Sayı:75 (2024)
Permanent URI for this collection
Browse
Recent Submissions
Item Internationalism and the New Turkey: American Peace Education in the Kemalist Republic, 1923-1933(Ankara Üniversitesi, 2024) Koç, MustafaItem Balkanlardaki Türk Kültürel Mirasına Yönelik Türkiye’nin Yumuşak Güç Kullanımı(Ankara Üniversitesi, 2024) Aygün,Aslı SelefinDünya düzeni, uluslararası sistem, uluslararası ilişkiler için barış ortamının sağlanması, uluslararası ilişkiler teorilerinin açıklanması gibi düzen arayışı tartışma konularının temel unsurunu güç kavramı oluşturmaktadır. Bu nedenle Uluslararası İlişkilerde önemli bir yere sahip olan güç kavramı, teori açıklamalarında birçok tartışmanın ana unsuru olmuştur. Bu durumun devamı olarak Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) dağılması ile birlikte, J. Nye tarafından tanımlanan, farklı bir güç tartışması olarak ‘yumuşak güç’ kavramı ortaya çıkmıştır. Yumuşak gücün daha sonra diplomasi çeşitliliğinde de yer bulması ve küreselleşen dünyanın değişen sisteminde sert güç unsurundan daha etkili olması nedeni ile de dikkat çekmektedir. Bu bağlamda, yumuşak güç unsurlarından olan din, kültür, ekonomi gibi faktörlerin Balkanlar’ın Türkiye ile bir ortak paydada buluşmasını sağlamıştır. Kültürel mirasa sahip çıkarak Müslüman halkı koruyan politik hareketler ile ekonomik iş birliklerinin sağlanması Türkiye’nin yumuşak güç diplomasisini ifade etmektedir. Bu çalışmada, öncelikle yumuşak gücün Uluslararası İlişkilerde neyi ifade ettiği açıklanacak ve daha sonra realist perspektiften Türkiye’nin yumuşak güç diplomasisi Balkanlar özelinde incelenecektirItem İşçiler, Osmanlı’nın İşçileri Ve Yasal Kısıtlamaları(Ankara Üniversitesi, 2024) Özhazinedar, TubaSanayi Devrimi ile birlikte çalışma koşulları değişmiştir. Kol gücünün yerini makineler almış, toplumsal, sosyal ve ekonomik alanda radikal değişiklikler yaşanmıştır. Hayat standardını, sosyoekonomik şartları ve çalışma koşullarını tamamen değiştiren Sanayi Devrimi dünyadaki dengeleri de değiştirmiştir. Sanayileşmenin yeni bir güç olarak ortaya çıkmasıyla işçi sınıfı doğmuştur. Üretimin ortaya çıkmasında son derece önemli bir paya sahip olan işçi sınıfı zamanla gücünün farkına varmış, yasal hakları için mücadele etmiştir. Devrime kadar köylerde yaşayan halk çalışmak için kasabalara ve şehirlere göç etmiştir. Şehirlerdeki sosyo-ekonomik denge bozulmuş, toplumsal sınıf farklılıkları belirginleştirmiştir. Dünyayı derinden etkileyen Sanayi Devrimi sömürgecilik arayışını başlatmıştır. Sanayisini tamamlayan ülkelerde hammadde ve pazar ihtiyacı ortaya çıkmış, bu durum dünya ticaret dengesini değiştirmiştir. Devletlerin iktisadî yapısında, iş gücünde, ekonomik yapısında değişim gerçekleşmiştir. Ekonomik değişimle beraber işçilerin sınıfsal davranışlar geliştirdiği bir dönem başlamıştır. Sanayi Devrimi Osmanlı ekonomisine zarar vermiştir. Küçük atölyeler ve el tezgâhları kapanmış, işsizlik artıştır. II. Meşrutiyet’in ilanından sonra sermayedara karşı işçi sınıfı kitlesel eylemler gerçekleştirmiştir. Grevlerin hızla artmasıyla devlet işçi sınıfını kontrol altına alamamıştır. Bunun için Tatil-i Eşgal Kanununu yürürlüğe koymuştur. İşçi örgütlenmesi ve işçi hareketlerinin büyük bir ivme kazandığı II. Meşrutiyet döneminde Osmanlı işçilerinin içinde bulundukları koşullar basın aracılığıyla kitlelere ulaştırılmıştır. Bu makalenin diğer çalışmalardan farkı; siyasî ve sosyal hayatta varlık mücadelesi veren işçilerin koşullarını kendi ağızlarından anlatmasıdır. Makalenin ele aldığı problem, devletin işçilerin sorunlarına olan yaklaşımıdır. Betimleyici araştırma tekniğinin kullanıldığı makalede, devletin yürürlüğe koyduğu kısıtlayıcı tedbirlere karşı işçinin verdiği mücadele ele alınmıştır. Elde edilen bulguya göre; işçilere uygulanan kısıtlamalar ve yaptırımlar işçi sınıfının hak mücadelesini engelleyememiştir. İşçi sınıfını kontrol altında tutma çabası, işçi sınıfını bilinçlendirmiş ve kitlesel grevleri meydana getirmiştir. Osmanlı işçilerinin bir sınıf olarak kabul edilmemesinin nedenleri ortaya koyması bakımından makalenin alana bir katkı sunduğu düşünülmektedir.Item “Gazi Paşam Maruzatım Var”: Trakya Seyahati Sırasında Atatürk’e Verilen Dilekçelere Göre Erken Cumhuriyet Döneminin Toplumsal Panoraması(Ankara Üniversitesi, 2024) Şallı, HakanMustafa Kemal Atatürk’e Trakya seyahati sırasında verilen dilekçeler ve kendisine yöneltilen sözlü taleplere dayanılarak gerçekleştirilmiştir. Bu dilekçelerde, insanların hayatlarını değiştirmeye yönelik talepleri ve gelecekten beklentilerinin yanında genç cumhuriyetin sosyo-kültürel ve ekonomik hayatının yankılarını da görürüz. Bu dilekçe sahipleri düşündükleri, yazdıkları ama en önemlisi de kendilerini nasıl tanımladıkları ile ilgili dönemin pek çok dinamiğine dair kolektif ve tarihsel bir panorama sunmaktadır. Atatürk’ün geniş bir uzman ekibiyle birlikte çıktığı bu seyahatte ekonomi, eğitim, bayındırlık, adliye, tarım ve ticaret gibi pek çok alanda gözlem ve incelemeler yapılmış, vatandaşlarla kurulan yakın ilişkiler neticesinde mevcut sorunlar tespit edilip sorunların çözümüne yönelik raporlar hazırlanmıştır. Dilekçelerin muhteviyatında yer alan talep ve şikâyetler toplumun yeni rejimden beklentilerini ve aynı zamanda hükûmetin de bu beklentiler karşısındaki çözüm önerileriyle idari organizasyonunu göstermektedir. Sıradan insanların kâğıda döktüğü bu dilekçeler, seyahatin ardından hazırlanan ve hükûmetin faaliyet programını oluşturacak olan raporlara kaynaklık ederek, önemli adımların atılmasına neden olmuştur. Bu yazı, dönemin Resmi Edirne gazetesinde yayınlanan çeşitli kimlik ve mesleklere sahip insanların farklı talep ve şikâyetlerini içeren 