Cilt:13 Sayı:02(2024)
Permanent URI for this collection
Browse
Recent Submissions
Item Çocuklarda Enteral Beslenme ve Hemşirelik Bakımı(Ankara Üniversitesi, 2024) Aközlü, Zeynep; Mutlu , BirsenEnteral beslenme, makro ve mikro besin öğelerinin tüp, kateter ya da stoma yolu ile gastrointestinal sisteme direkt olarak verilmesidir. Enteral beslenme, çocuklarda doğru beslenme, büyüme ve gelişme için temel bir faktördür ve genellikle çeşitli hastalıklar veya cerrahi müdahaleler sonrasında beslenme ihtiyacını karşılamak için tercih edilen bir yöntemdir. Bu yöntem, genellikle parenteral beslenme yöntemine tercih edilir çünkü doğrudan beslenme, gastrointestinal sistemin normal fonksiyonlarını sürdürmeye yardımcı olur ve bağırsak florasının dengesini korur. Enteral beslenme, hastane ortamında başlayan ve evde de devam edebilen bir süreçtir. Hemşireler, bu sürecin her aşamasında aktif bir rol oynamaktadırlar. Enteral beslenme ürünleri ve ekipmanlarının doğru bir şekilde seçilmesi, uygun bir beslenme planının oluşturulması ve hastanın durumuna göre adaptasyonun sağlanması konusunda hemşireler önemli roller üstlenirler. Hemşireler ayrıca, çocuğun enteral beslenme sürecini izler, potansiyel komplikasyonları erkenden tanımlar ve müdahalede bulunarak bu komplikasyonların önüne geçerler. Hemşirelik bakımının güncel bilgiler doğrultusunda planlanması ve uygulanması, çocuklarda enteral beslenme sürecinin etkili bir şekilde yönetilmesini sağlar. Bu, komplikasyonların azaltılmasına, hastanede kalış süresinin kısalmasına ve çocuğun yaşam kalitesinin artmasına katkıda bulunur. Bu nedenle, hemşirelerin enteral beslenme konusundaki bilgi ve becerilerini güncel tutmaları ve bu alandaki en iyi uygulamalara hakim olmaları, çocukların sağlıklı bir şekilde büyümeleri ve gelişmeleri için hayati öneme sahiptir. Bu derleme, çocuklarda enteral beslenme ve hemşirelik bakımının önemini vurgulayarak, bu alandaki güncel bilgileri sunmayı amaçlamaktadırItem Çocuklarda Görülen Eozinofilik Özefajit ve Tıbbi Beslenme Tedavisi(2024) Avcioğlu, Hatice NurEozinofilik özefajit (EoÖ), özefagus disfonksiyonu ve eozinofil baskın inflamasyonla ilişkili semptomlarla karakterize bir hastalıktır. Beslenme sorunları, mide bulantısı, kusma gibi spesifik olmayan semptomlar gösterebilmektedir. Bu semptomlarla karakterize özofagus histolojisinde ≥ 15 eozinofil/büyük büyütme alanı (HPF) görülmesi ile tanısı konulmaktadır. Hem genetik hem de çevresel faktörler hastalığın gelişimine katkıda bulunmaktadır. Çocuklarda eozinofilik özofajitin artan prevalansı dikkatleri çevresel maruziyetlere çekmiştir. İlk olarak, besin alerjenleri EoÖ'yi tetiklemektedir. Bu bağlamda önerilen çeşitli diyet yöntemleri elemental diyet, ampirik eliminasyon diyetleri ve alerji testine dayalı eliminasyon diyetleri olmak üzere üç ana gruba ayrılmaktadır. Elemental diyette çocuğa protein içermeyen amino asit bazlı bir formül verilmektedir. Bu yönüyle alerjen içermemesi ve besin öğesi açısından eksiksiz oluşu çocukta herhangi bir malnütrisyona neden olmamaktadır. Ampirik eliminasyon diyetleri ise alerjen özelliği yüksek gıdaların diyetten çıkarılmasını içermektedir. Bu bağlamda süt, yumurta, buğday gibi besinler diyetten elimine edilmektedir. Bu tedavi yönteminde hem uygulamayı kolaylaştırmak hem de yapılan endoskopi sayısını azaltmak için dört gıda eliminasyon diyetleri ya da tekli ve ikili eliminasyon diyetleri de araştırılmaktadır. Alerjen testine dayalı