Cilt:63 Sayı:01 (2023)
Permanent URI for this collection
Browse
Browsing Cilt:63 Sayı:01 (2023) by Issue Date
Now showing 1 - 20 of 31
Results Per Page
Sort Options
Item İngiliz İstihbaratçısı Noel Ve Güneydoğu Anadolu’daki Faaliyetleri(Ankara Üniversitesi, 2023) Ercivani, Ahmetİngiltere ile Osmanlı Devleti’nin ilişkileri başlangıçtan itibaren olumlu bir yönde seyretmiştir. Bu ilişkilerin gelişmesi amacıyla III. Selim döneminden itibaren Londra’ya büyükelçiler gönderilmiştir. Bu şekilde Osmanlı Devleti yurt dışında daimî elçilikler açarak Avrupa devletleri ile yapıcı ilişkiler kurmaya çalışmıştır. Hatta 1853 Kırım Savaşı’nda İngiltere, Rusya’ya karşı Osmanlı Devleti’nin yanında yer almıştır. Bununla birlikte 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra İngiltere’nin politikası Osmanlı Devleti aleyhine değişmiştir. Bu yüzden Osmanlı Devleti’ni yıkıcı birçok ittifakın içinde de yer almıştır. Birinci Dünya Savaşı’na farklı ittifaklar içerisinde giren bu iki devletin mücadelesi, savaş sonunda da devam etmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda İngiltere tarafından Osmanlı topraklarında işgaller başlamıştır. İngiltere, başlatmış olduğu işgalleri sürdürebilmek için zaman zaman taşeron yapıları da kullanmıştır. Bir İngiliz istihbarat subayı olan Edward William Charles Noel (d.14 Nisan 1886), İngiliz Hükümeti tarafından Osmanlı topraklarına gönderilmiştir. Osmanlı topraklarında kışkırtıcı faaliyetler yürüten Noel, seyahati esnasında yaptığı çalışmalara dair bir günlük tutmuştur. Noel’in, bölge halkını Türk yönetimine karşı ayaklandırma gibi bir düşüncesi olduğu görülmektedir. Elazığ Valisi Ali Galip’in Sivas Kongresi’ni basma teşebbüsünde de Ali Galip’e destek vermiştir. Yaptığı faaliyetlerden dolayı Noel’in Kürt lawrence’si olarak adlandırıldığı da olmuştur. Noel, günlüğünde kendisine göre bölge hakkında ve bölgedeki aşiretlerle ilgili notlar tutmuştur. Aslında Noel’in amacı bölgede yaşayan Kürt aşiretlerini Türklerden uzaklaştırmak ve Türk yönetimi ile olan bağlantılarını sonlandırmaktır. Bunun için kapsamlı bir araştırmaya girişmiş ve her unsuru kullanmaya çalışmıştır. Özellikle Kürtler ile Ermenileri, yaşantıları, örf adetleri ve diğer fiziki özellikleri ile ortak bir noktada buluşturmaya çalışmıştır. Daha da ileri giderek Kürt aşiretlerini İngiliz Hükümeti’nin yanına çekmeye çalışmıştır. Noel’in bölgedeki faaliyetlerini artırması, dolayısıyla İngiltere’nin bölgede tek başına hâkimiyet kurmayı amaçlaması, diğer müttefikleri rahatsız etmiştir.Item Azerbaycan’da Sovyet Rejiminin Kuruluşu Ve Sovyet Karşıtı Ayaklanmalar(Ankara Üniversitesi, 2023) Özdemir, BurcuAzerbaycan’da 1918-1920 yılları arasındaki kısa süreli bağımsızlık sürecinin ardından, 28 Nisan 1920 tarihinde Sovyet egemenliği tesis edildi. Sovyet idaresi altındaki Azerbaycan’da, 1920’li yılların başlarında ve 1930’lu yıllarda çeşitli sebeplerle çok sayıda ayaklanma meydana geldi. İsyancılar, Devlet Siyasi İdaresi’nin (GPU) raporlarında “haydut” (kaçak) olarak adlandırılmıştır. İsyanlardan en önemlisi, yaşanan 1920 Gence ayaklanmasıydı. 25-26 Mayıs 1920'de Gence şehrinde başlayan bu isyan 6 gün sürecekti. Gence isyanı belirgin bir siyasi karaktere sahipti. Ayaklanmanın amacı Azerbaycan'ı Sovyet işgalinden kurtarmak ve komünist rejime son vermekti. 25-26 Mayıs gecesi başlayan ayaklanma sırasında isyancılar hızla kontrolü ele geçirdi. 29 Mayıs'ta isyancılara yapılan Bolşevik saldırısı başarısızlıkla sonuçlandı ve ardından Ordu Komutanlığı şehirdeki askeri gücünü daha da güçlendirdi. XI Kızıl Ordu Komutanlığı Gence'ye ek kuvvetler getirdi. Sovyet yetkililerinden gelen bilgilere göre, Bolşeviklerin 31 Mayıs'ta saldırısı o gün ayaklanmanın bastırılmasına yol açtı. İsyan akşama kadar tamamen bastırıldı. Gence ayaklanmasından sonra Mayıs 1920’de Karabağ'ın çeşitli şehirlerinde (Şuşa, Ağdam, Barda) yeni protestolar ve huzursuzluklar baş gösterdi. 1920’li yıllar boyunca meydana gelen ve Sovyet yönetimini oldukça uğraştırmış görünen bu isyanlardan sonra, bu kez Sovyet yönetiminin 1930’larda başlattığı kolektivizasyona karşı bir tepki olarak ayaklanmalar oldu. Bunlardan ilki, 1930 yılının baharında Nuha’nın Zakatala ilçesinde gerçekleşti. Tüm bu isyanlar, kaynaklarda çoğunlukla, “Sovyet-karşıtı isyanlar” olarak tanımlandılar. Peki bu ifade mevcut durumu açıklayan objektif bir tanımlama mıydı, yoksa aksini iddia etmek mümkün müydü? Bu çalışmada, Azerbaycan’da Sovyet döneminde meydana gelen isyan hareketleri ve bunların hangi sebeplerle meydana geldikleri incelenecektir. Böylece bunların, kaynaklarda tanımlandığı şekilde “Sovyet-karşıtı isyanlar” mı oldukları yoksa sadece Sovyet