Cilt:62 Sayı:01 (2022)
Permanent URI for this collection
Browse
Browsing Cilt:62 Sayı:01 (2022) by Title
Now showing 1 - 20 of 34
Results Per Page
Sort Options
Item 18. YÜZYIL DİVAN ŞAİRİ AHMED BÂ'İS VE DİVANÇESİ(Ankara Üniversitesi, 2022) Yiğit, Bilge Kaya; Other; Other18. yüzyıl siyasi bakımdan Osmanlı Devletinin zayıfladığı, güç kaybettiği bir yüzyıl olmasına rağmen devlet adamlarının da destekleriyle pek çok şair yetişmiş divan edebiyatı geçmiş asırlardaki canlılığını devam ettirmiş; Osmanlı sahasında pek çok Divan şairi yetişmiştir; bunlardan kimisi birinci sınıf şair olup ünü doğudan batıya pek çok memlekette yayılmıştır. Bazı şairlerse birinci sınıf şairlerimize göre gölgede kalmış şiirleri üzerinde ayrıntılı araştırma yapılmamıştır. Bu çalışmada ünü pek duyulmamış şairlerimizden Kasapbaşızâde Ahmed Bâis Efendi'nin hayatı ve divanı incelenmiş ve yayına hazırlanmıştır. Ahmet Bâis Efendi hakkında 1953 yılında mezuniyet tezi hazırlanmıştır Çalışmamızda bu tezden de faydalanılarak divanın gözden geçirilmiş metni hazırlanarak incelemesi yapılmıştır. Ahmet Bâ’is Efendi'nin hayatı hakkında yeterli bilgi yoktur. Elimizde tek nüsha halinde Divanı bulunmaktadır. Bâ’is 18. yüzyılda yaşamıştır Kasapbaşızade Ahmed Efendi ifadesinden anlaşıldığına göre kasaplık yapmış bir aileden gelmektedir. Bursa'nın Mihalıç/Karacabey ilçesinde doğmuş olup eğitimini İstanbul'da tamamlamıştır değişik medreselerde müderrislik yapmış olup kâtiplik görevini de yürütmüştür. 1800-1801 yılında vefat etmiş olup mezarı Kahramanmaraş’tadır. Bâ’is Divançesi talik yazıyla müellif tarafından yazılmış tek nüshası İstanbul Üniversitesi Nâdir Eserler Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Bâ’is’in tek eseri olan divanındaki şiirlerini şekil ve muhteva bakımından değerlendirdiğimizde şairin divan şiirinin sebk-i Hindî dönemi öncesindeki belli kurallar ve mazmunların bulunduğu sebk-i Irâkî üslubuna uygun şiirler yazdığını söyleyebiliriz.Item 1922 PARİS KONFERANSI EKSENİNDE İNGİLTERE’NİN ANADOLU BARIŞINA BAKIŞI(Ankara Üniversitesi, 2022) Başarır, Mehtap; Other; OtherTBMM Hükümeti’nin Sakarya’da Yunanlılara karşı elde ettiği zafer sonrasında İngiltere, Küçük Asya’da (Asia Minor) barışı sağlamak adına bir takım girişimlerde bulunmuştur. Bu girişimlerin biri de 1922 Mart’ında Müttefik Devletler Dışişleri Bakanlarının Paris’te bir araya geldiği konferanstır. Şark’ta sulhun sağlanması için Yunanistan’dan kendi çıkarlarını Müttefiklerin ellerine bırakma sözü alan İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon; İngiltere’nin Boğazlar, Orta Doğu ve Hindistan üzerindeki çıkarlarını da düşünerek Müttefiklerin barış konusunda ortak bir karara varmalarına çalışmıştır. Böylece İngiltere; hem Boğazların kontrolünü sağlamak, Bolşevik Rusya’nın batıya ve güneye yayılma ihtimalini frenlemek, TBMM Hükümeti’nin Bolşeviklerle olan yakınlığının boyutunu öğrenmek hem de Hint-İslam kamuoyunun tepkisini yatıştırarak Orta ve Uzak Doğu’da yankılanan huzursuzluğu gidermek istemiştir. Barıştan yana tavrını gizlemeyen TBMM Hükümeti de Dışişleri Bakanını Avrupa başkentlerine göndererek temaslarda bulunmasını sağlamıştır. Ancak Paris Konferansı kararları önce mütareke sonra ateşkes üzerine planlandığından Mondros Mütarekesi tecrübesini yakın zamanda yaşamış bir millet nazarında bu kararlar şüpheyle karşılanmıştır. TBMM Hükümeti önce tahliye sonra sulh müzakereleri biçiminde niyetini ortaya koysa da karşılıklı notalar etrafında devam eden süreçte sulh hep söylemde kalmıştır. Bu çalışmada, İngiltere’nin dilinden düşürmediği Anadolu barışına dair tutumu; İngiltere Kabine Belgeleri, Avam Kamarası ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıtları üzerinden aktarılmaya çalışılmıştır.Item “A PEREMPTORY ADIEU TO BIODIVERSICALS”: ECOLOGICAL DECLINE AND EXPERIMENTATION IN PETER READING’S -273,15(Ankara Üniversitesi, 2022) Abacı, Özlem Türe; Other; OtherPeter Reading (1946-2011), pronounced as “the unofficial laureate of a decaying nation, Junk Britain” by Tom Paulin, has always been concerned with environmental deterioration, climate change, and decline of the species in many of his work from the 70s onwards. His poems of the new millennium advocate a more robust critique of the neo-liberal economic systems and human beings’ involvement in the current ecological crisis. Reading’s -273,15, [Absolute Zero], revisits his decades-long efforts to experiment with various poetic forms, registers and a grief-stricken tone presiding over most of his previous work with his suspicion of human language to convey the