146 dilekçenin, Atatürk tarafından hazırlanan seyahat notları ile karşılaştırılmasıyla erken cumhuriyet döneminin toplumsal bir panoramasını oluşturmaya çalışmaktadır.Item Ömer Seyfettin’in Nakarat Ve Aleko Öykülerinde Milli Bilinç(Ankara Üniversitesi, 2024) Ozar, BetülÖmer Seyfettin Osmanlı Devleti’nin dağılma dönemine tanıklık etmiş, Balkan topraklarında askerlik yapmış, Balkan Savaşları’na katılmış bir yazar olarak deneyim ve izlenim sahibi olduğu tarihi olayların Türk halkına aktarılması ve Türk milli uyanışına katkı sağlanması adına çaba sarf etmiştir. Balkanlarda hızla yayılan milliyetçilik hareketlerinin doruğa çıktığı dönemde, Türk milliyetçilik hareketinin geç kaldığını düşünmesinin etkisiyle hikayelerinde Balkanlarda yaşanan siyasi ve etnik çatışmalara, çetecilik faaliyetlerinin Türk halkında oluşturduğu hasara, savaşın etkisiyle göçe zorlanan Türklerin yaşadıklarına, milliyetçilik, milli kimlik, milli bilinç gibi unsurlara yer vererek Türk milliyetçiliğinin ve Milli Edebiyat anlayışının önemli bir ismi olmuştur. Türk hikayeciliğinin önde gelen temsilcilerinden olan Ömer Seyfettin'in eserleri, Türk edebiyatında Balkanlar'ın önemli bir yansıması olarak kabul edilmektedir. Çalışmada Ömer Seyfettin’in Balkanlarda ortaya çıkan çetecilik faaliyetlerinin artış gösterdiği dönemde görev yapan bir Türk subayının günlüğü biçiminde kurgulanmış Nakarat öyküsü ile Birinci Dünya Savaşı sırasında Gelibolu ve Çanakkale’de bulunan bir Türk çocuğunun kahramanlığını konu alan Aleko öyküsünde milli bilinç unsurlarının incelenmesi ve karşılaştırılması amaçlanmıştır. Nakarat öyküsünün Balkanlardaki çetecilik faaliyetlerinin yükseldiği dönemin bir kurgusu olması, Aleko öyküsünün ise Birinci Dünya Savaşı döneminden bir kesit sunması, dönemin tarihi gerçekliklerini milli bilinç unsurları üzerinden okuyuculara aktarmaktadır. Ömer Seyfettin, as a writer who witnessed the disintegration period of the Ottoman Empire, did his military service in the Balkan lands, and participated in the Balkan Wars, made an effort to convey the historical events that he had experience and impression to the Turkish people and to contribute to the Turkish national awakening. In the period when the rapidly spreading nationalist movements in the Balkans were at their peak, with the effect of thinking that the Turkish nationalism movement was late, in his stories, he included the political and ethnic conflicts in the Balkans, the damage caused by the banditry activities on the Turkish people, the experiences of the Turks who were forced to migrate due to the war, and the elements such as nationalism, national identity and national consciousness. He became an important name of nationalism and understanding of National Literature. The works of Ömer Seyfettin, one of the leading representatives of Turkish storytelling, are accepted as an important reflection of the Balkans in Turkish literature. In this study, it is aimed to examine and compare the elements of national consciousness in Ömer Seyfettin's stories Nakarat, which is fictionalized in the form of the diary of a Turkish officer who served in the period when the banditry activities that emerged in the Balkans increased, and Aleko, which is about the heroism of a Turkish boy in Gallipoli and Çanakkale during the War of Independence. The fact that the story Nakarat is a fiction of the period when gang activities in the Balkans increased, and the story Aleko presents a cross-section from the period of the War of Independence, conveys the historical realities of the period to the readers through the elements of national consciousness.Item Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Bosna Hersek’te İcra Edilen Barışı Destekleme Harekâtı’na Katılım Süreci(Ankara Üniversitesi, 2024) Sağsak,MetinGeçtiğimiz yüzyıl içerisinde yaşanan ve sonuçları tüm dünyayı etkileyen iki büyük savaş sonrası kurulan Birleşmiş Milletler’in ana hedefi, dünya genelinde barış ve güvenliğin sağlanması olarak ifade edilebilir. Bu kapsamda; II. Dünya Savaşı sonrası oluşan koşullar nedeniyle ortak güvenlik sisteminde oluşan boşluğu gidermek maksadıyla icra edilmeye başlanan Barışı Destekleme Harekâtları, önceleri geçici bir tedbir kapsamında değerlendirilmiş, fakat zamanla Birleşmiş Milletler’in sürekli siyaseti haline gelmiştir. Eski Yugoslavya’yı oluşturan cumhuriyetlerin ardı ardına bağımsızlıklarını ilan etmeleri sonrasında yaşanan çatışmaların şiddetlenmesi neticesinde, Birleşmiş Milletler Barış Gücü bölgede görevlendirilmiştir. Yaşanan çatışmalara kayıtsız kalamayan, aynı zamanda bölge ile mevcut kültürel ve tarihi bağları bulunan Türkiye de BosnaHersek’te yürütülen Barışı Destekleme Harekâtı’na katılmıştır. Bosna-Hersek’te otuz yıla yakın süredir icra edilmekte olan Barışı Destekleme Harekâtı’na halen katılım sağlayan Türkiye, “bölgede tüm etnik grupların barış ve istikrar içerisinde yaşayabilecekleri bir ortamın oluşmasına” katkı sunmaya devam etmektedir. Bu çalışmada, Bosna-Hersek’te görevlendirilen Birleşmiş Milletler Barış Gücü’ne Türk Silahlı Kuvvetleri’nin katılım süreci ele alınmıştır. Bu kapsamda hem iç hem de dış kamuoyunda bazı problem ve tartışmalar yaşanmış, özellikle o dönem Meclis’te yapılan görüşmeler ve yazılı basın incelenmek suretiyle yaşanan süreç ortaya konulmaya çalışılmıştır. The main goal of the United Nations (UN), which was established after the two major wars that took place in the last century and whose consequences affected the whole world, can be expressed as ensuring peace and security throughout the world. In this context, the Peace Support Operations, which started to be carried out in order to eliminate the gap in the common