yönetiminin bazı uygulamalarına yönelik hoşnutsuzluğun bir sonucu mu oldukları sorusu cevaplanmaya çalışılacaktır.Item Selçuklu Devleti Döneminde Horasan’ın Önemi(Ankara Üniversitesi, 2023) Soofizadeh, AbdolvahidHorasan bölgesi Orta Çağ’da İslamiyet’in yayıldığı bir coğrafya olarak önem arz etmektedir. Özellikle X. asırdan itibaren Hazar Denizi çevresi ve Mâverâünnehir dolaylarında yaşamakta olan Oğuz/Türkmenlerin İslamiyet ile tanışmalarının ardından, eski Horasan bölgesine doğru yoğun bir göç hareketi başlamıştır. Bu bölgeler o sırada Gazneli Devleti’nin etki sahasında idi. Bir yandan Karahanlılar, Sâmânoğulları (Sâmânîler), diğer yandan Gazneliler ve Selçuklu Devleti’nin kurucusu olan Oğuz Türkmenleri farklı stratejiler izleyerek Horasan bölgesine hâkim olmaya çalışmışlardır. Abbâsîler döneminde İslam’ın bölgeye gelmesinin ardından Horasan bölgesi içerisinde yer alan Merv, Herat, Nişabur gibi şehirler neredeyse Bağdat’a kadar önemli birer Orta Çağ İslam kentine dönüşmüşlerdi. Özellikle Büyük Selçuklu Devleti’nin kuruluş sürecinde Horasan bölgesi ekonomik, kültürel ve siyasi açıdan önemli bir ağırlık merkezi hâline geldi. Daha önceden yerleşik hayata geçmiş olan Horasan halkı İslam’ın gelmesiyle birlikte temelde sosyal bir değişim yaşadı. Horasan bölgesi halkı sosyo-kültürel bakımdan ikinci bir değişim dalgasını Oğuzların (Türkmenlerin) bu bölgeyi ele geçirmesiyle yaşadı. Horasan bölgesinin siyasi açıdan ne derece önemli olduğu, bu bölgeye Çağrı Bey, Alparslan ve Sencer gibi önemli hanedan üyelerinin atanmasından anlaşılmaktadır. Coğrafi olarak bakıldığında Nişabur başta olmak üzere Merv, Tus gibi bilim dünyasının önemli şehirlerini bünyesinde bulunduran Horasan bu bakımdan da ayrı bir öneme sahipti. Ekonomik olarak bakıldığında ise İpekyolu’nun bir kısmının da bu bölgeden geçmesi Horasan’a yine önemli bir nitelik katmıştır.Item İngiliz Seyyah Buckıngham'ın Travels In Mesopotamıa Adlı Eserinde Xıx. Yüzyıl Başlarında Birecik Ve Urfa(Anbkara Üniversitesi, 2023) Bozkuş, Yıldız DeveciBirecik ve Urfa kenti geçmişten günümüze tarihi İpek Yolu ve ticaret güzergâhları üzerinde yer alıyor olması açısından daima jeopolitik ve stratejik öneme sahip olmuştur. Eskiçağlardan beri pek çok seyyahın ziyaret ettiği bu kent Roma, Selçuklu, Karakoyunlu, Akkoyunlu, Safeviler ve Osmanlı dönemlerinde olduğu gibi Cumhuriyet döneminde de gezginlerin uğrak noktalarından biridir. Bu nedenle seyyahların bölgeye dair kaleme aldıkları eserler üzerinden Batı dünyasında aslında bir tür Osmanlı/Türk algısının da şekillendiğini söylemek mümkündür. Bu çerçevede İngiliz seyyah James Silk Buckingham’ın Travels in Mesopotamia adlı eserinde Birecik ve Urfa’yı nasıl tasvir ettiği büyük önem kazanmaktadır. Bu çalışmada İngiliz seyyahın kitabında verilen bilgilerden hareketle tarihte Birecik ve Urfa’daki sosyal, kültürel, dini ve mimari yapının nasıl olduğu üzerinde durulmuştur. Buckingham’ın 4 Haziran 1816'da gerçekleşen seyahati bu bölge ve coğrafyanın tarihsel süreçteki stratejik önemini göstermesi açısından değerlidir. Bu nedenle bu çalışma ile İngiliz seyyahın 1816 yılına dair Birecik’ten başlayıp Urfa ile devam eden seyahati sırasında edinmiş olduğu gözlemler detaylı bir şekilde değerlendirilmiştir.Item Küçük Bir Rus Göçmenin Devrim, Göç Ve İstanbul Anıları(Ankara Üniversitesi, 2023) Günal, E.zeynepRusya’da iç savaş sürecinde Ekim Devrimiyle uzlaşamadıklarını ve soylularla zenginlerin hâkim olduğu çarlık rejimini yıkarak politikasını eşitlik ilkesi üzerine kurmakta olan sosyalist düzen içerisinde yaşamlarını sürdüremeyeceklerini anlayan soylu kesim, bir grup aydın, sıradan halkın bir bölümü ve Beyaz Ordu askerleri dönmemek üzere ülkeyi terk ederler. Bu, göçün 1920 Kasımından itibaren başlayan ilk dalgasıdır. Yerleştiği Fransa’da doksan beş yaşında yaşama veda eden Zinaida Şahovskaya da (1906-2001) ailesiyle birlikte bu dalganın sürüklediği kişilerdendir. Yazar, şair ve çevirmen olarak yoluna devam eden Şahovskaya, “Böyleydi Yaşadığım Yüzyıl” (Takov moy vek, 2006) adlı tüm yaşamını anlattığı anı kitabında çocukluk dönemine rastlayan o yılları da kaleme alır. Çalışmada kitabın “Işık ve Gölgeler” (Svet i teni), “Yaşam Biçimi” (Obraz zhizni) ve “İstanbul” (Konstantinopol) başlıklı bölümleri üzerinde durulacaktır. Şahovskaya, köklü ve soylu bir ailenin kızı olarak, Ekim Devrimi’ni ve ardından gelen iç savaş sürecini anlatırken olayları kendi bulunduğu sınıfın bakış açısıyla değerlendirir. Kısa bir deyişle devrime ve getirdiklerine karşıdır. Şahovskaya ve ailesinin değişim rüzgârıyla gelen zorunlu göçlerinin ilk durağı İstanbul’dur. Şahovskaya’nın İstanbul’daki anıları özellikle