complexities of anthropocenic experience. Reading’s text combines his efforts not only to experiment with various poetic and non-poetic materials, registers, but also look for ways to cope with an approaching catastrophe. The verbal and visual collage pieces as the most frequently employed procedures in Reading’s poetry draw his poetry closer to the ‘entropological register’ Skinner puts forward and bring together the sources to show how Reading’s environmental agenda is conscious of its shortcomings. Drawing on Lynn Keller’s recent work on ecopoetics and the concept of the “self-conscious Anthropocene,” this paper aims to explore how Reading’s ecological agenda and experimental practices in -273,15 might forge an improved understanding of the connections between contemporary poetry and environmental justice.Item A VIRTUOUS PANDEMIC? (IM)MORAL RESPONSES TO BLACK DEATH IN DANIEL DEFOE’S A JOURNAL OF THE PLAGUE YEAR(Ankara Üniversitesi, 2022) Arıkan, Seda; Other; OtherTarih boyunca insanlık, insanların farklı şekillerde karşılık verdiği, baş etmek için mücadele ettiği ve nihayetinde onları alt ettiği birçok pandemiden mustarip olmuştur. Tarihin insanlığı şahit kıldığı gibi, şu ana kadar insanlığın atlatamadığı tek bir pandemi yoktur. Bununla birlikte bir pandemide hayatta kalmak, sadece fiziksel, sosyal ve finansal değil, en önemlisi ahlâki olan birçok yetenek gerektirir. Bu anlamda, pandemi anlatıları zor zamanlardan geçerken ahlâki ve ahlâk dışı tutumların nasıl benimsendiğini kavramak için ilham vericidir. Bunun ışığında, Daniel Defoe'nun 1722'de yayımlanan A Journal of the Plague Year [Veba Yılı Günlüğü] adlı eseri, bu romanı gerçekçi bir tarihsel anlatı kategorisine dahil eden rasyonalist bir bakış açısıyla 1665 Londra Büyük Veba salgınına ışık tutar. Bununla birlikte, Defoe'nun 1665 veba salgınını belgelemesi, aynı zamanda insanların pandemi zamanlarında nasıl davrandıklarını ve pandemiye ahlâki veya ahlâk dışı olarak nasıl tepki verdiklerini tasvir eden ve bunu açığa çıkaran ahlâki bir anlatıdır. Defoe'nun insan yelpazesi göz önüne alındığında-–şehirden derhal kaçan önde gelen zenginler, insanları ölüme terk ederek evleri karantinaya alan valiler, vebayı yayan cahil insanlar, sahtekâr din adamları, doktorlar ve insanları sömüren sihirbazlar; ve birbirlerini kollayarak hayatta kalmayı tercih edenler–A Journal, acı çeken insanların ve onların acılarından faydalanan diğerlerinin ölümcül bir salgına nasıl ahlâki ya da ahlâk dışı tepkiler verdiğine işaret etmektedir. Bu çalışma, günümüz Covid-19 pandemisine verilen mevcut ahlâki (olmayan) tepkilere ışık tutmak için, yüzyıllarca öteden gelen bir çağrı olarak kabul edilebilecek Defoe’nun bu anlatısında ahlâk felsefesinin yerini görünür kılma çabasıdır.Item ASUBJECTIVITY AND IMPERSONHOOD IN PATOČKA AND DELEUZE(Ankara Üniversitesi, 2022) Shores, Corry; Other; OtherDeleuze’ün kişisel olmayan ve asubjektif (ilk anlamıyla, göreceli olmayan) felsefesi onun anti-fenomolojik olduğu iddiasına yol açan nedenlerden biridir. Ancak, Patočka tarafından tartışıldığı gibi; fenomoloji, zaten, asubjektiftir. Bu durum Deleuze tarafından geliştirilen deneyleme (yaşantılama) felsefesinin asubjektif bir fenomenoloji olabileceği ihtimalini yeniden değerlendirmenin yolunu açar. Burada karşımıza çıkan; Patočka’nın kişisel deneylemesinden (yaşantılamasından) Deleuze’ün kişisel-olmayan deneyleme yoluyla farklılaştığıdır. Bu noktada; kişisel-olmayan, asubjektif bir fenomenolojinin Deleuze’ün çalışmalarında yer bulup bulmadığını merak etmekteyiz. Bu amaçla öncelikle Patočka’nın Husserl’e karşı geliştirdiği ve fenomenolojiyi “egosal-subjektiften uzaklaştırmanın” sebeplerini araştırmaktayız. Özet olarak; Patočka, öznelliğin verili bir fenomen olmadığını ve fenomolojinin asıl derdinin de bu olmadığını ileri sürer. Böyle bir dolaysız deneyleme (yaşantılama) araştırması aşkınsal öznellik yerine dünyamıza uyguladığımız bir “delme kuvvetini”, (Patočka’nın deyimiyle) bir thrust’ı açığa çıkarır. Benzer biçimde Deleuze’ün deneyleme (yaşantılama) felsefesi de böyle bir self-dışı hareketi, Ferlinghetti’nin “dördüncü tekil şahıs” kavramına olan atfı yoluyla gördüğümüz bu hareketi, araştırır. Hatta Deleuze’ün Peircie’çı “Sıfırıncılık” kavramı da buna delil teşkil eder. Patočka’dan farklı olarak; Deleuze’de, kişi-lik deneyimin temeline konumlandırılmaz, onun çalışmalarında kişisel-olmayan bir deneycilik, paneksperiantalizm vardır.Item BEBEK BEDENLERİN NESNELEŞTİRİLMESİ: İÇ SAVAŞ ÖNCESİ AMERİKA BİYOPOLİTİĞİNİ BEBEK GÖSTERİLERİYLE ANLAMAK(BEBEK BEDENLERİN NESNELEŞTİRİLMESİ: İÇ SAVAŞ ÖNCESİ AMERİKA BİYOPOLİTİĞİNİ BEBEK GÖSTERİLERİYLE ANLAMAK, 2022) Karaköse, Onur; Other; OtherBu çalışmanın amacı, İç Savaş öncesi Amerika toplumunda bebek gösterilerinin ailede, çocuk yetiştirmede, anne ve bebek bedenlerinin nesneleştirilmesinde ikili cinsiyet mantığının nasıl teşvik edildiğini İç Savaş öncesi Amerikan biyopolitiğiyle ilişkilendirerek araştırmaktır. Bu çalışma ilk olarak 1854 yılında tarım fuarlarının parçası olarak düzenlenen ilk bebek gösterilerinin biyopolitik yönlerini, bu olayların gazetelerdeki yansımalarına odaklanarak inceleyecektir. Daha sonrasında Phineas Taylor Barnum’un bebek gösterilerini ticari başarı için ucube gösterilerinin içine katarak 1855 yılında yeniden halka sunmasına değinilecektir. Bu çalışma Barnum’un gösterilerinde; beyaz Amerikan bebeklerinin üretilmesinin şovlarda düzenlenen anketlerde ve doktorların anne ve bebekleri değerlendirmedeki incelemelerinde nasıl teşvik edildiğini ve bu kıstasların en iyi Amerikan bebeğinin niteliklerini belirlemede öjenik bir normallik aşıladığını savunacaktır. Son olarak, anormal “ucubeler” ve “tuhaflıklar”ın “melek” bebeklerle yan yana getirilmesinin Barnum'un Amerikan müzesi aracılığıyla gerçekleştirilmesi, bu çalışmanın savunduğu üzere, Barnum müzesinin, kurallara uygun orta sınıf Amerikan aile yapısı yaratmak amacıyla bir Amerikan aile miti kurup söylemsel bir tarihsel gerçeklik oluşturmaya ve bunu teşvik etmeye çalışması ve bunu Amerikan ailesi üzerinde heterotopik bir otorite olarak güç/bilgi yetkisini kullanarak yapmasıyla açıklanacaktır.Item BİRİNCİ ULUSAL MİMARLIK AKIMI DEMİRYOLU LOJMAN BİNALARI İÇİN BİR TİPOLOJİ DENEMESİ(Ankara Üniversitesi, 2022) Sunay, Serkan; Sanat Tarihi; Dil ve Tarih-Coğrafya FakültesiOsmanlı İmparatorluğu’nda 19. Yüzyıldan itibaren demiryolu ulaşımına verilen önem artmaya başlamıştır. Bu yüzyıl içerisinde Osmanlı coğrafyasında ticari amaçlar doğrultusunda bir takım imtiyazlarla işletmesi yabancı sermaye kaynaklı demiryolu yatırımları yapılsa da, Mondros Antlaşması’ndan sonra sadece Anadolu, Rumeli ve Kafkas demiryolunun bir kısmı kalabilmiştir. Kurtuluş Savaşı’nı takiben Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde yabancı şirketlerin işlettiği hatların devletleştirilmesi yanı sıra memleketi demiryollarıyla donatmak milli bir politika haline gelmiştir. Böylece demiryolu hattı 1927’de Kayseri’ye, 1930’da Sivas’a ulaştırılmış, 1930’lu yıllar bitmeden ise Malatya, Niğde, Diyarbakır ve Erzurum’a götürülmüştür. Bu kapsamda yeni hatlar için yeni demiryolu binalarına ihtiyaç duyulmuştur. Bu yıllarda ulus-devlet fikrinin mimarideki fiziki kanıtı gibi yorumlanabilecek Birinci Ulusal Mimarlık Akımı üslubunda, hattın ilerleyişine durak teşkil eden merkezlerde demiryolu binaları inşa edilmiştir. Yapılan bilimsel çalışmalarda genellikle istasyon binalarının mimarisine, yeniden işlevlendirilmesine, koruma ve onarımına değinildiği, istasyon sahasının siluetini oluşturan ambarlar, depolar, lojmanlar, su depoları, cendereleri, makasçı binaları, hangarlar gibi binalara yoğunlaşılmadığı anlaşılmaktadır. Bu çalışmada demiryolu yapılarından önemli bir grubu teşkil eden lojman binalarının nasıl sınıflandırılması gerektiği sorunsalından hareketle, mevcut binalardan bir tip veya grup için seçilmiş eserler ışığında bir tipolojik sınıflandırma yapılmıştır. Bu tasnif neticesinde, müstakil lojmanların ve istasyon sahasında farklı fonksiyondaki başka bir binaya bitişik lojmanların üst çerçevede bütünü oluşturduğu görülmüş; sadece lojman fonksiyonuna sahip eserler veya lojman ve işyeri görevine yönelik çok fonksiyonlu binalar gibi kullanım amaçları, kat sayıları ve kaç kullanıcıya yönelik inşa edildikleri alt gruplar halinde irdelenmiştir.Item ÇATIŞMA ÇÖZÜM VE MÜZAKERE EĞİTİM PROGRAMLARININ ETKİSİ(Ankara Üniversitesi, 2022) Mahmatoğlu, Nihal; Other; OtherMüzakere becerileri eğitimleri, müzakerecilere mantık ve davranış hatalarından uzak durmayı ve tüm müzakere durumlarında sonuçlarını artıracak şekilde davranmayı öğretmek üzere tasarlanmaktadır. Çatışma çözümü ve müzakere becerileri eğitimlerinin temel amacı, müzakere becerilerinin katılımcıya aktarımının (transfer) sağlanmasıdır. Ayrıca müzakere becerileri eğitimlerinin süresi de eğitimin aktarımı tartışmalarına yeni bir boyut eklemektedir. Bu çalışmanın da temel amacı; etkili çatışma çözümü ve müzakere becerileri eğitimlerinin, söz konusu becerilerin gelişimi üzerinde etkili olup olmadığını görgül olarak ortaya koymaktır. Bunun yanı sıra bu çalışmada alınacak eğitimin aktarımı ölçümleri ile eğitimlerin