Browsing by Author "EGE, Ufuk (Tez Danışmanı)"
Now showing 1 - 5 of 5
Results Per Page
Sort Options
Item 19. YÜZYIL İNGİLİZ ROMANINDA ENDÜSTRİ DEVRİMİ’NİN YANSIMALARI: DICKENS’IN HARD TIMES’I, GASKELL’İN MARY BARTON’I VE DISRAELI’NİN SYBIL OR THE TWO NATIONS’I(ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ BATI DİLLERİ VE EDEBİYATLARI (İNGİLİZ DİLİ VE EDEBİYATI) ANABİLİM DALI) ÜSKENT, Suphi Burak (Yazar); EGE, Ufuk (Tez Danışmanı)Edebiyat kuramları, felsefî ve psikanalitik söylemleriyle bilimsel bir eleştiri metodu olarak, 19. Yüzyıl İngiliz roman yazarlarının eserlerine odaklanmalıdır ki, yaşadığı toplumu matematiksel bir gözle gören, kendine ve yaşadığı topluma yabancılaşmış, üstbenleriyle altbenleri farklı olan bireyler hakkında kapsamlı temalar kullanılarak oluşturulmuş edebiyat ürünlerini analiz ederek, onların edebî yazınına ve teoriye katkılarını açıklayabilsinler. Bu tez, Charles Dickens, Elizabeth Gaskell ve Benjamin Disraeli’nin romanlarındaki ana karakterlerin Endüstri Devrimi’nin ağır şartları altında şekillenen kişilik yapılarını ve karakterlerin yaşamlarıyla yazarların yaşamları arasındaki paralellikleri incelemektedir. Önemli olan şudur ki, aniden endüstrileşme adı verilen olguyla karşı karşıya kalan karakterler ekonomik, kültürel ve teknolojik anlamda büyük bir değişimin parçası haline gelirler. Dickens bunu matematiksel, mekanik Gradgrind’in sesiyle ortaya koyarken, Mrs.Gaskell John Barton’ı acılarla dolu hayatıyla özdeşleştirerek, Disraeli ise İngiltere’nin ‘iki ulus’lu yapısını Egremont’un siyasî kişiliğine yansıtarak başarır. Bu bağlamda karakterler, Matematiksel, Felsefî ve Psikanalitik söylem içinde şizofrenik benliğe alternatif imgelemler tasvir eder. Bu çalışma, Dickens, Gaskell ve Disraeli’nin endüstriyel gelişim çağında insanlığın özünü kaybettiğini göstermeyi amaçlar. Bireylerin, bu sorunu aşmaları ve çalıştıkları makineler kadar ruhsuz olmamaları için, psikolojik açıdan güçlü olmaları gerekmektedir. Sonuç olarak, geçmişle gelecek arasında sıkışıp kalarak bunalıma giren karakterler, kendileriyle aynı durumda olan günümüzdeki bazı insanlar için örnek rol modelleri olarak var olurlar. Ancak, ileri seviyede yabancılaşma veya anomi yaşayanlar benliğini tamamıyla kaybedebilirler.Item D. H. Lawrence'ın Oğullar ve Sevgililer (Sons and Lovers), Gökkuşağı (The Rainbow) ve Aşık Kadınlar (Women in Love) adlı romanlarındaki karkterlerin psikanalitik kuram bağlamında İncelenmesi(Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Batı Dilleri ve Edebiyatları Anabilim Dalı İngiliz Dili ve Edebiyatı Bilim Dalı) GENÇ, Elif (Yazar); EGE, Ufuk (Tez Danışmanı)Bu çalışmanın amacı, D.H. Lawrence'ın romanlarında yansıttığı karakterlerin psikanalitik açıdan bir değerlendirmesini yapmaktır. D.H. Lawrence, eserlerinde psikanalitik açıdan sağlıklı olmayan karakterleri yansıtan ilk romancı değildir. Bu açıdan, tercihimi neden Lawrence'tan yana kullandığımı açıklamak gerekmektedir. D.H. Lawrence'ın, insan olmanın güçlüklerini kendi hayatında yaşayıp, deneyimlerini eserlerinde açıkça yansıtmış olduğu gerçeği, seçimime etki etmiştir. Seçimime etki eden bir diğer unsur ise, D.H. Lawrence'ın eserlerinde karakterlerin bilinçdışını incelediği gerçeğidir. Bu çalışmanın ana konusu, D.H. Lawrence'ın eserlerindeki karakterlerin, Jacques Lacan'ın görüşleri başta olmak üzere psikanalitik kuram bağlamında incelenmesiyle oluşmuştur. Bu çalışma, yayım tarihlerine göre D.H. Lawrence'ın Oğullar ve Sevgililer ( Sons and Lovers ), Gökkuşağı ( The Rainbow ) ve Aşık Kadınlar ( Women in Love ) adlı romanları üzerine yapılan tartışma ile sınırlandırılmıştır. Bu çalışmadaki her bölüm, tartışmanın bütününü sergilemekte yaralı olan belirli sorulara cevap verecek şekilde planlanmıştır. Giriş bölümü, Sigmund Freud ve Jacques Lacan ve diğer Freud