Cilt:62 Sayı:02 (2022)
Permanent URI for this collection
Browse
Browsing Cilt:62 Sayı:02 (2022) by Title
Now showing 1 - 20 of 38
Results Per Page
Sort Options
Item A Case Study On The Translatıon Strategıes In Walt Dısney Anımated Musıcal Movıes’ Songs: From Past To Present(Ankara Üniversitesi, 2022) Tekin, Bilge MetinTranslation is an indispensable part of our life. Various resources are constantly translated. Translation has entered our lives so much that not only written sources but also audio-visual sources and songs are translated today. Although the translation of songs is difficult, its translation is also important. Because of rhyme, number of syllables, harmony with the music in the song, etc., it is very difficult to talk about an absolute translation in such translations. Although translation is possible in children's songs due to the simplicity of the language used, we also encounter some adaptations or writing new lyrics in such translations. For this study, it is aimed to examine the translation strategies based on those of Franzon (2008) and to discuss them within the framework of the Skopos Theory put forward by Hans Vermeer. For this, two randomly selected songs from two animated musical movies of the Walt Disney Company, namely "Snow White and the Seven Dwarfs" (1937) and "Encanto" (2021) have been examined. These movies have been selected to understand if there are any differences between the first movie (1937) and the last movie (2021) in terms of song translation strategies. In the study, the songs have been examined one by one, and the translation strategies have been determined and shown in tables. As a result; it has been revealed that the most frequently used translation strategy is Translating the lyrics by taking the music into account in the first movie: “Snow White and the Seven Dwarfs”. However, in the second movie, “Encanto”, it is Adapting the translation to the original music.Item Antroposen: Küresel Değişimin Politiği(Ankara Üniversitesi, 2024) Bekaroglu, Erdemİnsanın Yer sisteminin işleyişini değiştiren bir jeolojik kuvvet olduğunu ve yeryüzündeki etkinliği sayesinde artık yeni bir çağa geçildiğini savlayan Antroposen düşüncesi, özellikle yeni binyılın başından itibaren bir dizi tartışmaya konu olmaktadır. Söz konusu tartışmaların birden fazla boyutu olmakta birlikte, Antroposen olarak adlandırılacak yeni bir devrenin başlangıç zamanına yönelik olarak getirilen önerilerin birbirinden farklı içerimlere sahip olması, Antroposen’le ilgili tartışmalara politik bir bağlam da kazandırmaktadır. Bu doğrultuda bu çalışmada, Antroposen’in ne zaman başladığına ilişkin öne sürülmüş temel görüşler tanımlanmış ve her bir düşüncenin ne türlü politik imalara sahip olduğu irdelenmiştir. Antroposen’in başlangıcına yönelik öne sürülen hipotezler, esasında, Homo sapiens’in geçmişte deneyimlediği dört büyük geçiş dönemini milat olarak almaktadır (Lewis ve Maslin, 2020). Bunlardan birincisi “tarım devrimi”, ikincisi 15. yüzyıldan itibaren Yeni Dünya ile Eski Dünya’nın karşılaşmasını ifade eden “küreselleşme 1.0”, üçüncüsü “sanayi devrimi” ve dördüncüsü ise İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra küresel örgütlenme, büyüme ve verimlilikteki olağanüstü dönüşümleri imleyen “büyük hızlanma”dır. Bunlardan tarım devrimi ile sanayi devrimi enerji kullanımındaki, küreselleşme 1.0 ile büyük hızlanma ise örgütlenmedeki büyük değişimi yansıtmaktadır. Bunlardan birincisinde (Erken Antroposen hipotezi), Antroposen dünyasını ortaya çıkaran gelişme, uygarlığa geçişin -belki istenmeyen ama- doğal bir sonucudur ve küresel değişimin sorumluluğu insana aittir. İkincisinde (Orbis hipotezi ve sanayi devrimi hipotezi), bir buzularası dönemin sahip olduğu doğal sinyaller kolonyalizmle ya da sanayi devrimiyle aşılmıştır. Bu bakımdan tümüyle farklı bir çalışma moduna sıçramış olan bir dünyanın yaratılmasının sorumluluğu (beyaz, eril, Hristiyan olan) Batı Avrupalılara aittir. Üçüncüsünde ise (büyük hızlanma hipotezi), her ne kadar Antroposen dünyasını yapılandıran gelişmeler sanayi devriminden itibaren yaşanmaya başlamış olsa da, Yer sistemindeki fiziksel-kimyasal-biyolojik mekanizmalarda gözlenen olağanüstü değişimler İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gerçekleşmiştir ve bu doğrultuda, Antroposen’in etik ve politik sorumluluğunu gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler paylaşmak durumundadır.Item Anzu: Güney Mezopotamya'dan Kültepe'ye(Ankara Üniversitesi, 2022) Öğreten, Mehmet TarıkAslan başlı kartalın “anzu” olduğu genel kabul gören bir görüştür. Bu mitolojik varlığa ait ilk tasvirler MÖ 4. binyılın ikinci yarısında Güney Mezopotamya’da karşımıza çıkmaya