Repository logo
  • English
  • Català
  • Čeština
  • Deutsch
  • Español
  • Français
  • Gàidhlig
  • Italiano
  • Latviešu
  • Magyar
  • Nederlands
  • Polski
  • Português
  • Português do Brasil
  • Srpski (lat)
  • Suomi
  • Svenska
  • Türkçe
  • Tiếng Việt
  • Қазақ
  • বাংলা
  • हिंदी
  • Ελληνικά
  • Српски
  • Yкраї́нська
  • Log In
    Have you forgotten your password?
Repository logo
  • Communities & Collections
  • All of DSpace
  • English
  • Català
  • Čeština
  • Deutsch
  • Español
  • Français
  • Gàidhlig
  • Italiano
  • Latviešu
  • Magyar
  • Nederlands
  • Polski
  • Português
  • Português do Brasil
  • Srpski (lat)
  • Suomi
  • Svenska
  • Türkçe
  • Tiếng Việt
  • Қазақ
  • বাংলা
  • हिंदी
  • Ελληνικά
  • Српски
  • Yкраї́нська
  • Log In
    Have you forgotten your password?
  1. Home
  2. Browse by Author

Browsing by Author "Baykal, Sanem"

Now showing 1 - 13 of 13
Results Per Page
Sort Options
  • No Thumbnail Available
    Item
    Avrupa Birliği Hukukunda İhlal Davası
    (Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2010) Yuca, Nezahat; Baykal, Sanem
    Bu tez, giriş ile birlikte iki bölümden oluşmaktadır. Avrupa Birliğinin gelişimininincelendiği giriş bölümünde, Birlik hukukunun kendine özgü yapısı, kurucu antlaşmalar vebu antlaşmalara dayalı olarak oluşturulan ikincil kaynaklar, Birlik yargı organlarınınfonksiyonları ve ihlal davası açıklanmaktadır.Birinci bölümde ihlal davası ile ilgili olarak; davalı, davacı, üye devletinantlaşmadan doğan yükümlülüğünü ihlal etmesi ve savunmalar açıklanmıştır. Uyarımektubu ile gerekçeli görüşü içeren idari aşama ile Adalet Divanı önündeki prosedür deayrıca ifade edilmiştir.İkinci bölümün başlıca konuları, ihlal davası prosedürünün etkililiği, Divantarafından verilen kararın etkisi, 260. maddede öngörülen parasal cezalar, ön kararprosedürü ile ihlal davası arasındaki ilişki ve son olarak Birlik hukukunun doğrudan etkisive önceliğidir.
  • No Thumbnail Available
    Item
    Avrupa Birliği Hukukunda üçüncü ülke vatandaşlarının hukuki statüsü
    (Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2012) Ümit, Ceyda; Baykal, Sanem
    Çalışma; Avrupa Birliği içerisinde yerleşik üçüncü ülke vatandaşlarının hukuki statüsünü, geçmiş, şimdiki zaman ve gelecekteki konumları açısından irdelemektedir. Entegrasyonun ilk yıllarından itibaren tartışmalı bu hukuki alan, halen gelişim içerisindedir: Birlik yetkisi giderek artmakta, ortak hukuka doğru gidiş süreci yaşanmaktadır. Çalışma, Birlik hukukunun bu zorlu alanının gelişimini ve mevcut durumunu ortaya koyarak, sorunlara yönelik bazı çözümler önermektedir. Birliğin üçüncü ülke vatandaşlarına yönelik bu hassas alanda, hukukunu oluşturmak için daha fazla yetkiye ihtiyacı bulunmaktadır. Bir üye devletten diğerine değişen farklı uygulamalar mümkün olduğunca uyumlaştırılmalıdır. Bu bağlamda, belirli üçüncü ülke vatandaşlarına tanınan vatandaşlık benzeri statünün tek bir yasal mevzuat çatısında düzenlenerek, mavi kart sahipleri ve araştırmacıların hukuki statülerinin Uzun Dönem İkamet Statüsüne Dair Direktif kapsamına; uzun dönem statülü mavi kart sahipleri ve uzun dönem ikamet statülü araştırmacılar olarak alınması uygun olacaktır. Soruna kesin çözüm ise; Birlik vatandaşlığının kavramsal olarak uyrukluk ve mutat ikamet ölçütleri gözönüne alınarak yeniden formüle edilmesidir. Çok kimlikli bir ulusüstü düzene üyelik, sınırlayıcı uyrukluk ölçütünden ziyade, kişinin o düzenin bir parçası olma isteğinin göstergesi; yasal olarak belirli süre ikamet ve entegrasyon derecesi ile değerlendirilmelidir. Yerleşik üçüncü ülke vatandaşlarına Birlik vatandaşlığı kazanma yolunu açacak bu seçeneğe alternative önerimiz ise; Kurucu Antlaşmaya vatandaşlık benzeri statü kavramı ve tanımının girmesidir. Antlaşma değişikliği gerektiren son iki önerinin gerçekleşmesi, çok kimlikli ulusüstü düzenin kendine özgü doğasına ve dayandığı değerlere tam olarak uyumu sağlayacaktır.Abstract This study details the past, present and future legal position of third country nationals in the European Union. From the very beginning of European integration, it has been a highly controversial legal phenomenon.It relates to a developing field of EU competence resulting in a new body of EU law: a European common law towards lawfully resident third country nationals. Main challenge to this evolution process has been the competing competences of the EU and its Member States. This study proposes some solutions to this highly controversial area of EU law. EU needs more power to establish its law. Since divergences are the real obstacles to further development, implementation conditions should be harmonized as much as possible. By this context, the status of civic citizenship granted to some categories of third country nationals should be merged under the same legal structure. It will be so logical to regulate the legal status of blue card holders and the researchers under the scope of Long Term Residence Directive.The concrete answer to the problem is in fact; the reformulation of the concept of European citizenship in terms of nationality and the habitual residence requirements. Accordingly, membership of such a polity should be determined by the duration of lawful residence and integration as an indicator to will of the person to be a part of that polity rather than restrictive nature of the nationality criteria. Alternatively, another reasonable solution would be bringing a definition of civic citizenship to the context of the Treaty. Both of these proposals need a Treaty change, however, achievement of either of them will ensure conformity with the distinctive feature of the EU as a supranational entity based on multiple identities and with the values to which the EU is based on.
  • No Thumbnail Available
    Item
    Avrupa Birliği Hukukunun önceliği ilkesi kapsamında Avrupa Birliği'nde temel hak koruması
    (Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2011) Bilgin, Azime Asli; Baykal, Sanem; Other
    This study which consist of three chapters, analyzes the phases of the protection of fundamental rights and the relationship between the principle of supremacy and fundamental rights.In the first chapter, the type of the relationship between the principle of supremacy and the protection of fundamental rights is tried to be determined. It has been quite difficult for constitutional courts of some Member States to accept the principle of supremacy because of their constitutional traditions. The reactions of the constitutional courts comprise three interrelated problem areas; namely the problem of constitutional review, the problem of fundamental rights and the problem of kompetenz-kompetenz.The needs for a Charter, the scope and the context of it and whether the protection of fundamental rights affect the principle of supremacy are the main subjects covered in the second chapter. A written catalogue of fundamental rights is important for the EU not only for the considered political integration, but also for the uniform and effective application of the EU law. The Charter of Fundamental Rights has become legally binding upon the entry into force of the Lisbon Treaty. In accordance with this new legal status, the Charter of Fundamental Rights has also become directly enforceable by the EU and national courts.The last chapter of this study discusses the current relationships between the Charter-ECHR and the ECJ-ECHR are evaluated. Besides, the possible relationship between two courts after the EU accession to ECHR is being considered.