security system due to the conditions that emerged after World War II, were initially considered as a temporary measure, but over time, they became a permanent policy of the UN. As a result of the intensification of the conflicts following the declaration of independence of the republics constituting the former Yugoslavia one after the other, the UN Peacekeeping Force was deployed in the region. Türkiye, which could not remain indifferent to the conflicts and has cultural and historical ties with the region, also participated in Operation Peacekeeping Support in Bosnia-Herzegovina. Türkiye, which has been participating in Operation Peacekeeping Support in Bosnia-Herzegovina for nearly thirty years, continues to contribute to “the creation of an environment in which all ethnic groups can live in peace and stability in the region”. This study focuses on the process of the Turkish Armed Forces participation in the UN Peacekeeping Force deployed in Bosnia-Herzegovina. In this context, some problems and debates were experienced in both domestic and foreign public opinion, and the process was tried to be revealed by analyzing the debates held in the Parliament and the press at the time.Item Çin Ve Osmanlı’nın Modernleşmesinde Yöneticilerin Rolü İmparatoriçe Vâlide Cixi Ve Sultan II. Abdülhamid(Ankara Üniversitesi, 2024) Nurdun, RahmanÇin'in Qing Hanedanı'nın son dönemlerinde İmparatoriçe Vâlide Cixi 慈禧太后 ve Osmanlı İmparatorluğu'nun Sultanı II. Abdülhamid'in yönetimleri, modernleşme süreçlerinde önemli farklılıklar sergilemiştir. Cixi, feodal eğitim almasına rağmen Batılı güçlerin üstünlüğünü fark etmiş, ancak kendi iktidarını koruma amacıyla sınırlı bir modernleşme politikası izlemiştir. II. Abdülhamid ise, Batı'nın modernleşme ve teknolojik yeniliklerine büyük ilgi göstermiş ve bazı reformları uygulamış olsa da, bu reformlar çeşitli engeller nedeniyle genellikle yavaş bir hızda ilerlemiştir. Cixi'nin politik etkisi sınırlı kalırken, II. Abdülhamid'in kararlılığı Osmanlı'nın modernleşme yolunda sıçrama yapmasını sağlamıştır. Ancak, her iki liderin de dönemlerinde uluslararası baskılar ve dış müdahalelerle karşı karşıya kalmış olmaları, modernleşme süreçlerini etkilemiştir. Sonuç olarak, Cixi'nin temkinli yaklaşımı Çin'in modernleşme sürecini yavaşlatırken, II. Abdülhamid'in çabaları da Osmanlı'nın çöküşünü engelleyememiştir. Bu makale, Cixi ve II. Abdülhamid'in modernleşme süreçlerindeki liderlik tarzlarının ve kişisel politika tercihlerinin Çin ve Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihsel kaderlerini nasıl etkilediğini incelemektedir. In the late period of China's Qing Dynasty, Empress Dowager Cixi 慈禧太后 and Sultan Abdülhamid II of the Ottoman Empire exhibited significant differences in their approaches to the process of modernization. Despite receiving a feudal education, Cixi acknowledged the superiority of Western powers but pursued a limited modernization policy primarily aimed at preserving her power. In contrast, Sultan Abdulhamid II showed significant interest in Western modernization and technological innovations and implemented certain reforms, but he encountered numerous obstacles that generally slowed their progress. While Cixi's political influence remained constrained, Sultan Abdülhamid’s determination facilitated a leap forward in the Ottoman modernization trajectory. However, both leaders faced international pressures and external interventions during their reigns, which influenced their modernization efforts. Consequently, Cixi's cautious approach hindered China's modernization process, while Sultan Abdülhamid’s endeavours could not prevent the decline of the Ottoman Empire. This article examines how the leadership styles and policy choices of Cixi and Sultan Abdülhamid in the process of modernization impacted the historical trajectories of China and the Ottoman EmpireItem Birleşik Krallık’ta Punch Dergisi’nin Kurtuluş Savaşı’nı Karikatürlerle Sunumu(Ankara Üniversitesi, 2024) Çakı, Caner; Gülada, Mehmet Ozan1841 yılında kurulan Punch Dergisi, Birleşik Krallık’ın iç ve dış politikasını mizahi bir dille okurlarına yansıtmış, uluslararası siyasette de pek çok ülke ve millete karikatürlerinde yer vermiştir. Dergi, Kurtuluş Savaşı’nda da Türkiye’de yaşanan olaylara odaklanmış ve savaşın seyrine göre savaşın taraflarına ilişkin okuyucularına çeşitli karikatürler paylaşmıştır. Punch, kimi zaman Birleşik Krallık’ın propaganda aracı gibi hizmet ederek, Birleşik Krallık kamuoyunun krallık çıkarları doğrultusunda şekillenmesine çalışmıştır. Bu açıdan Punch’ın Kurtuluş Savaşı’na yönelik sunumunun ortaya konulması, Kurtuluş Savaşı sürecinde Birleşik Krallık kamuoyunun Türkiye’ye ilişkin ne yönde şekillendirilmeye çalışıldığına ışık tutulması bakımından önem taşımaktadır. Çalışmada Punch’ın Kurtuluş Savaşı sürecinde yayınladığı karikatürler üzerinden savaşa yönelik bakışının ortaya konulması amaçlanmıştır. Çalışmada göstergebilim yöntemi kullanılmış ve Charles William Morris’in göstergebilim modelinde yer alan sözdizimsel, anlambilimsel ve edimbilimsel kavramlar üzerinden karikatürler analiz edilmiştir. Çalışmada Punch’ın Kurtuluş Savaşı’nın Türkiye lehine seyrine göre Türkiye’ye bakışının olumlu yönde değiştiği, buna karşılık Yunanistan’a mesafeli yaklaştığı bulgularına ulaşılmıştır. Elde edilen bu bulgular üzerinden Birleşik Krallık’ın Kurtuluş Savaşı sürecindeki Türkiye politikasındaki değişimin doğrudan Punch Dergisi’nin karikatürlerine yansıtıldığı sonucuna ulaşılmıştır. Punch Magazine, which was founded in 1841, reflected the domestic and foreign policies of the United Kingdom to its readers in a humorous language, and included