eliminasyon diyetlerinde farklı yöntemlerle çocuğun alerjik reaksiyon gösterdiği besinin tespit edilmesi amaçlanmıştır. Kuvvetle şüphelenilen ve test sonucu pozitif çıkan besin veya besinler diyetten elimine edilmektedir. Her üç diyet tedavisi de etkilidir ancak elemental diyet, ampirik eliminasyon diyetleri ve alerji testine yönelik eliminasyon diyetlerle karşılaştırıldığında histolojik remisyonda daha üstündür. Tüm tıbbi beslenme tedavileri incelendiğinde avantajları, dezavantajları değerlendirilerek çocuğa en uygun tıbbi beslenme tedavisi uygulanmalıdır.Item Gebelikte Bacak Krampları ve Huzursuz Bacak Sendromu(Ankara Üniversitesi, 2024) Günaydın ,Sevil; Kaya, Hüsniye Dinç; Bozoglou , NtilmperGebelik dönemi boyunca kadın bedeninde pek çok fizyolojik değişiklik meydana gelmektedir. Bu değişikliklerle beraber yakınmalar da ortaya çıkmaktadır. Bacak krampları ve huzursuz bacak sendromu gebelikte sık görülen rahatsızlıklardandır. Bacak krampları, istemsiz ve ani bir şekilde ortaya çıkan, ağrılı kas kasılması ile karakterizedir. Genellikle gece görülen ve gebeliğin üçüncü trimesterinde daha fazla ortaya çıkan bu kramplar, gebelerin yaklaşık %30-50’sini etkilemektedir. Tıbbi öykü, fizik muayene ve laboratuvar taraması, kas kramplarının çeşitli nedenlerini saptamaya yardımcı olabilir. Bacak kramplarında non farmakolojik önerilerin yanı sıra farmakolojik tedavi de önerilebilir. Oral magnezyum, kalsiyum ve oral D vitamini kullanılarak bacak kramplarını önlemek mümkün olabilir. Huzursuz bacak sendromu ise, çoğunlukla gece uykusu veya dinlenme sırasında bacakları hareket ettirmek için güçlü, istemsiz bir dürtü ile karakterize edilen bir rahatsızlıktır. Huzursuz bacak sendromu, sensorimotor bir bozukluktur Üçüncü trimesterde görülme sıklığı artmakta olup, ülkemizde gebelikte prevalansı %15.4-61.2 arasında değişiklik göstermektedir. Huzursuz bacak sendromunun hafif formlarında non farmakolojik tedaviler yararlı olabilirken, orta ve şiddetli formlarında farmakolojik ajan olarak demir ilaçları, dopaminerjik ilaçlar, opioidler, antikonvülzanlar, benzodiazepinler ve östrojen kullanılabilmektedir. Ebeler ve sağlık profesyonelleri gebelikte meydana gelebilecek bacak krampları ve huzursuz bacak sendromu hakkında fikir sahibi olmalıdır. Bu derlemenin amacı, gebelik sırasında görülen bacak krampları ve huzursuz bacak sendromu hakkında bilgi vermek ve tedavi yöntemleri hakkında güncel bilgi sağlamaktır.Item Değişen ve Gelişen Dünya: Yapay Zeka ve Metaverse Evreninde Sağlık Hizmetleri(Ankara Üniversitesi, 2024) Bekleviç, Arzum Çelik; Sağır , DemetDünya çapında sağlık hizmetlerine olan ihtiyacın artması; nüfus artışı, salgın hastalıklar, savaşlar ve doğal afetlerin bir sonucudur. Hastalıkların değişen doğası ve artan hasta sayısı, hastanelerdeki iş gücünün etkin kullanımını engellemektedir. Yeterli sağlık personelinin bulunmaması, verimli kaynak kullanımına duyulan ihtiyaç ve bireylerin birçok hizmete konfor alanlarından çıkmadan erişme isteği, tıpta yapay zekâ (AI) ve metaverse kullanımını bir zorunluluk haline getirmiştir. Ülkemizde ve tüm dünya ülkelerinde hastalar ilk olarak birinci basamak sağlık hizmeti sunulan merkezlere başvurmaktadırlar. Burada ön tanısı konulan hastalara ya bir tedavi planı oluşturulur ya da bir üst basamağa sevki planlanır. Yoğun hasta talebi bu kurumlarda veri artışına neden olarak verilerin saklanması ve güvenliği gibi hususlarda sıkıntılara neden olmaktadır. Bu