başlar. Takip eden bin yılın ikinci çeyreğinde ise Anzu tasvirli eserler Mezopotamya’da çok yoğun bir şekilde görülmeye başlar ve aynı zamanda Mezopotamya’ya komşu bölgelerde de karşımıza çıkar. Ancak yoğun olarak yine Güney Mezopotamya’da, özellikle de Lagaş kentinde görülür. MÖ 3. binyılın ikinci yarısında, Akad Dönemi ile bu mitolojik varlığın tasvir edildiği sanat eserlerinde ciddi bir azalma gözlenir. Akad Dönemi’ni takip eden III. Ur Dönemi’nde Anzu tasvirli sanat eserlerinde yine bir artış olmakla birlikte, hiçbir zaman MÖ. 3. binyılın ilk yarısındaki kadar yoğun değildir. MÖ 2. binyılda Anzu tasvirli eserlerle çok az karşılaşılsa da karşımıza çıkmaya devam eder. Bu bin yıldan kalma aslan başlı kartalın karşılaşıldığı bir diğer bölge ise Anadolu’dur. Anadolu’da, Aksaray/Acemhöyük, Konya/Karahöyük ve Kayseri/Kültepe gibi yerleşimlerde Anzu tasvirli eserlere rastlanmıştır. Ancak bunlar şimdiye kadar yalnızca mühür baskılarında karşımıza çıkmıştır. Anadolu’ya Asurlu tüccarlar tarafından getirildiği anlaşılan bu mitolojik varlık, en yoğun olarak, dönemin önemli bir ticaret merkezi olan Kültepe’den ele geçmektedir. Kültepe’de bulunan Anzu tasvirlerindeki Mezopotamya’ya has özellikler net bir şekilde izlenirken silindir mühürler yanında damga mühürler üzerinde görülmesi ve Anadolulu tanrılarla birlikte tasvir edilmesi gibi unsurlar Anadolu insanının bu mitolojik varlığın tasvir edilişine kendi yorumunu kattığını gösterir.Item Bir Kültürel Geçiş Kaynağı Olarak Medea Oyununun İrlanda Toplumuna Adaptasyonu(Ankara Üniversitesi, 2022) Güzel, KaderMedea mitosunu kaynak alan Medea oyunu yazıldığı dönemde toplumun içinde bulunduğu yargıları sorgulamış, kültürel değerlerin yeniden değerlendirilmesinin önünü açmış ve bakış açılarına değişiklik getirmeyi amaçlamıştır. Bu çalışmada, Marina Carr’ın Euripides’in Medea adlı oyununu İrlanda toplumuna adapte ederek, Medea’nın hem kadın hem de öteki konumunda oluşu üzerine vurgu yaptığı Kediler Bataklığı’nda… oyunu incelenmektedir. Yazarın dünya görüşü ve içinde bulunduğu toplumsal düzenin eleştirisiyle şekillenen bu yeni varyasyonda, İrlanda toplumunun bir parçası olan Gezginler topluluğunun algılanışı, yaşam şekilleri ve toplumdaki yeri Medea’nın sürgünde olduğu kentte kabul görmeyişiyle bağdaştırılmıştır. Çalışmanın amacı, Marina Carr’ın Medea’da var olan yalnızlık, sürgün edilme, ihanet, öfke ve intikam temalarını kendi çağdaş yorumu olan Kediler Bataklığı’nda… oyununda ele alarak İrlanda toplumuna yönelik analizlerini, ataerkil toplumun cinsiyet anlayışına ve ötekileştirmeye vurgu yaparak toplumsal sorunları dile getirme yöntemlerini Euripides’in Medea oyunuyla karşılaştırarak incelemektir. Bu yeni varyasyonda yazarın sistemde düzeltilmesi gereken sorunlara, toplum içerisinde var olan şiddete, ötekileştirmeye ve kadın erkek ilişkilerinin çıkmazlarına yönelik bakış açıları orijinal oyunla karşılaştırılarak incelenmektedir. Carr, geçmiş ile bugünü sentezlerken medeniyetler arasındaki kültürel bağları zengin bir kökene sahip olan mitoslar aracılığıyla geleneksel ile çağdaş olanı kesiştirmek suretiyle gerçekleştirir. Carr, Medea oyununu İrlanda’nın orta kesimlerine uyarlar ve toplum tarafından ötekileştirilen bir halk olan Gezginlerin bir üyesi olan Hester karakterinin ihaneti sonrasında kızının babasından intikam alışını anlatır. Egemen güçler tarafından dışlanan ve bir kadın olarak otoriter güçlerin dayattığı toplumsal cinsiyetçi yaklaşımları aşmaya çalışan Hester’ın mücadelesini ele alan oyun, İrlanda toplumundaki kültürel farklılıkları ve değerleri analiz eder. Medea mitosunun çağdaş toplumlara ve kültür ortaklıklara uyarlanması yaşanılan çağ farklılık gösterse de insanların benzer sorunlarla karşılaşabileceğinin bir göstergesidir.Item Bir Osmanlı Devlet Adamının Perspektifinden İnsan Hakları: Münif Paşa'nın Doğal Hukuk Yaklaşımı(Ankara Üniversitesi, 2022) Hacıfevzioğlu, Umut; Akçadağ, GöknurAydınlanma tarihimizin önde gelen isimleri arasında yer alan Münif Paşa, başta eğitim olmak üzere bilim, kültür, ekonomi, dil, alfabe, kadın, çocuk eğitimi, kütüphanecilik, müzecilik, siyaset gibi farklı konularda düşünen, tartışan ve yazan bir Osmanlı aydını olmasının yanında hukuk felsefecisi kimliğiyle de dikkat çekmektedir. O, Osmanlı toplumunda kurulması için gayret sarf edilen yeni ve modern anlamda bir toplumsal yapının son kertede hukuka bağlı olduğunu düşünür. Münif Paşa söz konusu düşüncesi çerçevesinde gerek eserleriyle gerekse de Mekteb-i Hukuk'ta verdiği dersleriyle 19. yüzyılın ikinci yarısında Batı'da yaygın olarak kabul gören “Doğal Hukuk” anlayışını Osmanlı toplumuna tanıtan aydınlarımızdan biridir. Bilindiği üzere doğal hukukun biri klasik, diğeri