sonrası kuramcılar tarafından ortaya atılan psikanalitik görüşleri inceler. I., II. ve III. Bölümler sırasıyla Oğullar ve Sevgililer ( Sons and Lovers ), Gökkuşağı ( The Rainbow) ve Aşık Kadınlar (Women in Love) adlı romanlarda yer alan karakterlerin, Giriş bölümünde yer alan psikanalitik kuramlar bağlamında nasıl incelendiğini gösterir. I. bölümde incelenen Oğullar ve Sevgililer ( Sons and Lovers ) adlı roman, yazarın hayatından izler taşıması bakımından önemlidir. Eserde, evlilik hayatında mutsuz olan Gertrude Morel'in oğullarına karşı yaptığı sevgi yatırımı konu edilmektedir. Gertrude Morel, önce en büyük oğlu William'a, daha sonra ise küçük oğlu Paul'e karşı tutkulu bir sevgi besler. Bu sebeple Getrude, oğulları ile arasındaki dolayımsız ilişkinin Baba'nın Adı tarafından sonlandırılmasına izin vermez ve çocuklarının Baba'nın temel yasası olan ensest yasağını tanımalarına engel olur. Bu sebeple sembolik düzenin kurallarını tanıma şansını kaybeden William ve Paul, yetişkin yaşamlarında anne merkezli bir yaşam sürdürürler. II. bölümde incelenen eser, Gökkuşağı ( The Rainbow ) adlı romandır. Bu eserde ise, Brangwen ailesindeki kadınları özgürleşme çabaları ve kendilerini gerçekleştirme istekleri betimlenir. Ancak kadın karakterlerin bu çabaları, erkeklerin baskıları sebebiyle sonuçsuz kalır. Eserde yer alan Tom Brangwen ve Will Brangwen karakterleri, sağlıklı bir Oidipal süreç geçiremedikleri için, yetişkin yaşamlarında kız çocuklarına yönelik ensest eğilimler geliştirirler ve kızlarının arzusunun nesnesi olmayı isterler. Bu sebeple, kızlarının da gelişim evrelerini sağlıklı bir şekilde yaşamalarına engel olurlar. Eserdeki ana karakterlerden olan Ursula Brangwen, babası Will Brangwen'in baskılarına maruz kalarak Oidipal süreçte sorunlar yaşar. Bu durum, Ursula'nın yetişkin yaşamında eşcinsel eğilimler geliştirmesiyle kendini gösterir. III. bölümde ise, Aşık Kadınlar ( Women in Love ) adlı eser incelenmiştir. Eserde, Ursula Brangwen ve Gudrun Brangwen adlı kızkardeşlerin Rupert Birkin ve Gerald Crich ile olan ilişkileri anlatılır. Rupert önceleri Gerald'a karşı eşcinsel duygular beslese de, sonradan libidosunu yalnızca Ursula'ya yöneltir ve Ursula da ilişkisi süresince bir erkeğe güvenebilmeyi öğrenir. Bu sayede kadın- erkek ilişkilerinde bireyselliğin önemine inanan Rupert ve Ursula mutluluğu yakalarken, anne merkezli bir yaşamı olan ve Oidipal süreçte sorunlar yaşayan Gerald ve Gudrun'un ilişkisi, Gerald'ın intihar gibi ölümüyle sona erer. Sonuç bölümünde ise, tezde varılan sonuçlar özetlenmiştir. Abstract The aim of this study is to examine the characters in the novels of D.H. Lawrence in terms of psychoanalysis. D.H Lawrence is not the first novelist reflecting psychoanalytically unhealthy characters in his novels. In this respect, it is necessary to explain why I have preferred Lawrence. The factor contributing my choice is the fact that Lawrence has experienced the difficulties of being a human and has reflected these experiences in his works. Another factor contributing my choice is the fact that D.H. Lawrence has attempted to reflect the unconscious of the characters. The central concern of this study is to examine the characters in the works of D.H. Lawrence in terms of the psychoanalytic theories mainly of Jacques Lacan. This study is limited to the discussion of D.H. Lawrence?s novels Sons and Lovers, The Rainbow and Women in Love which are introduced in order of date of publication. Each chapter in this study is designed to answer certain questions which help the presentation of the whole debate. Introduction chapter introduces the psychoanalytic approaches of Sigmund Freud, Jacques Lacan and other post Freudian theorists. Chapters I, II and III introduce how the characters existing in the novels are examined in terms of