nedenle sıklıkla yapay zekâ uygulamalarından yararlanılmakta ve hasta kayıtları sanal depolarda korunmaya çalışılmaktadır. Böylece amaç hastanın verilerine daha kolay ulaşılmasını sağlamaktır. Bu bağlamda tüm dünya ülkelerine bakıldığında hastaların ihtiyaçlarına istinaden, yapay zekâ uygulamaları ve metaverse evreninde sağlık hizmetlerini kolaylaştırıcı çeşitli modellemeler yapılmıştır. Özellikle onkolojik hastalıkları tanılama, kanser tedavilerinin oluşturulması, üç boyutlu görseller ile kullanılarak cerrahi işlemler öncesinde planlama yapılması ve anatomik kesitlerin çıkarılması gibi uygulamalar bu modellemelere örnek olarak verilebilir. Mevcut uygulamaların yeni bir sağlık kültürü oluşturup oluşturamayacağı, birinci basamak sağlık hizmetlerinin bu teknolojilerle verilip verilemeyeceği, doğru teşhis ve tedavi seçeneklerinin sağlanıp sağlanamayacağı, bu teknolojilerin sağlık sistemine entegrasyonunun yararları ve dezavantajlarının neler olduğu gibi sorular akla gelmektedir. Bu derleme, yapay zekâ uygulamalarını ve meta veri tabanını tanımlamayı ve çeşitli uygulamaların sağlık sistemi üzerindeki etkilerini değerlendirmeyi amaçlamaktadır.Item Sürdürülebilir Sağlık Konusunu Çocuk ve Ebeveyn Bağlamında Ele Alan Makalelerin Bibliometrik Analiz Yöntemiyle İncelenmesi(Ankara Üniversitesi, 2024) Öz, Sena; Gürsoy , FigenAmaç: Sürdürülebilir sağlık bireylerin ve toplumların sağlığını çevresel, ekonomik ve sosyal açıdan dengeli ve uzun vadeli bir şekilde korumayı ve geliştirmeyi amaçlayan bir yaklaşım olmakla birlikte çocuk ve aile bu kavram içerisinde önemli bir yere sahiptir. Bu yüzden geçmişten günümüze yapılan çalışmalara bütüncül bakış açısı kazandırma ve çalışmaların eğilimlerinin incelenmesi bakımından içerisindeki eğilimlerinin incelenmesi önemli görülmektedir. Bu araştırmanın amacı, sürdürülebilir sağlığı çocuk ve ebeveyn bağlamında ele alan makalelerin bibliometrik analiz yöntemiyle incelenmesidir. Gereç ve Yöntem: Araştırmanın verileri, Web of Science veri tabanından elde edilmiştir. Web of Science üzerinden "sustain*" AND "health*" AND "child*" AND "parent*" anahtar kelimeleri ile arama yapılmıştır. Arama sonucunda İngilizce dilinde ve makale türünde olan araştırmalar veri setine dâhil edilmiştir. Toplamda 4000 makale araştırmanın verilerini oluşturmaktadır. Veriler Bibliometrix R-paketi üzerinden analiz edilerek yayın yılı, dergi, ülke, anahtar kelimeler, sık kullanılan kavramlar boyutlarında görselleştirilmiştir. Bulgular: Yapılan analizler sonucunda, ilgili alanda yayınlanan makale sayısının 1983’ten itibaren artış gösterdiği (yıllık %14.44), konuyla ilgili en fazla yayın yapan dergilerin sırasıyla BMC Publich Health (119 makale), Pediatrics (80 makale) ve Plos One (79 makale) olduğu, en fazla yayının Amerika Birleşik Devletleri (8510 makale), Avustralya (2203 makale), Birleşik Krallık (1785 makale) ve Kanada’da (1640 makale) yapıldığı belirlenmiştir. Makalelerde kullanılan ortak anahtar kelimelerin ise yaygın olarak çocuk, ergen, sağlık, ebeveynler, çıktılar, müdahale, etki, bakım, program, fazla kilo, mental sağlık, fiziksel aktivite olduğu belirlenmiştir. Sonuç: Araştırmadan elde edilen sonuçlar göz önüne alındığında sürdürülebilir sağlık bağlamında daha fazla çalışmanın yapılmasına ihtiyaç olduğu düşünülmektedir. Ayrıca sürdürülebilir sağlık konusunda çalışacak araştırmacılar bu araştırma doğrultusunda çalışacakları konulara yön verebilirler. Farklı değişkenleri