gerçek hayata aktarımları ile ilgili görgül araştırma desteği sağlanmak hedeflenmiştir. Bu amaçla bu çalışmada uzun süreli eğitim programlarının etkisini test etmek üzere İstanbul Aydın Üniversitesi Psikoloji 3. sınıf olan 35 öğrenci deney grubunu, 28 öğrenci kontrol grubunu; kısa süreli eğitim programlarını test etmek üzere Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi (BAİBÜ) Sosyoloji bölümünden 43 öğrenci deney grubunu, Uluslararası İlişkiler bölümünden 25 öğrenci kontrol grubunu oluşturmuştur. Deney ve kontrol gruplarının çatışma çözüm ve müzakere becerileri tutumları ile davranışlar/ eğitim aktarımı açısından karşılaştırılması sonucunda da anlamlı farklar ortaya çıkmıştır. Bunun yanı sıra uzun ve kısa eğitim deney gruplarının çatışma çözüm ve müzakere becerileri tutumları ile davranışlar/ eğitim aktarımı açısından da gruplar arasında anlamlı farkların olduğu görülmüştür.Item COLLISION OF EROS AND THANATOS IN “THE SNAKE”(Ankara Üniversitesi, 2022) Bezci, Şenol; Amerikan Kültürü ve Edebiyatı (İngilizce); Dil ve Tarih-Coğrafya FakültesiJohn Steinbeck’in ünlü öyküsü “Yılan”, yazarı bu yönde bir açıklama yaptığı için, amacı ve iletisi bilinmeyen, gizemli bir öykü olarak kabul edilir. Steinbeck öyküde geçen olayın gerçekten de yaşandığını ve kendisinin, olayı sadece olduğu gibi kağıda geçirdiğini söyler. Çoğu okur ve eleştirmen yazarın bu açıklamasını kabul etmektedirler. Ancak, Freudyen bir inceleme yapıldığında öykünün, yaşam ve ölüm dürtülerinin, yani Eros ve Thanatos’un çatışmasını gösteren, iyi düşünülmüş ve iyi işlenmiş bir metin olduğunu görürüz. Dolayısıyla, bu makale önce Freud’un yaşam ve ölüm dürtüleri kuramını açıklamayı, sonra da öyküdeki karakterlerin davranışlarının, bariz bir şekilde yaşam ve ölüm dürtüleriyle yönlendirildiğini göstermeyi amaçlamaktadır. Freud birden çok eserinde insanların, birisi bireyi hayattan keyif almaya ve birlikte yaşamaya, diğeri saldırganlık ve yıkıma yönlendiren iki baskın dürtü tarafından yönetildiğini ortaya koyar. Bu dürtülerin ilki Eros, ikincisi Thanatos’la sembolize edilmektedir. “Yılan”ın kadın karakteri, zehirli bir çıngıraklı yılan satın almak ve yılanın bir fareyi yiyişini seyretmek istediği için özünde Thanatos dürtüsüyle hareket etmektedir. Kadın, yılanın fareyi yeme sahnesini seyrederek erotik ve saldırgan dürtülerini tatmin ederken, bir biyolog olan ve hem işi hem de yaradılışı gereği bir Eros insanı olan erkek karakter, şaşkınlık içinde kadını ve sahneyi seyretmektedir. Böylece öykü Eros ve Thanatos’un çatışma yeri haline gelir. Bu açıdan bakıldığında, çoğu okurun düşüncesinin aksine, öykü açık bir metin haline gelir.Item CONTROVERSIAL EFFECT OF BERTOLT BRECHT’S EPIC THEATRE ON THE DEVELOPMENT OF BRITISH POLITICAL DRAMA AND ITS ILLUSTRATION IN DAVID HARE’S FANSHEN(Ankara Üniversitesi, 2022) Özcan, Tuba Ağkaş; Other; OtherBritish political drama took its place on contemporary British stage without the boundaries of a certain manifesto but with the political consciousness of a group of leftist playwrights in the late 1960s. It reflected the disillusionment of these playwrights with the Labour Party politics at home and with some worldwide events like the Vietnam War, student riots in Paris, Soviet Russia’s interventions in Hungary and in Czechoslovakia. British political dramatists wrote explicitly politically and produced their plays, in the first place, by the help of fringe theatre companies, which were touring and which took theatre to the public. Bertolt Brecht was one of the most important literary influences on the development of British political drama, which was mostly denied by political dramatists. Brecht’s impact dated back not only to his theatre company Berliner Ensemble’s visit to London in 1958 but even before the World War II. British playwrights and directors in 1950s and 1960s got acquainted with Brecht’s works both in Britain and in Germany and they helped to introduce Brecht’s epic theatre on British stage. This generation of playwrights and directors paved the way for the development of political drama in Britain. Even though political dramatists did conceal, Brecht’s epic theatre was, in literary terms, one of the greatest influences on political drama. This study will briefly talk about the development of British political drama and then it will reveal to what extent Brecht’s epic theatre affected British political playwrights. Lastly, it will explore Brechtian influences in a play Fanshen (1975) by one of the representative political playwrights, David Hare.Item