Disinformation in the post-truth era: A comparative analysis of the European Union, Türkiye and Brazil's instruments and practices for combating online disinformation

No Thumbnail Available

Date

2025

Journal Title

Journal ISSN

Volume Title

Publisher

ANKARA ÜNİVERSİTESİ

Abstract

Gerçeklik ve hakikat kavramları, epistemoloji ve ontoloji alanlarında sıkça tartışılmakta, birbiriyle bağlantılı ancak farklı anlamlar taşıyan iki kavramdır. Gerçeklik, insan bilincinden bağımsız olarak var olan, somut ve nesnel dünyayı ifade etmektedir. Hakikat ise bu gerçekliğin insan zihninde algılanan ve anlamlandırılan biçimini taşımaktadır. Bu iki kavram arasındaki ayrım, bilginin kaynağı ve doğruluk kriterleri açısından önem taşımaktadır. Gerçeklik, deneyim ve gözlem yoluyla algılanırken, hakikat genellikle bu algının yorumlanması ve anlamlandırılması sürecinde şekillenmektedir. Dolayısıyla, hakikat bireysel ve toplumsal çerçeveler içinde farklılık göstermektedir. Post-truth dönemi, hakikat ve gerçeklik kavramlarının bulanıklaştığı, duyguların ve inançların nesnel gerçeklerden daha etkili olduğu bir çağ olarak tanımlanmaktadır. 2016'daki Brexit referandumu ve Donald Trump'ın ABD başkanlık zaferi, bu dönemin simgesel olayları olarak kabul edilmektedir. Oxford Sözlüğü'nün 2016'da "post-truth" terimini yılın kelimesi seçmesi, bu dönüşümün toplumsal ve politik söylemi nasıl şekillendirdiğini ortaya koymaktadır. Bu dönemde, gerçeklik algısı kişisel inançlara ve duygusal anlatılara göre şekillenirken, doğru ile yanlış arasındaki sınırlar giderek silinmiştir. Sosyal medya, bu süreci hızlandırarak yanlış bilgilerin yayılmasını kolaylaştırmış ve bireylerin kendi doğrularına göre oluşturdukları yankı odalarını güçlendirmiştir. Gerçek, artık sadece doğruluğu değil, duygusal tatmini de içeren bir kavram haline gelmektedir. Postmodernizmin evrensel hakikate olan eleştirileri de bu dönemi besleyen unsurlar arasında yer almaktadır. Jean Baudrillard'ın "simülasyon" kavramı, gerçeğin yerini onun temsillerinin aldığı savunulmakta, Theodor Adorno ve Francis Bacon gibi düşünürler, medyanın gerçeği yeniden şekillendirme gücüne dikkat çekmektedir. Post-truth siyaseti, duygusal manipülasyon ve dezenformasyon yoluyla kamuoyunun gerçeklerden koparılmasına dayanmaktadır. Politikacılar, dini ve milli duygular, terör, ekonomik kriz ve mağduriyet temaları üzerinden algı yönetimi yaparak halkın eleştirel düşünme becerilerini zayıflatmaktadır. Hannah Arendt'e göre, gerçek ve iktidar arasındaki gerilim demokrasiyi tehdit etmektedir. Sosyal medya platformları ise bu durumu algoritmalar ve yankı odalarıyla pekiştirmektedir. Cambridge Analytica skandalı, Brexit ve Trump'ın seçim kampanyaları, post-truth siyasetinin etkisini ortaya koymaktadır. Bu dönemde, yalan haberlerin yayılımı ana akım medyayı geride bırakmakta ve kamuoyu, gerçeği ayırt etme yetisini kaybetmektedir. Etik ve demokratik değerlerin zayıflaması, toplumsal kutuplaşmayı artırarak post-truth siyasetinin etkisini güçlendirmektedir. Bilgi Çağı, Dijital Çağ veya Bilgisayar Çağı olarak da adlandırılmakta olup, bilginin yaratılması, erişilmesi, depolanması