ele alan farklı dillerde yapılmış araştırmaların bibliometrik analizlerinin yapılması önerilmektedir.Item Primipar Gebelerin Anksiyete Düzeylerinin Yenidoğanın Hijyenik Bakımına Hazır Oluşlarına Etkisi(Ankara Üniversitesi, 2024) Yıldırım , Maksude; Ay, Çiğdem KarakayalıAmaç: Bu çalışma primipar gebelerin anksiyete düzeylerinin yenidoğanın hijyenik bakımına hazır oluşlarına etkisini incelemek amacıyla yapılmıştır. Örneklem ve Yöntem: Tanımlayıcı türde yapılan bu çalışmanın evrenini İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü Gebe Eğitim Sınıfına devam eden primipar gebeler oluşturmaktadır. Çalışma, dahil edilme kriterlerine uyan 306 primipar gebenin katılımıyla tamamlanmıştır. Çalışmanın verileri “Tanıtıcı Özellikler Formu”, “Gebelikle İlişkili Anksiyete Ölçeği-Revizyon 2” ve “Gebelerin Yenidoğanın Hijyenik Bakımına Hazır Oluş Ölçeği” kullanılarak yüz yüze görüşme yöntemi ile toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde yüzde, ortalama, standart sapma, Kruskal-Wallis, Mann-Whitney-u, korelasyon ve regresyon analizleri kullanılmıştır. Bulgular: Katılımcıların gebelikle ilişkili anksiyete puan ortalamaları 25.38±9.16, primipar gebelerin yenidoğanın hijyenik bakımına hazır oluş puan ortalamaları ise 67.23±6.32 olarak hesaplanmıştır. Gebelikle ilişkili anksiyetenin evlilik yılı ve eğitim durumu ile, primipar gebelerin yenidoğanın hijyenik bakımına hazır oluşlarının ise evlilik yılı, daha önce bir çocuğun bakım sorumluluğunu almış olma ve düşük öyküsü gibi durumlar ile ilişkili olduğu belirlenmiştir. Gebelikle ilişkili anksiyete ile primipar gebelerin yenidoğanın hijyenik bakımına hazır oluşları arasında düşük düzeyde bir ilişki olduğu tespit edilmiştir. Sonuç: Gebelikle ilişkili anksiyetenin, primipar gebelerin yenidoğanın hijyenik bakımına hazır oluş durumu üzerinde negatif yönde etkisinin olduğu belirlenmiştir. Doğum sonrası süreçte primipar gebelerin yenidoğanın bakımını daha etkin gerçekleştirilebilmeleri için gebelik döneminde anksiyete neden olabilecek faktörlerin belirlenip önlenmesi gerekmektedir.Item Erkek Üniversite Öğrencilerinin Toplumsal Cinsiyet Rolleri Tutumlarının Kadın Düşmanlığı Üzerindeki Etkisi(Ankara Üniversitesi, 2024) Güngör , Eda; Uyanık, AbdurrahimAmaç: Ataerkil toplum düzeninin bir yansıması olarak kadınlara biçilen toplumsal cinsiyet rolleri, kadınlara yönelik düşmanca tutum ve davranışların temelini oluşturur. Kadın düşmanlığı, erkeklere daha fazla saygı gösterme ve kadınları zayıf, korunmasız olarak görme eğilimindedir. Zamanla bu ideoloji, toplumu saran bir sis gibi yayılmış ve kadınlara yönelik aşağılama ile şiddeti beslemiştir. Bu çalışma erkek üniversite öğrencilerinin toplumsal cinsiyet rolleri tutumlarının kadın düşmanlığı üzerindeki etkisini incelemek amacıyla yapılmıştır. Örneklem ve Yöntem: Araştırma, kesitsel türde planlanarak yapılmıştır. Bu araştırmanın evreni, Ekim 2022 ile Ocak 2023 tarihleri arasında üniversitede öğrenim görmekte olan erkek öğrencilerden oluşmaktadır. Araştırmada veriler, “Sosyodemografik Özellikler Formu”, “Toplumsal Cinsiyet Rolleri Tutum Ölçeği (TCRTÖ)” ve “Kadın Düşmanlığı Ölçeği (KDÖ)” formları ile toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde ANOVA, Pearson Korelasyon, Linear Regresyon testleri kullanılmıştır. Bulgular: Araştırmada Toplumsal Cinsiyet Rolleri Tutum Ölçeği toplam puan ortalaması 90.09±20.93’tür. TCRTÖ alt boyutlarından en yüksek puan ortalaması geleneksel