Cilt:69 Sayı:02 (2020)
Permanent URI for this collection
Browse
Recent Submissions
Item Cives, Sanniti, Consuetudo(Ankara Üniversitesi, 2020-12-28) Zarro, Gıanluca; Hukuk FakültesiBu çalışmada, Roma dönemi öncesi İtalyasında M.Ö. 4. yüzyıla kadar uzanan ve “paganico-vicana” olarak adlandırılan teşkilatın varlığı incelenmekte ve pagus’un hem yalıtılmış evler hem de bir veya birden fazla vici’yi içermiş olması gerektiği ve taşra yerleşim yerinde veya hatta vicus dahilinde bulunabilecek toplanma merkezinin esasında bir ibadethane içinde bulunduğu yorumunun artık geçerliğinin kalmadığı düşüncesi irdelenmektedir. Bununla birlikte, yazarın görüşüne göre, pagus’un veya başka türlü güçlü bir yerleşim yeri teşkilatının varlığı tamamıyla hariç tutulmamaktadır; öyle ki askeri savunma yapıları kapsamında değerlendirilen “bariyer hisarları”na işaret eden arkeolojik bulgulardan bu durum saptanabilmektedir. Çalışmanın ilgilendiği bir başka konu da yerleşim yeri teşkilatı olan vicus ile birlikte “emporium”un tanımlanmasıdır. “Emporium” mefhumu, ius civile’ye göre birbirleriyle akitleşmeleri yasak olan Romalılar ve peregrini (yabancılar) arasındaki hukuki işlemlerin gerçekleştiği yer olan asyla kapsamında tanımlanmaktadır.Item Roma Hukukunda evlenme engelleri(Ankara Üniversitesi, 2020-12-28) Yıldız, Sevil; Hukuk FakültesiRoma’da aileye verilen önem evlilik kurumunun yapısında kendini göstermektedir. Evliliğin kendine has bir takım şekli şartlarının yanında, hukuk evliliğin mümkün olmayacağı, yasa karşısında hüküm ve sonuç doğurmayacağı halleri düzenlemiştir. Bunları evlenmenin mutlak engelleri ve nisbî engelleri olarak ikiye ayırarak incelemek mümkündür. Evlenmenin mutlak engelleri, bir kimseyi bütünüyle evlenmekten alıkoyan engellerdir. Evlenme ehliyeti de diyebileceğimiz conubium’un, özgürlük durumu, vatandaşlık durumu ve akrabalık ilişkisi sebebiyle bulunmuyor olması bu engellerden biridir. Diğerleri ise; evlenme yaşı, pater familias’ın rızasının olmaması, akıl hastalığı bulunmama, monogami şartı ve hadım edilmiş olmama şartıdır. Bu kişilerin yaşadıkları birliktelikler evlilik olmayacağından, evlilikten ileri gelen soy bağı, miras gibi hakları da bulunmayacaktır. Evlenmenin nisbî engellerinde ise kişiler bu şekilde bütünüyle ve kayıtsız şartsız bir ehliyetsizlik içinde değildir. Bu tür engeller kişileri belirli kişiler yahut belirli bir zaman bakımından evlilikten alıkoyar. Bunlar da; sınıf ve derece farkından kaynaklanan, görev ve mevkiden kaynaklanan, askerlik görevinden kaynaklanan ve matem süresinden kaynaklanan engellerdir. Evlenme engellerinin ihlali her iki tür engel için de evliliğin geçersizliği ve ondan kaynaklanan medeni hakların meydana gelmemesi yanında praetor tarafından infamia ile damgalanma cezasına tabi tutulmuştur.Item ¿Cuál es el titulo de las Pauli Sententiae?