ve paylaşılmasındaki önemli dönüşümleri ifade etmektedir. Bu dönem, 20. yüzyılın sonlarına doğru internetin yaygınlaşması ve dijital cihazların gelişmesiyle başlamıştır. Bilginin daha erişilebilir hale gelmesi, toplumlar arasında küresel bir iletişim ve bağlantı ağı kurmuş, ancak bu gelişmeler aynı zamanda aşırı bilgi yüklemesi ve yanlış bilgilendirme gibi zorluklara da yol açmıştır. Özellikle hakikat ötesi çağda, doğru ve güvenilir kaynaklarla yanıltıcı içerikler arasındaki farkları ayırt etmek giderek daha zor hale gelmektedir. Bilgi Çağı'nın belirgin özelliklerinden biri, toplumların her alanında (kültürel, ekonomik, ekolojik ve politik) artan bilgi yoğunluğudur. Küresel bir bilgi altyapısının gelişmesi, bilgilerin hızlı ve geniş bir şekilde yayılmasını sağlamış ve bilgisayar devrimi ile bilimsel ve teknolojik devrim gibi kavramların ortaya çıkmasına yol açmıştır. Dijital teknolojilerin yaygınlaşması, özellikle kişisel bilgisayarların 1980'lerde kullanılmaya başlanması, bilgi yaratma, paylaşma ve iletişim yöntemlerini köklü bir şekilde değiştirmiştir. Bu gelişmeler, dijital okuryazarlığın önemini artırmış ve insanların dijital kaynakları verimli bir şekilde kullanabilme yeteneğini gerekli kılmıştır. Dijital iletişim araçları, bilgi akışını hızlandırmakta ve dünya genelinde daha fazla kişiye ulaşmak mümkün hale gelmektedir. Sosyal medya, bloglar ve dijital haber siteleri, bilgilerin daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlamış olsa da, bu platformlar aynı zamanda yanlış bilgi ve dezenformasyonun yayılmasına zemin hazırlamaktadır. Dijital ortamda, her birey içerik üretebilir ve yayımlayabilir, bu da geleneksel medya denetimlerinin ortadan kalkmasına neden olmuştur. Bu durum, "yankı odaları" ve "filtre baloncukları" gibi olguları yaratmakta, kişilerin yalnızca kendi inançlarını pekiştiren içeriklerle karşılaşmalarına neden olmaktadır. Ayrıca, algoritmalar, bireylerin çevrim içi olarak gördükleri içeriği belirlemede önemli bir rol oynamaktadır. Bu kişiselleştirilmiş içerik sunumu, kullanıcıların ilgilerine göre içerikleri sunma avantajı sağlasa da, aynı zamanda selektif maruz kalma ve doğrulama önyargılarını güçlendirmektedir. Algoritmalar, yanlış veya yanıltıcı bilgilerin, bireylerin mevcut inançlarına uyum sağladığı takdirde yayılmasına neden olabilmektedir. Bilgi Çağı'nın özellikleri, özellikle Post-Gerçek Çağı'nda, duygusal çekiciliği ve doğruluk yerine inançlara dayalı içeriklerin hızla yayılmasını sağlayan dezenformasyon kampanyalarının etkisini artırmaktadır. Bu dönemde, dijital içeriğin viral hale gelmesi ve sosyal medya algoritmalarının yanlış bilgileri güçlendirmesi, toplumsal kutuplaşmayı ve bölünmeleri derinleştirmektedir. Veri, bilgi ve enformasyon arasındaki ilişkiler de, bilgi toplumunun temel unsurlarını oluşturmakta olup, veri ham halde bulunan ve işlenmeye ihtiyaç duyan en küçük bilgi birimi, enformasyon ise verinin anlamlı hale getirilmesi olarak tanımlanmaktadır. Bilgi ise, bu anlamlı verinin insan deneyimi ve içgörüsü ile birleşerek karar alma süreçlerine ve eylemlere dönüştürülmesidir. Bu üç öğe, yeni medya teknolojileri