  • No Thumbnail Available
    Item
    Avrupa Birliği hukukunun önceliği ilkesi kapsamında Avrupa Birliğinde temel hak koruması
    (Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2011) Bilgin, Azime Aslı; Baykal, Sanem
    TEZ ÖZETİBirlik için bir çok açıdan önemi haiz bir konu olan temel hak korumasının Avrupa Birliğinin (Birlik) oluşumundan bugüne geçirdiği evreleri ve temel hak koruması konusundaki gelişmelerin Birlik hukukunun vazgeçilmezi öncelik ilkesi ile olan ilişkisini ele aldığımız çalışmamız üç ana bölümden oluşmaktadır.İlk bölümde temel hak korumasını Divan ve ulusal mahkelemeler arasındaki tartışmanın merkezine yerleştiren ve oluşumdan itibaren temel hak ile olan ilişkisinin ne olduğunun tespit edilmeye çalışıldığı öncelik ilkesi ele alınmaya çalışılmıştır. Bilindiği üzere öncelik ilkesi, Divan tarafından Birlik hukuku ile ulusal hukuk arasında ihtilaf bulunması halinde Birlik hukukunun öncelikli olarak uygulanacağını ve bu önceliğin anayasal hükümler karşısında dahi geçerli olacağını ifade etmektedir. Bunun yanı sıra Divan'ın Birliğin yeni bir hukuk sistemi oluşturduğunu ve bu yeni hukuk sisteminin temeli olarak üye devletler tarafından Birliğe devredilen egemenlik yetkilerini göstermesi, özellikle üye devlet Anayasa Mahkemelerinin öncelik ilkesinin kabulünde zorlanmalarına neden olmuştur. Bu kapsamda çalışmamızda da yer verdiğimiz sınıflandırmaya göre öncelik ilkesi anayasal denetim başta olmak üzere, temel hak ve kompetenz/kompetenz açısından üye devlet mahkemelerinin tepkisine neden olmuştur.Özellikle Alman ve İtalyan Anayasa Mahkemeleri Divan tarafından Birlik hukukunun öncelik ilkesi kapsamında etkili uygulanmasının tercih edilmesi suretiyle Birlik kapsamında yeterli bir temel hak koruma standardının mevcut olmadığını ileri sürmüşlerdir. Ünlü Solange I kararı ile Alman Anayasa Mahkemesi, öncelik ilkesini 315reddederken, Birlik organlarının çatışmaya neden olan kuralları kaldırmadığı sürece Anayasanın temel haklara ilişkin hükümlerinin uygulanacağını belirtmiştir. Bu ilk uyarının ardından Alman Anayasa Mahkemesi tutumunu sertleştirmiş ve Divan'ın temel haklara Alman Anayasasında sağlanan koruma standardının altında koruma sağlaması halinde Birlik hukukunun geçerli olmayacağını vurgulamıştır. Öncelik ilkesi ve kompetenz-kompetenz sorununda ise üye devlet Anayasa Mahkemeleri ile Divan arasındaki ilişkinin netliğe kavuşturulması hedeflenmiştir. Üye devletler belli ölçüde egemenlik yetkilerini Birliğe devretmeyi kabul etmiş olsalar da üye devlet anayasa mahkemeleri öncelik ilkesinin üye devlet anayasal hükümlerinden kaynaklandığını belirtmek suretiyle, aslında “Antlaşmaların Efendi”leri olarak egemenlik yetkilerinin halen kendilerinde olduğunu Maastricht ve Lizbon kararlarında belirtmeye çalışmışlardır. Söz konusu kararlardan da anlaşıldığı üzere Birlik kapsamında kayıtsız ve şartsız kabul gören bir öncelik ilkesinin varlığından söz etmek mümkün olmayıp, üye devlet yüksek mahkemeleri gerekli gördükleri her durumda müdahale edeceklerini açıkça dile getirmişlerdir.Bu kapsamda temel hak koruması ilk olarak, Birlik hukukunun yeknesak olarak uygulanmasına hizmet edecek olan öncelik ilkesinin üye devlet yüksek mahkemeleri tarafından kabulünün sağlanması amacıyla Avrupa Birliği Adalet Divanı (Divan-ABAD) tarafından ele alınmış olsa da bugün itibariyle Birliğin yazılı hatta hukuken bağlayıcılığa sahip bir temel hak kataloğuna sahip olması, bütünleşme sürecinin ekonomik alanın yanı sıra daha bir çok politika alanını da kapsamına dahil etmesi, Birliğin normatif güç olma konusunu da gündemine alması temel hak korumasının Birlik için de öncelikli konulardan biri olduğunu göstermektedir. 316Nitekim, Divan tarafından Birlik standardı oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu standard kapsamında ilk olarak Divan'ın yargı yetkisinde sadece Birlik kurumlarının tasarrufları yer alırken, Birlik hukukunu uygulamaya yönelik üye devlet tasarrufları ile üye devletlerin serbest dolaşım ilkesine Antlaşmada öngörülen istisnalar çerçevesinde sınırlama getiren tasarruflarda dahil edilmiştir. Öncelik ilkesinin üye devletlerce kabulünün sağlanmasına hizmet etmenin yanı sıra Avrupa Birliği kurumlarının hukuki tasarruflarının hukuka uygunluk denetiminin sağlanması için de Birlik kapsamında temel hak korumasının zorunlu olduğu kabul edilmektedir. Bugün temel haklar konusunda Birlikte yaşanan gelişmelere bakıldığında temel hak koruması alanında gelinen noktanın Divan içtihadının bir sonucu olduğu söylenebilir. Özellikle belirtmek gerekir ki, kurucu Antlaşmalarda dahi yer verilmeyen temel haklar konusu Birlik içerisinde Divan içtihadı ile oluşturulmuş, Avrupa Birliği Temel Haklar Şartının (Şart) meydana getirilmesine de zemin hazırlamıştır.Her ne kadar Birlik gündemine Divan içtihadı ile girmiş olsa da zaman içerisinde başta Birlik kurumlarının açıklama, bildiri ve kararları ardından antlaşmalarda temel hak konusuna yer verildiği görülmektedir. Yaşanan bu gelişmelerin nihayetinde 2000 yılı Nice Zirvesinde o gün itibariyle hukuki bağlayıcılığı bulunmasa da Birliğin kendine ait yazılı bir temel haklar kataloğu olan Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı üç Birlik kurumu tarafından ilan edilmiştir.Temel Haklar Şartına ihtiyaç duyulma nedenleri, Şartın kapsam ve içeriği ve Şart hükümlerinin öncelik ilkesine etkisini incelediğimiz ikinci bölümümüzde, yazılı bir temel haklar kataloğunun özellikle siyasi entegrasyonu da gündemine alan 317Birlikte bir araç olmanın yanı sıra, Birlik hukukunun etkin ve yeknesak kullanımına hizmet ettiği sonucuna ulaşılmıştır. Üye devletlerin temel hak konusundaki yetkilerini paylaşmak istememeleri ve bu konudaki katı tutumları nedeniyle Şartın kapsamı net bir şekilde çizilmiştir. Buna göre, Şart hükümlerinin Birlik kurumları ile Birlik hukukunu uyguladıklarında üye devletleri kapsadığı kabul edilmiştir. İlan edildiği dönemde hukuki bağlayıcılığa sahip olmasa da Şartın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ile olan ilişkisine de yer verilmiş olup, Şartın hiç bir hükmünün temel haklara ilişkin uluslararası antlaşmalarda yer verilen düzenlemelere aykırı yorumlanamayacağı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile temel haklara sağlanan korumanın alt sınır olduğu Şart ile getirilecek hiç bir düzenlemenin bu koruma seviyesinin altında olamayacağı düzenlenmiştir. Nitekim söz konusu hükmün, öncelik ilkesini zedeleyeceği ileri sürülmüşse de madde metninde yer verilen ifadelerden buna imkan yaratılmadığı düşünülmektedir.Lizbon Antlaşmasının yürürlüğe girmesiyle birlikte hukuki bağlayıcılık kazanan Şart, Birlik birincil hukukuna dahil olarak gerek Birlik gerek ulusal mahkemelerde ileri sürülebilme imkanına kavuşmuştur. Böylece temel hak koruması Birlikte üç sütunlu bir yapı ile koruma altına alınmıştır denilebilir. Bunlar sırasıyla, Şart, İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi tarafından güvence altına alınan haklar ve son olarak üye devletlerin ortak anayasal geleneklerinden kaynaklanan temel haklar olarak ifade edilebilir. Şart dışında kalan diğer iki temel hak kaynağı aynı zamanda Birlik hukukunun genel ilkelerini oluşturmaktadır. Bu bölümde ele alınan konulardan bir diğeri Şart'ın tüm üye devletler için hukuki bağlayıcılığa sahip olup olmadığıdır. Nitekim, Lizbon 318Antlaşmasına eklenen 30 No'lu protokol Şart'ın Birleşik Krallık ve Polonya için konumunu tartışmalı bir hale getirmiştir. Kanımızca Protokolün sadece Şart'ın IV. başlığında yer verilen düzenlemelere ilişkin Birleşik Krallığa bir opt-out hakkı sağlayabileceği düşünülmektedir. Şart'a sağlanan bu hukuki bağlayıcılığın aynı zamanda normatif bir güç olma yolunda birliğe olumlu katkı sağlayacağı gibi, Birlik vatandaşları arasında yaratılamayan aidiyet duygusuna da hizmet edeceği açıktır.