DİYARBAKIR, BİTLİS, MAMURETÜLAZİZ VE URFA’DA MEYDANA GELEN 1895 ERMENİ OLAYLARINDA SÜRYANİLERİN TUTUMU(Ankara Üniversitesi, 2022) Bozan, Oktay; Other; OtherOsmanlı Devleti, idaresi altındaki gayrimüslimleri din ya da mezhep esasına göre örgütleyerek idare etmiştir. Millet Sistemi denilen bu idarede gayrimüslimler her türlü din ve dâhili işlerinde serbest bırakılmıştır. Büyük bir sarsıntıya neden olan 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında Osmanlı sınırları içerisinde yaşayan Ermeniler arasında bağımsız bir devlet kurma düşüncesi yeşermeye başlamış ve bu durum birçok etmenin de etkisiyle XIX. yüzyılın sonlarına gelindiğinde isyanlara dönüşmüştür. Bu kapsamda Diyarbakır, Mamuretülaziz ve Bitlis vilayetleri ile Urfa Sancağında başlayan olaylar kısa süre içerisinde halklar arası çatışmaya dönüşmüştür. İsyanı geniş bir tabana yaymak isteyen Ermeniler özellikle Süryanileri kendilerine destek vermeye zorlamışlardır. Böylece Osmanlı Devleti’ne karşı giriştiği ihtilal mücadelesini “Müslüman-Hristiyan” olarak göstermek istemişlerdir. Bu nedenle Ermeni komitacıları ile hareket eden veya aldatılmış bazı Süryaniler, yaşanan olaylarda yer almıştır. Bu çalışmada Diyarbakır, Mamuretülaziz ve Bitlis vilayetleri ile Urfa’da meydana gelen 1895 Ermeni olaylarından Süryanilerin nasıl etkilendikleri ele alınacaktır. Böylece Süryanilerin, Ermeni olayları sırasında Ermenilere, Müslümanlara ve Osmanlı Devletine karşı bakışı ve nasıl bir politika takip ettiği ortaya konulacaktır.Item ESKİ MEZOPOTAMYA’DA MATEMATİK, GENEL BİR DEĞERLENDİRME(Ankara Üniversitesi, 2022) Erol, Hakan; Eskiçağ Tarihi; Dil ve Tarih-Coğrafya FakültesiGünümüzde, gerek günlük hayatta pratik olarak gerekse bilimsel anlamda kuramsal olarak kullanılan matematik ile insanoğlunun ilişkisinin kendi tarihi kadar eski olduğu söylenebilir. İnsanlar en eski çağlardan itibaren, en azından karşılıklılık ilkesine göre, çevresindeki varlıkları nicelik bakımından da değerlendirmiş olmalıdır. İnsanlık tarihinde, matematik ile ilişkilendirilebilecek en eski somut nesneler, Paleolitik devirlere tarihli, üzerlerine çentikler yapılmış kemik buluntulardır. Bu çentikli kemikler, muhtemelen, ne olduğunu bilemediğimiz “şeylerle” ilgili hesaplama yapıldığını ve/veya kayıt tutulduğunu gösterir ve insanın matematik ile olan en erken ilişkisine işaret eder. Neolitik devirlere gelindiğinde ise, özellikle Mezopotamya ve çevresinde, tam anlamıyla matematiksel hesaplamalar ve kayıt tutma amacına yönelik hesap taşları ya da markalar (token) icat edilmiştir. Bazı araştırmacılar, Neolitik Çağ boyunca Yakın Doğu’nun birçok bölgesinde kullanılan bu token sisteminin Sumerlilerin geliştirdiği çivi yazısının, özellikle de rakamların ve altmışlık sayı sisteminin temelini oluşturduğu ileri sürmektedir. Zaman içerisinde değişim ve gelişim gösteren çivi yazısı ve bu yazı sistemindeki rakam sembolleri sayesinde, diğer birçok konuda olduğu gibi, matematik biliminin de temelleri Mezopotamya’da atılmıştır. Mezopotamya toplumları matematiği gündelik hayatlarında pratik amaçla birçok alanda kullanmanın dışında, bir bilim alanı olarak da okullarda öğrencilere öğretmişlerdir. Özellikle Eski Babil Devrine tarihli birçok matematiksel okul metni ele geçmiştir. Mezopotamya şehirlerindeki kazılarda bulunmuş çok sayıdaki matematiksel okul metni, genellikle kabul edildiği gibi, matematik biliminin temelinin Yunan uygarlığına değil, açıkça Mezopotamya kültürlerine dayandığını göstermektedir.Item HALKLA İLİŞKİLERDE KONSTRÜKTİVİST TEORİ AÇISINDAN SPONSORLUK UYGULAMALARININ ÖNEMİ: TEORİK BİR ÇALIŞMA(Ankara Üniversitesi, 2022) Tarhan, Ahmet; Other; OtherKonstrüktivist teori, sosyal inşacılık olarak da bilinmektedir. Sosyal olarak inşa edilen olgu, psikolojide benlik, uluslararası ilişkilerde devletlerle bireyler arasındaki ilişkiler ve halkla ilişkilerde imajlardır. Halkla ilişkilerde konstrüktivist teoriye göre imajların sosyal inşası, nihayetinde bir gerçeklik yaratmaktadır. Bu gerçeklik, kuruluşa avantaj ve kazanç sağlayacak bir ortamı anlatmaktadır. Sponsorluk ise imaj inşa etmek ve bir gerçeklik yaratmak için kuruluşlar tarafından sıklıkla kullanılmaktadır. Sponsorluk, başta reklam amaçları, pazarlama amaçları ve halkla ilişkiler amaçları olmak üzere pek çok hedefi gerçekleştirmek için planlanan ve yürütülen bir faaliyettir. Sponsorluğun halkla ilişkiler amaçları arasında yer alan imaj oluşturmak ya da yerleştirmek, sponsorluğu halkla ilişkilerde konstrüktivist teori bağlamında son derece önemli bir uygulama haline getirmektedir. Sponsorluğun hedef kitle tarafından nasıl