için de büyük önem taşımakta ve içerik üretimi ile dağıtımı konusunda belirleyici rol oynamaktadır. Verinin doğru bir şekilde yönetilmesi, yanlış bilgilerin yayılmasını engellemeye yönelik kritik bir faktördür. Bilgi bozukluğu, yanlış ve yanıltıcı bilgilerin yayılmasını ifade etmekte ve post-truth dönemi ile medya tarihinden daha eski bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Tarih boyunca her dönemde yanlış bilgilere rastlanabilmiştir. Bu kavram, yanıltıcı bilgi (misinformation), kasıtlı yanlış bilgi yayma (disinformation), zarara yol açmak amacıyla gerçek bilgilerin çarpıtılması (malinformation) gibi alt kategorileri içerir. 2017'de Claire Wardle ve Hossein Derakshan, bilgi bozukluğunu daha iyi anlamak için bir çerçeve önererek, bu türleri birbirinden ayırmışlardır. Yalan haber, dezenformasyonun bir türü olup, genellikle internet ve sosyal medya aracılığıyla hızla yayılmakta ve toplumsal güveni zedelemektedir. Ayrıca, yalan haber, yanlış bilgiyle toplumu manipüle etme ve bireylerin doğruyu yanlışlardan ayırt etme yetilerini zayıflatma riskine yol açar. Bu tür bilgilerin yayılmasının önüne geçebilmek için bilgi doğrulama yöntemlerinin güçlendirilmesi önemlidir. Dezenformasyon, halkı yanlış bilgilendirmek amacıyla kasıtlı olarak yayılan yanlış veya yanıltıcı içeriklerdir. Bu içerikler, hükümetler, haber ajansları, istihbarat servisleri ya da bireyler tarafından üretilebilmektedir. Dijital ortamda algoritmalar, kullanıcıları duygu odaklı ve sansasyonel içeriklere yönlendirecek şekilde düzenlenmiş olup, bu da yanıltıcı bilgilerin hızla yayılmasına olanak tanımaktadır. Sosyal medya, algoritmalar aracılığıyla kişiye özel içerik önerileri sunarak yanıltıcı bilgilerin daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlamaktadır. Ayrıca, "botlar" ve "troll fabrikaları" gibi otomatik yöntemler de yanıltıcı bilgilerin hızla yayılmasında önemli bir rol oynamaktadır. Dezenformasyon, özellikle politik manipülasyonlarda kullanılarak kamuoyunu etkilemeye yönelik stratejilerde yer almaktadır. Bu tür içerikler, demokratik süreçleri, halk sağlığını, çevreyi ve güvenliği tehdit edebilmektedir. Aynı zamanda, doğru bilgiye dayalı gazetecilik ve güvenilir kaynakların itibarı da zedelenmektedir. Bu stratejiler, halkın doğru bilgilere ulaşma yeteneğini bozmakta ve bireylerin kendi doğrularını yaratmalarına yol açmaktadır. Günümüzde, dijital medya ve sosyal medya platformlarının rolü giderek daha kritik hale gelmektedir. Bu platformlar, yanıltıcı bilgilerin hızla yayıldığı ortamlar haline gelmiştir. Medya okuryazarlığı, dijital doğrulama araçları ve şeffaflık ilkeleri gibi çözümler, dezenformasyona karşı etkili bir şekilde mücadele edebilmek için önem kazanmaktadır. Ayrıca, kullanıcıların medya tüketim alışkanlıklarını sorgulamaları ve dijital okuryazarlıklarını artırmaları gerekmektedir. Avrupa Birliği (AB), dezenformasyonla mücadelede en etkili ve kurumsallaşmış uluslararası organizasyon olarak öne çıkmaktadır. AB'nin dezenformasyonla mücadele ihtiyacı, özellikle Rusya'nın Avrupa'nın demokratik süreçlerine etki etmeyi ve kamuoyunu manipüle etmeyi hedefleyen dış müdahale operasyonlarının arttığını fark etmesiyle ortaya çıkmıştır. 