Büyükada ve kozmopolit Pera yani Beyoğlu çerçevesinde bir araya getirilmiştir. Çerçevenin içindeki tabloda ise on dört yaşındaki bir kız çocuğunun Doğu’nun tipik temsilcisi olan farklı bir şehirdeki yaşamı, okul günleri ve diğer Rusların yaşam mücadelesi resmedilir. Şahovskaya Ruslar açısından tarihsel dönüm noktası sayılan Beyaz Ordu askerleriyle ailelerinin İstanbul’a gelişine de şahit olur. Tüm bunların küçük bir kız çocuğunun gözüyle anlatılması ve çağdaş Mustafa Kemal Türkiye’sinin filizlenme aşamasına da değinmesi Şahovskaya’nın anılarına ayrıcalık kazandırmıştır.Item İtalya’nın Arnavutluk’u İşgalinin Türk Basınına Ve Türk Dış Politikasına Yansıması(Ankara Üniversitesi, 2023) Özcan, HalilTürkiye, kurtuluş ve kuruluşta Atatürk’ün liderliğinde tam bağımsız bir politika izlerken aynı dönemde Atatürk gibi bir liderden yoksun olan Arnavutluk, Cumhuriyetten Krallığa geçti. Türkiye’den uzaklaştıkça yakınlaştığı İtalya’nın etkisiyle Balkan Paktına dâhil olamayan Arnavutluk, bu ülkenin işgaliyle karşı karşıya kaldığında Kral, iki günlük oğlu ve lohusa eşiyle tacını, tahtını ve ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Arnavutlarla beş asır kader birliği yapan ve ülkesinde çok sayıda Arnavut kökenli vatandaşa sahip olan, aynı zamanda çeyrek yüz yıl önce bağımsızlık savaşı veren Türkiye ve Türk basını Arnavutluk’un işgaline karşı oldukça hassasiyet gösterdi. Oniki Adalara sahip olan ve Arnavutluk’un işgaliyle Balkanlar’a yerleşen İtalya’nın tutumu Türkiye ve Balkan Paktı için bir tehdit olarak algılandı. Türkiye, II. Dünya Savaşının ufukta belirdiği bu süreçte İtalya tehditi ve Alman yayılmasına karşı tarafsızlık politikasından ayrılarak İngiltere ve Fransa ile birlikte sulh cephesine girdi. İtalya’nın Arnavutluk’u işgalinin Türk basınına ve dış politikasına yansıması, Türk basını temelinde (Dışişleri Bakanlığı Türk Diplomatik Arşivi ile Devlet Arşivleri Cumhuriyet Arşivinde belge bulunamadığı için) ilk defa bir akademik çalışmada incelenmesi, bu makalenin özgünlüğünü oluşturmaktadır. İşgal sonrası Arnavutluk Kralı Zog’un geniş maiyetiyle birlikte iki aylık süreyle (3 Mayıs-1 Temmuz 1939) Türkiye’ye sığınması tarafımızdan ayrı bir bilimsel çalışma konusu yapıldığından Kral Zog’un Türkiye günleri çalışmaya dâhil edilmedi.Item Faruk Duman’ın "Sus Barbatus" Ve "Ve Bir Pars Hüzünle Kaybolur" Romanlarında İnsan Ve İnsan Dışı Dünya Arasındaki İlişkilerin Bedenler Arası Geçişkenlik Açısından İncelenmesi(Ankara Üniversitesi, 2023) Çetin , ÖnderBu makale Faruk Duman’ın “Ve Bir Pars Hüzünle Kaybolur” (2014) ve “Sus Barbatus” (2018) romanlarında karakterlerin doğa ile kurdukları bağı ve karakterler ve insan dışı dünya arasındaki maddesel ve metafiziksel geçişkenlikleri Posthümanizm kuramı altında kendine yer bulan ekofeminist Stacy Alaimo tarafından ortaya konan Bedenler arası geçişkenlik teorisi üzerinden değerlendirip ekoeleştirel açıdan bu geçişkenliklerin mümkün kıldığı çözümleri araştırmayı planlamaktadır. Sus Barbatus 80 darbesi öncesi Türkiye’sinde geçer, siyasi kaosun hâkim olduğu bir atmosferde insan ve doğa arasındaki kaybolan bağa odaklanır. Kenan’ın hamile karısı Zeynep için bir domuz avlayıp evini geçindirme çabasıyla başlayan hikâye toplumun farklı kesimlerinden insanları bir araya getirmeye başlar. Roman boyunca tüm karakterleri birbirine bağlayacak olan doğadır. Bu bağ Sus Barbatus’un Aysel’in bedenine girmesiyle metafiziksel bir hal alır. Bu durum aynı zamanda dünyadaki fiziksel ve metafiziksel var oluşun sekteye uğramadığının da bir göstergesi olarak romandaki karakterlerin insan-dışı dünyadan ayrı düşünülemeyeceğini irdelemesi açısından önemli bir noktadır. “Ve Bir Pars Hüzünle Kaybolur’da” Ceren’e abisi şiddet uygular ve taciz eder. Diğer taraftan, anlatıcı gencin geçmişiyle ilgili travmatik dünyasına tanık oluruz. Anlatıcı gencin travmatik geçmişinden kurtulmasının ve Ceren’in ailesinin zulmünden kurtulabilmesinin yolu yine insan-dışı dünyadan geçer, bu dünyada bedensel olarak bağ kuracakları her ikisinin de farklı zamanlarda ormanda karşılaştıkları parstır. Her iki romanda da yazar bedenler-arası geçişkenlik (trans-corporeality) kavramı ile açıklanabilecek romanlardaki kahramanların ve insan-dışı dünyadaki bedenler ile aralarında kurulan edimsel (performative) bağ aracılığıyla bir çıkış yolu sunduğu iddia edilecektir. Bu savla hem bir çözüm ve farkındalık yaratılmaktadır hem de bedenler arası geçişkenliklerin ekolojik olarak insanın insan-dışı dünyadan ayrı tutulamayacağı ortaya konmaktadır.Item Konya-Hatunsaray (Lystra) Ve Çevresindeki Su Yapıları(Ankara Üniversitesi, 2023) Mutlu, Mehmet; Bozkurt, TolgaKonya’nın 35 km kadar