Çalışmamızın son bölümü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi – Şart ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) – Avrupa Birliği Adalet Divanı arasındaki mevcut ilişkiye ve Lizbon Antlaşması ile Birliğin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine katılımının ardından söz konusu olabilecek ilişki türlerine ayrılmıştır. Bu kapsamda mevcut durum içtihad hukukundan anlaşıldığı üzere işbirliği ve höşgörü ilişkisine dayanmakta olup, Birliğin AİHS'ye katılımı ile ilk olarak mevcut durumun muhafaza edilip edilmeyeceği sorusu irdelenmiştir. Kanımızca, işbirliği ve hoşgörüye dayalı ilişki devam edecek olsa da AİHM'nin Divan'ın sağladığı temel hak korumasına ilişkin oluşturduğu doktrini gözden geçirmesi gerekmektedir. Oldukça muğlak ifadelerle oluşturulan eşdeğer koruma doktrini mevcut hali ile temel hak koruması alanında çifte standart yaratmaya müsait olduğu gibi, bu şekilde gerçek bir temel hak korumasından bahsedilemeyeceği düşünülmektedir. İkinci olarak yanıtlanması gereken soru, Avrupa Birliği Adalet Divanı ve AİHM arasındaki hiyerarşi sorunudur. Bilindiği üzere, AİHM'ye başvuru iç hukuk yollarının tüketilmesi halinde söz konusu olup, ABAD bu sistem içerisinde bir iç hukuk yolu olarak mı kabul edilecektir? Bu sorunun cevabı evet bile olsa her iki mahkeme arasında hiyerarşiden çok uzmanlık ilişkisi olduğu düşünülmektedir. Divan önüne gelmeyen bir takım uyuşmazlıkların 319doğrudan AİHM önüne gitmesi Birlik hukukunun özerk niteliği ve öncelik ilkesini olumsuz yönde etkilemeyecek midir? bu konuda Birlik hassasiyetini bir çok kez dile getirmiş olup, Birliğin AİHS'ye katılımı için halen üzerinde çalışılan taslak katılım anlaşmasında “ortak davalı” gibi bir takım yeni mekanizmalar devreye sokularak bu endişelerin giderilmesine, Birlik hukukunun özerk niteliğinin muhafazasına çalışılmaktadır. Temel Haklar Şart'ının hukuki bağlayıcılık kazanmasıyla bu durumun başta öncelik ilkesi olmak üzere Birliğe bir çok alanda olumlu getirisi olduğu anlaşılmaktadır. AİHS'ye katılım usulünde Birlik hukukunun öncelik ilkesi ve özerk niteliğinin özellikle korunmaya çalışıldığı dikkati çekerken Divan'ın son dönem içtihadında da anlaşıldığı üzere temel hak koruması Birlik birincil hukukuna dahil olup, uyuşmazlık halinde zaten öncelikle uygulanır hale gelmiştir. Hatta Divan'ın AİHM'den de cesur davranarak temel hak konusunu uluslararası hukukun üstünde tuttuğu ve öncelikli uygulamayı temel hak konusuna tanıdığı yine Divan içtihadından anlaşılmaktadır. Birlik birincil hukukunda yer alan bir temel hak kataloğunun öncelik ilkesini tehlikeye düşürmek bir yana her ikisinin birbirine pararlel konular olduğu ve birbirlerine hizmet ettikleri çok açıktır. Nitekim böyle bir uyum Birliğin çıkarlarına da uygun olup, Birlik hukukunun etkin ve yeknesak uygulanması güvence altına alınarak, temel hak konusunda yeterli düzeyde korunma sağlanmaması halinde denetimin kendilerinde olduğunu sürekli olarak yineleyen üye devlet yüksek mahkemelerine de bir cevap niteliğindedir.Bugün itibariyle AİHS'ye katılım halen gerçekleşmemiş olsa da yapılan 320hazırlık çalışmaları tarafların bu konuda istekli oldukları ve olası problemleri çözme konusunda hassasiyet gösterdiklerini doğrulamaktadır. Her ne kadar sorunsuz bir katılım hedeflensede, uygulama katılım anlaşmasının başarılı olup olmadığını gösterecektir. Sonuç olarak Birlik kapsamında temel hak koruması hukuki bağlayıcılık kazanarak Birlik birincil hukukuna dahil olmuş ve Avrupa düzeyinde tutarlı bir koruma sağlanmasına imkan yaratılmıştır. Öncelik ilkesinin kabulünde en büyük engel olarak ileri sürülen temel hak konusu yaşanılan bu gelişmelerle birlikte öncelik ilkesinden en çok faydalanan konuların başına yerleşmiştir. Öte yandan Temel Haklar Şartının hukuki bağlaycılığa sahip olması ve Birliğin AİHS'ye katılımının antlaşma metinlerine girmesi, Birliğin normatif bir güç olma arzusuna da olumlu yönde katkı sağlayacaktır. ABSTRACTProtection of fundamental rights is one of the most important subjects for European Union (EU). This study which consist of three main chapters, analyzes the phases of the protection of fundamental rights and the relationship between the principle of supremacy and fundamental rights.In the first chapter, the type of the relationship between the principle of supremacy and the protection of fundamental rights is tried to be determined. The principle of supremacy is a principle of EU law which is established by the European Court of Justice. According to this doctrine whenever a legal dispute arises between the provisions of EU law and the provisions of national law, EU law takes precedence over national law including constitutional norms as well. Besides, the ECJ claimed that a new legal order had been created with the European Community for the benefit of which member states have limited their sovereign rights albeit within limited fields. All legal systems in the Community have had to deal with the claim by the ECJ to supremacy over national law. It has been quite difficult for constitutional courts of some Member States to accept the principle of supremacy because of their constitutional traditions. In due course the national constitutional courts have accepted the supremacy doctrine. However acceptance of the principle was based not on EU law but on national constitutional traditions. Within this context, the reactions of the constitutional courts comprise three interrelated problem areas; namely the problem of constitutional review, the problem of fundamental rights and the problem of kompetenz-kompetenz.Especially the German and Italian constitutional courts asserted that ECJ 322jurisprudence on the fundamental rights is below the required standard for the protection of fundamental rights. The German constitutional court in Solange I case, while rejecting the principle of supremacy, stated that in the conflict of norms, the guarantee of fundamental rights in the Basic Law prevails as long as the competent organs of the Community have not removed the conflict of norms in accordance with the Treaty mechanism. After this warning, the court made the general statement that, “as long as the integration process has not progressed so far that Community law also contains an explicit catalog of fundamental rights, passed by a Parliament, valid and equivalent to the catalog of fundamental rights of the Basic Law”.The problem of Kompetenz-Kompetenz concerns the question of which court decides the boundaries of the EU's legislative competence and it has targeted to be clarified. Even though member states have transferred sovereign rights to the EU, the constitutional courts, by implying that the legal foundation of the supremacy based on national constitutions, emphasized that the member states remained “masters of the treaties”. In accordance with the case law of the national constitutional courts, it seems impossible to say that there is an absolute supremacy over domestic law. In both Maastricht ad Lisbon cases, German constitutional court restates that it intervenes if necessary.The protection of fundamental rights is taken into account by the European Court of Justice for the first time, to enable the admissibility of the priority doctrine which helps to maintain the uniformity of EU law by member states. However, in addition to the economic integration, when EU, moved towards political integration, the ECJ gave more importance to the fundamental rights. This change in attitude, can 323easily be understood from the jurisprudence of the ECJ. In the beginning of this alternation, the ECJ was accused of giving more emphasis on fundamental freedoms against fundamental rights and at the same time using fundamental rights as a tool for achieving the free movement. Although I am partly agreeing with these accusations, considering the