2015 yılı itibarıyla çevrim içi dezenformasyon kampanyalarının, demokratik kurumları zayıflatmak, toplumsal bölünmelere yol açmak ve medya ile hükümete olan güveni erozyona uğratmak için kullanıldığı belirgin hale gelmiştir. Avrupa Komisyonu'na göre, herhangi bir AB üye ülkesindeki demokrasiye yönelik tehditlerin, tüm Birlik'i zarara uğratma potansiyeli bulunmaktadır. AB, dijital dezenformasyonla mücadelede çok katmanlı bir strateji geliştirmiştir. Stratejinin merkezinde, uzmanlar, ulusal hükümetler, sosyal medya platformları, geleneksel medya organları ve araştırmacılardan oluşan bir iş birliği ağı yer almaktadır. Her bir grup, dezenformasyonla mücadeleye kendi benzersiz katkılarını sunmaktadır: Araştırmacılar dezenformasyon taktiklerini analiz etmekte, medya organları doğrulama yaparak gerçeği ortaya koymakta, platformlar ise dezenformasyonu tespit etmeye yönelik araçlar geliştirmektedir. Ayrıca, vatandaşların dezenformasyona karşı daha dirençli hale gelmesi için medya okuryazarlığı girişimlerine de büyük bir önem verilmektedir. AB, bireylerin çevrim içi dezenformasyonu tanıyıp ondan kaçınabilmesi için eleştirel düşünme becerileri kazandırmayı hedeflemektedir. AB, dezenformasyonla mücadelede dengeyi sağlamak zorundadır: Demokrasi korunurken, ifade özgürlüğü ve medya çeşitliliği gibi temel haklar da gözetilmelidir. Bu bağlamda, AB'nin dezenformasyonla mücadele çabaları, yalnızca yasal ve kurumsal önlemlerle değil, aynı zamanda bireyleri bilinçlendirme ve toplumsal farkındalık yaratma çabalarıyla da pekiştirilmiştir. Bu strateji, bireylerin daha bilinçli bir şekilde çevrim içi dünyada etkileşimde bulunmalarını ve dezenformasyonla karşılaştıklarında doğru bilgiyi ayırt edebilmelerini sağlamayı amaçlamaktadır. AB içinde dezenformasyonla mücadele, Avrupa Dış Eylem Servisi (EEAS) tarafından yönetilmektedir. 2011'de kurulan bu servis, AB'nin dış ilişkilerinin yönetilmesinin yanı sıra, dezenformasyonla mücadele gibi konularda da merkezi bir rol üstlenmiştir. 2015'te kurulan Doğu Stratcom Görev Gücü, özellikle Rusya'dan gelen dezenformasyon kampanyalarına karşı AB'nin mücadelesini güçlendirmiştir. Görev gücü, AB'nin dış sınırlarındaki ülkelerdeki dezenformasyonla mücadeleye yönelik kamuoyu bilincini artırmaya yönelik çalışmalar yapmıştır. AB, 2015 yılında "EUvsDisinfo" girişimini başlatmış, başlangıçta pro-Kremlin dezenformasyonuna odaklanmış ancak zamanla daha geniş bir yelpazeye yayılmıştır. Bugün EUvsDisinfo, COVID-19, seçimler, iklim değişikliği gibi küresel sorunlarla ilgili dezenformasyonu da hedef almaktadır. Bu platform, vatandaşlara dezenformasyonla mücadele etme, yanlış bilgiyi tespit etme ve etkili bilgi kaynaklarını bulma konusunda yardımcı olmaktadır. 2017 itibarıyla, Avrupa Komisyonu, dezenformasyonla mücadelede daha kapsamlı bir yaklaşım benimsemiş ve çeşitli paydaşlarla işbirliği yaparak "Çok Boyutlu Dezenformasyon Raporu"nu yayınlamıştır. Bununla birlikte, 2018'de dijital platformlar için gönüllü bir Uygulama Kuralları (Code of Practice) hazırlanmış, Facebook, Google, Twitter gibi platformlar bu kodu kabul ederek dezenformasyonla mücadelede ortaklık kurmuştur. Aynı yıl AB, dijital platformlardaki reklamcılık şeffaflığını artırmaya yönelik düzenlemeler getirmiştir. 