Cilt:69 Sayı:03 (2020)
Permanent URI for this collection
Browse
Recent Submissions
Item Şirketler topluluğunda hamilik beyanları ve sorumluluğa etkisi(Ankara Üniversitesi, 2020-12-29) Atakan, Murat Can; Hukuk FakültesiHamilik beyanları genellikle güvenden doğan sorumluluğun bir tezahürü olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle bağlı şirketin finansmana erişimini kolaylaştırmak ve piyasadaki iş hacmini arttırmak amacıyla, hâkim şirket tarafından sıklıkla hamilik beyanlarında bulunulduğu görülmektedir. Kara Avrupası’nda İsviçre Federal Mahkemesi’nin Swissair Kararı ile kabul edilen güven sorumluluğunu, pozitif bir düzenleme ile kanunlaştıran ilk ülke Türkiye olmuştur. Güven sorumluluğu gerek Avrupa’da gerekse ülkemizde, doktrinde uzunca bir süre tartışılmasına rağmen, bu sorumluluk türünün en sık görülen hali olan hamilik beyanlarına aynı derecede ilgi gösterilmemiştir. Hamilik beyanlarının hukuki niteliği tartışma konusudur. Özellikle hâkim şirketin sorumluluğunun belirlenmesi noktasında beyanın hukuki niteliği büyük önem arz etmektedir. Hamilik beyanlarının sorumluluk üzerindeki etkisi, beyanın içeriğine ve beyan sınıflandırmasındaki yerine göre tespit edilebilmektedir. Bu nedenle öncelikle hamilik beyanlarını tasnif etmek, ardından da sorumluluk açısından özel olarak değerlendirmek gerekmektedir. Çalışmamız boyunca uygulamada en sık karşılaşılan hamilik beyanları ile bu beyanların hâkim şirketin sorumluluğuna etkileri detaylıca incelenmiş ve her bir hamilik beyanına göre sorumluluğun doğup doğmadığı tespit edilmiştir.Item Türk Hukukunda tahkim sözleşmelerinin geçerliliği ve asimetrik ve patolojik tahkim klozları(Ankara Üniversitesi, 2020-12-29) Yılmaz, Süleyman; Çavuşoğlu, Gökçe Filiz; Hukuk FakültesiÇok eski tarihlerden günümüze kadar varlığını koruyan tahkim, devlet yargısına alternatif bir çözüm yoludur. Asıl olan egemenin bünyesinde yargı erkinin bulunmasıdır. Yargı devletin tekel niteliğinde bir faaliyettir. Ancak bazı uyuşmazlıkların devlet yargısında çözümlenmesi yerine; özel hakem kurulu tarafından karara bağlanması da istenebilir. Hakem veya hakem kurulunun kesin ve bağlayıcı bir karar taraflarca istenmiş ise, tahkim kavramı ortaya çıkar. Bu durumda asıl olan devlet yargısıdır. Ancak istisnai olarak taraflar tahkim yargısını seçebilirler. Bu yargılama, devlet yargılaması olmadığı için, her ne kadar taraflara bir esneklik tanısa da, bazı şartlara tabidir. Tahkim sözleşmesinin, yazılı şekilde olması, belirli veya belirlenebilir bir konu üzerine olması ve tahkim iradesinin açık ve kesin olması gerekir. Tahkim iradesinin açık ve kesin olması ifadesi üzerinde durulmalıdır. Bu kavram uygulamada sorunların doğmasına neden olabilmektedir. Örneğin, asimetrik ve patolojik tahkim kayıtları taraf iradesinin açık ve kesin olmadığı gerekçesi ile geçersiz kabul edilmektedir. Bu durum taraf iradesinin yorumlanması, sözleşmenin ayakta tutulması gibi temel ilkeler ile çelişmektedir. Bu sebeple bu çalışmamızda, asimetrik ve patolojik tahkim şartlarının geçerliliği incelenmektedir. İlk olarak, tahkim sözleşmesinin özellikleri açıklanmaktadır. Ardından asimetrik ve patolojik tahkim kayıtlarının ne olduğu ve çeşitleri ele alınmaktadır. Bu çalışma, kümülatif olarak asimetrik ve patolojik kayıtların geçerli sayılıp sayılmayacağı sorunu üzerine durulmaktadır.Item Haksız Fiil Hukukunun amacı(Ankara Üniversitesi, 2020-12-29) Koşar, Günhan GÖNÜL; Hukuk FakültesiHaksız fiil hukukunun amacı hâkim görüşe göre, zarar görenin zararının telafi edilmesi olup önleme, telafi amacına