güneybatısında, merkez Meram ilçesine bağlı Hatunsaray mahallesi Türk çağında, Likaonya’nın meşhur kentlerinden antik Lystra üzerinde kurulmuştur. Yeni Ahit’te, Aziz Pavlus’un Anadolu’da Hıristiyanlığı yaymak üzere gerçekleştirdiği seyahatlerinde uğradığı kentler arasında adı geçen Lystra/Hatunsaray ile birlikte yine yakın civarda yer alan Kilistra/Gökyurt, Botsa/Güneydere ve Detse/Yeşildere; Kapadokya ve Frigya’dakilere benzer, kaya oyma tekniğinde dini ve sosyal yapılarıyla dikkat çeken yerleşimlerdir. Hatunsaray ve çevresinde 2012-2013 yılları arasında gerçekleştirdiğimiz yüzey araştırmalarında, bölgedeki tarihi su yapılarının coğrafi koşullar altında tasarlanmış; başta içme ve zirai kullanım olmak üzere temizlik ve ulaşım gibi temel yaşamsal ihtiyaçları karşılamaya yönelik üretilmiş mimari çözümler oldukları görülmüştür. Burada incelenen 3 çamaşırhane, 13 çeşme, 8 köprü ve 7 sarnıç Hatunsaray ve çevresinin Türk döneminde canlanan sosyoekonomik hayatına ve bölgedeki sınırlı su kaynaklarının tarih içindeki kullanımına dair maddi kültür verileridir. Bölgede özellikle, Roma çağında yaygınlık kazanan kaya oyma sarnıç yapımının Türk döneminde de devam ettiği ve hidrolik özellikleri ile bölgeye has bir su depolama tekniğinin geliştiği söylenebilir. Ayrıca, çeşme kitabelerinden su kültürü ve halk mimarisinde yapı yönetimi hakkında özgün çıkarımlar yapılabilmektedir. Selçuklu ilçesi Sille Çamaşırhanesi’nden başka Konya’daki diğer üç çamaşırhane Gökyurt’tadır. Öte yandan Hatunsaray’ın Konya - Antalya ve Alanya kervan yolu üzerinde bulunması ve irili ufaklı akarsular çok sayıda köprü yapımını gerektirmiştir. Araştırma bölgesinin dini ve sivil mimarisini ele alan çalışmalarda su yapıları özelinde mimarlık, sanat tarihi ve yerleşim arkeolojisi yönlerinden bir değerlendirilmeye gidilmemiştir. Bu çalışmada; konunun sınırları ve önemine değinilen giriş bölümünü takiben Hatunsaray ve çevresinin tarihsel topografyası ana hatlarıyla tanımlanmış, Türk su mimarisi içinde bölge yapılarının karakteristik özellikleri belirlenerek, kentsel arkeoloji açısından taşıdıkları değere dikkat çekilmiş ve araştırma sonuçlarıyla birlikte ayrıntılı bir yapı kataloğuna yer verilmiştir.Item Halil Hâlid Bey’in “Akvâm-I İslâmiyye Etnografyasına Bir Medhal” Başlıklı Makalesi Üzerine Bir İnceleme(Ankara Üniversitesi, 2023) Özbay, ÇiğdemXIX. yüzyılda akademik bir disiplin olarak dünya bilim sahnesine giriş yapan antropolojiye Osmanlı aydınlarının ilgisi yüzyılın son çeyreğinde gün yüzüne çıkmıştır. Başlangıçta evrim kuramının muazzam etkisiyle ortaya çıkan bu ilgi, cumhuriyet sonrası dönemde bilimsel bir uğraş halini almış ve tarihin dinsel olmayan bir bakış açısıyla ele alınması ve Türklere karsı olan önyargının kırılması işlevini görmüştür. Antropoloji aynı zamanda, dil, tarih, coğrafya, arkeoloji, jeoloji, biyoloji, etnoloji bilimlerinin çağı yakalama sürecinde de başı çekmiştir. Antropolojinin, yeni yeni ilgi gördüğü zamanlarda etnoloji ve etnografya bilgisi ile iç içe olması, bu bilimlerin odaklandıkları konuların kapsamı ve sınırı hususunda farklı yorumlamalara sebep olmuştur. Halil Hâlid Bey (1869-1931) de, 1926 tarihli Darülfünun İlahiyat Fakültesi Mecmuası’nda yayımlanan “Akvâm-ı İslâmiyye Etnografyası Tedkîkâtına Medhal” başlıklı makalesinde bu üç bilimi analiz etmiştir. Bu makalesi Müslüman kavimleri tetkik ettiği makale serisinin girişi niteliğinde olup antropoloji ve etnoloji üzerine oldukça bilgilendiricidir ve zamanının önemli bilim insanlarının eserlerinden alıntılarla zengin kılınmıştır. Ankara mebusluğu, Bombay Başkonsolosluğu, Londra İkinci Konsolosluğu gibi yürüttüğü idari görevleri onu Avrupa siyaseti ve İslam toplumları üzerine yetkin hale getirirken yabancı dillere hâkimiyeti ve Cambridge Üniversitesindeki yaklaşık 15 yıllık öğretmenlik deneyimi de bir akademisyen olarak nitelememizde etkili olmuştur. Harbiye Mektebi’nde İngilizce, Dârülfünûn İlahiyat Fakültesinde İslam felsefesi ve Müslüman kavimlerin etnografyası gibi dersler de veren Halil Hâlid Bey, geniş bir kültür ve tarih bilgisi olan entelektüel bir kişi olarak karşımıza çıkmaktadır. Biz de çalışmamızda söz konusu makaleyi inceleyerek Halil Hâlid Bey’in antropoloji ilgisi ve bilgisini tartışmaya açacak ve antropoloji tarihimizdeki yerini göstermeye çalışacağız.Item Maçoluk Üzerine Psiko-Edebî Bir İnceleme: Safiye Erol’un Hikâyelerinde Maço Arketipleri(Ankara Üniversitesi, 2023) Dinçer, DuyguBu çalışma, Safiye Erol'un öykülerinde maçoluğun arketipsel yönlerini ve maçoluğun romantik ilişkiler üzerindeki etkilerini incelemeyi amaçlamıştır. Çalışmada Safiye Erol’un Leylak Mevsimi adlı kitabındaki hikâyelerin