modern iki ana şekli vardır. Onun Eski Yunan'da, Aristoteles'te, Stoacılıkta ve Orta Çağ Hıristiyan düşüncesinde görülen klasik şekli, doğal hukukun adaletin tecellisi olduğu düşüncesini kabul eder. Tanrı'nın iradesinde ya da insan doğasında temellenen doğal hukuk evrensel olmak durumundadır. Doğal hukuk anlayışının modern formu ise doğa yasalarının her bireye birtakım hak ve özgürlükler bahşettiğini öne sürer. Eserlerinde ve derslerinde gerek klasik gerekse de modern formu olmak üzere Batı'da tarih boyunca gelişen doğal hukuk düşüncesini tanıtan Münif Paşa, söz konusu hukukun insan haklarıyla ilgisine de dikkat çekmiştir. Yalnız şunu da belirtmek gerekir ki, içinde yaşadığı toplumun bakış açısını dikkate alan Münif Paşa, anılan eser ve derslerinde Batı kökenli doğal hukuk düşüncesinin körü körüne savunuculuğunu yapmamıştır. Batı'daki düşünce akımlarından etkilenen Münif Paşa'nın Aydınlanmanın temel koyucu kavramlarından biri olan ilerleme düşüncesini savunduğu çeşitli çalışmalarda ele alınmakla birlikte, doğal hukuk görüşü bağlamında insan hakları kavrayışı ele alınmamıştır. Bu makalede Münif Paşa'nın insan hakları düşüncesi, doğal hukuk kavrayışı bağlamında ortaya koyduğu eser ve çalışmaları çerçevesinde ele alınmaktadırItem “Birlikte Yaşama”: Ankara'da Kediler Ve İnsanlar Üzerine Çoktürlü Etnografi(Ankara Üniversitesi, 2022) Dişli, Semra Özlemİnsan ve hayvan ilişkilerinin tartışılmasındaki yerleşik yaklaşımları eleştirel bir çözümlemeye tabi tutan bu çalışmada, paylaşılan bir mekân olarak ev içinde kurulan insan ve kedi ilişkileri konu edilmektedir. Çalışmanın amacı ise, paylaşılan bir mekân olarak evde kurulan kedi ve insan ilişkilerinin nasıl yorumlandığı ve anlamlandırıldığını çoktürlü etnografi yaklaşımı ile ele almaktır. Araştırma alanı Ankara olan bu çalışmada yer alan yorum ve analizler, derinlemesine mülakatlar yolu ile derlenen verilere dayanır. Bu çerçevede, kedi veya kediler ile beraber yaşayan kadın ve erkek toplam yirmi altı kişi ile görüşmeler yapılmıştır. Gerçekleştirilen bu görüşmelerde, kediler ile ilişkiler betimlenirken “birlikte yaşama” kavramı kullanılmaktadır. Kedilerinde de insanlar gibi fail oldukları kabulünü içeren “birlikte yaşama” kavramı, insan ve insan olmayan iki failin ilişkilerini ifade ederken, aynı zamanda doğa-kültür, özne-nesne gibi ikiliklerin ötesine geçmemize olanak sağlar ve bu dikotomilerin aslında iç içe geçmiş olduklarını da ortaya koyar. Anlatılarda ifade edilen kediler ve insanlar arasındaki ilişkilerin nasıl kurulduğuna ve nasıl yaşandığına ilişkin gündelik pratikler ve deneyimler ise, kedilerin ve insanların karşılıklılığa dayanan bir ilişkiyi inşa etme olanaklarını gösterir. Karşılıklılık ilişkisi çerçevesinde gelişen birlikte yaşama, her zaman “uzlaşmaya” dayalıdır. Böylelikle bu çalışmada, insanlar ve kediler arasında, “birlikte yaşama” ve “uzlaşma” kavramları etrafında kurulan yakın, gündelik ve karmaşık ilişkilerin açığa çıkartılmasına çalışılmaktadır.Item Bu “Yollar” “O Belde”Ye Çıkar Mı?: Gösterge-Biçembilim Düzleminde Ahmet Haşim Şiirlerinde Özgöndergesellik(Ankara Üniversitesi, 2022) Turan, TanerTürk edebiyatında kendine özgü bir yere sahip olan Ahmet Haşim şiirleri pek çok bakımdan çözümlenebilir ve anlamlandırılabilir. Onun özellikle serbest müstezat biçimiyle yazılmış şiirleri, Türk şiirinde serbest şiir anlayışının gelişiminde önemli bir yere sahiptir. Şiirlerinde kendine özgü bir biçem ve anlam evreni oluşturmuş olan Ahmet Haşim’in özellikle Yollar ve O Belde şiirlerini, birbirlerinden hareketle okumak, anlamlandırmak ve çözümlemek mümkün görünmektedir, çünkü O Belde şiirinde yaratılan ütopik uzamın çıkış noktası Yollar şiirinde bulunmaktadır. Söz konusu durum iki şiirin hem anlatım hem de içerik düzleminde birbirleriyle ele alınmasına olanak tanır. Şiirlerin doğrudan birbirlerinden hareketle çözümlenmesi, kaçınılmaz bir şekilde öz-göndergesellik kavramının öne çıkmasını sağlar. Yazınsal metinler özelinde sözceleme öznesinin kendi metinlerine gönderimde bulunması olarak tanımlanabilecek öz-göndergesellik kavramı, Yollar ve O Belde şiirlerini hem biçem hem de içerik açısından çözümlemek için son derece önemlidir. Bu çalışmada, öz-göndergesellik kavramı iki metni birbirleriyle açıklamak adına öncelenmiş, metinlerin tam anlamıyla çözümlenmesi için metinlerarasılığın özellikle anıştırma ve yenidenyazma kavramlarından incelemenin sınırları dâhilinde yararlanılmıştır, çünkü öz-göndergesellik, metinlerarasılık kavramını da devreye sokar ve bu kavramlar öz-yenidenyazma ve öz-anıştırma olarak metinler özelinde karşılığını bulur. Buna ek olarak gösterge-biçembilimin ise yineleme ve önceleme kavramları kullanılmış, metinlerin anlatısallık