(Ankara Üniversitesi, 2020-12-28) Vázquez, Horacio Heredia; Hukuk FakültesiBu çalışmada, Klasik Sonrası Devir'e ait olan ve daha ziyade Pauli Sententiae olarak bilinen hukuk kitabının birden çok başlıkla anılması sorunu ele alınmaktadır. Kitabın Lex Romana Visigothorum, Iustinianus’un Digesta’sı, Fragmenta Vaticana ve Consultatio Veterum Iurisconsulti aracılığıyla karmaşık bir şekilde nakledilmiş olması dolayısıyla, zikredilen kitaplarda kullanılan başlıklardan hangisinin doğru kullanıldığının tespiti veya hiç değilsebu başlıklardan birinin doğru olarak seçilmesi ve yanlış başlıkların elenmesi büyük bir zorluk teşkil etmektedir. Bu çalışmada, çalışmanın sahibinin, zikredilen hukuk kitaplarının temel ve kritik önemi haiz nüshalarını ve bu nüshalarda yer alan başlık tercihlerini gözden geçirmesi neticesinde ulaşmış olduğu başlık tercihi belirtilmektedir.Item Roma Hukukunda haksız fiil ve suç ilişkisi ışığında tazminatın cezalandırıcı fonksiyonu(Ankara Üniversitesi, 2020-12-28) Uçaryılmaz, Talya Şans; Emiroğlu, Haluk; Hukuk FakültesiRoma hukukunda haksız fiil ve suç ilişkisi, özel hukuk ve kamu hukukunun iç içe geçtiği özel bir yapıya işaret eder. Roma hukukunda suçlar, kamu suçlarını ifade eden crimina /delicta publica ve özel hukuka ilişkin haksız fiilleri karşılayan delicta privata olarak iki farklı rejime tabi olmuşlardır. Delicta privata bakımından, suç karşılığı öngörülen ceza hem failin cezalandırılmasına hem de zarar gören kişinin zararının giderilmesine yönelmiştir. Zamanla haksız fiil-suç ilişkisinin netleşmesi, haksız fiiller bakımından tazminatın cezalandırıcı fonksiyonunu kaybetmesine neden olmuş; haksız fiiller sonucu öngörülen tazminat sadece zarar görenin malvarlığında status quo ante sağlama amacına odaklanmıştır. Öte yandan çağımız hukuki paradigması Roma hukukuna dönüşe işaret etmektedir. Bugün Kıt’a Avrupası hukukunda “özel hukuk cezası” kurumunun, özellikle rekabet hukuku ya da fikri ve sınai mülkiyet hukuku bakımından kabul edilmeye başlandığı görülmektedir. Özel hukuk cezalarının hukuki niteliğinin anlaşılması ise, haksız fiil ve suç kavramlarının tarihsel bir değerlendirmeye tabi tutulmasını gerektirmektedir. Gelecekte Kıt’a Avrupası hukuku bakımından daha da yaygınlaşacağı öngörülen özel hukuk cezaları, Roma hukukunun hukuk ve ekonomi öğretisini ne denli içselleştirdiğinin bir kanıtıdır.Item Robotların hukuki ve cezai sorumluluğu üzerine bir deneme(Ankara Üniversitesi, 2020-12-28) Taşdemir, Özgür; Özbay, Ümit Vefa; Kireçtepe, Burhanettin Onur; Hukuk FakültesiRoma hukuku kölelere hak ehliyeti tanımamıştır (D. 4.5.3.1: “Servile caput nullum ius habet”). Söz konusu hukuk sisteminde köleler özgür insanların malvarlığına dâhil olabilen şeyler (res) olarak değerlendirilmiştir. Ancak aynı zamanda insan oldukları için malvarlığına dâhil olabilen diğer şeylerden ayrı tutulmuşlardır. Roma hukukunda kölelerin durumu ayrıntılı incelendiğinde yakın gelecekte hayatımızın bir parçası olacağına inandığımız robotlar ile durumlarının benzerlik gösterdiği görülebilir. Köle bir çeşit kendi kendine düşünebilen, karar verebilen duygusal bir mal olarak tanımlanabilir. Aynı özellikler geleceğimizin robotlarında da görülecektir. Yani robotları hukuki durumları bakımından kölelerin teknolojik akrabaları olarak değerlendirmek mümkündür. Bütün bu bilgiler bizi, eğer robotlar için bir yasal düzenleme yapılacaksa bu düzenlemenin kolaylıkla Roma hukukundan alınabileceği sonucuna götürür. Bu çalışmada robotların ve kölelerin neden aynı statüde