her biri dokuman kabul edilmiş ve metin merkezli bir içerik çözümlemesi ile incelenmiştir. Analizler, Erol’un öykülerindeki erkek karakterlerin belirli maço arketiplerini (fetihçi maço, çapkın maço, maskeli maço ve otantik maço) temsil ettiğini ortaya koymuştur. Yazarın bazı maço arketiplerini diğerlerinden daha fazla ele aldığı görülmüştür. En çok tekrar eden maço arketiplerinin çapkın maço ve otantik maço olduğu belirlenmiştir. Aleksandra Filipovna, İlk Efendim Pomak Ali Efendi ve Lâz Sıdkı’nın Florya’da Hovardalığı adlı hikâyelerde çapkın maço arketipinin vurgulandığı ve olumsuz yönleriyle yansıtıldığı anlaşılmıştır. Ayrıca Metruk Yalıda Garip Bir Gece ve Gel Seninle Dertleşelim adlı hikâyelerde fetihçi maço arketipi temsil edilmektedir. Dört Kişi, Leylak Mevsimi ve Gel Seninle Dertleşelim’de otantik maço arketipi yer almaktadır. Son olarak İlk Efendim Pomak Ali Efendi adlı hikâyede maskeli maço arketipine rastlanmaktadır. Çalışmada maço kişilik ve davranış örüntülerinin yarattığı ilişkisel ikilemler açısından da ilginç bulgular elde edilmiştir. Araştırma sonuçları, öykülerdeki ilişkisel ikilemlerin çok eşli doğası nedeniyle çoğunlukla çapkın maço arketipinden kaynaklandığını göstermiştir. Ancak bu ilişkisel ikilemlerin oluşmasında aşırı gururlu yapısıyla fetihçi maço arketipin, çift yüzlülük yönüyle maskeli maço arketipin, makbul eş ve makbul anneye yaptığı vurgu ile otantik maço arketipinin de rol oynadığı anlaşılmaktadır. Hikâyelerde dikkat çeken bir diğer nokta iyiliksever, şefkatli ve babacan tavırlarıyla öne çıkan otantik maço arketipinin diğer arketiplere göre daha makbul bir erkek temsili olarak yansıtılmasıdır.Item Modernleşme Sürecinde Beşiktaş’ta Sosyal Mekânlar (Tanzimat’ın İlânından Iı. Meşrutiyet’e Kadar)(Ankara Üniversitesi, 2023) Yılmaz, Elaİstanbul'un geleneksel kent ziği ve mimarisinde 18. yüzyılda başlayan değişim ve dönüşümler, 19. yüzyılda gerçekleştirilen reformlarla, sosyal yaşamı, maddi dokuyu ve mimarlığı da etkisi altına alarak, toplumun ihtiyaçlarına hitap eden yeni mekânların ortaya çıkmasını sağlamıştır. Kentte ortaya çıkan toplum hayatını doğrudan etkileyen yeni kamusal alanlarla birlikte yeni bir sosyo-kültürel çevre oluşmuştur. Osmanlı toplumunda açık ve kapalı kamusal alanlar olarak görülen bu mekânlar, kentte yaşayan bireylerin daha sık bir araya gelmesine olanak tanımış, etkileşimi ve iletişimi arttırmıştır. Beşiktaş, Osmanlı başkenti İstanbul'un, kamusal alanların kent ölçeğinde yaygınlaştığı ve gelenekselden moderne evrilen belki de en önemli kentsel mekânlarından biridir. Beşiktaş semtinde yer alan kamusal alanlar, toplumun bir araya geldiği önemli sosyal mekânları oluşturmuştur. Açık kamusal alanlar arasında bulunan mesire yerleri ve iskele alanları ile birlikte kapalı kamusal alanlar arasında önemli bir yere sahip kahvehâneler, Beşiktaş semtinde sosyal mekânların gelişiminde önemli bir rol oynamıştır. Kahvehânelerden sonra özellikle tiyatro sanatında yaşanan gelişmeler, Beşiktaş'ta farklı sosyal mekânların da doğmasına olanak tanımıştır. Osmanlı Devleti'nin başkenti İstanbul'da 19. yüzyılda toplum yaşamında gerçekleştirilen modernleşme ve yenileşme hareketleri kalıcı hale getirilmiş, Beşiktaş özelinde de yapıların mimari tasarımlarla kendini gösterdiği modern bir kimlik ile birlikte farklı sosyal mekânlarda bir araya gelen modern bir toplum yaratılmıştır. Bu makalede, Tanzimat'ın ilânından II. Meşrutiyet'e kadar uzanan tarihsel süreç içerisinde Beşiktaş'taki sosyal mekânların gelişimi değerlendirilmiştirItem Poetry As Natıonal Art: Carol Ann Duffy's Polıtıcal Poetry As The Poet Laureate(Ankara Üniversitesi, 2023) Öztürk, Özlem AydınWhen Carol Ann Duffy became Britain's first female poet laureate in 2009, it was a surprise as Duffy has always been a political poet with very harsh criticism of government policies in her works. However, she made it clear that she would not be writing poems for the monarchy and the royal occasions unless she feels to. In an interview with Andrew McAllister in 1988, Carol Ann Duffy stated that her intention as a poet is "to present it, as it is" (72). She added, "poets don't have solutions, poets are recording the human experience." This manifesto informs her work as her political poems illustrate life in the multicultural Britain of the 1980s and 1990s with a close observation of the underprivileged and deprived in Standing Female Nude (1985), Selling Manhattan (1987), and The Other Country (1990). Duffy's laureate poems also reflect her concern to speak for the unvoiced, as for Duffy "poetry provides an important alternative voice to journalists or pundits or academics