algılandığı ve değerlendirildiği, bir imajın başarıyla inşa edilebilmesi için üzerinde durulması gereken bir etkendir. Bu noktada kuramsal yaklaşımlar, bu algılama ve değerlendirme sürecini detaylı biçimde açıklamayı hedeflemektedir. Çalışmanın amacı, sponsorluk faaliyetleri aracılığıyla imajın nasıl inşa edilebileceğinin teorik bir irdelemesini sunmaktır. Bu doğrultuda çalışmada, halkla ilişkilerde konstrüktivist teori ve sponsorluk kavramı açıklanmaya çalışılmaktadır. Ardından, sponsorluk uygulamalarının algılanmasını inceleyen kuramsal yaklaşımlar tanıtılmakta ve bunların bir değerlendirmesi yapılmaktadır. Çalışmada ulaşılan en temel sonuç, imaj inşa etme sürecine önemli katkılar sağlaması nedeniyle sponsorluk faaliyetlerinin halkla ilişkilerde konstrüktivist teori açısından son derece kritik bir noktada bulunduğudur.Item HOLLANDA HALK MASALLARI: YEREL-KÜRESEL GEÇİŞKENLİĞİ(Ankara Üniversitesi, 2022) Güleç, Mustafa; Other; Dil ve Tarih-Coğrafya FakültesiMasal olgusu, halkın yarattığı, ağızdan ağıza yani sözlü dil kullanılarak kuşaktan kuşağa sürüp gelen, çoğunlukla insanların ya da tanrıların başından geçen olağandışı olayları anlatan hikâyeler; öğüt verici, ahlak dersi veren alegorik eserler olarak tanımlanmıştır. Nedensellik açısından farklı bir yaklaşım getirerek, demokrasi ve insan haklarının gelişmediği, yönetim ve toplum kaynaklı baskıların yoğun olduğu ortamları, masal oluşumuna gerekçe gösteren görüşler de vardır. Diğer yandan, Batı Avrupa dışındaki coğrafyalarda (örneğin Afrika ve Kuzey Amerika yerlilerinde) anlatıların, masal türüne göre daha dağınık, belirsiz ve iç içe geçmiş durumda olduğu, masalın ayrı bir yazın türü olarak belirlenmediği öne sürülür. Masal kavramının, yerel ve küresel olguların geçişkenliğini ya da sabitliğini ne düzeyde yansıttığı, tartışılan önemli konulardan biridir. Bu bağlamda, masal türündeki anlatıların üretiminde budunmerkezci yaklaşımın söz konusu olup olmadığı da yanıtlanması gereken sorular arasındadır. Dünyadaki halk masallarının çoğu yereldir ve yerelden küresele doğru doğru gelişir. Yerelden küresele doğru geçme göstermesi, masalların içeriğinin, verdiği iletinin ve izleğin evrensel niteliğinin olmasındandır. Belli bir halka ya da coğrafyaya ait olan masal, söylence ve destanlar, o halkın küresel kültürel düzlemde etkin ve baskın olup olmamasına bağlı olarak geçişkenlik gösterir. Hollanda halk masallarının birçoğu, örneklere bakıldığında, ulus-devlet sınırlarını aşan ve kültürel coğrafyayı birleştiren nitelikte metin türleridir. Böylece, yerel ile küresel arasındaki geçişkenliğe düzlem oluştururlar. Bu çalışmada, yukarıda açıklanan sorunsallar, yerel ve küresel eksende Hollanda masalları ele alınarak tartışılacak ve ilgili sorulara yanıt aranmaya çalışılacaktır. Hollanda masallarının genel yapısı, tarihsel, toplumsal konumu, anlatı özelliği ve içerikleri, Hollanda sözlü kültüründen seçilerek Hollanda halkına ve onun budunbilimsel yazınına aktarılmış üç örnek temel alınarak sunulacaktır.Item BİR İNANÇ ESTETİZMİ ‘’HİNDUİZM’’: POLİTİK ESTETİZASYON VE PSİKOLOJİ(Ankara Üniversitesi, 2022) Ceylan, Ezgi Gül; Other; OtherEstetizm, psikolojik kodların özüdür. Bu çalışmada estetizm ve estetizasyon kavramları, psikolojik olguları açıklamak için kullanılmaktadır. Bir sistemin psikolojik durumlarını tanımlamak için kullanılan kapsayıcı değerler (din, politika, ekonomi, ahlaki değerler v.b.g) ile psikolojik estetizasyonlar, karşılıklı bir ilişki varsayımından hareket edilmiştir. Psikolojik değerlerin varlığının temellendirilmesi, bireysel estetizasyonların ifadesidir. Dönüşüm, uyarlama, entegre gibi psikolojik düşün, duygu ve davranış yapıları hâkim yapılara uyarlanarak kendini meşrulaştırmaktadır. Özellikle tüm yaşamın kutsallıklarla dolu olduğu ülkelerde, kutsallık içinde kendini konumlandırma psikolojisi kutsallığın yüce değerlerinin estetizasyonları ile mümkün olmaktadır. Bu nedenle bu çalışma, inanç estetizmleri ile psiko-patolojik rahatsızlıklar ilişkisini ele almaktadır. Bu kavramların ve ilişkilerin açıklanması için oldukça yararlı olan Hindistan (Hinduizm) örneği ele alınmıştır. Çalışmada, nitel araştırma metolojisinden, literatür taraması ve metin analizinden yararlanılmıştır.Item JEOPATOLOJİ VE HİSTOPATOLOJİ: TOM STOPPARD'IN LEOPOLDSTADT OYUNUNDA MEKÂN, TARİH VE SÜRGÜNÜN TEATRALLEŞTİRİLMESİ(Ankara Üniversitesi, 2022) Günenç, Mesut; Other; OtherZamanının en etkileyici ve geniş kapsamlı düşünür ve oyun yazarlarından biri olan Tom Stoppard, Wyndham's Theatre'da sahnelenen Leopoldstadt oyununu (son oyunu 2020) kaleme