değerlendirilebileceğini aydınlatmak adına köle ve robot kavramları hakkında ayrıntılı bilgi verdik. Robot ve yapay zekâ kavramlarını ayrıntılı olarak tanımlayıp inceledikten sonra, kölelerin durumlarını inceleyerek karşılaştırma yaptık ve robotların hukuki sorumluluğunu tartıştık. Ardından yapay zekâyı cezalandırmak başlığı altında robotların cezai sorumluluğunu değerlendirip bu konudaki fikirlerimizi paylaştık.Item Özel Hukuk sorunlarının çözümünde Roma Hukukuna dayanan temellerden uzaklaşılmasının sonuçları(Ankara Üniversitesi, 2020-12-28) Söğüt, İpek Sevda; Hukuk FakültesiBu çalışma ile, özel hukuk sorunlarının çözümünde, temeli Roma Hukukuna dayanan ve günümüzde de geçerli olan hukuki prensiplerden uzaklaşıldığında, yargı kararlarında nasıl hatalı sonuçlar doğurabileceği ortaya konulmaya çalışılacaktır. Bu bağlamda ele alınan özel hukuk sorununun çözümünde etkili olan olan, borçlandırıcı hukuki muamele ve tasarruf muamelesi ayırımı ve bu ayırıma bağlanan hukuki sonuçlar, nisbi hak-ayni hak ayırımını ortaya koyan ve kökenini Roma Hukukunda bulan özel hukukun temel yapı taşıdır ve Kara Avrupası hukuk sisteminde yer alan tüm hukuklar açısından halen geçerli hukuki müesseselerdir. Bu ayırımın önemini tekrar ortaya koyma ihtiyacı; Yargıtay’ın vermiş olduğu «Birden Fazla Satış Vaadinde Tarih Sırası» başlıklı kararı ile bu yönde vermiş olduğu diğer kararlarında, ilgili hukuki muamele ayırımını, bu ayırıma bağlanan hukuki sonuçları ve borç ilişkisinin nisbiliği prensibini, esaslı şekilde yanlış değerlendirmesinden kaynaklanmıştır. Konuya ilişkin olarak; Yargıtay’ın kararına konu olan özel hukuk sorunu, mülkiyetin devrini konu alan sözleşmelerde, tasarruf muamelesi ve borçlandırıcı muamele ayırımının önemi, borçlandırıcı hukuki muamelenin tasarruf muamelesinin geçerliliğine etkisi, tasarruf muamelesinin borçlandırıcı hukuki muamelenin geçerliliğine etkisi, her iki hukuki muamele arasındaki farklar ve son olarak, borç ilişkisinin nisbiliği prensibi üzerinde durulacaktır.Item Locatıo Conductıo Operıs’te iş sahibinin malzemeyi temin etme borcu(Ankara Üniversitesi, 2020-12-28) Soydan, Ceren; Dil ve Tarih-Coğrafya FakültesiRoma hukukundaki kökenleri tartışmalı olan locatio conductio, Gaius’un Institutiones’inde rızai sözleşmeler kapsamında değerlendirilir. Eser sözleşmelerinde yüklenici, iş sahibinin vereceği ücret karşılığında ve iş sahibi tarafından verilen bir malzeme ile bir sonucu, eseri meydana getirmeyi ve teslim etmeyi üstlenir. Roma döneminde, eser sözleşmesinin kurulması için malzemenin iş sahibi tarafından verilmesi şarttı. Günümüzde yüklenici veya iş sahibi tarafından temin edilmesi herhangi bir önem taşımamaktadır.Item Roma hukuku’nda taraflardan birinin ölümünün vekâlet sözleşmesine etkisi(Ankara Üniversitesi, 2020-12-28) Korkmaz, Bengi Sermet Sayın; Hukuk FakültesiRoma Hukuku’nda vekâlet sözleşmesi, vekile başkasının hesabına hareket etmesi için yetki veren bir sözleşmedir. Vekâlet sözleşmesi, Roma Hukuku sözleşmeler sisteminde dostluğa dayanan ve ücretsiz yapılan bir sözleşme olması nedeniyle özel bir yere sahiptir. Vekâlet sözleşmesinin konusunun bir işin görülmesi olması ve vekâlet