as a way of dealing with things that matter to us all" (Wroe, 2014, para 1). Thus, this paper is concerned with the political aspect of Duffy's laureate poems, focusing on her political poetry written during her poet laureateship between the years 2009-2019 mainly targeting politicians and highlighting public concerns. Accordingly, she speaks for the public, to present the social and emotional experience of living in contemporary Britain by way of highlighting public concerns of the British people by targeting her criticism to the politicians.Item The Portraıt Of A Woman Poet In Lady Mary Wroth’s Pamphılıa To Amphılantus(Ankara Üniversitesi, 2023) Seber, HandeLady Mary Wroth is considered to be one of the most prominent women writers of the Early Modern Period. She comes from the Sidney family, the members of which are well-known with their noteworthy literary accomplishments. Wroth’s Pamphilia to Amphilanthus has a significant place among the sonnet sequences and early modern women’s poetry as it is “the first sonnet sequence to be composed by an Englishwomen” (Roberts, 1982, p. 43). The Petrarchan tradition with its determined roles of a male poet and an idealized lady, along with its blazons employed to express the consequences of unfulfilled love and desire can hardy accommodate a woman who comes up with such an unaccustomed role. This article, therefore, aims at a study of Pamphilia to Amphilanthus, as a sonnet sequence to see how a woman poet manages to employ the sonnet tradition in her own way. How Wroth as a woman poet accommodated herself and her persona to the poetic tradition of the time will be the main point of argumentation. It is in this respect that, the focus will be on Pamphilia and how she is represented with a new role. She is depicted as a woman with a voice, talking about her experience and the destructive outcomes of grief, quite often questioning the nature of love. Pamphilia appears not as the silent object of some other poet’s work, but writing her own poems, metaphorically redefining her place in the literary production. Furthermore, Wroth’s choice of genre, how she employed and revised it, the role she assigned to the female speaker, the major themes, along with her ideas on writing as a woman poet will be further elaborated on.Item The Dıary Form And Gender As Subversıve Categorıes In Djuna Barnes's The Lydıa Steptoe Storıes(Ankara Üniversitesi, 2023) İpekçi, YeşimThe American-English writer Djuna Barnes (1892-1982) has been an influential figure in the English modernist fiction. Her works challenge the conventional approaches to sex/gender categories through experimentation on the level of both context and form. Barnes’s tendency to uncover the fluidity of subjectivity and disrupt the Cartesian understanding of the stable Self particularly shows itself in her problematization of genre categories. In other words, she offers a radical critique of “naturalized” gender/sex categories in her works by re-formulating a wide range of genres. Reading her three short stories, written under the pseudonym Lydia Steptoe, this study aims to explore how she plays with the diary form and why she locates it within the genre of short story. It argues that Barnes’s “The Diary of a Dangerous Child” (1922), “The Diary of a Small Boy” (1923), and “Madame Grows Older: A Journal at the Dangerous Age” (1924) shed light on the feminist/poststructuralist notion of the subject-in-the-making through the re-appropriation of the diary form within the genre of short story. Her experimentation on the genre functions to lay bare the production and destabilisation of gender boundaries, and thus, presents diary writing as part of storytelling as a subversive act witnessing and/or contributing to the ontological becoming of subjects.Item Bulgar Yazar Nikolay Haytov'un Keçi Boynuzu Başlıklı Öyküsünde Türk İmgesi(Ankara Üniversires, 2023) Çölmekçioğlu, FilizOsmanlı Devletinin Balkan topraklarını kaybetmesindeki en önemli nedenlerden biri de 19. yüzyılda etkisini gösteren milliyetçilik akımıdır. Bulgaristan’ın bağımsız bir devlet olmasına neden olan bu ulusal bilinç, yazılı metinler sayesinde gerçekleşir. Bu yazılı metinlerde Bulgar halkına kimliklerini unutmamaları gerektiği hatırlatılırken Osmanlı ve Türklere karşı da olumsuz bir tutum sergilenmiştir. Din adamlarının da katkılarıyla ortaya çıkarılan olumsuz Türk imgesi Bulgar halkını ayaklanmaya çağırmıştır. Bulgar Prensliğinin kurulması ile bu olumsuz imge edebi eserlerde etkisini azaltmış ancak sistemli olarak devam etmiştir. Nikolay Haytov’un da aralarında bulunduğu bu edebiyatçılar Türklere