Golden Horde, began to threaten Central Asia. As a result of this progress, Turkestan Khanates were also targeted by the Russians, and after the capture of the Kazakh lands, the occupation of the lands of these khanates began. Turkestan was in an important position for Russia and possessed many important resources. Russia was a late comer to the Industrial Revolution and therefore began to fall behind in its struggle with the Western powers. Russia, which attached importance to industrialization in order to close this gap, was going to extract its raw material needs from these Turkestan lands, which it continued to occupy. The railroads that emerged with the Industrial Revolution which began to be used in Europe, America and the colonies, the rapid transportation of raw materials and people was carried out in this way. Railroads began to spread in Russia as well. Important cities in the west of the country began to be connected to each other and the railroad network began to extend eastward. Russia started to use the railroad as an instrument of its imperialist policies in Turkestan. The first application of the railway in Turkestan took place in the last phase of Russia's occupation of the region. In addition, the railroad came to the fore as a measure against Britain within the scope of the struggle for influence in Central Asia. This railroad, also called the Trans-Caspian Railway, started to move towards the interior of Turkestan across with Russia's military, administrative and economic objectives.
  • Item
    Covıd-19 salgını sürecinde Türkiye'de bankaların finansal yapı ve performanslarının örüntü analizi ve çok kriterli karar verme yöntemleri ile değerlendirilmesi
    (ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2024) Tokat, Tuncer
    Dünya genelinde tüm ülkeleri etkisi altına alan Covid-19 salgını ülkelerin ekonomilerini de oldukça olumsuz etkilemiştir. Tüm sektörleri zincirleme etkileyebilen bankacılık sektörü, ülkelerin sağlıklı ve verimli bir şekilde ekonomik faaliyetlerini sürdürebilmeleri için en önemli sektörlerden biri olduğundan Covid-19 salgını gibi küresel çapta ciddi hasarları olan bu dönemde bankaların performans analizlerinin doğru bir şekilde yapılması önem arz etmektedir. Bankaların kaynaklarını verimli kullanma derecesinin ölçülmesi, kriz sürecinin nasıl yönetildiğinin bir diğer göstergesi olarak ele alınmaktadır. Ayrıca, bankaların bilanço yapılarının performansları ve etkinlikleri üzerinde bir etkisi olup olmadığının incelenmesi de önemlidir. Çalışmada, Türkiye’de faaliyet gösteren bankalardan 31.12.2022 tarihi itibarıyla aktif büyüklüklerine göre en büyük ilk 20 banka içerisinden kapsam dışında bırakılan beş kalkınma ve yatırım bankasının çıkarılması sonucu elde edilen 15 bankanın 2018-2022 yıllarına ait verileri incelenmiştir. Bu bankaların performanslarının ölçülmesi ve sıralanabilmesi için entropi yöntemi ile kriter ağırlıkları hesaplanan TOPSİS yöntemi, etkinliklerinin ölçülmesi amacıyla veri zarflama analizi ve bilanço yapılarına göre sınıflandırılabilmesi için Ward bağlantı kümeleme analizi kullanılmıştır. Analiz sonuçlarında, salgın ve kısıtlamalar öncesinde düşük düzeyde olan bankacılık sektörünün toplam performansının bu dönemde benzer şekilde devam ettiği ancak pandemi sonrasında hızla yükseldiği görülmektedir. Salgının ve kısıtlamaların bankacılık sektöründe verimlilik düzeyini olumsuz etkilemediği ve hatta bankaların çoğunluğunda etkinlik seviyelerinin yükseldiği görülmüştür. Bankaların piyasa koşullarına göre finansal yapılarını değiştirebildiği ancak Covid-19 dönemine özgü bir değişikliğe gidilmediği görülmektedir. Yüksek özkaynak ve tüketici kredisi oranına sahip olan bankaların başarılı olduğu, çok düşük tüketici kredisi ve çok yüksek mevduat oranına sahip olan bankaların ise başarısız olduğu görülmektedir. The Covid-19 pandemic, which has affected all countries around the world, has also had a very negative impact on the economies of the countries. Since the banking sector, which can affect all sectors in a chain, is one of the most important sectors for countries to continue their economic activities in a