düzeyindeki ilişkileri incelenmiştir. Söz konusu kavramlar aracılığıyla metinler hem yüzey hem de derin yapıda çözümlenmiş ve aralarındaki öz-göndergesel ilişki ortaya konulmaya çalışılmıştır.Item Edebi Etik Analizine İlişkin Bir Uygulama Teklifi: Karma Analiz Yöntemi(Ankara Üniversitesi, 2022) Güzel, Firuzeİnsanın ahlaki gelişiminde edebiyatın yadsınamaz bir rolü vardır. Küçük yaşlardan itibaren okunan kitaplar ve duyulan hikâyeler, kişilerin bulundukları toplumun ahlaki yapısını anlamalarına ve kendi ahlaki tutumlarını geliştirmelerine yardımcı olur. Bu yönüyle edebiyat ve ahlak/etik arasındaki söz konusu ilişki, edebiyat eleştirmenlerinin incelemelerine de konu olmuştur. Ancak postmodernizm akımı ile beraber edebî eserlerde yer alan etik ile ilgili konular konuşulamaz hâle gelmiş, etik edebî eleştiri alanından dışlanmıştır. 1980lere gelindiğinde ise edebî etik analizi tekrar popüler hâle gelmiş, kendi içinde değişimlere uğrayarak yeniden biçimlenmiştir. Bu yeni edebî etik analizi, nesnel bir analiz yöntemi ve çeşitli metotlarla edebiyat eserlerini incelemiştir. Ancak bu çabalara karşın, yeni edebî etik analizi metodolojisi de edebî çevrelerce tam anlamıyla kabul görmemiştir. Bu makalede Karma Analiz Yöntemi başlığı altında bir edebî etik analizi metodu teklif edilmektedir. Çalışmada, öncelikle edebî etik analizi hakkında teorik bir inceleme yapılmış, devamında ise teklif edilen yöntem açıklanmıştır. Son olarak bu yöntem David Walton’ın Terminal Mind (2008) adlı bilim kurgu eseri üzerinde uygulanarak örneklendirilmiştir.Item Eugène Ionesco’nun Yeni Kiracı Adlı Oyununda Tüketim Ve Nesneler(Ankara Üniversitesi, 2022) Ayyıldız, Ece YassıtepeAbsürd tiyatro yazarı Eugène Ionesco, XX. yüzyıl insanını ve tüketim toplumunun bir portresini Yeni Kiracı adlı oyunda belirgin bir şekilde ortaya koymaktadır. “Bay” ismindeki burjuva karakter Paris’te bir apartman dairesi kiralamıştır ve kiraladığı bu daireye taşınacaktır. Bay’ın bu daireye taşınmasındaki en büyük zorluk, eşyalarının fazlalılığıdır; oyun boyunca gitgide artan ve evin içine sığmayan bu eşyalar bütün evi doldurmakla kalmayıp bütün şehri istila edecektir. Bu nedenle, fazla eşyaları yüzünden Bay eve yerleşmekte güçlük çekecek, aynı zamanda kendisi için evinde bir yaşam alanı kalmayacaktır ve ev onun mezarına dönüşecektir. Bu oyunda, Ionesco tiyatrosunu tanımlamak için kullanılan “prolifération ionescienne”, Türkçe ifadesiyle eşyaların çoğalmasını ifade etmektedir. Ionesco bu oyunda toplumsal eleştiri ve absürd tiyatro kuramını tam anlamıyla ortaya koymaktadır. Modern insanın tüketme arzusu, nesnelerin bireye olan üstünlüğü ve tüketim toplumunun yansıması açık bir şekilde gözlemlenmektedir. Ionesco’nun Yeni Kiracı oyunu bizi Jean Baudrillard’ın Nesneler Sistemi adlı çalışmasına yönlendirmektedir. Baudrillard, bu çalışmasında, nesnelerin insanlar üzerindeki etkisinden ve tüketim arzusundan söz etmektedir. Bu makalede amacımız, Baudrillard’ın Nesneler Sistemi adlı eserinden yola çıkarak Ionesco’nun “mekanik bir bozulma” olarak adlandırdığı Yeni Kiracı oyununda yer alan nesnelerin üstünlüğünü Bay karakteri üzerinden incelemektir. Ionesco’nun Yeni Kiracı adlı oyununda taşınılacak eve ait olan bu nesnelerin özneleşmesini, giderek çoğalmasını ve bunun karakter üzerindeki etkisini ele alırken çalışmamız Baudrillard’ın kuramı çerçevesinde incelenecektir.Item Fear And Repulsıon: The Abject In Robınson Crusoe(Ankara Üniversitesi, 2022) Albayrak, GökhanThis paper aims to explore Daniel Defoe’s Robinson Crusoe from a Kristevan perspective. Kristeva’s theory of abjection is employed to discuss the powers of horror and disgust in this novel. Fear and repulsion are so fundamental to the story of Crusoe, to the construction and disintegration of his Western self, a subject in process and on trial in the words of Kristeva. Therefore, this study deals with the abject and abjection in Robinson Crusoe and consists of two sections in accordance with Defoe’s bifurcated text. The first section focuses on how Crusoe is haunted by the abject and how the abject becomes manifest in his tale. It explores Crusoe’s banishment from humankind, expulsion from the symbolic domain of the knowable and nameable into the asymbolic realm of the incomprehensible, his fear of losing his human shape, of sinking into sheer animality, his constant terror of being devoured by beasts and savages, his obsession with cannibalism, his fear of death and his confrontation with the other. The other section concentrates on how Crusoe, a deviser of territories and an organiser of chaos, demarcates his universe, consolidates his boundaries to strive against the abject, and seeks to become a subject