sözleşmesinin temelinde güven unsurunun yer alması sebebiyle; vekilin kişisel özellikleri, bilgisi, becerileri ve tecrübesi bu sözleşmede önemli rol oynar. Bu nedenle ele alınması gereken iki sorunsal bulunmaktadır. Bunlar, mandatum morte solvitur ve mandatum post mortem’dir. Mandatum morte solvitur prensibine göre; taraflar arasındaki güven ilişkisine ve dostluğa dayanan bir sözleşme olduğu için taraflardan birinin ölümü vekâlet sözleşmesini sona erdirir. Mandatum post mortem konusu incelendiğinde ise tarafların ölümünden sonra ifa edilecek vekâlet sözleşmelerinin Roma Hukuku’nda geçersiz sayıldığı görülmektedir. Roma Hukuku’na ilişkin kaynaklarda bu konu müvekkil ve vekil açısından ayrı ayrı incelenmiştir. Vekilin ölümü halinde ifa edilecek vekâlet sözleşmesi “mandatum post mortem mandatarius”, müvekkilin ölümü halinde ifa edilecek vekâlet sözleşmesi ise “mandatum post mortem mandator” olarak ifade edilmiştir.Item Milletlerarası mal satımına ilişkin sözleşmeler hakkında Birleşmiş Milletler Antlaşması (CISG) madde 79/ı hükmü uyarınca sorumluluktan kurtulma(Ankara Üniversitesi, 2020-12-28) Şahin, Gizem Özkan; Hukuk FakültesiÇalışma, Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Sözleşmeler Hakkında Birleşmiş Milletler Anlaşması (CISG) kapsamında borçlu tarafın sözleşmeye aykırı davranışlarından doğacak tazminat yükümlülüğünden belirli koşullar altında kurtulma imkanını düzenleyen m. 79/I hükmünü ele almayı hedeflemektedir. CISG sisteminde kusursuz sorumluluk esas alınmakla birlikte, bazı şartlar altında tarafların sorumluluktan kurtulmalarına imkân tanınmaktadır. CISG m. 79/I ile tarafların kontrol alanı dışında kalan, sözleşmenin akdi esnasında öngörülmesi ve kaçınılması mümkün olmayan engellerin söz konusu olması durumunda sorumluluktan kurtulmak mümkün olabilmektedir. Bu kapsamda çalışmamızda CISG m. 79/I hükmüne göre sorumluluktan kurtulmanın esasları incelenecek ve bu hükmün uygulanmasında ortaya çıkabilecek sorunlar, ilgili yargı kararlarına da değinilerek ortaya konulmaya çalışılacaktır.Item Roma hukuku ve Türk hukukunda taşınmaz lehine irtifak haklarının özellikleri(Ankara Üniversitesi, 2020-12-28) Apaydın, Bahar Öcal; Hukuk Fakültesiİsviçre ve Türk hukuk düzenlerinde taşınmaz lehine irtifak hakları, bir taşınmaz üzerinde kullanma yahut yararlanma sağlayan sınırlı ayni haklardandır. Taşınmaz lehine irtifak hakları Roma hukukunda eski çağlarda tarım toplumunun ihtiyaçlarını karşılamak üzere ortaya çıkmış ve zamanla toplumun değişen ihtiyaçları doğrultusunda çeşitlenmiştir. Taşınmaz lehine irtifak haklarının özellikleri bakımından belirleyici olan ilke ve ölçütler ise Romalı hukukçular tarafından geliştirilmiştir. Bu ilke ve ölçütler şu şekilde sıralanabilir: Taşınmaz lehine irtifak hakkı bakımından benimsenen objektif yarar ölçütü; malikin kendisine ait taşınmaz üzerinde irtifak hakkı kuramaması; irtifak hakkının içeriğinin bir yapma ediminden oluşmaması ve taşınmaz lehine irtifak hakkının bölünememesi. İsviçre Medeni Kanunu’nun ve Türk Medeni Kanunu’nun taşınmaz lehine irtifak haklarına ilişkin hükümlerinin bazıları, bu ilke ve koşulların esas alındığı bir anlayışla düzenlenmiştir. Örneğin, taşınmaz