2019'da Avrupa Komisyonu, dijital dezenformasyona karşı daha etkin bir müdahale için "WeVerify.eu" adında bağımsız bir doğrulama ağını kurmuş, ayrıca medya okuryazarlığı girişimlerini teşvik etmiştir. 2019 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde dezenformasyonun önlenmesine yönelik çalışmalar da yoğunlaştırılmıştır. AB, platformların siyasi reklamları şeffaf hale getirmesini, sahte hesapların yayılmasını engellemesini ve dezenformasyonu yaymak için yapılan maddi çıkarları ortadan kaldırmayı hedeflemiştir. 2019'da kurulan "Hızlı Uyarı Sistemi" (Rapid Alert System), AB üye ülkeleri arasında dezenformasyonla mücadele koordinasyonunu güçlendirmeyi ve aktif dezenformasyon kampanyalarını teknik ve siyasi açıdan analiz etmeyi amaçlamaktadır. Bu sistem, bilgi paylaşımını artırmak ve zaman kaybını önlemek için daha verimli bir yapı sunmaktadır. Diğer bir önemli gelişme ise "Sosyal Medya ve Dezenformasyon Gözlemevi" (SOMA) ve "Avrupa Dijital Medya Gözlemevi" (EDMO) gibi platformların kurulmasıdır. SOMA, dezenformasyonla mücadelede Avrupa topluluğunda farkındalık yaratmayı hedeflerken, EDMO, çevrim içi dezenformasyonun daha etkin bir şekilde analiz edilmesi ve yanıtlanabilmesi için farklı paydaşlar arasında işbirliği yapmayı amaçlamaktadır. 2022'de, dezenformasyonla mücadelede daha kapsamlı bir yaklaşım benimsenmiş ve güçlendirilmiş Uygulama Kuralları (Code of Practice) yayımlanmıştır. Bu yeni kod, daha fazla platform ve şirketi kapsamış ve dezenformasyonla mücadelede daha güçlü bir birliktelik oluşturulmuştur. AB'nin dezenformasyonla mücadelesi, yalnızca kurumlar ve platformlar arasında değil, aynı zamanda bireylerin de bu süreçte aktif rol oynamalarını gerektiren bir yapıya dönüşmüştür. Bu nedenle medya okuryazarlığı, şeffaflık, reklam yerleşimleri, dijital platformların sorumlulukları gibi birçok alanda yapılan düzenlemeler, dezenformasyonla daha etkin bir mücadele yürütmek için hayati önem taşımaktadır. AB, dijital ortamda güvenli ve şeffaf bir bilgi akışının sağlanabilmesi için yasal altyapıyı güçlendirmiş, aynı zamanda bireylerin daha bilinçli bir şekilde dezenformasyonla mücadele edebilmeleri için stratejik adımlar atmıştır. Türkiye, son yıllarda internet kullanımında önemli bir artış yaşamış, özellikle genç ve dijital dünyaya hâkim nüfusun etkisiyle dijital platformlarda büyük bir etkileşim artmıştır. 2024 itibarıyla nüfusun %80'inden fazlası aktif internet kullanıcısı olmuş, sosyal medya platformları ise geniş bir kullanıcı kitlesine ulaşmıştır. Ancak bu dijital yaygınlık, beraberinde çevrim içi dezenformasyon gibi ciddi zorluklar getirmiştir. Özellikle yanlış bilgilendirmelerin hızlı bir şekilde yayılması, Türkiye'nin toplumsal yapısına etki etmekte ve demokratik süreçleri tehdit etmektedir. Dezenformasyonun artışının nedenleri arasında sosyal medyanın ana haber kaynağı haline gelmesi, siyasi kutuplaşmanın yoğunlaşması ve Türkiye'nin jeopolitik önemi yer almaktadır. Bu durum, dezenformasyonla mücadele için güçlü stratejiler geliştirilmesini zorunlu kılmaktadır. 