fact that the driving force role behind the integration was given to the ECJ, the jurisprudence of the ECJ seems appropriate. The case law of the ECJ should not be construed as if the fundamental rights are omitted by the ECJ. Even though the protection of fundamental rights was taken into EU's agenda because of the member states compulsion in the beginning, the protection of fundamental rights became an indispensable subject for the EU since the change occurred in EU's aims. Moreover, the ECJ has begun to establish a uniform EU standard of protection of fundamental rights in the EU. In this respect, whilst the judicial competence of the ECJ only includes the acts of the EU's institutions, The Court has inserted the power to review Member State actions implementing Community law and derogating from Community law into its judicial competence.In addition to contributing to the adoption of the principle of supremacy by member states, the protection of fundamental rights is also admitted as an obligation to review the legality of the acts of Community institutions. It can easily be said that even there are no provisions regarding fundamental rights in the Treaties, the current position of the fundamental rights in the EU is a result of the ECJ's jurisprudence. The ECJ's jurisprudence also paved the way for establishing the Charter of Fundamental Rights.Although the fundamental rights at first took place in the EU's agenda by the 324ECJ's jurisprudence, it gained a place in the Treaties after the announcements, decisions and statements of the EU's institutions. These were followed by the development of the Charter, which was officially proclaimed at the Nice Summit in 2000 by three EU institutions. Even though not formally legally binding, since its declaration it has a political significance.The needs for a Charter in the EU, the scope and the context of the Charter and whether the protection of fundamental rights affect the principle of supremacy are the main subjects covered in the second chapter of this study.A written catalogue of fundamental rights is important for the EU not only for the considered political integration, but also for the uniform and effective application of the EU law. The scope of the Charter is drawn sharply because of the EU member states’ reluctance to share the competence in fundamental rights and their hardline approach to the Charter. In accordance with the provisions, the Charter applies to EU institutions and to the member states when they implement EU law. Even though the Charter was not legally binding when it was declared, it contains a provision that regulates the relationship between the Charter and the ECHR. Consistent with this article, the protection of fundamental rights under ECHR is accepted as the lower limit for the protection of fundamental rights. This means that the level of protection afforded by the Charter may never be lower than the protection of fundamental rights provided by the ECHR.The Charter of Fundamental Rights has become legally binding upon the entry into force of the Lisbon Treaty. Even though the Charter does not form part of the Treaties, it is attributed the same legal value as the Treaties, which means that it 325should be regarded as part of ‘primary law’ of the EU. In accordance with this new legal status, the Charter of Fundamental Rights has also become directly enforceable by the EU and national courts.The Lisbon Treaty has established a three pillars of the system for the protection of fundamental rights consisting of the Charter, rights guaranteed by the ECHR and the rights derived from the constitutional traditions common to member states. Except Charter, the others also constitute the general principles of the EU law.Another subject discussed in this chapter is whether the charter of fundamental rights has become legally binding for all member states or not. The attached protocol no 30 to the Lisbon Treaty has blurred the binding force of the charter on UK and Poland. In our opinon, The Protocol is not an opt-out from the Charter. The Charter will apply in the UK, except where there is evidence of an opt-out from the rights outlined in Title IV. Outside these areas, the Charter will continue to apply to the UK and Poland.The last chapter of this study is devoted to two main subjects. Firstly, the current relationships between the Charter-ECHR and the ECJ-European Court of Human Rights are evaluated. Secondly, the possible relationship between two courts after the EU accession to ECHR is being considered. In the current situation the relationship between two courts is based on cooperation and tolerance, but the question that should be answered is whether the current situation will endure after the accession of the EU to the ECHR. Even if the current situation continues, the ECHR should revise its approach (doctrine) to the protection of fundamental rights standard ensured by the ECJ. The ECHR's approach which is called equivalent protection 326doctrine, is not only ambiguous but also has a potential to create double standard in the protection of fundamental rights. The second problem in this relationship is the hierarchy between two courts. As known, the ECHR can only deal with an application after all domestic remedies have been exhausted. The problem is whether the ECJ will be admitted as a domestic remedy. Even if the answer is positive, will it affect the autonomy of EU law and the priority doctrine negatively? First of all, it should be stated that the relationship between the two European courts shall not be hierarchical but rather a relationship of specialisation. On the other hand, it is thought that the concerns raised about the autonomy of the EU law and the supremacy doctrine are invalid. The solution of this problem depends on how the accession method of the EU to the ECHR is framed. The draft agreement on the accession of the EU to the Convention elaborates new legal instruments such as co-respondent mechanism. The introduction of such a co-respondent mechanism would preserve the autonomy of EU law by involving ECJ through preliminary ruling in judgement. Since the preparation of the draft accession agreement, the parties are sensitive to elaborate the rules of the accession in order to preserve the autonomy of the EU law.The recent case law of the ECJ shows that the fundamental rights has become an integral part of the EU and fundamental rights provisions take precedence over national and international law. Moreover, on the contrary of the ECHR, ECJ has accepted fundamental rights as constitutional norms of the EU which has primacy not only over national law but also international law.In conclusion, the Charter of the Fundamental Rights has the same legal value as the European Union treaties which makes it a part of the primary law of the EU 327which is also a response to the question whether the Charter could form a threat to the supremacy of Community law. The answer is clear, one of the major purposes of strengthened human rights protection at the Community level is precisely to safeguard the supremacy principle. In other words, the conception of supremacy doctrine and the fundamental rights has become inseperable. In addition to this, after EU’s accession to the ECHR, there can be a consistent fundamental rights jurisprudence in Europe. Far from being an obstacle to the supremacy of EU law, the EU accession to the ECHR and a high standard of fundamental rights protection by having a legally binding Charter of Fundamental Rights will contribute to the EU in order to become a normative power. Finally, recent developments ensure that the protection of fundamental rights is going towards a stronger and more coherent system not only in the EU, but also all over Europe.
