Tasarrufun iptali davaları ve bu davalar ile davalara konu taşınmazların hukuki, ekonomik ve sosyal yaşama etkileri ile iyi niyetli şahısların korunması
Abstract
Gerçek ve tüzel kişilerin varlıklarını üçüncü şahıslara satış, bağış ve hibe gibi yollarla
devir etmeleri sırasında tercih ettikleri hukuki ve maddi yöntemler, söz konusu
tasarrufların iptal edilmesine, alıcı-satıcının yıllarca süren hukuki davalara maruz
kalmasına, yüksek meblağlarda ceza ve tazminata mahkûm olmalarına, tasarruflarının
iptal edilmesine uzanan ekonomik etkiler yanında, bireysel ve aile bütünlüklerini
zedeleyici sosyal sorunlara da sebebiyet verecek sonuçlar doğurabilmektedir. Bu
durumda şahısların özellikle gayrimenkul alım-satımları başta olmak üzere varlıklarının
tasarrufu ve bunlara bağlı fiili eylemlerinin hukuki sonuçlarını bilerek hareket etmeleri
ile gayrimenkul hukuku ve teknik konularına hakim, lisanslı uzmanlar aracılığı ile iş ve
işlemlerini gerçekleştirmeleri zorunlu görülmektedir.
Genel olarak Türk Medeni Kanunu ile belirlenen sosyal yaşam, hukuk, karar, kural, hak
ve usullerinin toplumun büyük çoğunluğu tarafından bilinmemesi yanında ticari
yaşamda da ilgili kanun ve hukuk kurallarına uygun olmayan, bilinçsiz veya kötü niyetli
tasarruf yöntemleriyle hareket edildiğine sık rastlanılmaktadır. Türk hukuk sisteminin
borçlu ve alacaklıya sağladığı hak ve yükümlülüklerin mer’i mevzuat çerçevesinde
gereği gibi yerine getirilmemesi tarafları ağır müeyyideler altına sokabilmektedir.
Özellikle 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 24-31
maddeleri ile 2004 sayılı İcra İflas Kanunu’nun 277-284 madde esasları dahilindeki
edimlerin kişilerin ekonomik ve sosyal hayatlarına yansımaları gözardı edilemeyecek
boyutlara ulaşmıştır. Araştırma sonuçlarına göre alacaklı ve iyi niyetli alıcıları yıllarca
süren hukuki dava ve takiplere maruz bırakan tasarrufun iptali davaları gibi davaların
azaltılması için, kanunlarda değişiklik yapılması gerektiği gibi şahısların hukuki
bilinçlenmesi, gayrimenkul satışlarında işin eğitimini almış uzmanlarca iş ve işlemlerin
yürütülmesi, adli makamlarda ihtisas sahibi eğitimli çalışanların bulunmasının zorunlu
olduğu ortaya konulmaktadır.