cinsiyet rolü, en düşük puan ortalaması ise erkek cinsiyet rolü ve evlilikte cinsiyet rolü olarak tespit edilmiştir. Kadın Düşmanlığı Ölçeği puan ortalaması 37.44±9.73 ve orta düzeydedir. Toplumsal cinsiyet rolleri tutumları, evlilikte cinsiyet rolü, geleneksel cinsiyet rolü ve erkek cinsiyet rolünün kadın düşmanlığı üzerinde pozitif yönde anlamlı etkisi bulunmaktadır (p≤0.001). Sonuç: Toplumsal cinsiyet rolleri tutumlarının kadın düşmanlığı üzerinde etkisi olduğu belirlenmiştir.Item Gebelikteki Yakınmaların Yaşam Kalitesine Etkisi ile Doğum Korkusu ve Stres Arasındaki İlişki(Ankara Üniversitesi, 2024) Çoban, Mevhibe; Güney , EsraAmaç: Bu araştırma gebelikteki yakınmaların yaşam kalitesine etkisi ile doğum korkusu ve stres arasındaki ilişki durumlarının belirlenmesi amacıyla yürütülmüştür. Örneklem ve Yöntem: Araştırma, 1 Kasım-31 Aralık 2023 tarihleri arasında Türkiye’nin doğusundaki bir hastanenin NST (Non Stres Test) polikliniğinde yürütülmüştür. Araştırmanın evrenini NST polikliniğine başvuru yapan 20 hafta ve üzeri gebeler oluşturmuştur. Araştırmanın verileri araştırmacı tarafından yüz yüze görüşme yöntemiyle ve yaklaşık 10 dk süreyle tek oturum halinde toplanmıştır. Örneklem büyüklüğü %5 yanılgı düzeyi, çift yönlü önem düzeyinde %95 güven aralığında, %80 güç ile en az 367 gebe olarak hesaplanmış, ancak veri kaybı göz önünde bulundurularak 386 gebeye ulaşılmıştır. Bulgular: W-DEQ puan ortalamasının eğitim düzeyi arttıkça arttığı, TGDÖ puan ortalamasının ise gebeliği plansız olan ve kız bebek bekleyen gebelerde arttığı ve gruplar arası farkın önemli olduğu belirlenmiştir (p<0.05). Gebelerin GYYKEÖ ile W-DEQ, TGDÖ toplam puan ve olumsuz duygulanım alt boyutu arasında pozitif yönde düşük düzeyde ilişki olduğu ve bu ilişkinin istatistiksel olarak önemli olduğu belirlenmiştir (p<0.001). W-DEQ ile TGDÖ toplam puan, eş katılımı ve olumsuz duygulanım alt boyut puanları arasında pozitif yönde düşük düzeyde ilişki olduğu ve bu ilişkinin istatistiksel olarak önemli olduğu belirlenmiştir (p<0.001). Sonuç: Gebelikteki yakınmaların yaşam kalitesine etkisi ile doğum korkusu ve stres arasında ilişki olduğu, eğitim düzeyi arttıkça doğum korkusunun arttığı, gebeliği plansız olan ve kız bebek bekleyen gebelerde stresin arttığı belirlenmiştir.Item Comparison of Health Practices and Depression in Planned and Unplanned Pregnancies(Ankara Üniversitesi, 2024) Kınık , Emine; Özcan, HandanAim: The aim of this study was to compare health practices and depression in planned and unplanned pregnancies. Subjects and Methods: The study was designed as a descriptive cross-sectional study. The research sample consists of a total of 230 pregnant women with planned and unplanned pregnancy. The population of this descriptive study consists of pregnant women attending the obstetrics clinics of a public hospital. The sample consisted of 230 pregnant women calculated with the g-power program (115 planned pregnancies and 115 correspondingly selected unplanned pregnancies). The data were collected using the Descriptive Information Form, the Health Practices in Pregnancy Questionnaire, and the Beck Depression Inventory. Results: The mean age of the pregnant women was 29.06±5.71 (min: 18, max: 42). The Health Practices in Pregnancy Questionnaire scores of pregnant women were 127.10±12.03 for planned pregnancies and 124.06±12.00 for unplanned pregnancies. Women with planned pregnancies received 9.97±8.56 