many countries and nations in international politics in its cartoons. The magazine also focused on the events that took place in Türkiye during the War of Independence and shared various cartoons with its readers about the sides of the war according to the course of the war. Punch sometimes served as a propaganda tool for the United Kingdom, trying to shape British public opinion in line with the interests of the kingdom. In this respect, revealing Punch's presentation of the War of Independence is important in terms of shedding light on how the UK public opinion was shaped regarding Türkiye during the War of Independence. The aim of the study is to reveal Punch's view of the war through the cartoons published during the War of Independence. The semiotic method was used in the study and the cartoons were analyzed through the syntactic, semantic and pragmatic concepts included in Charles William Morris's semiotic model. In the study, it was inferred that Punch's view of Türkiye changed positively depending on the course of the War of Independence in Türkiye's favor, but it was distant towards Greece. According to the findings, it was concluded that Türkiye's success at the front enabled Türkiye to obtain the image of a strong and influential country instead of the image of a defeated country in Punch Magazine.Item Atatürk Dönemi Gazeteci Ve Edebiyatçılarının Kaleminden Gazi Mustafa Kemal Paşa: “Gazi’nin En Büyük Eseri Nedir?”(Ankara Üniversitesi, 2024) Kas, BilalCumhuriyet’in ilanının ardından Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde birbiri ardına inkılaplar teşekkül ettirilmiştir. Siyasi iktidar, Cumhuriyet’in ilk senelerinde inkılapların halka benimsetilmesi için edebiyat ve basın dünyasını etki dairesinde tutmuş, yeni nesillerin inkılap değerleriyle yetişmelerini sağlamaya çalışmıştır. 1929 senesinde Milliyet gazetesinde henüz altı senelik yeni Türk devletinin kurucu lideri ve onun eserlerinin değerlendirildiği bir mülakat dizisi yayımlanır. Mülakat sorularını devrin Siirt mebusu Mahmut Bey [Soydan] Milliyet gazetesinin başmuharriri sıfatıyla dönemin önemli simalarına sunar. Bu mülakat dizisi, devrin en meşhur isimlerinin bir araya getirilmesini sağlaması bakımından da önemlidir. Makalenin ana malzemesini devrin gazeteci ve edebiyatçılarının yazıları ve değerlendirmeleri oluşturmaktadır. Yazılardan hareketle bir inkılap nesli oluşturmaya çalışan siyasi iktidarla basın ve edebiyat dünyasının ilişkileri değerlendirilmiştir. Matbuat hayatında isim yapmış 42 kişinin Gazi Mustafa Kemal’in en büyük eserinin hangisi ve ne sebeple olduğu sorularına verdikleri cevaplar, aynı tarihlerdeki çeşitli süreli yayınlardaki yazılar, siyasi ve sosyal hadiselerle beraber değerlendirilmiştir. Böylelikle mülakata katılan edebiyatçı ve gazetecilerin toplumun ve siyasi ortamın bir parçası olarak yaşadıkları devre yaklaşımları değerlendirilmiş, görüşleri siyaset, edebiyat ve basın münasebeti bağlamında açıklanarak Gazi Mustafa Kemal Paşa ve inkılapları özelinde bir devir panoraması oluşturulmuştur. After the proclamation of the Republic, reforms were formed under the leadership of Gazi Mustafa Kemal Pasha. In the first years of the Republic, the political power kept the world of literature and the press under influence so that the people would adopt the reforms, and tried to ensure that the new generations were brought up with the values of the revolution. In 1929, an interview series, which evaluates the founding leader of the new Turkish state and his works, is published in Milliyet newspaper for only six years. Siirt deputy of the time Mahmut Bey [Soydan] presents the interview questions to important figures of the period as the editor-in-chief of newspaper. This interview series is such an important one that it brings the most famous names of the period. The article is the writings and evaluations of the journalists and writers. Based on the articles, the relations between the political power trying to create a revolution generation and the press and the literary world were evaluated. The answers given by 42 people who was famous in printing life to the questions of what is Gazi Mustafa Kemal's greatest work and for what reason, were evaluated together with the articles in various periodicals, political and social events. Thus, the approaches of the literary figures and journalists, participating in the interview and political environment were evaluated, and a panorama of the era was created specific to Gazi Mustafa Kemal Pasha and his reforms by explaining their views in the context of politics, literature and press relations.Item Savaş alanlarından spor sahalarına birinci dünya savaşı sonrası uluslararası bir etkinlik olarak müttefikler arası oyunlar (22 haziran-6 temmuz 1919)(Ankara Üniversitesi, 2024) Mutlu, Mustafa22 Haziran – 6 Temmuz 1919 tarihlerinde Paris'te düzenlenen Müttefikler Arası Oyunlar, uluslararası spor tarihinde özel bir yere sahip olan çok sporlu bir etkinliktir. Birinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden kısa bir süre sonra Amerikan Seferi Kuvvetleri (AEF) ve Genç Erkekler Hıristiyan Cemiyeti (YMCA) tarafından organize edilen ve İtilaf Devletleri arasında düzenlenen bu etkinlik, galip gelen farklı milletlere mensup askeri personel arasında dostluk ve dayanışmayı teşvik etmeyi amaçlamıştır. Olimpiyat Oyunları'na benzer bir yapıya sahip olan Müttefikler Arası Oyunlarda, atletizm, yüzme, boks, futbol, tenis, güreş, atıcılık, binicilik gibi birçok spor dalında yarışmalar düzenlemiştir. Etkinlik, askeri rekabetin ötesinde, savaşın getirdiği yıkım ve kayıpların ardından barış ve kardeşlik mesajı vermek amacıyla