2018 yılında Oxford Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmaya göre, Türkiye, dezenformasyona en fazla maruz kalan ülkelerden biri olarak öne çıkmıştır. Türkiye, bu sorunla başa çıkabilmek için 2007 yılında çıkarılan 5651 sayılı İnternet Kanunu'nu kabul etmiş ve bu kanunu birçok kez revize etmiştir. 2020 yılında ise, internet ortamında işlenen suçlarla mücadele etmek için 7253 sayılı Kanun çıkarılmıştır. Bu kanun, sosyal ağ sağlayıcılarını sorumlu tutmakta ve içerik silme ya da erişim engelleme gibi önlemleri kapsamaktadır. Son olarak, 2022'de dezenformasyonu engellemeyi amaçlayan 7418 sayılı Kanun kabul edilmiştir. Bu yasal düzenlemeler, zaman zaman ifade özgürlüğüne müdahale olarak eleştirilmiş, özellikle 7418 sayılı kanun, yanlış bilgi yaymak suçunu cezalandırmayı öngören maddesi ile tartışma yaratmıştır. Yasa, kamu düzeni ve güvenliğine zarar verecek şekilde yanlış bilgi yayanlara hapis cezası getirmektedir. Türkiye, dezenformasyonla mücadelede devlet destekli kurumlar kurmuştur. Bunlardan biri, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı'na bağlı olarak 2022'de kurulan "Dezenformasyonla Mücadele Merkezi"dir. Bu merkez, dezenformasyonla mücadelede kamuoyunu bilgilendirmek ve yanlış bilgileri düzeltmek amacıyla haftalık bültenler yayınlamaktadır. Ayrıca Anadolu Ajansı'nın 2019 yılında kurduğu "Teyit Hattı" da, halkı doğru bilgiyle buluşturmayı amaçlamaktadır. Brezilya, Güney Amerika'nın en büyük ülkesi olup, 8.5 milyon kilometrekarelik yüzölçümü ve 215 milyonluk nüfusu ile dikkat çekmektedir. Ülke, yerli halkların tarihsel etkileri, Portekiz kolonizasyonu ve ardından gelen kültürel etkileşimlerle şekillenen zengin bir demografiye sahiptir. Brezilya, yalnızca demografik yapısı değil, aynı zamanda önemli ekonomik, sosyal ve jeopolitik rolüyle de dünya çapında büyük bir öneme sahiptir. Ekonomik açıdan, Brezilya dünyanın en büyük yedinci ekonomisine sahiptir ve BRICS gibi önemli uluslararası organizasyonların bir üyesidir. Brezilya'da dezenformasyonla mücadele, özellikle seçim dönemlerinde önemli bir konu haline gelmiştir. 2018 seçimlerinde WhatsApp gibi sosyal medya platformları üzerinden yayılan yanlış bilgiler, seçim sonuçlarını etkileme potansiyeli taşımaktadır. Bu dönemde, hem dijital medya kullanımının yaygınlığı hem de siyasi kutuplaşmalar, dezenformasyonun etkisini artırmıştır. Özellikle WhatsApp, Brezilya'daki en popüler sosyal medya platformlarından biri olup, seçmenlere yönelik büyük çaplı dezenformasyon kampanyalarının merkezi haline gelmiştir. Brezilya, dezenformasyonla mücadelede çeşitli stratejiler geliştirmiştir. 