from the Beck Depression Inventory, and those with unplanned pregnancies received 10.83±7.75. No significant difference was found between the mean scores of the Health Practices in Pregnancy Questionnaire (p=0.058) and the Beck Depression Inventory (p=0.425) depending on the pregnancy planning status. When planned and unplanned pregnancies are evaluated separately, there is a negative correlation between Beck Depression Inventory and Health Practices in Pregnancy Questionnaire scores (p=0.006, r=0.179). As the Beck Depression Inventory score increases, the total scores of the Health Practices in Pregnancy Questionnaire decrease. Conclusion: Women with planned pregnancy had higher total scores on the scale of health practices during pregnancy than women with unplanned pregnancy. When planned and unplanned pregnancies were evaluated separately, there was a negative relationship between Beck Depression Inventory and Health Practices in Pregnancy Questionnaire scores. In maintaining maternal and fetal health; it is important to determine the health practices and depression status of women during pregnancy starting from the preconceptional period, to plan pregnancies, and to question negative health behaviors.Item Examination of Healthy Lifestyle Behaviors of 60+ Refreshment University Students: The Case of Muğla Refreshment University and Its Campuses(Ankara Üniversitesi, 2024) Saz, Meliha Güçlü; Ay , Yaşar; Sözer , TuğçeAim: The aim of this study was to examine the relationship between the sociodemographic characteristics and healthy lifestyle behaviors of individuals studying at Muğla Refreshment University and its affiliated campuses in Köyceğiz, Milas and Marmaris. Subjects and Methods: Quota sampling technique, which is a non-probability sampling method, was used to determine the sample of the study. Half of the number of people actively attending the course in each campus was determined as a quota and 130 people constituted the sample. Correlational survey model was used in the study. To collect the data, questions about the socio-demographic characteristics of the participants and some issues related to their health and the Healthy Lifestyle Behaviors-II (HLSB-II) scale were applied. Results: It was observed that 93 (71.5%) of the participants were female and 37 (28.5%) were male. The average age of the participants was 66 (minimum-maximum= 60-79). The mean score of the participants from the Healthy Lifestyle Behaviors-II (HLSB-II) scale was 140.45. Among the demographic variables, gender was found to have a significant difference on health responsibility (p:0.042) and income on stress management (p:0.018). Medicine use was found to have a significant difference on spiritual development (p:0.033), smoking on nutrition (p:0.039), and alcohol use on physical activity, nutrition and healthy lifestyle behaviors total score (p:0.047; p:0.002; p:0.033, respectively). Conclusion: In the research, no significant effect of age, education level, marital status, living situation, social security, or chronic disease on healthy lifestyle behaviors was found. The mean total score of the participants' SDLII is at “moderate” level and it can be said that they generally show healthy lifestyle behaviors. It can be said that the healthy lifestyle behaviors of the students at Refreshment University who participated in the study play an important role in maintaining and promoting health