lehine irtifak hakkının içeriğinin bir yapma ediminden oluşamayacağı ilkesi her iki hukuk düzeninde de benimsenmiş ve bu doğrultuda gerek İsviçre Medeni Kanunu’nda gerekse Türk Medeni Kanunu’nda hüküm sevk edilmiştir. Ne var ki, söz konusu kanunlaştırmalarda farklı bir anlayışı yansıtan hükümlerle karşılaşmak da mümkündür. Örneğin, İsviçre ve Türk hukuk düzenlerinde malik kendi taşınmazı üzerinde bir başka taşınmazı lehine irtifak hakkı tesis edebilir. Bu çalışmanın amacı, taşınmaz lehine irtifak haklarının özelliklerini İsviçre hukukunu da dikkate almak suretiyle, Roma hukuku ile Türk hukukunu karşılaştırarak incelemektir.Item Studie insegnamento del dıritto Romano in Bulgaria(Ankara Üniversitesi, 2020-12-28) NOVKIRISHLA - STOYANOVA, Malına; Hukuk FakültesiBu çalışma, XIX. yüzyıldan günümüze Roma Hukuku öğrenimi ve öğretiminin gelişimini konu alır. Avrupa didaktik geleneğinin nasıl Bulgaristan’da da takip edildiğini sunar. Bulgaristan’ın en önemli hukuk fakültesinın Roma hukukuna dair yeni öğretim yaklaşımları ile 2012’den beri devam eden Roma kamu hukuku öğreniminin takdimi irdelenmiştir.Item Hukuki açıdan banka teminat mektupları(Ankara Üniversitesi, 2020-12-28) Koç, Himmet; Hukuk FakültesiTeminat mektubu ile banka, lehtarın bir davranışının sorumluluğunu, yani bir riski üstlenmektedir. Bu yönüyle teminat mektubu bir garanti fonksiyonu görmektedir. Teminat mektubu; bankanın, lehtarla muhatap arasındaki ilişkide lehtarın ödeme gücünü garanti etmesi, lehtar ödemede bulunmazsa da onun borcunu muhataba ödemeyi garanti ettiği bir sözleşme türüdür. Teminat mektubu ilişkisi, üçlü bir borç ilişkisinden kaynaklanmaktadır. Önce bir temel ilişki bulunur, bu temel ilişkinin alacaklısının isteği üzerine borçlu, bankadan kendisinin ediminin taahhüt altına alınmasını talep eder. Bankanın teminat mektubu vermesi ile de üçlü bir ilişki meydana gelmiş olur. Teminat sözleşmesinde banka, bir netice sorumluluğu üstlenmektedir. Burada bir garanti işlevi mevcuttur. Teminat mektubu ile banka, lehtarın bir davranışının sorumluluğunu, yani bir riski üstlenmektedir. Buradaki risk genelde bir borcun ödenmemesi şeklinde vücut bulmaktadır. Söz konusu durumda bankanın risk üstlenmesi yapabilmesi için, risklerin belirlenmiş olması gerekmektedir.Item Bir Yargıtay kararı ışığında terditli dava ve terditli davada hüküm konusunun incelenmesi(Ankara Üniversitesi, 2020-12-28) Kılınç, Ayşe; Hukuk FakültesiTerditli dava, davacının dava dilekçesi ile davalıya karşı aralarında hukukî veya ekonomik bir bağlantı bulunan birden fazla talebini aslilik ferilik ilişkisi kurarak açtığı davadır. Hukukumuzda terditli dava ile ilgili düzenleme HMK md. 111'de yer almaktadır. Belirtilen maddenin ikinci fıkrasındaki düzenlemeye göre, mahkeme davacının asli talebinin esastan reddine karar vermedikçe, fer’î talebini inceleyemez ve hükme bağlayamaz. Buna göre, mahkeme terditli davada davacı tarafından ileri sürülen taleplerden önce asli talebi inceleyip karar verecektir. Mahkemenin davacı tarafından ileri sürülen ferî talep ya da taleplerle ilgili olarak inceleme yapıp karar verebilmesi için asli talebin esastan reddedilmesi gerekmektedir. Bu