gerçekleştirilmiştir. Müttefikler Arası Oyunlar, sporun birleştirici gücünü vurgulayarak, savaş sonrası dönemde uluslararası dostluğun ve iş birliğinin önemini ortaya koymuştur. Bu makale, Müttefikler Arası Oyunların kökenlerini, organizasyonunu ve etkisini araştırarak, savaş sonrası yeniden yapılanma, uluslararası ilişkiler ve küresel spor müsabakalarının evrimi bağlamında önemini analiz etmektedir. Held from June 22 to July 6, 1919 in Paris, the Inter-Allied Games were a multi-sport event with a special place in the history of international sport games. Organized by the American Expeditionary Forces (AEF) and the Young Men's Christian Association (YMCA) shortly after the end of the First World War, this event between the Allied Powers aimed to promote friendship and solidarity among military personnel of different victorious nations. In the Inter-Allied Games, which had a similar structure to the Olympic Games, organized competitions in many sports such as athletics, swimming, boxing, football, tennis, wrestling, shooting and horse riding. Beyond military competition, the event was organized to send a message of peace and brotherhood after the destruction and losses brought by the war. By emphasizing the unifying power of sports, the Inter-Allied Games demonstrated the importance of international friendship and cooperation in the post-war period. This article explores the origins and impact of the InterAllied Games, analyzing its significance in the context of postwar reconstruction, international relations and the evolution of global sport competitionsItem Demokrat parti dönemi’nde imar kanununda değişiklikler ve Ankara’da meydana gelen sel felaketleri(Ankara Üniversitesi, 2024) Baysal, UğurTürk Siyasi hayatının hassas bir döneminde iktidara gelen Demokrat Parti, on yıllık döneminde siyasal ve sosyal çalkantıların, dış politik gelişmelerin ve günümüze kadar sürecek darbe tartışmalarının bitmeyeceği gözükmektedir. İç politikanın gölgede kaldığı dış politikasının ise gündemin belirleyicisidir. Bunda, II. Dünya Savaşı sonrası yeni bir dünyanın tesis edilmesinin ve gelişen güç blokları karşısında Türkiye’yi konumlandırma çalışmalarının payı vardır. Ankara’nın şehir merkezinde ve tarımsal alanlarında mal ve can kayıplarına yol açan doğal afet kaynaklı zararlar devlet yetkililerinin başlıca uğraş alanı olmuştur. Başkentin sel baskınlarına sıklıkla maruz kalması, burada yaşayan insanların hayatlarını olumsuz yönde etkilemiştir. Aşırı yağışlarla taşan dere yatakları setleri yıkarak, yerleşim ve tarım alanlarında büyük tahribatlara yol açmıştır. Sel felaketinin yaşandığı afet bölgelerine siyasiler tarafından ziyaretler yapılmış ve yaşanılan acılar paylaşılmaya çalışılmıştır. İmar Kanunu’nda yapılan sık sık değişiklikler seçimlere yönelik politikaların tezahürüdür. Çoğunlukla yerel ve genel seçimler öncesi kısmi ve kapsamlı gecekondu aflarını getiren Demokrat Parti, şehirlerdeki hızlı değişim ve plansız yapılaşmaya karşı yürüttüğü mücadele zaafiyete uğramıştır. Başta Ankara ve İstanbul olmak üzere büyük şehirlerde doğal afetlerin yaşanmasında uyguladığı popülist politikaların kurbanı olmuştur. Bu dönemde imar uygulamaları ve alınan tedbirler daha çok doğal afetler yaşandıktan sonra gerçekleşmiştir. Dolayısıyla bu çalışma, Ankara’nın yereldeki en önemli sorunu olan sel felaketleri incelemeye değerdir.Item Türkiye’de saltanatın kaldırılmasının İtalyan basınındaki yansımaları(Ankara Üniversitesi, 2024) Mengeş,YeterTürkiye’de meydana gelen siyasal, toplumsal ve askerî gelişmeler sonucunda; saltanat ve hilafetin birbirinden ayrılarak saltanatın kaldırılması ve sonrası siyasal olaylar İtalya’da merak ve dikkatle takip edilmekte, bu gelişmeler İtalyan basınında yer alan haber ve yorumlar vasıtasıyla İtalyan kamuoyunun dikkatine sunulmaktadır. İtalyan basınında yer alan haberlerde başlangıçta saltanatın kaldırılması genel olarak olumlu karşılanmakta ancak dünya Müslümanlarından gelebilecek olası tepkilere dikkat çekilmektedir. İtalyan gazetelerinde yer alan haberlerde bir süre sonra dünya Müslümanları tarafından saltanatın kaldırılması fiili durumunun kabul edilmiş olduğu kaydedilmektedir. Saltanatın kaldırılması ve sonrasında Vahdettin’in İstanbul’u terk etmesinin Türkiye’de memnuniyetle karşılandığı ifade edilen haberlerde, cumhuriyetin ilan edilmesi ihtimalinin yüksek olduğu belirtilmektedir. Bu dönemde İtalyan gazetelerinde; Türkiye’de saltanat-hilafetin tarihi süreci ve mevcut statüsü ile olası gelişmeler İtalyan okuyucuların anlamasını kolaylaştırmak için Vatikan ile geçmişte yaşanan olaylar ile kıyaslanarak açıklanmakta ve buna bağlı yorumlar yapılmaktadır. Bu çalışmada Türkiye’de saltanatın hilafetten ayrılarak kaldırılması ve Vahdettin’in Türkiye’yi terk etmesi ile sonrasında ortaya çıkan sürecin İtalyan basınındaki yansımaları, İngiliz diplomatik belgeleri, dönemin İtalyan basınında yer alan haber ve yorumlar ile telif eserlerden istifade edilerek açıklanmıştır. As a result of the political, social and military developments in Türkiye; the separation of the sultanate and the caliphate and the abolition of the sultanate and the subsequent political events are followed with curiosity and attention in Italy, and these developments are brought to the attention of the Italian public through the news and comments in the Italian press. In the news in the Italian press, at the beginning, the abolition of the sultanate is generally reacted positively, but attention is drawn to possible reactions from the Muslims of the world. It is also noted in the news in Italian newspapers that after a while, the actual situation of abolishing the sultanate was accepted by the Muslims