2019 yılında São Paulo eyaletinde öğrencilere medya okuryazarlığı dersi verilmesi, toplumun doğru bilgiye nasıl ulaşacağına dair farkındalık oluşturma amacını taşımaktadır. Aynı şekilde, 2020'de Brezilya Yüksek Seçim Mahkemesi (TSE), WhatsApp gibi platformlarla işbirliği yaparak şüpheli içerikleri raporlama ve hızlı bir şekilde müdahale etme imkanı sağlamıştır. Bu çabalar, seçmenleri yanlış bilgilendiren içeriklerin yayılmasını engellemeyi hedeflemiştir. Brezilya'nın dezenformasyonla mücadelesi, sadece seçim dönemleriyle sınırlı kalmamış, dijital ortamda yayılan yanlış bilgilerle daha genel bir mücadeleye dönüşmüştür. TSE, 2021'de "Dezenformasyonla Mücadele Programı"nı başlatmış ve bu program kapsamında doğru bilgi paylaşımı, medya okuryazarlığı projeleri ve içerik doğrulama yöntemleri ön plana çıkmıştır. Bu program, dezenformasyonun seçim sürecine zarar vermesini engellemek için dijital platformlarla yakın işbirliği gerektirmiştir. Brezilya, dijital platformların içerik moderasyonunu düzenlemeye yönelik yasal bir çerçeve de oluşturmuştur. 2020 yılında sunulan ve "Fake News Bill" olarak bilinen yasa tasarısı, dijital platformları dezenformasyonla mücadele etmek üzere sorumlu tutmayı amaçlamaktadır. Bu tasarı, platformların içerik denetimi konusunda daha şeffaf olmalarını, yanlış bilgi yaymayı engellemek için belirli önlemler almasını ve bu konuda sorumluluk taşımalarını amaçlamaktadır. 2022'deki seçimlerde, TSE, dezenformasyonun seçim sürecine olan etkisini minimize etmek amacıyla önemli adımlar atmıştır. Sosyal medya platformlarının seçimle ilgili yanıltıcı içerikleri yaymalarını engellemek için çeşitli kısıtlamalar getirilmiş, şüpheli içeriklerin yayılmasını engellemeye yönelik bir dizi düzenleme yapılmıştır. Ayrıca, TSE'nin bu süreçteki müdahalesi, dijital mecralarda yayılan yanlış bilgilerin seçim sonuçlarına olan etkisini sınırlamayı başarmıştır. TSE, dezenformasyonla mücadelede daha etkin bir yaklaşım geliştirmek için 2024 yerel seçimleri öncesinde "Dezenformasyonla Mücadele ve Demokrasi Savunma Entegre Merkezi"ni kurarak çalışmalarına devam etmektedir. Brezilya'nın dezenformasyonla mücadelesi, dünya çapında birçok ülkenin karşı karşıya olduğu benzer sorunları gözler önüne sermektedir. Bu çabalar, hem dijital medya ortamında yanlış bilgi yayılmasının engellenmesi hem de seçmenlerin doğru ve güvenilir bilgiye ulaşmasının sağlanması adına büyük bir önem taşımaktadır. Sonuç olarak, bilgiye ve iletişime erişim, tarihsel olarak bireyler, ülkeler ve devletler için kritik bir faktör olmuştur. Bilgi ve iletişimde daha verimli olan devletler, ekonomik ve politik kazançlar sağlamak için bu avantajı stratejik olarak kullanmış ve bunu etkilerini şekillendiren önemli bir varlık haline getirmiştir. Dijitalleşme, dezenformasyonun her toplumsal kurumda artmasına neden olmuş, bu da devletlerin dezenformasyonla mücadele politikaları geliştirmelerini zorunlu kılmıştır. Brezilya ve Türkiye'de dezenformasyonla mücadele için çıkarılan yasalar, dijital platformları denetlemeyi ve şeffaflık ile hesap verebilirlik sağlamak amacıyla çeşitli düzenlemeler getirmiştir. Her iki ülke, içerik moderasyonu ve şeffaflık raporları gibi düzenlemelerle büyük dijital platformları hedef alırken, Avrupa Birliği de benzer şekilde büyük platformlar için şeffaflık ve risk azaltma önlemleri getirmiştir. Ancak, her üç aktörün yaklaşımında da dezenformasyonla mücadeleye yönelik hükümetin "gerçek" tanımını belirleme eleştirisi öne çıkmaktadır.

Description

Keywords

:Hukuk, Uluslararası İlişkiler, İletişim Bilimleri

Citation