psychoanalytic theories introduced in the introduction chapter. The novel analysed in Chapter I, Sons and Lovers, is important in that it is an autobiographical work. The main theme of the novel is Gertrude Morel?s love cathexes through her sons. The target of Gertrude Morel?s love is first her eldest son William, and then the other son, Paul. Due to her love for the boys, she does not allow the Name of the Father to last the dual relationship between her and her sons; and does not allow the boys to learn incest prohibition, the basic law of the Father. Thus Willam and Paul lose their chance to enter the symbolic order. In Chapter II, the novel entitled The Rainbow is analysed. In this work, the efforts of Brangwen women to be free individuals is depicted. However, the efforts of the women are rendered futile by the pressure of the men characters. The characters portrayed in the work Tom Brangwen and Will Brangwen develop incestous tendencies for their daughters and they desire to be the target of their daughters? desire. Thus they block the daughters? chance to pass the developmental stages in a healthy way. Ursula, who is one of the main characters in the work, has problems during the Oidipal stage as a result of her father Will Brangwen?s pressure upon her. This fact leads to lesbian tendencies in Ursula?s adult life. In Chapter III, the work entitled Women in Love is analysed. In the work, the relationships between Ursula Brangwen- Rupert Birkin and Gudrun Brangwen- Gerald Crich is depicted. Although Rupert has homosexual tendencies for Gerald at first, later he directs his libido only towards Ursula, and Ursula learns to trust a man during the relationship. While Rupert and Ursula, who both believe the importance of individuality within a relationship, catch happiness, the relationship between Gerald, who leads a mother-centered life, and Gudrun lasts upon the suicide-like death of Gerald. The conclusion section shows the results inferred from the dissertation.Item DAVID STOREY’ NİN PASMORE, A TEMPORARY LIFE VE SAVILLE ADLI ROMANLARINDAKİ BEDEN-RUH ÇATISMASININ PSKANALTİK VE OTOBYOGRAFİK AÇIDAN İNCELENMESİ(ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ) ERES, Nehir (Yazar); EGE, Ufuk (Tez Danışmanı)Psikanalitik elestiri, bir elestiri metodu olarak, kendisi de içsel çatısmalar yasayan yazarların eserlerine odaklanmalıdır ki, böylelikle onların farklı yazım üslûplarını ve yasadıgı topluma yabancılasmıs bireyler hakkında kapsamlı ve farklı temaları kullanarak olusturdukları edebiyat ürünlerini analiz ederek, onların edebi yazınına ve kurama kattıklarını ortaya çıkarabilsin. Bu çalısma David Storey'nin romanlarındaki ana karakterlerin yasadıgı bedensel-ruhsal çatısmanın nedenlerini ve karakterlerin yasamlarıyla yazarın yasamı arasındaki paralellikleri incelemektedir. Önemli olan sudur ki aldıkları egitimle öz kültürlerinden uzaklasan karakterler geçmislerinin etkisinden kurtulamaz ve bu da yeni toplumun bir parçası hâline gelmelerini zorlastırır. Bu durumun neden oldugu gerilimi asmaya çalısan Colin Pasmore bir kaçısa yönelir ancak basarılı olamaz. Yvonne'un sembolik kaçısı ise onu akıl hastanesine hapseder. Colin Saville de Londra'da yasamak üzere evini terk etmesiyle kendini tek bir topluma ait hissetmek için bir girisimde bulunur. Bu baglamda karakterler Psikanalitik elestiride bölünmüs benlige alternatif imgelemler tasvir eder. Bu çalısma Storey'nin, egitim süreciyle bir sosyal sınıftan daha yüksek bir sosyal sınıfa geçen bireylerin yasadıkları kültürel çatısmanın yogun benliksel sorgulamalara dönüsebildigine ve bunun ciddi ruhsal hasarlar meydana getirebilecegine dikkat çektigini ve bu konuyu otobiyografik unsurlarla zenginlestirdigini göstermeyi amaçlar. Bireylerin bu sorunu asmak için seçtikleri yasam alanında sürekli