of the world. It is stated in the news that the abolition of the sultanate and Vahdettin's subsequent departure from Istanbul was welcomed in Türkiye, and that the possibility of the declaration of a republic is high. During this period, in Italian newspapers; the historical process and current status of the sultanate-caliphate in Türkiye and possible developments were explained by comparing them with past events with the Vatican, and comments were made accordingly, in order to facilitate the understanding of Italian readers. In this study, the reflections on the Italian public of the process that arose after the abolition of the sultanate in Türkiye by separating it from the caliphate and Vahdettin's leaving Türkiye were explained by making use of British diplomatic documents, news and comments in the Italian press of the period, and copyrighted works.Item Türkiye- İsrail İlişkileri ekseninde Türkiye’nin Orta Doğu Politikası Ve Filistin meselesine yaklaşımı (1948-1958).(Ankara Üniversitesi, 2024) Duran, Mehmet AliTürkiye açısından Orta Doğu, Arap toplumlarıyla beraber İsrail’i de içine alan, komşuluk ilişkileri içerisinde olduğu tarihsel ve kültürel olarak pek çok ortak unsurun paylaşıldığı bir coğrafyadır. Türkiye Cumhuriyeti devleti, Cumhuriyet’in ilanı sonrası devleti yapılandırma ve rejim inşa sürecinde Türkiye’nin ulusal çıkarları sistemin ve bölgenin istikrarı üzerinde şekillenmiştir. Bu durum II. Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’nin genel olarak Orta Doğu ve özelde de Filistin politikası Batı ile paralel gelişmiş ve Soğuk Savaşın dinamikleriyle şekillenmeye devam etmiştir. 14 Mayıs 1948 tarihinde İsrail’in kuruluşuyla birlikte bölgesel ve uluslararası gelişmeler ışığında Türkiye, Müslüman ülkeler arasında İsrail’i tanıyan ilk devlet olmuştur. Bu durumun ortaya çıkmasına Türkiye’nin Batılı Devletler ile olan ilişkileri ve ABD’nin Türkiye-İsrail arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi yönündeki çabaları etki etmiştir. Bu sebeple Türk dış politikası, Ortadoğu’da ve Filistin’de yaşanan olaylara karşı Batı eksenli bir yaklaşımın sonucu şekillenmiştir. Bu bağlamda gerek Filistin ile gerek İsrail ve diğer bölge ülkesi Arap devletleriyle olan ilişkilerinde önemli inişler ve çıkışlar yaşanmıştır. Bazı dönemlerde İsrail yanlısı denebilecek politikalar izleyen Ankara, bazen de açık bir şekilde Arap ülkelerinden ve Filistin’den yana bir tavır sergilemiştir. Bu bağlamda konu Türk arşiv belgeleri temelinde, süreli yayınlar ve telif eserler ışığında ele alınarak objektif şekilde ortaya konulmaya çalışılmıştır. In the context of Türkiye, the Middle East is a region that encompasses Arab societies and Israel, sharing numerous historical and cultural commonalities within the framework of neighboring relations. The Republic of Türkiye, in the process of structuring the state and establishing the regime following the proclamation of the Republic, has been shaped by the national interests of Türkiye, which is based on the stability of the system and the region. This perspective persisted in Türkiye's post-World War II Middle East policy, especially regarding Palestine, evolving in parallel with Western developments and influenced by the dynamics of the Cold War. On May 14, 1948, with the establishment of Israel, Türkiye became the first Muslim country to recognize Israel amidst regional and international developments. This recognition was influenced by Türkiye's relations with Western countries and the efforts of the United States to develop relations between Türkiye and Israel. Consequently, Turkish foreign policy has been shaped as a result of a Western-oriented approach to events in the Middle East and Palestine. In this context, Türkiye has experienced significant fluctuations in its relations with Palestine, Israel, and other Arab states. Ankara, at times, pursued policies that could be described as pro-Israel, while at other times openly displayed a stance in favor of Arab countries and Palestine. In this regard, the subject was addressed objectively, based on Turkish archival documents, periodicals, and copyrighted works to shed light on the matter.Item 1960-1980 dönemi tarih ders kitaplarındaki kadın portreleri(Ankara Üniversitesi, 2024) Yılmaz, DuyguLise Tarih ders kitapları, gençlerin geçmişi anlamalarına ve yorumlamalarına yardımcı olan önemli kaynaklardır. Öğrencilere geçmişteki olayları, süreçleri ve toplumları anlamaları için temel bilgiler sunan bu kitaplar, tarih boyunca yaşanan olayların nedenlerini, sonuçlarını ve etkilerini öğrencilere aktararak onlara olayları tarihi bir perspektiften değerlendirme yeteneği kazandırır. Ayrıca, Tarih ders kitapları, öğrencilerin kültürel miraslarını keşfetmelerine, farklı medeniyetlerin ve toplulukların yaşam tarzlarını anlamalarına ve tarihi süreçlerin günümüz dünyasındaki yansımalarını değerlendirmelerine olanak tanır. Lise Tarih ders kitaplarında yapılan incelemelerin, kadınların tarihsel süreçler içindeki rolünü ve temsillerini de kapsaması önemlidir, çünkü bu şekilde öğrencilerin tarihî olayları daha kapsamlı bir perspektiften değerlendirmeleri ve cinsiyet eşitliği konusunda bilinçlenmeleri sağlanabilir. “Tarih Metinlerindeki Kadın Portreleri” başlıklı bu çalışma kapsamında, 1960-1980 yılları arasında kullanılan Lise I, II ve III. sınıf Tarih ders kitaplarında kadın betimlemeleri incelenmiştir. Söz konusu ders kitapları, Antik Çağ’dan 20. yüzyıla kadar geçen süre içerisinde kurulan medeniyetlerin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmelerini işlemektedir. Kitaplarda Osmanlı Devleti ile Avrupa ve Amerika’da gelişen olaylar ayrı ayrı ünitelerde ele