  • No Thumbnail Available
    Item
    Avrupa Birliği'nin ortaklık anlaşmaları, karşılaştırmalı değerlendirme
    (Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2016) Begaj, Yonida; Baykal, Sanem
    Bu çalışmada Avrupa Birliğinin, kurucu antlaşmaların düzenlemeleri kapsamında 3. devletlerle yaptığı, karşılıklı hak ve yükümlülükler, ortak faaliyetler ve özel usuller öngören ortaklık anlaşmaları karşılaştırmalı bir şekilde incelenmektedir. Çalışmamızın birinci bölümünde, öncelikle AB dış ilişkiler hukukunun, dış yetki ve politikalarının genel bir değerlendirilmesine yer verilmiş ve daha sonra AB dış politikalar kapsamında yapılan bütün antlaşma türleri ortaya konulmuştur. Çalışmamızın ikinci bölümünde ortaklık anlaşmalarının yapılma usulünün genel bir tablosuna yer verildikten sonra, siyasi ve tarihi inceleme kapsamında, önemli bir dış politika aracı olan AB'ye katılımı hazırlayan ortaklık anlaşmalarının türleri incelenmektedir. Çalışmamızda bu anlaşmalar; (1) AB'ye katılımı açıkça öngören ortaklık anlaşmaları, (2) gümrük birliğinin kurulmasını amaçlayan ortaklık anlaşmaları, (3) Avrupa Anlaşmaları ve (4) İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları olmak üzere dört grupta sınıflandırılarak incelenmektedir. Çalışmada Avrupa'daki devletlerle ortaklık anlaşmalarının akdedilmesi ve AB üyeliği olgusu arasındaki bağlantı ile ilgili tartışmalar değerlendirilmektedir. Söz konusu tartışmalara rağmen ortaklık anlaşmalarının taraflar arasındaki ilişkilerin dayandığı en önemli hukuki bağlayıcılığı olan araç olarak, özellikle yürürlükte olan bir ortaklık anlaşmasının tarafı olan Türkiye ve Batı Balkan ülkeleri başta olmak üzere, ortaklığın bütün tarafları açısından önem arz eden bir konu olduğu gerekçelendirilmektedir. Çalışmamızın üçüncü bölümünde ortaklık anlaşmalarının yarattığı ortaklık ilişkisinin AB hukuku ve ortak devletin iç hukuk sistemindeki yeri, hukuki niteliği, bağlayıcılığı ve etkisi ayrıntılı bir şekilde ele alınmaktadır.AbstractIn this study are examined in a comparative way the association agreements concluded by EU with 3rd states, which according to the dispositions of the European Union founding treaties can involve reciprocal rights and obligations, common actions and special procedures. In the first chapter of our study a general examination of EU external relations law, external competences and foreign policies is made. Further on all different types of agreements concluded under EU foreign policies are examined. At the beginning of the second chapter of this study, an overall picture of the legal procedures on how the association agreements are made is treated. Further on, the shaping of association agreements preparing for accession to the EU as an important tool of foreign policy are examined within historical and political processes. These agreements are classified into four groups. (1) association agreements that are clearly provided for EU accession, (2) association agreements that aim to create a customs union, (3) Europe Agreement, (4) Stabilisation and Association Agreements. In this study, the link between EU membership and the conclusion of the association agreements is assessed in the light of different discussions about the matter. There is argued that despite such discussions, these agreements have always maintained their importance due to the fact that they are the most important legally binding instruments, in which is based the relationship between the parties. In the third chapter the association relationship created by the association agreement is examined in the terms of its legal status, legal nature and binding effects within the framework of Union law system and the national law systems of associated states.
  • No Thumbnail Available
    Item
    Avrupa parlamentosu'nun değişen rolü: Avrupa parlamentosu'nda lobicilik
    (Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2019) Kantarcıoğlu, Tuğba Arslan; Baykal, Sanem; Hukuk Fakültesi
    Avrupa Birliği (AB) seviyesinde kabul edilen düzenlemeler tüm AB vatandaşlarının hayatlarını etkilemektedir. Brüksel'de AB Mahallesi olarak bilinen alana yerleşmiş Komisyon, Avrupa Parlamentosu (AP) ve Konsey arasında gerçekleşen yasama süreciyle oluşan tasarruflara etki eden lobiler ve bu lobilerin özellikle AP üzerindeki etkisi bu çalışmanın konusunu oluşturmaktadır. Brüksel'de lobicilik faaliyetlerinin gerçekleşmesinin AB'nin demokrasi açığı sorununa bir çare oluşturduğuna ve çıkarların lobi faaliyetleriyle temsilinin AB kurumları özelinde vatandaşların güvenini artırmak için bir araç olarak görüldüğüne kanaat getirilmektedir. Ancak lobilerin olumsuz etkilerinin de olabileceği şüphesi mevcuttur. Çalışma kapsamında gerçekleştirilen mülakatlar ile lobiciliğin AP üzerindeki etkisi araştırılmaktadır. Çevre alanında kabul edilmiş Ambalaj ve Ambalaj Atıkları Direktifi özelinde AP'ye yapılan lobi faaliyetlerinin etkilerine dair çıkarımlar sunulmaktadır. The legislation at the European Union (EU) level affects the lives of all EU citizens and it is well known that the legislative procedure among European Commission, European Parliament (EP) and European Council has been affected by the lobbies. The impact of these lobbies especially on the EP is the subject of this study. It is believed that the lobbying activities in Brussels create a solution to the EU's democratic deficit problem and seen as a means to increase the reliability of the EU institutions. However it might also have negative effects. In the context of this study, the effect of lobbying on the EP is sought, and the impact of lobbying activities on the EP is examined by taking the example of Packaging and Packaging Waste Directive.