çalışmada ise Yargıtay 8. Hukuk Dairesi tarafından verilen 6.2.2018 tarih ve 2016/18484-1696 sayılı karar HMK md. 111 hükmü doğrultusunda terditli dava ve özellikle terditli davada hüküm konusu ele alınarak incelenmeye çalışılmıştır.Item 19. yüzyıl Müşterek Hukuk doktrininden günümüze zamanaşımı alanında irade serbestisi hakkında görüşler(Ankara Üniversitesi, 2020-12-28) Karaşahin, Yasin Alperen; Hukuk FakültesiKıta Avrupası hukuk düzenlerinde zamanaşımı alanında irade serbestisini – az veya çok – sınırlayan emredici hükümler bulunmaktadır. Zamanaşımının sözleşme ile düzenlenmesi meselesi, ilk olarak müşterek hukuk doktrininde tartışma konusu olmuştur. 19. yüzyılın ilk yarısında bu konuda iki yönde de görüşler savunulurken, söz konusu yüzyılın ikinci yarısında zamanaşımı alanında irade serbestisinin sınırlanması görüşü hâkim olmuştur. Bu görüş zamanaşımının kamu yararını koruduğu düşüncesine dayandırılmıştır ve Kıta Avrupası ülkelerinde kanunlaştırma hareketlerinden sonra da savunulmuştur. Müşterek hukuka dair kaynakların incelenmesi, bu görüşün sorgulanması gerektiğini göstermektedir. Bu tür bir inceleme, söz konusu görüşün Roma kaynaklarında kullanılan ius publicum kavramına 19. yüzyılda verilen değişik anlamların iç içe geçmiş olmasından etkilenmiş olabileceğini göstermektedir. Doktrinde giderek artan bir şekilde kabul edilen ve Kıta Avrupası kanunlarında yapılan değişikleri de etkileyen bir görüş, zamanaşımının kamu yararını değil, borçlunun özel yararını koruyan bir müessese olduğunu; bu nedenle de, zamanaşımını düzenleme konusunda taraflara daha geniş (ama sınırsız olmayan) bir irade serbestisi tanınması gerektiğini savunmaktadır.Item Roma Hukukunda tüzel kişiler(Ankara Üniversitesi, 2020-12-28) Güvel, A. Övünç; Hukuk FakültesiRomalılarda eski dönemlerden beri kişi toplulukları bulunuyordu, hatta bunlara XII Levha Kanununda da yer verilmiştir. Ancak bu toplu-lukların kendilerini oluşturan bireylerden farklı bir kişiliklerinin olduğu düşünülemiyordu. İlerleyen dönemlerde Roma devleti esas alınarak kişi topluluklarına da hukuki kişilik tanınmaya başlanmış ve imparatorluk döneminde tüzel kişi kavramı ortaya çıkmıştır. Ancak hiçbir zaman ge-nel bir tüzel kişilik kavramına ve sınıflandırılmasına ulaşılamamıştır. Bu Roma kaynaklarını inceleyen postglossator’ların çalışmalarıyla mümkün olmuştur.Item Roma Hukukuyla karşılaştırmalı olarak Türk Hukukunda beğenme koşulu ile satış sözleşmesi(Ankara Üniversitesi, 2020-12-28) Güleş, Bedia; Hukuk FakültesiBeğenme koşuluyla satış, satış sözleşmesinin özel bir türü oluşturmaktadır. Bu sözleşme 818 sayılı Borçlar Kanununda isim olarak yer almamaktaydı. Ancak 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununda ayrıntılı olarak hükme bağlanmıştır. Beğenme koşulu ise satış, sözleşme henüz tüm yönleriyle oluşmadan önce alıcının bu malı alıp almama konusundaki kararının kesinleşmesine yardımcı olur. Uygulamada oldukça fazla rastlanan beğenme koşulu ile satış sözleşmesi, Roma Hukukunda da özellikle pactum displecentiae ismi ile yer almaktaydı. Çalışmada da sözleşme bu kurumla bağlantılı olarak incelenmiştir.Item E- spor ve e-spor hukuku’nda sporcu