Kamulaştırma yoluyla mülkiyet hakkının sınıflandırılması ve etkilerinin değerlendirilmesi
Abstract
Arazi üzerindeki mülkiyet hakkı, malikine; onu kullanma, semerelerinden yararlanma
ve dilediği gibi tasarrufta bulunma hakkı tanımaktadır. Arazi mülkiyetindeki temel
sorun, arzın sınırlılığı veya yeniden üretilememesidir. Özel mülkiyet hakkına, sınırsız ve
mutlak bir hak olarak bakılmakta iken, kentsel yaşamın gelişmesi ile maliklerin
haklarının yanında aynı zamanda birlikte yaşamanın bir gereği olarak ödevlerinin de
olduğu kabul edilmektedir. Bu anlayış Anayasa ve yasalarda da yer alarak mülkiyet
hakkının “kamu yararı” gereği sınırlandırılabileceği sonucunu doğurmuştur. Arazi
arzının sınırlı olması, hızlı kentleşme ve sanayileşme sonucu özel mülkiyetin daha çok
ve sıklıkla sınırlandırılmasını zorunlu kılmıştır. Bu sınırlandırma usullerinden biri de
kamulaştırma işlemidir. Bu çalışmada kamulaştırma yoluyla mülkiyet hakkının
sınırlandırılması ve etkilerinin değerlendirilmesi yapılmıştır. Bu amaçla çalışmada,
konu ile ilgili önceki araştırmalar ve yayınlar ile yargı kararları incelenmiş ve internet
sitelerinden elde edilen verilerin analizi yapılarak genel değerlendirme yapılması yoluna
gidilmiştir. Buna ilave olarak Turhal Belediyesi kamulaştırma uygulamalarından seçilen
örnek olayların analizi ve değerlendirilmesi yapılarak uygulama sorunları da ortaya
konulmuştur.
Kamulaştırma uygulamasının temelinde olması gereken kamu yararı kavramının dikkate
alınması, ölçütlerinin tespiti ve bu durumun mülkiyet sahipleri ve toplum üzerinde
yarattığı etkilerin ölçülmesi, hem teoride, hem de yargı kararları ve uygulamada genel
olarak ihmal edilmiştir. Kentsel nüfusun yaşam kalitesi ve artan kentsel hizmetlerin
verilmesi, kentsel kesimde arazi arzının sınırlı olmasına karşın, arsa, konut ve diğer
yapılara olan talebin sürekli artması karşısında kamulaştırma ve diğer yollarla merkezi
ve yerel idarelerin arazi edinimi zorunlu olmaktadır. Bu uygulamanın kamu yararı
gerekçesi ile yapılması halinde bile, mülkiyet hakkını ortadan kaldırdığı ve bunun da
maliklerin kamuya olan güven duygusunun zedelendiği gözlenmektedir. Sırf belirtilen
gerekçe ile kamulaştırma maliyetinin hızla yükseldiği, kamulaştırılan taşınmaz
bedelinin tespitinde sosyal ve manevi unsurların yasal olarak dikkate alınmasının
mümkün olmamasına karşın, özellikle bilirkişi kurullarının yaptıkları değerleme
çalışmalarında maliklerin taşınmazlarından mahrum kalmaları, gelecekte taşınmaz
piyasasında meydana gelebilecek değer veya rant artışı ile gelir kaynakları veya
istihdam olanaklarının yitirilmesinin de dikkate alındığı gözlenmektedir. Emsal değerinin dava konusu taşınmazlara göre düzeltilmesinde sayılan sübjektif unsuların
dikkate alınmasının kamulaştırma maliyetini artırdığı, kamulaştırmanın ilgili kuruma
olan maliyeti ve toplumsal maliyetinin hızla yükselme eğiliminde olduğu
gözlenmektedir. Bu çerçevede kamulaştırmanın mülkiyet hakkını sınırlayan bir
uygulama olduğu, kamulaştırma ile malikin mülkiyetine el koymanın yanında onun
taşınmazı ve doğup büyüdüğü çevre ile olan bağının da koparıldığı ve sonuç olarak
arazi edinimi ve kamulaştırma uygulamalarının ekonomik etkileri yanında psikolojik ve
toplumsal etkilerinin olduğu, ancak uygulamada bu tür etkilerin tamamen ihmal edildiği
ve birçok kamu kurumunda izleme ve değerlendirme çalışmasının bile yapılmadığı
saptanmıştır. Özellikle yerel yönetimlerde yatırım projeleri için arazi edinimi,
kamulaştırma ve değerleme hizmetlerinin kalitesinin yükseltilmesi, kaynak kullanım
etkinliğinin artırılması ve uzun dönemde başarılı proje geliştirme ve uygulama
sonuçlarının elde edilmesi için başta emlak ve istimlak, imar ve şehircilik, etüd ve proje,
fen işleri ve kentsel dönüşüm ve gelişim projelerinin yönetimi alanlarında gayrimenkul
geliştirme ve yönetimi uzmanlarının istihdam edilmesinin zorunlu olduğu
vurgulanmalıdır.