  • No Thumbnail Available
    Item
    Avrupalılaşma yolunda bir politika transferi örneği,"Avrupa Birliği sürecinde Türkiye'nin bilim ve teknoloji politikası ve yönetişimi'ndeki değişim"
    (Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2019) Doğan, Burcu Bahar Göğüş; Baykal, Sanem; Other
    Türkiye'nin 2006 yılından bu yana geçici olarak kapanan tek müzakere faslının hikayesini çerçeveleyen tez çalışması kapsamında iki ana hedef belirlenmiştir. Birincisi bu hikâyenin iki tarafı olan Türkiye ve AB açısından görünen gelişmelerin ötesine geçip derinine inerek, sürecin başarıyla tamamlanmasının altında yatan gelişmeleri tanımlamak, diğer ise bu gelişmelerin Türkiye'nin Bilim ve Araştırma Politikası'nda bir değişime yol açıp açmadığını ortaya koymaktır. Tez bu hedeflere yönelik olarak, Avrupalılaşma ve politika transferi yazınları arasında analitik bir köprü kurarak, Türkiye'nin Bilim ve Araştırma Politikası'nın Avrupalılaşma sürecini ortaya koymayı ve politika transferi ile sağlanan politika değişiminin bilimsel olarak temellendirmeyi amaçlamıştır. Altı bölüm olarak tasarlanan tezin birinci ve ikinci bölümünde sırasıyla kamu politikaları ve yönetişiminde politika transferi yazını ile Avrupalılaşma yazını ele alınmaktadır. Tezin üçüncü bölümünde politika transferinin yazındaki birinci tür uygulamasının tam bir örneği olarak tanımlanabilecek AB Bilim ve Araştırma Politikası'nın "Avrupalılaşma" süreci ele alınmıştır. Bu sürecin tüm aktörleri ile kapsamlı bir şekilde incelenmesi AB'nin kendi politikasını "Avrupalılaştırırken" elde ettiği deneyimi diğer politika ve yönetişim transferi süreçlerinde nasıl kullandığının anlaşılması bakımından fayda sağlamıştır. Dördüncü bölümde tezin geneline yönelik olarak tasarlanan ancak özelde beşinci bölümdeki araştırma yöntemlerini de detaylı olarak açıklayan araştırma tasarımı bölümü yer almaktadır. Beşinci bölümde, Türkiye'nin Bilim ve Araştırma Politikası'nda özellikle son yirmi yılda gerçekleşen gelişmeler çerçevesinde, AB'nin mevcut politika transferi araçları ile gerçekleştirdiği transfer süreci ve buna paralel olarak Türkiye'nin Bilim ve Araştırma Politikası ve kurumlarındaki gelişmelere yönelik somut bulgulara yer verilmektedir. Tezin altıncı bölümünde ise somut bulguları içeren iki farklı analiz yapılmıştır. İlk analiz süreci, tezin ilk ana hedefi olan Türkiye'nin Bilim ve Araştırma Politikası'nın politika transferi yoluyla Avrupalılaşma sürecinin ortaya konmasına yönelik olarak yürütülmüştür. AB'nin üç farklı amaca yönelik üç farklı politika transferi gerçekleştirdiği ve politika transferinin bu üç farklı biçiminin aynı zamanda Avrupalılaşma kapsamındaki kuramsal tartışmaların gelişimine de paralel bir seyir izlediğinin belirlenmesi üzerine, Türkiye'nin Bilim ve Araştırma Politikası'nın Avrupalılaşmasında rol oynayan politika transferi biçimine yönelik bulgular vurgulanmıştır. Tezin sonuç bölümünde yer alan ikinci analiz, politika transferi ile Türkiye'nin Bilim ve Araştırma Politikası'ndaki değişimin bilimsel olarak temellendirilmesine yönelik olarak yürütülmüştür. Tezin araştırma sorularına yönelik elde edilen bulgular kategorileştirilerek politika değişimini ölçen bir sentetik modele uygulanmıştır. Sonuç olarak, analitik, operasyonel ve politik düzeyde gerçekleşen AB politika transferinin Türkiye'nin Bilim ve Araştırma Politikası'nın kapasitesine yaptığı değişim etkisi ortaya konulmuştur.
  • No Thumbnail Available
    Item
    Güçlendirilmiş işbirliği mekanizması ve AB Hukukuna yansımaları
    (Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2014) Ağzıtemiz, Merve; Baykal, Sanem; Other
    Bu tezin konusunu, kurumsal bir çerçeve içinde incelenen, Avrupa Birliği Hukukunda güçlendirilmiş işbirliği mekanizması oluşturmaktadır. Birliğin hukuki temeli antlaşmalar ile oluşturulmuştur. Ancak oluşturulan bu yapı zaman içerisinde genişleme ve derinleşme aşamalarından geçmiştir. Üye sayısı artarak, kurumsal yapısında değişiklikler meydana gelmiştir. Bu tez çalışmasının amacı, Avrupa Birliği hukukunun, bütünleşme aşamaları sonucu nasıl ilerlediğini ortaya koyarak, esneklik kavramını ve hukuki yapı içerisinde oluşan güçlendirilmiş işbirliği mekanizmasını incelemektir. Güçlendirilmiş işbirliğinin, Birlik hukukuna olası etkileri ve Birlik hukukunun alabileceği olası şekilleri değerlendirmek ve ortaya koymaktır. Bunun için çalışmada ilk olarak, Avrupa bütünleşmesi ve esneklik kavramları üzerinde durulmuş ve güçlendirilmiş işbirliği mekanizmasının gelişim süreci açıklanmıştır. Sonrasında ise mevcut uygulamalar değerlendirilerek, Birlik hukukunda yarattıkları etki ele alınmıştır. Bu aşamada Divan kararları üzerinden hareket edilmiştir
  • No Thumbnail Available
    Item
    Hukuki ve sosyal boyutlarıyla Avrupa Birliği-Rusya Federasyonu ilişkileri çerçevesinde doğu ortaklığı
    (Ankara : Ankara Üniversitesi : Sosyal Bilimler Enstitüsü : Avrupa ve Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı : Avrupa Birliği Hukuku Bilim Dalı, 2018) Azizov, Yagub; Baykal, Sanem; Hukuk Fakültesi
    Karşılıklı güvensizlik algıları temelinde kurulan AB-Rusya ilişkilerinin bu şekilde de devam etmesi, bölgede çıkar savaşlarının derinleşmesine ve kalıcı hasarların oluşmasına yol açmaktadır. Bu da daha çok, iki taraf arasında seçim yapmak zorunda bırakılan ülkelerin iç ve dış dinamiklerini etkilemiştir. Bu açıdan, 2009 yılında başlatılan Doğu Ortaklığı, hem hukuki hem de diğer alanlarda çok etkili bir entegrasyonu amaçlamakta olup, aynı zamanda bölgede sınırların değişmesine yol açmıştır. Tez, AB-Rusya ilişkilerinin tarihsel sürecinden yola çıkarak, Doğu Ortaklığı, onun hukuki aracı olan Ortaklık Anlaşmaları'nın içeriğini, aynı zamanda bölgede yaşanan değişimler sonrası yaşanan krizleri ele almıştır. The continuation of EU-Russia relations based on the perceptions of mutual insecurity leads to deepening wars of interest in the region and permanent damage. This rather affects the internal and external dynamics of the countries forced to choose between the two sides. In this view, the Eastern Partnership which was initiated by the EU in 2009, aims at a very effective integration both in legal and other fields, and at the same time has led to the change of boundaries in the region. Starting from the historical process of EU-Russia relations, the thesis deals with Eastern Partnership, the content of Partnership Agreements which was the legal instrument of Eastern Partnership, and the crises that have taken place after the changes in the region at the same time.