almıştır. Stoppard, Leopoldstadt'taki Çek atalarını daha fazla araştırmış ve Hermann Merz'in Viyana'daki yüksek sınıf Yahudi ailesini betimleyerek kendi Yahudi ailesini ve köklerini tasvir etmiştir. Oyun şüphesiz Stoppard'ın kendi kimliğinin birincil incelemesi olsa da ve kapsamlı bir Avrupa tarihini tasvir etmektedir. Stoppard'ın oyunu neredeyse yüz yılı kapsamakta ve kademeli olarak ortadan kaybolma, çözülme, sürgün ve evsizliğin anlatısını ifade etmektedir. Histopathology (tarihyazımı patolojisi/kimlik krizlerinin özellikleri) ve Una Chaudhuri'nin geopathology kuramına odaklanan makale, Stoppard'ın Leopoldstadt oyununu incelemeyi amaçlamakta ve bu nedenle oyunun okumasına farklı bir bakış açısı sunmaktadır. Hem geopathology hem de histopathology’nin tıbbi tanımları vardır. Chaudhuri'nin geopathology terimini farklı bir bağlamda kullanması gibi, amacım da histopathology teriminin etnisite, kayıp, katliam, sürgün, psikolojik rahatsızlıklar ve tarihsel bağlamda kimlik krizinin özellikleri gibi kullanımlarını genişletmektir. Chaudhuri, kimlik krizleri ve korkunç hatıraların yol açtığı kederi karakterize etmek için ‘geopathology’ ve ‘geopathic’ bozukluklar terimlerini yeniden kullanmaktadır. Farklı coğrafyalar, etnik köken, ulus ve dil ile tanımlanmaktadır. Kültürel ve ulusal kimlikler sıklıkla belirli bölgelere yönelik oluşturulur veya bu bölgelere atfedilir. Una Chaudhuri, eserinde ‘nerede?’ kavramını ‘Coğrafyasız nerede yaşıyorsun?’ kavramına dönüştüren “bir yerin kurbanı” ilkesini tartışmaktadır. Oyun ilerledikçe aile üyelerinin sayısı azalmakta ve aile ortamında evsiz yurtsuz kalma durumu giderek artmaya başlamaktadır. Bu bağlamda, bu makale aynı zamanda Stoppard'ın Leopoldstadt'taki sürgün coğrafyasını nasıl bir köksüzlük ve soykırım sembolü olarak farklı tarihsel dönemler bağlamında tasvir ettiğini de anlatmaktadır.Item KLASİK TÜRK ŞİİRİNDE TEŞBİHİN BASİT BELİRTİLİ VE BİRLEŞİK OLARAK SINIFLANDIRILMASI(Ankara Üniversitesi, 2022) Demirciler, Ahmet Zahid; Other; OtherEski Türk edebiyatı dönemi şairleri orijinalliklerini geleneğin sunduğu mecaz dağarcığına bağlı kalarak göstermek durumundaydılar. Dolayısıyla marifetlerini eldeki malzemenin işlenişinde sergilemeleri gerekiyordu. Bu durum klasik şiirin gelişimini izlemede üslup tahlillerinin önemini artırmaktadır. Bu bakış ile tahlil edilmesi gereken dil kullanışlarından biri de teşbihlerdir. Belagat kitapları teşbih örneklerinin yapısını ayrıntılı bir biçimde işlemektedir. Yaklaşım yönlerinden biri de teşbih taraflarının nicelikleridir. Belagat kitaplarındaki bu sınıflandırma ve yaklaşım, üslup tahlilleri için önemli bir yöntem sunmasına rağmen büyük ölçüde teorik kitaplara münhasır kalmıştır. Bu çalışma ilgili yöntemi ayrıntılı bir şekilde ortaya koyup tartışarak edebiyat tahlillerinde daha etkin bir şekilde kullanılmasını hedeflemektedir. Kazvînî’nin kabul gören modeline göre teşbih tarafları basit (müfred), belirtili (mukayyed) ve birleşik (mürekkeb) olarak sınıflandırılmaktadır. Konu olarak Kazvînî’nin modeli zemininde Türk belagat kitaplarındaki sınıflandırma ve şiir örnekleri belirlenmiştir. Makalenin ilk bölümünde örnek beyitler tahlil edilerek basit, belirtili veya birleşik oluşları açıklanmıştır. İkinci bölümde belagat kitaplarının teşbih taraflarının nicelikleri hakkında verdiği bazı hükümler tartışılmış, basit olduğu söylenen bir teşbih tarafının birleşik, birleşik olduğu söylenen bazı tarafların belirtili olması gerektiği savunulmuştur. Sonuç olarak birleşik teşbihlere, belirtiliden, belirtiliye ise basitten daha çok kıymet ve yer verildiği görülmüş; birleşik teşbihlerin parçalarının birçoğunun tek başına bir teşbih meydana getirebildiği tespit edilmiştir. Teşbih kısımlarının karşılaştırılmasının Türk belagat ve edebiyat bilgisi kitaplarının içeriği ve birbirleriyle ilgilerine dair verdiği bazı ipuçları da ulaşılan sonuçlardandır.Item KOMEDİ Mİ? DRAM MI? VİŞNE BAHÇESİ(Ankara Üniversitesi, 2022) Günör, Tuba; Other; OtherAnton Çehov’un dillere desten olan sanat yaşamının en son ürünü ‘Vişne Bahçesi’nin sanatçının gerek bireysel bakış açısı gerekse de sanatsal yaşamı içerisinde yeri birçok eserinden daha farklıdır. Hastalığının son evrelerine denk gelen yazım süreci sanatçıyı hem ruhen hem de fizikken derinden etkiler. Kısa yazmakta ki ustalığı bu eserinde işe yaramaz. Sanatçı eseri üzerinde çok uzun süre çalışmak zorunda kalır. Hastalığının ağır ataklarından arta kalan zamanları odasına kapanarak, çalışarak geçirir. Tüm bu zor süreçlere rağmen Çehov, ısrarla bir komedi yazmaya odaklanmıştır. Kişilerini, onların