sözleşmeleri(Ankara Üniversitesi, 2020-12-28) Doğu, Hakkı Mert; Hukuk FakültesiSon yıllarda hızlı bir gelişim evresine giren spor ve spor hukuku, bu gelişimini sanal alemde de göstermektedir. E-spor (elektronik spor) adı altında ortaya çıkan ve genellikle internet üzerinden takım halinde ya da bireysel olarak oynanan bilgisayar oyunlarında kendini gösteren bu spor dalı, bütün dünyada özellikle gençleri etkisi altına almaktadır. Sporun bütünleştirici özelliği, e-sporda daha sıkı bir şekilde hissedilmektedir. E-spor aracılığıyla dünyanın neresinde olursa olsun e-spor sporcuları internet üzerinden bağlantı kurabilmekte ve böylece sporun ana teması olan dostluklar kurulabilmektedir. Çalışmada e-spor ile daha çok yeni olan e-spor hukuku kavramları üzerinde durulmakta ve genel bilgiler verilmektedir. Ardından e-spor hukuku kapsamında sporcu sözleşmelerinin nasıl olması gerektiği hususunda bazı fikirler ileri sürülmekte ve bu sayede e-spor hukuku alanına katkı sağlanmak istenmektedir.Item Garanti ve kefalet sözleşmeleri arasındaki ayrım(Ankara Üniversitesi, 2020-12-28) Çınar, Gökhan; Hukuk FakültesiGaranti ile kefalet sözleşmeleri kişisel teminat sözleşmelerinin bir türüdür. Bu sözleşmenin tarafı olan alacaklı, borç ifa edilmediği takdirde güvence verene başvurma imkânı kazanır. Kefalet sözleşmesi Türk Borçlar Kanunu’nda (TBK) açıkça düzenlenmişken, garanti sözleşmesi ancak TBK’nın 128. maddesi ve içtihatlar ışığında yorumlanabilmektedir. Uygulamada ve teoride bu iki sözleşmenin ayrımını yapmak her zaman kolay olmamıştır. “Aslilik- fer’ilik”, “yorum” ve “taraf iradeleri” gibi ölçütler bu hususta yol göstericidir. Tüm bunların yanında yasa koyucu, TBK’nın 603. maddesiyle kefalet sözleşmesinin kefili koruyucu yanlarının bertaraf edilmesi çabasının da önüne geçmek istemiştir. Bu mecburiyet özellikle bankacılık faaliyetlerinde, borca güvence veren gerçek kişilerin uğradıkları mağduriyetten doğmuştur. Daha önce yargı kararlarıyla yapılan yorum, bu şekilde kanuni zemine oturtulmuştur.Item 30.09.2015 tarihli hgk kararı ve sonrası evli kadının soyadına ilişkin bir değerlendirme(Ankara Üniversitesi, 2020-12-28) Çataloğlu, Burcu Bahar; Peschke, Seldağ Güneş; Hukuk FakültesiTürk hukukunda kadının soyadına ilişkin düzenlemeler, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nda ve 2525 sayılı Soyadı Kanunu’nda yer almaktadır. TMK m. 187’ye göre, evlilik birliği içinde erkek, evlilikten önceki soyadını kullanmaya devam ederken; kadına bu hak tanınmamıştır. Bu durum, Anayasa’da yer alan eşitlik ilkesine aykırı görülerek birçok yargı kararına konu olmuştur. Konuyla ilgili ilk dava, 1995 yılında Ayten Ünal Tekeli tarafından açılmıştır. O dönemde yürürlükte olan 743 sayılı TMK m. 153 uyarınca, yerel mahkeme ve Yargıtay, Ünal Tekeli’nin evlilik öncesi soyadını tek başına kullanma talebini reddetmişlerdir. Anılan tarihte Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı olmadığı için, AİHM önüne gelen dava Ünal Tekeli’nin lehine sonuçlanmıştır. Bunu takip eden yıllarda kadının evlilik soyadına ilişkin gerek iç hukukta gerek AİHM’de pek çok dava açılmıştır. AİHM’e giden davalarda, kadının evlendikten sonra, sadece evlilik