in his struggle against the abject. It discusses how the subject gives birth to himself by means of abjection. Since abjection sheds light on what is excluded or digested, this discussion of the novel is also intended to provide insights into what is dismissed from the confines of this novel.Item Fıchte'nin Felsefe Sistemi Ve Dayanakları(Ankara Üniversitesi, 2024) Erkek, FatmaBu çalışmanın amacı öncelikle Alman İdealist felsefenin önemli temsilcilerinden biri olan Fichte’nin Wissenschaftslehre adlı eserinde temellerini attığı felsefe sistemini ve bu sistemin temel dayanaklarını ortaya koymaktır. Bu çalışmanın bir diğer amacı ise Fichte’nin temel amacının özgürlüğün ve insanın ahlaki olarak daha iyi hale gelmesinin olanağını araştırmak ve ortaya koymak olduğunu göstermektir. Fichte’nin felsefesini politik ve ahlaki kaygılar şekillendirir. Bu nedenle felsefesi daha çok pratik meselelere ilişkindir. Fichte’nin felsefe sistemi Kant’ın ve Reinhold’un felsefesinden bağımsız değildir. Fichte, Kant ve Reinhold’un felsefelerinden beslenerek, onların eksiklerini tamamlayarak sistemini inşa eder. Reinhold ve Fichte için, Kant felsefesindeki en büyük sorunlardan biri temel bir ilkenin yokluğudur. Reinhold bu sorunu gidermek için tüm bilgiye dayanak olabilecek “Bilinç İlkesi” adında temel bir ilke ortaya koyar. Ancak Fichte bu ilkenin bir olguyu ifade ettiğini söyleyerek reddeder ve bu ilkenin bir edimi ifade etmesi gerektiğini dile getirir. Fichte, sistemini üç temel ilkeden hareketle inşa eder: Mutlak Ben, Ben ve Ben-olmayan. Tüm siteminin dayanağı kendisini bir edim, etkinlik olarak ortaya koyan Ben ya da bilinçtir. Fichte empirik bilinçten hareketle soyutlama ve refleksiyon aracılığıyla bu ben’e veya bilince ulaşır. Bu Ben’in temel özelliği eylem veya etkinliktir. Ben, kendini koyduktan sonra ikinci aşamada karşıtını, yani Ben-olmayanı koyar. Ben, kendi varlığı, ben-bilinci ve kendini eyleyen olarak bulmak için Ben-olmayanı koyar. Fichte bu iki ilkeyi diyalektik sürecin sentez aşaması (Mutlak Ben) dediğimiz aşamada biraraya getirir. Bu aşamada onlar birbirlerini kısmen olumsuzlayan, kısıtlayan şeyler olarak ortaya çıkar. Ben’in Ben-olmayan ile ilişkisi ise hem teorik hem de pratiktir. Wissenschaftslehre’nin teorik kısmında Ben-olmayan Ben’i belirler, oysa pratik kısmında Ben, Ben-olmayan’ı belirler. Pratik kısımda Ben-olmayan tamamen etkin olan Ben’in ürünüdür. Ona göre Ben karşısına bir direnç veya engel çıktığında kendisinin bilincine varabilmektedir ve kendini eyleyen olarak bulabilmektedir. Bir engel, bir direnç olarak Ben-olmayanın Ben’in karşısına konulması sonsuz çabaya yol açar. Bu çabanın nesnesi ulaşılamazdır. Çünkü çaba veya eylem “olana” değil “olması gerekene” ilişkindir.Item Fıdelıty To Irısh Identıty: Allegory Of The Outsıder In Julıa O'faolaın's “Fırst Conjugatıon” And John Montague's “An Occasıon Of Sın”(Ankara Üniversitesi, 2022) Öğünç, ÖmerJulia O’Faolain’s “First Conjugation” and John Montague’s “An Occasion of Sin” are contemporary short stories that have received critical attention. The authors’ attempts to renovate stylistic qualities of short story writing and to experiment with thematic issues in Irish literary tradition are main sources of this attention. This article examines the impact of outsiders who suddenly appear in a contemporary Irish setting in both works. Traditionally, Irish writers of fiction have pointed out a sense of isolation and solitude dominating the mind of Irish characters, which results in a network of dark and gloomy social relationships. The intervention of outsiders, however, renders this critical analysis exceptional in that outsiders disrupt social formations resulting in an identity crisis. O’Faolain’s “First Conjugation” introduces outsider image in the form of an Italian instructor who challenges the worldview of a young Irish girl, an insider in this setting. Depicted from the perspective of the Irish protagonist, the story illustrates how easily outsider challenges Irish identity. On the other hand, Montague’s “An Occasion of Sin” narrates outsider’s experience among Irish characters. The conflict between outsiders and insiders illustrates the urgent need for a renewal of Irish perceptions. Both texts focus on the aftermath of the arrival of outsiders among insiders leading to a climactic point of collision. Accordingly, this article reviews the relationship between outsiders and insiders in the selected works and argues that both texts appoint outsider as an allegory of questioning. Furthermore, the article concludes that outsider is a means of self-questioning that faces traditional notion of Irish identity and that eventually a solution to this