sıradan sohbetlerini, dünyaya bakış açılarını hatta kıyafetlerini bile sıradan bir şekilde kaleme alır. Oluşturmak istediği komik iskelet, dönemin değişmeye başlayan siyasi düzeni ve düşünce yapısıyla birleşince ne yazık ki sanatçının komedi olarak kaleme aldığı eseri bir drama dönüşür. Sanatçı her ne kadar kabul etmese de bu durumun en önemli nedeni eserin temelini oluşturan konunun dramatik olmasıdır. Çehov diyaloglarıyla konuyu yumuşatmaya çalışmış olsa da bu durumu onun gibi gören çok az kişi olmuştur. Sanatçıdan sonra oyunun rejisörleri K. S. Stanislavski ve V. İ. Nemiroviç-Dançenko’nun de eserde sadece bu drama yönelmesi ve oyuncularını bu yönde oynamaya sevk etmesi oyunu daha afişleri basılırken komediden bir drama çevirecektir. Sağlık sorunları nedeniyle provalara katılamayan Çehov da ne kadar çabalarsa çabalasın eserinin komedi olduğunu ne rejisörlere ne edebiyat eleştirmenlerine ne de izleyicisine ispatlamayı başaramaz. Bu çalışma sanatçının başyapıtlarından biri olan ‘Vişne Bahçesi’nin komedi mi yoksa dram mı olduğuna dair Çehov’un düşünceleri ve mücadelesini anlatmayı temel almışızdır. Anahtar KelimelerItem MACKINTOSH'UN MAVİ BİLET ROMANI: ATAERKİL SÖYLEMDE HAPSOLMUŞ “VAHŞİ” KADINLAR(Ankara Üniversitesi, 2022) Coşkun, Kübra Kangüleç; Other; OtherBritanyalı yazar Sophie Mackintosh Mavi Bilet (2020) başlıklı distopik romanında kendilerine biçilmiş roller içinde sıkışıp kalmış kadınların özgürlük arayışlarını anlatır. Mackintosh’un yasaya karşı gelerek hamile kalan ana karakteri Calla, aslında bastırdığı annelik arzusunun peşinden gider ve bu uğurda fiziksel, sosyolojik ve psikolojik bir dönüşüm geçirir. Yazarın insan bedeninin sınırlarını zorlayan Calla tasviri Clarissa P. Estés’in Kurtlarla Koşan Kadınlar (1992) eserindeki “vahşi kadın” arketipini örnekler. Karnı büyüdükçe daha da toplum dışına itilen Calla romanın sonuna doğru yabani bir hayvana, bir ucubeye dönüşerek, ataerkil imgelemdeki korkunç anne tasvirlerini pekiştirir. Bu bağlamda, Mackintosh’un annelik, öteki kadın bedeni, cinsiyet rolleri gibi konuları sorgulamaya niyetlenen romanı Antik Yunan’dan günümüze süregelen ve kadını doğayla ilişkilendiren özcü yaklaşımın kıskacından kurtulamaz. Calla sistemin uçlarında, ormanın karanlığında “uluyarak” kendini yeniden yaratan yabanıl ve hayvansı, yani şeytani olarak görülen kadın “öteki”nin bir temsilidir. Hamilelikle birlikte ontolojik sınırları geçen ve gittikçe vahşileşen bu kadın Estés’in eski anlatılar yoluyla keşfettiği yaratıcı dişi gücü, tekinsiz ve korkutucu bir güce indirger. Yani, Mackintosh bastırılan “vahşi” benliklerinin peşine düşen kadınları periferden merkeze, doğadan medeniyete getirmeyi başaramaz. Bu bağlamda, bu makale Mackintosh’un yarattığı karakterleri arketipçi eleştiri ışığında inceleyecek ve vahşi doğayı kadınla eş tutarak, her ikisini de medeniyetin dışına yerleştiren yazarın aslında oldukça ataerkil olan söylemini ortaya koyacaktır.Item OBJECTIFICATION OF INFANTILE BODIES: UNDERSTANDING THE BIOPOLITICS OF ANTEBELLUM AMERICA THROUGH BABY SHOWS(Ankara Üniversitesi, 2022) Karaköse, Onur; Other; OtherBu çalışmanın amacı, İç Savaş öncesi Amerika toplumunda bebek gösterilerinin ailede, çocuk yetiştirmede, anne ve bebek bedenlerinin nesneleştirilmesinde ikili cinsiyet mantığının nasıl teşvik edildiğini İç Savaş öncesi Amerikan biyopolitiğiyle ilişkilendirerek araştırmaktır. Bu çalışma ilk olarak 1854 yılında tarım fuarlarının parçası olarak düzenlenen ilk bebek gösterilerinin biyopolitik yönlerini, bu olayların gazetelerdeki yansımalarına odaklanarak inceleyecektir. Daha sonrasında Phineas Taylor Barnum’un bebek gösterilerini ticari başarı için ucube gösterilerinin içine katarak 1855 yılında yeniden halka sunmasına değinilecektir. Bu çalışma Barnum’un gösterilerinde; beyaz Amerikan bebeklerinin üretilmesinin şovlarda düzenlenen anketlerde ve doktorların anne ve bebekleri değerlendirmedeki incelemelerinde nasıl teşvik edildiğini ve bu kıstasların en iyi Amerikan bebeğinin niteliklerini belirlemede öjenik bir normallik aşıladığını savunacaktır. Son olarak, anormal “ucubeler” ve “tuhaflıklar”ın “melek” bebeklerle yan yana getirilmesinin Barnum'un Amerikan müzesi aracılığıyla gerçekleştirilmesi, bu çalışmanın savunduğu üzere, Barnum müzesinin, kurallara uygun orta sınıf Amerikan aile yapısı yaratmak amacıyla bir Amerikan aile miti kurup söylemsel bir tarihsel gerçeklik oluşturmaya ve bunu teşvik etmeye çalışması ve bunu Amerikan ailesi üzerinde heterotopik bir otorite olarak güç/bilgi yetkisini kullanarak yapmasıyla açıklanacaktır.