alınmıştır. Kadın figürü ise genel olarak mitoloji, sosyal hayat, eğitim, toprak idaresi, kültürel yapı gibi temel konu başlıklarında geçmektedir. Çalışma sonucunda, altı lise tarih ders kitabı üzerinde, kadın görünümlerine ilişkin çıkartılan 10 ayrı tema (kadın kimliği) üzerinde toplamda 165 kodlama yapılmıştır. Bu kodlamaların sonuçları, ders kitaplarında kadına çok az yer verildiği ve kadın karakterlerin geçtiği yerlerde ise ikinci planda olduğu ve cinsiyet rolleriyle yer alan kadının çoğunlukla nesnesel bir şekilde ele alındığı sonuçlarına ulaşılmıştır.Item Tarihçi Efdaleddin Bey’e göre Osmanlı’da devlet ve ihtilal(Ankara Üniversitesi, 2024) Taştekin, SerapOsmanlı Tarihçisi Efdaleddin Tekiner, Mülkiye Mecmuası’nda yayımlanan ve on makaleden oluşan Osmanlı’da İhtilaller yazı dizisi, Küçük Osmanlı Tarihi kitabı ve Halil-i Ahmer adlı eserlerinde “Osmanlı ihtilalleri” söylemiyle yeniçeri isyanlarını yazmıştır. Bu araştırmada Efdaleddin Bey’in adı geçen eserlerde ihtilal kavramına yüklediği anlam üzerinden yönetim, devlet ve askeri isyan algısı ele alınmıştır. Bu makale, üzerine çok fazla çalışılmış ihtilal ve isyan kavramlarını etraflıca değerlendirip, ayrımlarını ve siyasi teorideki içeriklerini ele almaz, Efdaleddin Bey’deki ihtilal algısı ve belirlediği kapsamıyla sınırlı kalır. Nitekim Efdaleddin Bey, yeniçeri isyanlarını içerik açısından düzeni bozmaya yönelik hareketler; onları etkisiz hale getirmek amacıyla gerçekleştirilen müdahaleleri ise devletin selameti düşünülerek alınan tedbirler olarak tanımlar. Efdaleddin Bey, sıklıkla merkezdeki güç çatışmalarında taraf olan, bazı zamanlar sefere çıkmak veya talim yapmak istemeyen, çoğunlukla da askeri düzendeki yeniliklere karşı çıkan yeniçerilerin isyanlarını hem devlet aklından kopuk hem de kamu hukukunun dışında değerlendirir. Efdaleddin Bey’e göre padişahlar, devletin selameti adına siyaseten katl yaptıkları gibi, zaruret durumunda kimi zaman doğru vakti bekleyerek; kimi zamansa hızlı bir şekilde isyan edenleri cezalandırır. İsyanların devlet bürokrasisi içindeki, saray yönetimi mücadelesindeki grupların çatışmasına taraf olarak yapıldığı durumlarda isyancı yeniçeriler declasse (sınıfsızlaşmış) değil, bilakis askeri gücünü idari kuvvete dönüştüren bir topluluktur. Dolayısıyla yeniçeri isyanları düzeni bozmaya yönelik ihtilal hareketleridir.Item Karakol cemiyetinde bir tekke şeyhi: Atâ efendi (1883-1936)(Ankara Üniversitesi, 2024) İnce, Merve KübraMillî Mücadele yıllarında Özbekler Tekkesi’nin postnişinde bulunan Şeyh Atâ Efendi(1883-1936) Karakol Cemiyetine mensup olması ile Millî Mücadele’de önemli rol oynamıştır. Şeyh Atâ Efendi başında bulunduğu Özbekler Tekkesini Karakolcuların çeşitli faaliyetlerinde kullanmalarına müsaade etmiştir. Özbekler Tekkesi Karakol Cemiyeti’nin İstanbul-Anadolu arasındaki faaliyetlerini gerçekleştirirken kullandığı gizli merkez konumuna gelmiştir. Karakolcular için bir misafirhane, hastane, cephane, postane teşkilatı olarak hizmet vermiştir. İstanbul’dan Anadolu’ya geçmek isteyen Millî Mücadele yanlılarına ev sahipliği yapmıştır. İstanbul’dan Anadolu’ya geçiş için oluşturulan kara yolu “Menzil Hattı’nın” başlangıç noktası Özbekler Tekkesi’dir. Şeyh Atâ ve Karakolcuların birlikte yaptıkları kaçış planları doğrultusunda güvenli ortam oluşturulduğunda Tekke aracılığıyla Anadolu’ya silah, cephane ve eleman kaçırılmıştır. İsmet İnönü, Saffet Arıkan, Halide Edip Adıvar, Mehmet Akif Ersoy ve dönemin önde gelen asker, bürokrat ve aydınları Ankara’ya Şeyh Atâ aracılığıyla geçmişlerdir. Bu çalışmada Karakol Cemiyeti mensuplarından Özbekler Tekkesi şeyhi Atâ Efendi’nin Millî Mücadeledeki rolü değerlendirilecektir. Millî Mücadele kahramanlarından biri olan ancak adı unutulan Şeyh Atâ Efendi bu çalışma ile tekrar hatırlatılacaktır.Item Erken Cumhuriyet Türkiyesin’de antropoloji ve öjeni(Ankara Üniversitesi, 2024) Yaşar, Hakan; Sinin , SüleymanÖjeni, nüfusun beden ve zekâ bakımından sağlıklı unsurlarının yani makbul görülenlerin sayısını arttırırken güçsüz, sağlıksız ve engelli gibi istenmeyen insanların sayısını azaltmak anlamına gelmektedir. Antropoloji bilimine göre ise öjeni, her anlamda hastalıklardan arındırılmış ve sağaltılmış insan toplumunu ya da ırkı yaratmayı amaçlayan pratik ve kavramsal yaklaşımların tümüne verilen isimdir. 20. yüzyılın başından II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar öjeni, birçok ülkede tartışıldı ve pozitif ve negatif yönleriyle farklı alanlarda uygulandı. Söz konusu dönemde öjenik politikaların tartışıldığı ve çeşitli sahalarda uygulamaya konulduğu ülkelerden biri de Türkiye’ydi. Öjeni düşüncesi II. Meşrutiyet Dönemi’nden itibaren Türkiye’de aydınlar ve bilim insanları tarafından farklı boyutlarıyla yoğun olarak tartışılmaya başlandı. II. Meşrutiyet Dönemi’ne kıyasla Erken Cumhuriyet Dönemi’nde antropoloji çalışmalarının da bir öjeni pratiği olarak yapıldığı görülmektedir. Bu doğrultuda Türk Antropoloji Müessesesi bünyesinde yapılan kafatası ölçümleri, antropometrik anketler ve kan grubu incelemeleri dönemin birçok devletiyle kıyaslandığında çok daha geniş kapsamlı birer öjeni pratiğiydi. Bu çalışmanın amacı da Erken Cumhuriyet Dönemi Türkiye’sinde antropoloji alanında uygulanan öjenik politikaların neler olduğunu ve hangi amaçlarla hayata geçirildiğini ortaya koymaktır. Ayrıca çalışmada antropoloji alanındaki söz konusu öjeni pratiklerinin negatif mi yoksa pozitif mi olduğu da sorgulanmaktadır.Item Birinci Dünya Harbi Çanakkale Cephesi’nde alman bir pilot: Hans Joachim Buddecke(Ankara Üniversitesi, 2024) Korkmaz, ErdalBirinci Dünya Harbi’ne İttifak Grubu içerisinde giren Osmanlı Devleti ile Almanya, savaş içerisinde birçok alanda