inner conflict appears once again in the form of traditional fidelity.Item İngiliz Basınında Millî Mücadele Döneminde Aydın(Ankara Üniversitesi, 2022) Uludağ, MekkiBu çalışmada İngiliz basınındaki haber ve yazılardan faydalanılarak Millî Mücadele dönemi boyunca Aydın’daki gelişmeler değerlendirilmiştir. Çalışmanın amacı, bir müttefik devlet olan Yunanistan’ın Aydın ve çevresindeki işgal faaliyetlerinin başka bir müttefik devlet olan İngiltere basını tarafından okuyucuya sunuş şeklinin ortaya çıkarılmasıdır. Yunan ordusunun Aydın ve çevresindeki işgal faaliyetleri İngiliz basını tarafından dikkatle takip edilmiş ve konu ile ilgili basında çokça haber ve makalenin yer aldığı tespit edilmiştir. İngiliz basınının bölgedeki Yunan işgalini sıkıca takip etmiş olmasının başlıca sebebi bölgedeki yoğun İngiliz ekonomik faaliyetleri olup İngiliz basınında sık olarak Yunan işgallerinin İngiliz çıkarlarına etkisi sorgulanmıştır. Böyle olmakla birlikte bu durum İngiliz basını vasıtasıyla Yunan işgaline dair önemli bilgilerin okuyucuya duyurulmasına sebep olmuştur. Bugüne dek böyle bir çalışmanın yapılmamış olması bu araştırmanın yapılmasının temel motivasyon kaynağı olmuştur. Bu araştırmada karşılaştırmalı analiz yöntemi kullanılmıştır. Buna göre öncelikle araştırılan konu ile ilgili olan haber ve yazılar tespit edilmiştir. Ardından objektiflik ilkesi esas alınarak ilgili haber ve yazılar tasnif edildikten sonra değerlendirmeye alınmıştır. Son aşamada değerlendirilmesine karar verilen haber ve yazıların içeriği yerli kaynaklardaki bilgiler ile kıyaslandıktan sonra araştırma kapsamına alınmıştır. Propaganda amaçlı yazıldığı ve gerçeklerle bağdaşmadığı açık bir şekilde tespit edilebilmiş olan haber ve yazılar araştırma kapsamının dışında tutulmuştur. Çalışmanın en önemli bulguları, Yunan ordusu tarafından Aydın ve çevresinde işlenmiş olan insanlık dışı suçlar ile ağır katliamların İngiliz basınında yer almış olması ve bölgede Yunanlıların istenmediklerinin açıkça belirtilmiş olmasıdır.Item İran’da Feth Ali Şah Dönemi (1797-1834) Askeri Reformları Ve Sonuçları(Ankara Üniversitesi, 2022) Azap, Eralp YaşarSafevilerden itibaren ordusunu kuvvetli bir hale getirip doğuda hâkim güç olmak için gayret sarf eden İran, bölgede kurduğu farklı hanedanlıkların iktidarında çeşitli askeri modernizasyon süreçleri geçirdi. Ancak Kaçar Hanedanlığı İran’da iktidara gelene kadar bu süreçler, planlı ve kapsamlı süreçler olmadı. Feth Ali Şah’ın tahta çıkışıyla beraber Kaçarlar, dönemin paradigma ordularından alacakları olduğu kanaatine vardı ve bölgede siyasi olarak var olmak için askeri reform sürecini başlatmayı gerekli gördü. Bu anlamda ilk süreç, 1807 yılında Fransızların başkent Tahran’a gelişiyle başladı. General Gardane başkanlığında İran’a gelen askeri heyet, düzenli bir orduya sahip olmayan bu ülkenin ordusunda ilk kapsamlı askeri reform sürecini başlattı. Yaklaşık iki yıl İran’da kaldıktan sonra siyasi anlaşmazlıklar dolayısıyla 1809 yılında İran’dan ayrılan Fransızların ardından aynı yıl İran’a gelen İngiliz askeri ve diplomatik heyeti, ikinci kapsamlı askeri reform sürecinin İran’da uygulanmasına vesile oldu. İngilizler de Fransızlar gibi İran ordusuna silah, cephane tedarik etti ve askerlerin düzenli bir ordu gibi hareket etmesi için onlara ciddi eğitimler verdi. İran, askeri reform süreci devam ettiği sırada yaşanan Rus savaşında sahada ciddi başarılar elde edemese de doğuda yüzyıllardır savaştığı Osmanlı Devleti’yle girdiği savaşta reform sürecinin yarattığı avantajlardan istifade etti. Bu çalışma, Feth Ali Şah döneminde İran’da başlayan kapsamlı reform hareketlerinin ne şekilde gerçekleştiği ve pratiği üzerine yapılan değerlendirmeyi içermektedir.Item İzmir Müzesinde Bulunan Eski Asurca Bir Tablet(Ankara Üniversitesi, 2022) Albayrak, İrfanKültepe-Kaniş’te ortaya çıkarılan Eski Asurca tabletlerin çok büyük bir kısmı Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde muhafaza edilmektedir. Sayıları değişmekle birlikte birçok şehir müzesinde de (Kayseri, İstanbul, Adana, Çorum, Hatay gibi) Eski Asur paleografisinde yazılmış çivi yazılı tablet bulunmaktadır. Bunlar çoğunlukla ya müze müdürlüklerince satın alınmış ya da güvenlik güçlerinin el koyması sonucu müzelere kazandırılmış eserler olarak kayıtlara geçmiştir. Nitekim bu makalede işlenen Eski Asurca belge de, İzmir Müzesi kayıtlarına göre, 1964 yılında Emrullah Aral adlı şahıstan satın alma yoluyla İzmir Müzesi envanterine dâhil edilmiştir. İlgili müze kayıtlarında tabletin buluntu yeri olarak “Kayseri-Karahüyük” köyü not edilmiştir. Eser hâlen İzmir Müzesinde 004.630 envanter numarası ile muhafaza edilmektedir. Önemli bir kısmı hasarlı olan bu belge tipik bir