healthy and efficient manner, it is important to conduct accurate performance analysis of banks in a period with serious global damage such as the Covid-19 pandemic. Measuring whether banks use their resources efficiently is considered as another indicator of how the crisis process is managed. It is also important to examine whether banks' balance sheet structures have an impact on their performance and efficiency. In the study, data for the years 2018-2022 of 15 banks operating in Turkey, obtained by excluding development and investment banks from the top 20 banks by asset size as of 31.12.2022, were examined. TOPSIS method, weighted with the entropy method, was used to measure and rank the performance of banks, data envelopment analysis was used to measure their effectiveness, and Ward's linkage cluster analysis was used to classify them according to their balance sheet structures. The analysis results show that the total performance of the banking sector, which was at a low level before the pandemic and restrictions, continued similarly in this period, but increased rapidly after the pandemic. It has been observed that the pandemic and restrictions do not negatively affect the efficiency level in the banking sector, and in fact, the efficiency levels have increased in the majority of banks. It is seen that banks can change their financial structures according to market conditions, but no changes specific to the Covid-19 period have been made. It is seen that banks with high equity and consumer loan ratios are successful, while banks with very low consumer loan and very high deposit ratios fail.
  • Item
    İşsizlikle mücadelede aktif işgücü programları
    (ANKARA ÜNİVERSİTESİ, 2024) Dinçer, Tuğba
    İşsizlikle mücadele ve istihdamın korunması ve artırılması konuları makroekonomik politika çerçevesinde değişim ve dönüşümün hız kazandığı ve işgücü piyasasındaki yapısal sorunların belirginleştiği yakın dönemde öncelikle ele alınan konular arasında yer almaktadır. Bu kapsamda, aktif işgücü programları işsizlikle mücadele, istihdam olanaklarını artırma, işgücü arz ve talebinde eşleşme süreçlerini kuvvetlendirme, işgücü arzını ve verimliliğini artırma hedefleri doğrultusunda kullanılan politika araçlarındandır. Küresel ölçekte, ülkelerce çeşitli düzeylerde uygulanan programların sonuçlarının hedefler açısından değerlendirilmesi, başarılı sonuçların hangi koşullar altında ortaya çıkabildiği bu tezin araştırma konusunu oluşturmuştur. Ekonomik konjonktürün ve işgücü piyasasının detaylı analizinden başlayan, ilgili kurumların öncü rolü ve ilgili paydaşların dahil edilmesi ile şekillenen, eğitim, sosyal koruma, aktif-pasif tedbirlerin koordineli yürütüldüğü, hizmet sunumunda kalite standartlarının oluşturulduğu, etki değerlendirme ve iyileştirme döngüsünün sağlandığı bir süreçte aktif işgücü programlarının etkinliğinin artırılabildiği değerlendirilmiştir. In the recent period, in which the change and transformation in the macroeconomic policy framework has accelerated and structural problems in the labor market have become more evident, combating unemployment and protecting and increasing employment are among the priority issues. In this context, active labor force programs are among the policy instruments used to combat unemployment, increase employment opportunities, strengthen matching processes in labor supply and demand, and increase labor supply and productivity. The subject of this thesis is the evaluation of the results of the programs implemented by countries at various levels on a global scale in terms of objectives and the conditions under which successful results can emerge. It has been assessed that the effectiveness of active labor force programs can be increased in a process that starts with a detailed analysis of the economic conjuncture and the labor market, is shaped by the leading role of relevant institutions and the inclusion of relevant stakeholders, where education, social protection, active-passive measures are carried out in coordination, quality standards are established in service delivery, and an impact assessment and improvement cycle is ensured.