olduğu gibi askeri havacılık konusunda da işbirliğine gitmiştir. Savaşın başında 6 uçak ve 6 pilota sahip olan Osmanlı Devleti, savaş içerisinde müttefiki Almanya’dan aldığı 415 uçak ve 390 pilot, 1740 Alman uçak bakımcı ile cephelerde mücadele vermiştir. Osmanlı Orduları savaşın seyri içerisinde Çanakkale’de iki kara ve bir deniz tayyare bölüğü teşkil etmek suretiyle etkinlik göstermiştir. Çanakkale’de kurulan tayyare bölükleri Alman ve Türk personelden oluşturulmuştur. Savaşın seyri içerisinde bölgede görev yapan pilotlardan biri Alman Pilot Yüzbaşı Hans Joachim Buddecke olmuştur. Yüzbaşı Buddecke 1915 yılında Çanakkale Cephesi’ne gelmiş ve kendisine İtilaf hava akınlarını önleme görevi verilmiştir. Yüzbaşı Buddecke, üçü Avrupa cephelerinde olmak üzere resmi olarak toplam 13 uçak düşürmüş ve Türk askerleri tarafından “Şahin” lakabı ile anılmıştır. Birinci Dünya Harbi’nin seyri içerisinde bazen Avrupa cephelerinde bazen Osmanlı cephelerinde görev almış ve hava hâkimiyetinin sağlanmasında önemli bir yer edinmiştir. 1918 yılında tayin edildiği Avrupa cephelerindeki hava muharebesi sırasında göğsünden vurularak hayatını kaybetmiştir. Araştırma, Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı (CDAB) ile MSB Arşiv ve Askeri Tarih Daire Başkanlığı (ATASE) Arşivi’nden temin edilen belgeler ile dönemi yansıtan tetkik eserler, süreli yayınlar ve hatıratlar çerçevesinde ortaya konacaktır. Araştırma, Birinci Dünya Harbi’nde Osmanlı Ordusu’nda Görev Yapan Alman Pilot Hans Joachim Buddecke’nin Çanakkale Muharebeleri’ndeki rolünü ortaya koymuş, Almanya ile Türk havacılık tarihindeki yerini göstermiştir.Item “Büyük Britanya’nın boğazını kesmek” : Sovyetlerin 1945’te Türkiye’den talepleri ve İngiliz kamuoyunun tepkisi(Ankara Üniversitesi, 2024) İzmir, BaharABD ve Sovyetler Birliği’nin başını çektiği iki kutuplu uluslararası sistemde, Türkiye, Sovyetler Birliği’nin yayılmacı tehditlerine karşı Batı ile daha yakın ilişkiler kurma yolunu benimsemiştir. 1945 yılı, bu bağlamda, Türkiye’nin Batı’ya yönelmesinde ve Sovyet tehdidine karşı aldığı tutumda önemli bir dönemeç olmuştur. Özellikle bu yıl, hem Türk-Sovyet ilişkilerinin geleceği hem de Türk-İngiliz ittifakının temellerinin atılmasında kritik bir rol oynamış, Türkiye’nin Batı Bloğunda konumlanmasının önünü açmıştır. II. Dünya Savaşı’nın ardından Sovyetler Birliği’nin 1925 yılındaki Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması’nı tanımadığını açıklaması ve Boğazlardan üs ile Kars ve Ardahan’ı talep etmesi Türk-Sovyet ilişkilerinin bundan sonraki kaderini belirlemiştir. Nitekim sonraki yılların Türk dış politikasının Sovyet karşıtlığı ve Batı yanlısı olma şeklindeki genel kabulleri bu krizle birlikte olgunlaşmıştır. Sovyetler Birliği, ABD ve Türkiye’nin yanı sıra İngiltere bu olayda önemli bir aktör olarak öne çıkmıştır. Gerek bölgedeki ekonomik çıkarları gerekse de kolonyal çıkarları doğrultusunda, Türkiye’nin Sovyet nüfuzuna girme ihtimali İngiltere’yi paniğe sevk etmiştir. Bu makale, söz konusu süreçte İngiliz Hükümeti’nin ve basınının tepkisini ortaya koymayı, konuyu İngiliz penceresinden ele almayı amaçlamıştır. Nitekim bu çalışma, İngiliz kamuoyunun Türkiye’nin yaşadığı bu ciddi tehdit karşısındaki tepkisini, İngiliz parlamento tutanakları, gazeteleri ve arşiv belgeleri yoluyla anlama ve konuya yeni bir perspektif sunma iddiası taşımaktadır. Kamuoyunu anlamak için, makalede İngiliz belgeleri, parlamento tutanakları, Moskova ve Ankara’daki büyükelçilerin raporları, İngiliz kolonyal çıkarlarını savunan ana akım gazetelerin yanı sıra birçok yerel gazete kullanılmış, bu sayede İngiliz yetkililerin Türkiye’ye dair tasavvurunun ne olduğu analiz edilmeye çalışılmıştır.Item Abd süfrajizminin gelişim sürecinde kadının atipik özgürleşmesi: Victorian Stil Krinolin’den Bloomer’e (Türk Pantolonu) geçiş(Ankara Üniversitesi, 2024)Batı literatüründe Süfrajetler olarak bilinen kadın hareketi, başta ABD olmak üzere İngiltere ve diğer bazı Avrupa ülkelerinde kadınların seçme ve seçilme hakkını önceleyen kadın haklarına odaklanmıştır. Bu ana hedef doğrultusunda eyleme geçen kadın aktivistler bir gazetenin (Daily Mail) onlara verdiği isimle Süfrajetler olarak anılmışlardır. Söz konusu amaca yönelik başlayan akım ise Süfrajizm’dir. Bu kadın girişiminde ana hareket noktası kadının seçme ve seçilme hakkı elde etme meselesidir ki bu bağlamda çarpıcı olan kadının giyim üzerinden sembolize ettiği varoluş mücadelesinde krinolin denilen dar ve bedeni kıskıvrak sıkan giyim biçimi yerine özgürlüğe işaret eden Türk pantalonu, şalvarın benimsenmesinin savunulmasıdır. Çalışma buna dikkat çekerek bir taraftan giyim ve moda üzerinden bir stil odağında dizayn edilen kadının özgürleşmesi meselesini anlamak diğer taraftan da bu değişim ve gelişmede Türk pantolunu ya da şalvarının benimsenmesiyle bu değişime nasıl bir anlam yüklendiğini irdelemeyi amaçlamaktadır. Bu çalışma ile amaçlanan öncelikle erkek ve kadının eşit haklara sahip olarak yaşamda yer aldığı, bu hakların özgürlük, yaşam hakkı, rıza ve yönetimsel haklar olarak belirlenmiş olduğu vurgulanarak bu çabada kadınların erkekler gibi seçme ve seçilebilme hakkına sahip olması gereğini gözler önüne sermektir. Dolayısıyla çalışma, ABD’de başlayan ve daha sonra tarihsel koşullara bağlı olarak görece eş zamanlı diğer ülkelere de yayılacak olan mücadelenin simgesel ifadesi “Türk Pantolonu” konusundaki tartışmaları da ele alacaktır. Yanı sıra Elizabeth Cady Stanton’ın basına açık olarak okuduğu Declaration of Sentiments and Resolutions (Duygular ve Kararlar Bildirisi) değerlendirilerek o dönemde imaj olarak oluşturulan sürecin modaya yansıyan yönü ortaya konulmaya çalışılacaktır.