  • No Thumbnail Available
    Item
    Hukuki, Siyasi ve İktisadi Yönleriyle Avrupa Bütünleşmesinde Son Gelişmeler ve Türkiye-AB İlişkileri ATAUM 30. Yıl Armağanı
    (2018) Erhan, Çağrı; Baykal, Sanem; Akçay, Belgin; Akgül Açıkmeşe, Sinem
  • No Thumbnail Available
    Item
    İç pazar dolaşım serbestîleri ile birlik vatandaşlarının dolaşım serbestîsinin etkileşimi
    (Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2011) Göçmen, İlke; Baykal, Sanem
    Tez Özeti 1950‘li yıllarda Avrupa‘da insanları (halkları) birleĢtirme projesi olarak yola çıkan Avrupa bütünleĢmesi, günümüzde ekonomik bütünleĢmeden siyasal bütünleĢmeye doğru ilerleyiĢini sürdürmektedir. ĠĢte bu bütünleĢmenin temeli, üye devletler arasında bir ‗ortak pazar‘ kurulmasıdır. Ortak (iç) pazar uyarınca malların, kiĢilerin, hizmetlerin ve sermayenin dolaĢım serbestîsine yönelik üye devletler arasındaki engeller kaldırılacaktır. Bu bakımdan, Divan, esas itici güç olmuĢtur. Divan, kurucu antlaĢmadaki serbest dolaĢıma dair hükümleri doğrudan etkili kabul ederek, adeta bir iç pazar hukuku oluĢturmaya baĢlamıĢtır. Böylece, serbest dolaĢım hükümleri uyarınca bir durum kiĢi ve konu bakımından bu hükümlerin kapsamında kalıyorsa, hem vatandaĢlık temelinde doğrudan veya dolaylı ayrımcılık yapan hem de serbestîyi kısıtlayan ulusal önlemler, haklı gerekçeler temelinde ve orantılılık ilkesi ile temel haklara uygun olmak koĢuluyla haklı gösterilmedikçe yasaktır. 1993 yılında iç pazar temelinin büyük oranda tamamlanması ile birlikte bütünleĢme sürecinde yeni adımlar atılması da olanaklı hâle gelmiĢtir. Bu meyanda, Maastricht AntlaĢması ile, inter alia, ‗Birlik vatandaĢlığı‘ yaratılmıĢtır. Birlik vatandaĢları, inter alia, kimi koĢullar ve sınırlamalara bağlı olarak üye devletlerin ülkelerinde serbest dolaĢım ve ikâmet hakkına sahiptir. ĠĢte bu serbest dolaĢım ve ikâmet hakkı, yine esas olarak Divan tarafından geliĢtirilmiĢtir. Divan, ilkin, Birlik vatandaĢlarının serbest dolaĢım ve ikâmet hakkına dair hükmü doğrudan etkili kabul etmiĢtir. Böylece, artık ilgili hüküm uyarınca kiĢi ve konu bakımından bu hükmün kapsamında kalan durumlarda hem vatandaĢlık temelinde doğrudan veya dolaylı ayrımcılık yapan hem de bu serbestîyi kısıtlayan ulusal önlemler, haklı gerekçeler temelinde ve orantılılık ilkesi ile temel haklara uygun olmak koĢuluyla haklı gösterilmedikçe yasaktır. 1958 kökenli ve ekonomik temelli iç pazar serbestîleri, 1993 yılı ile birlikte siyasi ve sosyal ağırlıklı Birlik vatandaĢlığı ile serbest dolaĢım ortak noktasında buluĢtuğundan beri, bu ikili arasındaki etkileĢim, bir süreç hâlinde her ikisini de 529 değiĢtirmektedir. Bu süreç, birbiri ile kesiĢen beĢ geliĢim çizgisi üzerinden izah edilebilir. Ġlk olarak, Birlik vatandaĢlığına dair serbest dolaĢım hükmü, iç pazara dair serbest dolaĢım hükümlerinin uygulanma düzenini takip ederek, artık bu dört serbestînin yanında beĢinci serbestî sıfatını taĢımaya hak kazanmıĢtır. Ġkinci olarak, serbest dolaĢım alanının kiĢi ve konu bakımından kapsamı, Birlik vatandaĢlığındaki serbest dolaĢım sayesinde geniĢlemiĢtir. Üçüncü olarak, iç pazardaki serbest dolaĢımlara Birlik vatandaĢlığındaki serbest dolaĢımın eklenmesi, genel olarak serbest dolaĢım ve özel olarak iç pazar serbest dolaĢımlarının tahdidine iliĢkin yasak hakkındaki içtihat hukukunu daha net bir çerçeveye oturtmaktadır. Dördüncü olarak, Birlik vatandaĢlığı ve ona dair serbest dolaĢım, bir yandan, iç pazardaki serbest dolaĢıma dair içtihat hukukunun (kısmen) gözden geçirilmesi için vesile olurken; diğer yandan, özellikle kiĢilerin serbest dolaĢımına iliĢkin pek çok Birlik tasarrufunun Birlik vatandaĢlığı temelinde yenilenmesine yol açmıĢtır. Son olarak, Birlik vatandaĢlığındaki serbest dolaĢım, iç pazar serbest dolaĢımlarının izinden gittiği için ‗vatandaĢlık‘ statüsünün altında yatan potansiyelin yalnızca bir kısmı açığa çıkabilmektedir. Buna rağmen, bu potansiyel; bir ‗siyasi birlik‘, ‗sosyal vatandaĢlık‘ ve artan temel haklar korumasına doğru meyleden bir zihniyet değiĢiminin tohumlarını atmaktadır. Öyleyse, Birlik hukukundaki serbest dolaĢım, bir yandan yerleĢik uygulamaları ile Birlik vatandaĢlığındaki serbest dolaĢımı Ģekillendirirken; diğer yandan Birlik vatandaĢlığı ile yeniden Ģekillenmektedir. 530 Summary of the Thesis European integration, which set off in the 1950‘s as a project to unite people in Europe, continues nowadays its progress beginning from economic integration towards political integration. The basis of the European integration is the establishment of a ‗common market‘ between the Member States. The common (internal) market requires the abolition of obstacles to the free movement of goods, persons, services and capital between the Member States. In this regard, it has been the Court of Justice which has become the driving force behind the establishment of the internal market. After deeming the free movement provisions in the Founding Treaty as directly effective, the Court has started to form in fact an internal market or free movement law. Accordingly, the freedom of movement provisions prohibit the national measures which either discriminate directly or indirectly on the ground of nationality or restrict the freedom of movement, unless they are justified on the legitimate grounds and comply with the principle of proportionality and fundamental rights, as long as a situation falls within the personal and material scope of those provisions. When the internal market was established to a large extent in 1993, European integration became ready to introduce new developments. In this regard, the Maastricht Treaty created inter alia ‗Union citizenship‘. Union citizens have been given inter alia the right to move and reside freely within the territory of the Member States, subject to certain limitations and conditions. Again, it was the Court of Justice which has given effect to this right of free movement and residence. The Court granted direct effect to the provision which lays down the right of Union citizens to free movement and residence. Accordingly, this provision prohibits the national measures which either discriminate directly or indirectly on the ground of nationality or restrict the freedom of movement, unless they are justified on the legitimate grounds and comply with the principle of proportionality and fundamental rights, as long as a situation falls within the personal and material scope of this provision. The interaction between the