üretken konumda olmaları ve ilgi alanları dogrultusunda meslekler seçmeye özen göstermeleri, böylelikle yasam enerjilerini artırmaları gerekmektedir. Sonuç olarak, benlik bölünmesi sorunu yasayan karakterler, kendileriyle aynı durumda olan insanlar için örnek rol modelleri olarak var olurlar. Ancak ümitsizlige kapılıp pasifçe geri çekilmeyi tercih edenler için ruhsal bunalım ve hatta aklını yitirme kaçınılmaz olabilir.Item GRAHAM SWIFT’İN WATERLAND, DAVID LODGE’UN SMALL WORLD VE MARTIN AMIS’İN LONDON FIELDS ADLI ROMANLARINDA ÜSTKURMACA TEKNİGİNİN İNCELENMESİ(ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İNGİLİZ DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI) KARABOSTAN, Ayşen (Yazar); EGE, Ufuk (Tez Danışmanı)Bu tez üstkurmaca kavramını ortaya çıkaran toplumsal, kültürel, edebi gelisimlerin anlatımı ile baslamıstır. Postmodern dünyada her alanda meydana gelen degisimler roman türünü de etkiler. İnsan merkezli tüm toplumsal ve kültürel olguların, gerçekliklerin sorgulandıgı postmodern dünyada roman da kendi kanıksanmıs geleneklerini yazın metninin içinde alaylı bir dille yeniden inceleyerek, kendi kurgusal varlıgını sorgulamaya yönelir. Her türlü ayrıma karsı çıkan postmodern yazarlar eserlerinde metnin kurmaca niteliklerini sergileyebilmek için farklı anlatı yöntemleri benimserler. Bu baglamda ele alınan Waterland, Small World ve London Fields romanlarının üstkurmaca özellikleri anlatılmıstır. Waterland romanında eserin kurmaca niteligini öne çıkaran kurgusal-tarihsel, öznel-nesnel, simdi-geçmis paradoksları incelenmistir. Small World romanında romans ve yergi çerçevesi içinde biçimlendirilmis özbilinç tasıyan anlatı irdelenerek metnin üstkurmaca özellik tasıyan parodik yapısı gözler önüne serilmistir. Son olarak, London Fields romanının bütün anlatı geleneklerini alt üst eden gerçekle kurmaca arasındaki ontolojik sınırları belirsizlestirip yok eden kurgusu açıklanmıstır. Tezin bütününde üstkurmaca kavramı ele alınıp romanların üstkurmaca özellikleri anlatılmıstır.Item SIR THOMAS MALORY’NIN “LE MORTE D’ARTHUR” VE ALFRED LORD TENNYSON’IN “IDYLLS OF THE KING” ADLI ESERLERİNDE ŞÖVALYELİK İDEALİ (CHIVALRIC IDEAL) KAVRAMININ İNCELENMESİ(ANKARA UNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İNGİLİZ DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI) ÇALIN, Sibel (Yazar); EGE, Ufuk (Tez Danışmanı)Bir Ortaçag kurumu olarak sövalyelik, kökenini Ortaçagın aristokrat ve asillerinin zihniyetine hakim olan dini, ahlaki ve toplumsal kurallarından alır. Bu tez, ilk olarak tarihi ve toplumsal baglamda sövalyenin kökenini arastırmaktadır. Chivalry kavramı, Cermen kabilesi savasçısının ilkel kökeninden tam zırhlı geç Ortaçag sövalyesine dek, degisen toplumsal ve kültürel etkiler vasıtasıyla yeni bir sekil almıstır. Efsanevi Kral Arthur ve Yuvarlak Masa Sövalyeleri chivalry idealine mümkün olan en görkemli sekilde örnek teskil ederler. Malory chivalry (idealinin) Camelot’a neden mutluluk ve istikrar getirmedigi sorusunu arastırır. Aynı zamanda insan dogasının temel gerçeklerini göz önüne serer. Le Morte D’Arthur bir insanın digerine hizmet etmeye adandıgı etkin bir hayatı tesvik eder. Malory chivalry kuralının basit olduguna inanır, merkezde savasmak vardır, sövalyeye yakısır davranıslar bunun tamamlayıcısıdır. Tennyson’ın Camelot’u daha karanlıktır. Yazar, Kral Arthur ve Yuvarlak Masa Sövalyelerinin hikayelerine, toplumsal degisimler ve endüstriyel kapitalizmin ilerlemesiyle ortaya çıkan güncel meseleleri yansıtmak için deginir. Onun ideali daha çok cinsel yozlasma ve bir bakımdan sövalyelik yemininin bozulan vaatleridir .Tennyson bir Viktoryan moralisti olarak katı görüslüdür, Arthur’un manevi saflıgına karsın, Camelot kadın ve erkeklerini Yuvarlak Masa ve onun temsil ettigi erdemlerin yıkılmasından sorumlu tutar.