öncesi soyadını kullanma yönündeki talepleri, mahkeme tarafından haklı bulunmuştur. Ancak, bu kararlara rağmen, uygulamada bir değişiklik olmamış, kadın evlilik sonrası, TMK m. 187 gereği, kocasının soyadını kullanmak zorunda kalmıştır. Bununla birlikte, kadın, eğer isterse, evlilik öncesi soyadını kocasının soyadından önce kullanabilmektedir. Oysaki birçok ülkede, kadına evlilikten önceki soyadını tek başına kullanma hakkı verilmiştir. Kadının evlilik soyadı konusunda çeşitli ülkelerde farklı hukuki düzenlemeler bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesi’nde de bireysel başvuru yolunun kabulünün ardından evli kadının soyadı konusunda farklı dönemlerde, çeşitli davalar görülmüştür. Bu davalarda Anayasa Mahkemesi, AİHM’in daha önce vermiş olduğu kararlar doğrultusunda değerlendirme yapmış ve evli kadının evlilik birliği içerisinde evlilik öncesi soyadını tek başına kullanabilmesi gerektiğine karar vermiştir. Nihayet, 2014/2-889 E., 2015/2011 K. sayılı ve 30 Eylül 2015 tarihli Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararıyla, evli kadının evlilik birliği içinde yalnızca kendi soyadını kullanmasının bir insan hakkı olduğuna; bu hakkın kadın ve erkek arasında eşit şekilde uygulanması gerektiğine karar verilmiştir. Ancak TMK m. 187’de halen bir değişiklik yapılmadığı için, bu hakkın kullanımı ancak kadın evlendikten sonra, soyadına ilişkin dava açması halinde mümkün olabilmektedir. Bu makalede, eski düzenlemelere değinilerek 2014/2-889 E., 2015/2011 K. Sayılı HGK kararından günümüze kadar geçen sürenin bir değerlendirmesi yapılacaktır.Item Uluslararası hava yolu taşımasına ilişkin belirli kuralların birleştirilmesine dair antlaşma (montreal konvansiyonu) – resmi çeviri üzerine düşünceler ve alternatif bir çeviri(Ankara Üniversitesi, 2020-12-28) Ciğer, Selim; Hukuk FakültesiUluslararası Hava Yolu Taşımasına İlişkin Belirli Kuralların Birleştirilmesine Dair Antlaşma ya da kısa adıyla Montreal Konvansiyonu, dünya genelinde yüz otuzun üstünde ülkenin taraf olduğu, sivil havacılığa ilişkin en önemli hukuki düzenlemelerden biridir. Hava yolu ile gerçekleştirilen uluslararası nitelikte taşıma sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar açısından temel kaynak kabul edilebilecek Konvansiyon, ülkemiz tarafından da kabul edilerek, 2011 yılında yürürlüğe girmiştir. Her ne kadar, Montreal Konvansiyonu ülkemiz tarafından onaylanmasının ardından Resmî Gazete’de yayınlanan bir çeviri ile Türkçeye tercüme edilmişse de, bu resmi çeviri metninde birtakım hatalar, eksiklikler ve bazı anlatım bozuklukları bulunmaktadır. Her ne kadar resmi çeviri metninin, Montreal Konvansiyonu’nun aslı karşısında hukuki bağlayıcılığı bulunmasa da, uygulamada çoğu zaman bu çevirinin ilk başvuru kaynağı olacağı söylenebilir. İşte, bu çalışma ile Konvansiyonun aslına uygun şekilde tercüme edilmiş alternatif bir Türkçe metin sunmak amaçlanmaktadır. İki kısımdan oluşan çalışmanın ilk bölümünde resmi çevirideki hata ve eksiklikler kısaca değerlendirilerek çalışmanın gerekçeleri üzerinde durulacaktır. İkinci bölüm ise Konvansiyonun İngilizce aslı esas alınarak dilimize tercüme edilen çevirisinden müteşekkildir.