olan bu düşmanlığın unutulmaması için büyük çaba sarf etmişlerdir. Türklerle ilgili olumsuz ifadelerin yer aldığı bu metinlerden bazıları, geniş kitlelere ulaştırılması için beyaz perdeye aktarılmış ya da tiyatroya uyarlanmıştır. Nikolay Haytov’un “Yaban Öyküleri” kitabında yer alan “Keçi Boynuzu” başlıklı öyküsü bu bağlamda Bulgar edebiyatında büyük ses getirmiş ve iki kez beyaz perdede sergilenmiştir. Eserde yer alan bu olumsuz Türk imgesi Bulgar halkı için büyük önem taşımıştır. Çalışmamızda Nikolay Haytov’un en önemli eserlerinden biri olan “Keçi Boynuzu” öyküsündeki olumsuz Türk imgesi incelenecektir.Item Carnap Ve Neurath'ın Feminist Bilim Felsefesi Açısından Olası Bir Değerlendirmesi(Ankara Üniversitesi, 2023) Çevik, DinçerGüncel feminist bilim felsefesinin güncel bilim pratiğinin günümüzdeki hali ile ilgili kuşkuları vardır. Feminist bilim felsefesinin temel iddiası kabaca şu şekilde ortaya konulabilir: Güncel bilim pratiği ve onun ürünleri erkek egemen değerler tarafından tahakküm edilmekte ve bu tahakküm ilişkisi de bilimin rasyonel ve evrensel olması iddialarına gölge düşürmektedir. Bilim felsefesi tarihinde önemli bir yer tutan Viyana Çevresi, özellikle bazı üyelerinin yaklaşımları ve kavram setleriyle feminist bilim felsefesi tarafından eleştirilen noktaların analizinde ve daha iyi hale getirilmesinde rol oynayabilir. Viyana Çevresi tarafından benimsenen dünyanın bilimsel kavranışı günlük hayatın, bilimin ve aydınlanmacı değerlerin eşliğinde reforme edilmesi için modernist politikaların belirlenmesinde rehber görevi görür. Bu bağlamda Viyana Çevresi’nin aydınlanmacı amaçlarına erişmek için kurguladıkları ve kullandıkları felsefi kavramlar ve çerçeveler güncel feminist bilim felsefesi tarafından dile getirilen iddialar ile ilgili önemli olanaklar ve ilişkiler barındırmaktadır. Örneğin Rudolf Carnap’ın kavram mühendisliği ile ilgili çalışmaları Sally Haslanger’in iyileştirilebilir kavramlar yaklaşımı için tamamlayıcıdır. Benzer şekilde, Otto Neurath’ın bütünselciliği, anti-temelciliği ve yardımcı güdüler yaklaşımı ampirik açıdan benzer yeterlilikte olan teorilerin tercihi üzerine düşünmemiz için yardımcı olmaktadır. Bu anlamda Viyana Çevresi’nin en azından bazı üyeleri güncel feminist bilim felsefesinin bilim pratiği ile ilgili dile getirdiği problemlerin tartışılmasında potansiyel faydalar barındırmaktadır. Öte yandan Viyana Çevresi’nin Carnap ve Neurath ile birlikte feminist bilim felsefesi tartışmalarında dile getirilen bütün problemleri çözebileceğini iddia etmeyeceğim. Daha ziyade, onların bilim pratiğine yaklaşımlarının ve bazı kavramsal araçlarının feminist bilim felsefesi programı ile yakın benzerlikler taşıdığını göstermeyi amaçlıyorum.Item Dârülfünûn Hocası Salih Zeki’nin Fizik Tarihi Konulu İki Makalesi(Ankara Üniversitesi, 2023) Kökcü, AyşeNewton fiziği; daima hareketsiz ve aynı kalan mutlak bir mekâna, mutlak bir zamana ve üç boyutlu Öklid geometrisine ihtiyaç duymaktaydı. 19. yüzyıl sona ererken matematik alanında Öklid dışı geometriler, fizik alanında elektrik ve elektromanyetik alan teorisi gibi yeni teorilerin ortaya çıktı. Diğer taraftan; radyoaktivite, x-ışınları ve radyo dalgalarının keşfi gibi gelişmeler mevcut klasik mekanikle açıklanamıyordu. Dolayısıyla 20. yüzyılın başında mekanik fizik yasalarının üzerine yapılan tartışmaların odağında, fiziğin temel kavramları olan; ışık, madde, ısı ve enerjinin mahiyetinin ne olduğu sorusu bulunmaktaydı. Söz konusu dönem, klasik fizikten modern fiziğe geçiş dönemi olarak adlandırılabilir. Bu makalede fizikçiler arasında kutuplaşmanın ve ayrışmanın had safhada olduğu 1. Dünya Savaşı öncesi yıllarda, mekanik fizik ilkeleri konusunda Osmanlı aydınlarının tutumunun ne olduğu sorusu Salih Zeki’nin 1916 yılında Dârülfünûn’da vermiş olduğu iki konferans çerçevesinde ele alınmıştır. Osmanlı’nın modern anlamda açılmış ilk üniversitesi olan Dârülfünûn’da hem matematik hem de fizik bölümlerinin başında olan isim, 1921 yılında vefat eden Salih Zeki’dir. Bu münasebetle mekanik fizik üzerine tartışmaların Osmanlı’da yansımaları hakkında başvurulacak isimler arasında ilk sırada Salih Zeki gelmektedir. Öncelikle 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başı itibariyle tartışılan fizik problemleri hakkında kısaca bilgi verilecektir. Sonrasında Salih Zeki’nin konferanslarının mahiyeti, kaynağı ve son olarak Osmanlı bilim tarihi açısından değeri tespit edilmeye çalışılacaktır.Item Tang Hanedanlığı Dönemi Yazarlarından Yuan Zhen'ın Yingying'in Hikâyesi Başlıklı Eseri Hakkında Bir İnceleme(Ankara Üniversitesi, 2023) Öztürk, Nuray PamukTang Hanedanlığı (618-906) dönemi Çin edebiyatının