nazaran ikincil niteliktedir ve zararın telafisinin olumlu yan etkisidir. Bununla beraber, özellikle hukuk ve ekonomi öğretisi tarafından haksız fiil sorumluluğunun asıl amacının önleme olarak kabul edilmesinin daha isabetli olacağı savunulmaktadır. Haksız fiil sorumluluğunun asıl amacının zararın telafisi mi yoksa zararın önlenmesi mi olduğu tartışması teorik öneminin yanı sıra pratikte beraberinde getirdiği sonuçlar nedeniyle de önemlidir. Bu çalışmada, haksız fiil hukukunun amacına öncelikle karşılaştırmalı hukuk perspektifinden bakılarak Kıta Avrupası hukukunda, Anglo-Amerikan hukukunda ve Avrupa Haksız Fiil Hukuku İlkeleri’nde tercih edilen yaklaşım açıklanmıştır. Ardından telafi görüşü, temelinde yatan düzeltici adalet teorisi çerçevesinde ayrıntılandırılarak; görüşe yöneltilen eleştiriler incelenmiştir. Daha sonra ise önleme görüşü, dayandığı hukuk ve ekonomi (law&economics) öğretisi çerçevesinde ele alınmış ve bu görüşe yöneltilen eleştiriler etraflıca işlenmiştir. Nihayet, çalışma bu iki görüş arasındaki en belirgin pratik sonuç olarak karşımıza çıkan cezalandırıcı tazminat kurumunun değerlendirilmesi ile sonuçlandırılmıştır.Item Dolandırıcılık suçunun bilişim sistemlerinin araç olarak kullanılması suretiyle işlenmesi(Ankara Üniversitesi, 2020-12-29) Korkmaz, Fulya; Hukuk FakültesiDolandırıcılık suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda “Kişilere Karşı Suçlar” arasında “Malvarlığına Karşı Suçlar” başlığı altında 157 ila 159. maddeler arasında düzenlenmiştir. Bu suç malvarlığına karşı işlenen suçların tipik örneğini oluşturmaktadır ve günümüzde en çok işlenen suçların başında gelmektedir. Bununla birlikte; bilişim teknolojisindeki gelişmelerin etkisiyle, dolandırıcılık suçu son yıllarda akla gelmeyecek yöntemlerle işlenir hale gelmiş; bu ise, neredeyse herkesin bu suçun mağduru olabilme ihtimalini güçlendirmiştir. Gerçekten de; bilişim sistemlerinin hayatın birçok alanında kullanılması, hem dolandırıcılara daha geniş bir hareket alanı yaratmakta hem de en açıkgözlü kişilerin dahi bu suçun mağduru olabilmesine imkân tanımaktadır. Suçun işlenişini kolaylaştırdığından, dolandırıcılığın bilişim sistemlerinin araç olarak kullanılması suretiyle işlenmesi TCK m.158/1-f’de ağırlaştırıcı neden olarak öngörülmüştür.Item Aihm’nin Türkiye hakkında ifade hürriyetine ilişkin verdiği kararlarda takdir marjı(Ankara Üniversitesi, 2020-12-29) Keskin, Erdoğan; Hukuk FakültesiTakdir marjı, AİHS’nin öngörmediği ancak uygulamada bazı ihtiyaçları karşılamak amacıyla kabul edilen bir doktrindir. Takdir marjının önemi, 20. yüzyıla kadar hiçbir surette sınırlandırılamayacağı düşünülen egemenlik anlayışı ile milletlerarası bir denetim mekanizması aracılığıyla devletlerin egemenliğinin sınırlandırılmaya çalışılması arasında bir denge kurulmasında görülmektedir. Çalışmada, kavramın gelişimi, amaçları ve kapsamı hakkında genel bir kanaat oluşturarak, AİHM’nin Türkiye hakkında ifade hürriyetine ilişkin verdiği kararlarda takdir marjının yerinin tespit edilmesi amaçlanmaktadır. Mahkeme’nin Türkiye hakkında ifade hürriyetine ilişkin verdiği kararlarda devlete tanıdığı takdir alanının sınırlarının belirlenmesi, ifade hürriyetinin sınırlandırılmasına ilişkin devletin yetki alanının, ayrıca bireylerin ifade hürriyetlerinin kapsam ve sınırlarının tespit edilmesi açısından önem ifade etmektedir.Item Avrupa Birliği iç pazarında çevrenin korunması(Ankara Üniversitesi, 2020-12-29) Gökçmen, İlke; Hukuk FakültesiAvrupa Birliği (AB) iç pazarı, “… içinde malların, kişilerin, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımının sağlandığı, iç sınırların olmadığı bir alan”dır. İç pazara erişmek için serbest dolaşımına yönelik engelleri ortadan kaldırmak gerekir. Bunun için iki tenik mevcuttur: AB yetkilendirildiği ölçüde tüm üye devletlerde geçerli ortak kurallar getirebilir (pozitif bütünleşme) ve/veya üye devletler, AB çapında ortak kuralların yokluğunda, kendi kuralları ile hareket edebilir, ancak serbest dolaşıma yönelik haklı gösterilemeyen engel oluşturmamalıdır (negatif bütünleşme). Öte taraftan çevre ile ilgili endişeler günümüzde giderek artmakta olup “dünyadaki en büyük ekonomi” olarak tarif edilen AB’nin iç pazarı ile çevrenin korunması arasındaki ilişki önem taşımaktadır. Bu çalışma, bu arka planda, pozitif bütünleşme ve negatif bütünleşme çerçevesinde AB iç pazarında çevrenin korunmasını incelemeyi, böylelikle AB iç pazarı ile çevrenin korunması arasındaki ilişkiyi hukuki açıdan bütünlüklü bir biçimde ortaya koymayı amaçlamaktadır.Item 1985 Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Anayasası’na göre olağanüstü durumların kapsamı(Ankara Üniversitesi, 2020-12-29) Ekinci, Bezar Eylem; Hukuk Fakültesi1985 Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Anayasası’nın Dördüncü Bölümü’nde “Olağanüstü Durumlar” düzenlenmektedir. Anayasa’da olağanüstü durumlar, üç maddede yer almaktadır. Bunlar, tabii afet ve ağır ekonomik bunalım nedeniyle; şiddet olaylarının yaygınlaşması ve kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması nedenleriyle ilân edilen olağanüstü durumlar ya da sıkıyönetim, seferberlik ve savaş halidir. İlk olarak olağanüstü durumların nasıl düzenlendiği ele alınacaktır. Ardından olağanüstü durumlarda temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması açıklanacaktır. Son olarak, Anayasa’ya göre olağanüstü durum işlemlerinin yargısal denetimi incelenecektir.Item Anayasal bir kuruluş olarak MGK - Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde MGK’nın yeri ve alternatif yeni bir kurum: güvenlik ve dış politikalar kurulu(Ankara Üniversitesi, 2020-12-29) Acaray, Deniz; Hukuk Fakültesi2017 yılında meydana gelen anayasal değişiklikler çerçevesinde Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olarak tanımlanan yeni anayasal düzende 9.11.1983 tarihli ve 2945 sayılı Milli Güvenlik Kurulu ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Kanunu yürürlükten kaldırılmış, Anayasanın 118. Maddesi hükmü gereğince anayasal statüdeki MGK, 6 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Cumhurbaşkanına bağlı olarak yeniden düzenlenmiştir. Bununla birlikte; yeni sistemin inşası sürecinde, 1 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu adında bir kurul kurulmuştur. Bölgesel jeopolitik koşulların Türkiye’nin başta güvenlik olmak üzere demokratik devlet yapısını olumsuz etkilemesinden dolayı, MGK’nın bu süreçte geçirdiği kurumsal değişiklikler incelenmeye ve araştırılmaya değerdir. Söz konusu inceleme ve araştırma Genel Kamu Hukuku perspektifinden devletin kuruluş felsefesi ve ontolojik unsurları açısından yapılmakta olup; değişen yapısıyla MGK’nın etkinliği, yeni kurulan Güvenlik Ve Dış Politikalar Kurulu ile arasındaki ilişki de göz önüne alınarak değerlendirilmeye çalışılmaktadır. Öz olarak; Türkiye’nin milli güvenlik alanında yaşadığı amansız yolculuğun daha çok uzun süreceği aşikâr iken, anayasal bir kuruluş olarak Milli Güvenlik Kurulu’nun, demokratik evrensel ve ülkesel tüm kazanımların bir göstergesi olarak ve en azından ilkesel olarak müstakil bir kanunla düzenlenmesi gerekliliği savunulmaktadır.