Eski Asurca iş mektubudur.Item Karanlığa Dokunmak: Refik Halit Karay’ın Yezidin Kızı Romanında Duyular Ve Duyular Arası Geçiş(Ankara Üniversitesi, 2022) Biçer, İsmail AlperenBetimleme, canlandırma ve duyular arası geçiş bakımından incelendiğinde Refik Halit’in eserlerinin oldukça zengin ve etkili oldukları görülür. Onun eserlerini biçim ve içerik açısından inceleyen çalışmalar ağırlıklı olarak anlatım teknikleri, sosyal değişim, mekân ve insan ilişkisi, aile, kadın eğitimi gibi konular üzerinde yoğunlaşır. Buna mukabil eserlerde duyuların nasıl aktarıldığı ve duyular arası geçişin nasıl sağlandığı ise gözden kaçırılır. Gerek yazarın politik tavırları gerekse eserde işlenen konu, Yezidin Kızı adlı romanın daha ziyade tarihsel, siyasal ve toplumsal açıdan incelenmesinde kuşkusuz pay sahibi olmuştur. Fakat yazarın politik duruşu ve eserin ana yönelimi gözden kaçırılmadan ifade etmek gerekir ki Yezidin Kızı, yazarın gözlem kabiliyetini, ifade gücünü, sanat kudretini göstermesinin yanı sıra okurun hemen her duyusunu harekete geçirecek tarzdaki tasvirleriyle de dikkat çekici bir metindir. Yezidin Kızı’nda Refik Halit, okurun dokunma, görme, koklama, tatma ve işitme duyularını uyaracak ifadeleri yoğun bir biçimde kullanır, güçlü ve etkili tasvirleriyle okurun imgeleminde pek çok duyunun birbirinin yerine geçerek algılanmasını sağlar. Romanda koklama duyusunun diğerlerine nazaran çok az; dokunma duyusuna aktarımın ise daha fazla olduğu göze çarpar. İnceleme alanı Refik Halit’in Yezidin Kızı adlı romanı olan bu makale, romanda yazarın anlattıklarını okurun zihninde canlandırabilmesi için yoğun bir şekilde kullandığı tasvirlerin mahiyetini, bu tasvirleri yaparken duyulara nasıl hitap ettiğini ve duyular arası geçişi nasıl sağladığını örnekler üzerinden ortaya koymayı amaçlamaktadır.Item Karel Čapek’in R.U.R. Ve Semenderlerle Savaş Eserlerinde İnsanlar Ve İnsansı Ötekiler(Ankara Üniversitesi, 2022) Çekem, KarunRobotlar, androidler ve uzaylılar gibi “insansı ötekiler”, bilimkurgu yazarlarının otantik olarak insansal olanın ne olduğunu sorgularken sıklıkla kullandıkları, “insan” ve “insan-olmayan” kategorilerinin farklı tarzlarda iç içe geçtiği melez figürlerdir. Bu çalışmamda Çek yazar Karel Čapek’in bilimkurgu türünde verdiği iki ünlü eseri olan R.U.R. (Rossum’un Evrensel Robotları) (1920) ve Semenderlerle Savaş (1936) eserlerini karşılaştırmalı bir şekilde analiz ederek, bu metinlerdeki insansı ötekiler olarak robotların ve semenderlerin Čapek’in insanın neliğine dair soruşturmasında ne gibi bir işleve sahip olduğunu tartışmaya açacağım. Čapek, eserlerinde pek çok bakış açısını bir araya getiren, ancak hiçbirinden yana açıkça tavır almayan, okuyucunun da taraf tutmasını zorlaştıran, çoğulcu, tarafsız ve göreci bir yazar olarak ünlenmiştir. Dolayısıyla onun eserlerindeki karakterlerin tam olarak kimi veya neyi temsil ettiklerini ilk bakışta tespit etmek zordur. Ne var ki Čapek’in metinlerini dikkatlice incelediğimizde Čapek’in o kadar da tarafsız olmadığını, bu metinlerde normatif bir çekirdeğin de saklı olduğunu fark ederiz. Čapek, metinlerinde irdelediği ve eleştirdiği meselelere dair pek çok farklı görüşü sahneye çıkardığı çok-katmanlı anlatılarında, insanın ne olması veya ne olmaması gerektiğine dair kendi görüşlerini de örtük olarak da olsa bize aktarmaktadır. Bu çalışmanın amacı, Čapek’e dair biyografik bilgilerden ve Čapek’in diğer metinlerinden de yer yer yararlanarak, Čapek’in bu iki edebi eserinde insansal olandan neyi anladığını incelemek ve bu eserlerdeki normatif çekirdeği açığa çıkarmaktır.Item Macar Lise Tarih Ders Kitaplarında Mohaç Anlatımının 20. Yüzyıldaki Seyri(Ankara Üniversitesi, 2022) Varga, Lilla; Macar, , Elçin29 Ağustos 1526 tarihinde gerçekleşen ve Macarların Osmanlı İmparatorluğu karşısında yenilgisiyle sona eren Mohaç Meydan Muharebesi, Macar millî tarihinin üzerinde en çok mürekkep dökülen, bilim camiası kadar toplumsal kamuoyunu da hararetli fikir alışverişlerine teşvik etmeyi başaran müstesna hadisesi olduğunu söylersek yeridir. Bu yoğun merak, çatışmanın istatistiksel bir veri olarak “tarihe karışmasını” engellemekle kalmayıp siyasal iktidarların çıkarları doğrultusunda Mohaç Meydan Muharebesi anlatımının sürekli yeni vurgularla şekillenmesine, dolayısıyla anlatıldığı dönemin siyasi, toplumsal ve ideolojik imalarını yoğun bir şekilde taşımasına yol açmıştır. Mohaç Savaşı söyleminin bir devirden diğerine geçirdiği değişiklikler Macar tarih yazımıyla beraber tarih ders kitaplarında da derin izler bırakmıştır. Bunun başlıca nedeni tarih ders kitaplarının siyasal iktidarlar tarafından bir araç olarak kullanılması, dolayısıyla devletin yönetimi değiştikçe, ders kitaplarının da