economically based internal market freedoms and politically or socially motivated Union citizenship has been transforming both of them, ever since they came together on the common ground of ‗free movement‘. This transformation can be explained in five stages of development which overlap each other. Firstly, the right to free movement of Union citizens can now be deemed as a ‗fifth freedom‘ in addition to the so called ‗four freedoms‘ of the internal market, given that the free movement provision related to Union citizens follows the same implementation scheme of the free movement provisions of the internal market. Secondly, the personal and material scope of the area of free movement have been broadened due to the free movement and residence rights of Union citizens. Thirdly, the case-law relating to the prohibition of restrictions on free movement in general and free movement in the internal market in particular can now be framed more clearly, thanks to the addition of free movement of Union citizens to the free movement in internal market. Fourthly, Union citizenship and the right of free movement attached to it call forth the (partial) revision of the case-law related to the free movement in internal market on the one hand; and give rise to the replacement of lots of Union acts concerning especially the free movement of persons in the light of Union citizenship on the other. Lastly, free movement of Union citizens, can only partially reveal the potential which lies under the ‗citizenship‘ status, since it follows the implementation scheme of the internal market freedoms. Nevertheless, this potential has launched a mentality change which is in the direction of a ‗political union‘, a ‗social citizenship‘ and an increased protection of fundamental rights. Consequently, the freedom of movement in Union law has been shaping the free movement of Union citizens with its well-established practices on the one hand; and being reshaped by Union citizenship on the other.
  • No Thumbnail Available
    Item
    Özgürlük, güvenlik ve adalet alanı olarak Avrupa Birliği- özgürlük ve güvenlik dengesinin kurulması bağlamında bir hukuki inceleme
    (Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2010) Çelebisoy, Duygu; Baykal, Sanem; Hukuk
    In this work, the justice and home affairs policies, the development of intergration in this area since the establishment of European Economic Community and the efforts of the European Union to establish an Area of Freedom, Security and Justice is examined and also the effects of the terorist attacks of 9/11 in the United States of America to this Area and whether freedom and security is balanced in the EU legislation in the aftermath of these attacks is studied.
  • No Thumbnail Available
    Item
    Temel kamusal hizmetlerde Avrupa Birliği – Türkiye istihdam karşılaştırması
    (Ankara : Ankara Üniversitesi : Sosyal Bilimler Enstitüsü : Avrupa Birliği ve Uluslararası Ekonomik İlişkiler Anabilim Dalı, 2018) Tan, Ahmet; Baykal, Sanem; Hukuk Fakültesi
    Bu çalışmada; adalet, eğitim, sağlık ve güvenlik temel kamusal hizmetler olarak kabul edilmiş. Bu nedenle, bahsi geçen hizmetlerin ilk ikisinin mutlak, diğer ikisinin ise esas olarak kamu tarafından sunulması gerektiği savunulmuştur. Kamusal hizmetlerin sunulmasında esasen kamu görevlileri istihdam edilmektedir. Ancak Türkiye'de kamu görevlisi istihdamının aşırı olduğu algısı bulunmakla birlikte, veriler bunun aksini göstermektedir. Tezin önsavlarından biri temel kamusal hizmetlerde istidam düzeyinin düşük olduğu, eğer ideal orana çıkılmış olsaydı Türkiye'deki genel kamu istihdamının daha yüksek olacağıdır. Avrupa Birliği ulusüstü yapısıyla kendine özgü siyasi ve ekonomik birliktir. Birliğin, üye ülkelerden ayrı kurumsal organları bulunmaktadır. Ancak AB nezdinde kamu yönetimi alanında bağlayıcı bir düzenleme bulunmamaktadır. Öte yandan başta Beyaz Kitap olmak üzere hazırlanmış raporlar ile 'Avrupa İdari Alanı'ndan söz edilebilir. Ancak bu alan, resmi olmayan, ilkeler düzeyde kalmış bir girişimdir. Türkiye'deki ideal kamu istihdam düzeyinin tespiti konusunda, AB uygun çıpa olabilir. Dolayısıyla temel kamusal hizmet alanlarında AB ülkelerinin ortalama istihdam düzeyi oranları, Türkiye için hedef düzey varsayılmıştır. Öncelikle, AB ülkelerinin ve Türkiye'nin temel kamusal hizmetlerde mevcut istihdam düzeyleri tespit edilmiştir. Sonrasında Türkiye'nin, AB ortalamalarını yakalayabilmek için gereken ilave istihdam miktarı hesaplanmıştır. Bu ilave istihdamın tamamının kamu tarafından yapılması halinde toplamda ne kadar ilave kamu personeli istihdamı yapılacağı dolaysıyla da toplam kamu istihdamında gerek sayısal gerekse oransal olarak nasıl bir değişimin yaşanacağı saptanmıştır. Yapılan projeksiyonun gerçekleşmesi halinde AB ile Türkiye arasında genel kamu istihdam düzeyi bakımından nasıl bir durumun gözleneceği ortaya konulmuştur. In the thesis; justice, education, health, and security have been recognized as fundamental public services. There is the perception that overemployment of public officials in Turkey. However, the rate of public employment in overall employment refutes this perception. A hypothesis in the study is that the employment level in the fundamental public services is low and the overall public employment level will increase in Turkey if the employment rates in fundamental public services increase till the ideal ratio. There is no legislation binding on the public administration area in the Union. However, there are reports and studies released notably the White Book and 'European Administrative Area' initiative. However, the Area is an unofficial, abstract one. For the ideal level of employment in Turkey, the EU is an ideal reference. Therefore, the average employment rates of the EU countries in the field of basic public services are assumed as the target employment level for Turkey. Firstly, the current employment levels for selected professions both in the EU and Turkey are identified. Then, how much additional employment is needed to reach the EU averages for the mentioned professions is calculated. If the additional employment is recruited wholly by the public sector, how much extra personnel will be employed in total and how the overall public employment level will be differentiated numerically and proportionally is calculated.

DSpace software copyright © 2002-2025 LYRASIS

  • Cookie settings
  • Privacy policy
  • End User Agreement