gelişmesinde çok önemli bir yere sahiptir. Hanedanlığın kuruluşundan önceki dönemlerde yaşanan savaşlar, edebiyat ve sanata fazla gelişme imkânı sunmamıştır Hanedanlığın yıkılmasından sonra kurulan Song Hanedanlığı ise tiyatroya daha çok önem verdiği için şiir ve nesir gibi edebi türler çok az gelişme şansı bulabilmiştir. Bu bakımdan Çin edebiyatında en fazla yazarın yetiştiği ve eserin üretildiği dönem Tang Hanedanlığı dönemidir. Tang edebiyatında şiir çok önemli bir yere sahiptir. Şiirde yaşanan gelişmeler diğer edebi türlerin gelişmesine de yardımcı olmuştur. Bazı eserlerde şiirler ve nesirler birlikte kullanılmıştır. Tang döneminde de diğer dönemlerde olduğu gibi aşk ve sevgi konulu pek çok edebi eser üretilmiştir. Bu eserlerden bir tanesi Yingying’in Hikâyesi’dir (莺莺传). Yingying’in Hikâyesi, en bilinen klasik Çin aşk hikâyelerindendir. Yuan Zhen (元稹) (779-831) tarafından yazılan eser Yuan Hanedanlığı (1280-1368) dönemi tiyatro yazarlarından Wang Shifu (王实甫) (1260-1307) tarafından operaya dönüştürülmüştür. Hikâyenin tiyatro eserine dönüştürülmesi, daha geniş kitlelere ulaşmasına imkân sağlamıştır. Hikâye, biçimsel olarak nesir tarzında yazılmıştır. Ancak yazar anlatımda farklı teknikler kullanmış, şiirler ve diyaloglara geniş yer vermiştir. Hikâyenin sonunda yazar kendisini baş erkek karakter Zhang Sheng’ın arkadaşı olarak göstermiştir. Bu sebeple hikâye, bazı araştırmacılar tarafından yazarın otobiyografik bir eseri olarak nitelendirilmektedir. Bu çalışmada, Tang dönemi Çin edebiyatından, yazar Yuan Zhen’ın biyografisi ve edebi üslubundan bahsedilecektir. Yingyin’in Hikâyesi kısaca anlatılacak; hikâyenin biçimsel özellikleri ve işlediği tarihi sürecin hikâyeye yansıması hakkında bilgi verilecektir.Item Yunan Tıbbında Doğa Kavrayışı Ve Hippokrates: Meteorolojik Tıp(Ankara Üniversitesi, 2023) Yalazı, EsraHippokrates doğa filozofları ve özellikle Herakleitos’tan aldığı doğa (physis) kavramını tıbbi hedeflerinin ve hekim kimliğinin ötesinde bir filozof gibi yeniden yorumlamıştır. Bu çabası doğa felsefesinde doğa-beden analojilerinin epistemolojik bir yöntem olarak benimsenmesine yol açmıştır. Ancak Hippokrates’i sonraki kuşaklara kendisi de bir hekim ve doğa filozofu olan Galenos aktarmıştır. Galenos’un, Hippokrates’ten etkilenen Platon ve Aristoteles’in çizgisindeki Stoacı ve Orta Platonculara karşı Hippokrates’i öne çıkardığı görülmektedir. Bu iki hekimin, insan doğasını evrenin doğasından üstün tutarak keşfetmeye çalışmaları onları ana akım felsefeden ayrı bir çaba içerisinde göstermekle birlikte bu çabanın ayrı bir kavramsal gelişimi tetiklediği de görülmektedir. Meteorolojik tıp olarak tanımlanabilecek bu kavram doğa ve insan bedeni arasında kurulan analoji çerçevesinde tıp ile meteoroloji ve astronomi bilimlerinin gelişimini karşılıklı bir sürece yöneltmiştir. Ancak bu analojinin arka planında bir ahlaki gerekçenin bulunduğu da yadsınmamalıdır. Buna karşılık bu antik mirası etik bağlamından doğa felsefesine doğru yönlendiren İbni Sina’nın gözleme dayalı pratiği 17. yy.a kadar karşılık bulmuştur. 17. yy.da aletsel meteorolojik ölçümler, doğa-insan analojisinin iklim-sağlık korelasyonuna evrilmesini sağlamıştır. Bu sayede meteorolojik tıp 18. yy.da eriştiği nihai çerçeveye kavuşmuştur. Çalışmanın amacı meteorolojik tıbbın sunduğu epistemolojik ve etik çerçeve ile günümüz insanına geçmişten gelen bir bakış açısı sunmaktır.Item Veri Madenciliğinin Önemi Ve Kütüphanelerde Kullanımı(Ankara Üniversitesi, 2023) Doğan, Korcan; Arslantekin, SacitVeri madenciliği farklı kaynaklardan toplanan büyük ölçekli verilerden örüntüler bulmak ve anlamlı sonuçlar çıkarabilmek için en önemli yöntemlerden biridir. Kütüphanelerin de farklı kaynaklardan veri toplayabilmesi ve bu verilerden veri madenciliği ile anlamlı sonuçlar çıkarabilmesi için önemlidir. Bu noktadan hareketle çalışmada “Kütüphanelerin veri madenciliği tekniklerini kullanarak, işlem ve hizmetlerinde yeni örüntüler elde etmesi ve bunları karar destek süreçlerine yansıtarak yeni hizmet modelleri geliştirmek için kullanabilmeleri mümkündür.” ana hipotezi oluşturulmuştur. Araştırmada kuramsal temelin oluşturulması amacı ile literatür taraması yapılmıştır. Bu aşamada veri madenciliği, veri madenciliği ile ilgili kavramlar, veri madenciliği modelleri, veri madenciliği süreçleri vb. kavramlar yapılan ulusal ve uluslararası çalışmalar doğrultusunda incelenmiş, kütüphanelerde veri madenciliğinin kullanım alanlarına ve uygulamalarına yer verilmiştir. Araştırma sonucunda veri madenciliği süreciyle elde edilen bulgulara ve değerlendirmelere yer verilmiş, ana hipotez ve alt hipotezler doğrulanmıştır.