içeriksel ve ideolojik tadillere uğramasıdır. Bu çalışma kapsamında Macaristan’da İkili Monarşi dönemi (1867–1918), Miklós Horthy dönemi (1920–1944) ve sosyalist dönemin (1945–1989) lise tarih ders kitaplarını metinsel analize tabi tutarak hâkim siyasi söylemlerin Mohaç Meydan Muharebesi’nin anlatımında nasıl değişiklikler meydana getirdiği araştırılmıştır. Bunun yanı sıra 20. yüzyıla damgasını vurmuş üç siyasi rejimin ders kitaplarında mevcut Mohaç söyleminin incelenmesiyle bu kitaplarla yetişmiş nesillerin kültürel ve bilimsel altyapısı, dolayısıyla bugünkü toplumsal hafızanın içeriğini önemli ölçüde belirleyen unsurların mahiyeti de açığa kavuşturulmaya çalışılmıştır.Item Memory As The Agent Of Earthly And Spırıtual Restoratıon In Robert Of Cısyle(Ankara Üniversitesi, 2022) Taşdelen, PınarThe fourteenth century anonymous English romance Robert of Cisyle takes its plot from the saints’ legends; therefore, it is classified under the title of homiletic romances. Considered as a secularized hagiography, the romance describes the miraculous interference of the divine power to chastise a king, his subsequent submission to all suffering and withstanding it owing to his piety. Robert, the proud King of Cisyle, is indeed a self-victimizer as he puts his trust in the earthly powers until he is punished by God and realizes their triviality. As a passive romance hero, instead of pursuing his goals determinedly, Robert endures the ordeals in order to regain his rightful place in the society after he is estranged from it. By experiencing a descent in his status from a proud king to a king’s fool, he is not recognized even by his family members, mocked and degraded by his people. At the end of the painful experiences, he realizes his being vulnerable and limited, although he is noble and wealthy. An angel replaces Robert to punish his pride, enable him to achieve self-awareness to be become a better king, and repentant of his pride. His being consistently reminded that his status now is that of a fool makes him remember what has corrupted him and made him sinful. Accordingly, this article intends to discuss the role of memory in the romance that provides the key to restoration both in secular and religious sense, as epitomized in the case of Robert who not only achieves God’s forgiveness but also regains his royal status.Item Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nin Birinci Yılındaki İhlaline Türkiye’nin Yaklaşımı(Ankara Üniversitesi, 2022) Birlik, Gültekin K.Revizyonist ve anti-revizyonist devletlerin İspanya iç savaşı üzerinden karşılıklı olarak yürüttükleri mücadele sonucu, Ağustos 1937’de biri Türk karasularında olmak üzere iki Cumhuriyetçi İspanyol gemisi Bozcaada önünde denizaltılarca batırılmış ve Marmara Denizi’nde yabancı denizaltı tespit edilmiştir. 24 Ağustos 1937’deki Bakanlar Kurulu Kararnamesiyle, Çanakkale Boğazı dışında herhangi bir tedbir alınmazken, bir yıl önce imzalanmış olan Montreux Boğazlar Sözleşmesi’ni ihlal eden Marmara Denizi’ndeki yabancı denizaltının teslim olması istenmiş, karşı koyması halinde imhası için emir verilmiştir. Marmara Denizi’nde yabancı denizaltının tekrar tespiti sonrasında, 9 Eylül 1937’deki Kararnameyle, izinsiz olarak Marmara Denizi’ne girecek yabancı denizaltıların teslim teklifine karşı çıkmaları halinde imha edilmeleri gerektiği kararı tekrar alınmıştır. İç savaştan kaynaklanan deniz haydutluğu eylemlerinin Akdeniz’de yoğun olarak yaşanması sonucunda, 14 ve 17 Eylül 1937 tarihlerinde deniz haydutluğuna karşı, Türkiye’nin de katıldığı Akdeniz Anlaşmaları imzalanmıştır. Türkiye, hem Akdeniz Anlaşmalarını yerine getirmek hem de Montreux Boğazlar Sözleşmesi ihlallerini önlemek için denizaltılara karşı 30 Eylül 1937’de tedbirler almıştır. Türkiye Akdeniz Anlaşmaları gereğince bütün karasularında deniz haydutluğuna karşı tedbir alması gerekirken, mevcut deniz gücünü dikkate alarak, 30 Eylül 1937’de Bakanlar Kurulunca kabul edilen ilk Talimatname ile sadece Çanakkale Boğazı çıkışında tedbir almıştır. İkinci Talimatname ile de Marmara Denizi’nde ve Boğazlarda deniz ulaşımının emniyeti için tedbirler almıştır. Marmara Denizi’ne yabancı denizaltının girmesinin ve İki Cumhuriyetçi İspanyol gemisinin Bozcaada önünde batırılmasının nedeni, Sovyetler Birliği’nin Cumhuriyetçi İspanyollara yardımını engellemekti. 1937’de artan deniz haydutluğu nedeniyle, Sovyetler Birliği Akdeniz yolunu kullanmaktan vazgeçmiş ve yardımını Fransa üzerinden göndermek zorunda kalmıştır. Gerek bu durum, gerekse Türkiye’nin aldığı tedbirler, Çanakkale Boğazı çıkışında deniz haydutluğunun sona ermesine ve Marmara Denizi’nde denizaltı faaliyetlerinin son bulmasına neden olmuştur.