İmar hakları transferi ve uygulama olanakları: teorik ilkeler ve uygulama yönlerinden Van ili örneğinin değerlendirilmesi
Abstract
Yaklaşık 430 kilometrelik Van Gölü Havzası’nda olağan koşullarda, suyun kara
parçasına değdiği noktanın kotu “1650 m” iken, 1995 yılında yaşanan aşırı yağış
sonrasında su seviyesi 1655 m kotuna kadar yükselmiştir. Göl suyunda meydana gelen
aşırı yükselme, kent merkezinin kıyıya denk gelen kısımları başta olmak üzere birçok
yerleşim yerinde can ve mal kaybına sebep olmuştur. Yaşanan doğal afet sonrasında
24.06.1995 tarihinde Van Gölü çevresinde 1655 metre kotu altında kalan alan afete
maruz bölge olarak ilan edilmiştir. Ancak 1995 yılından günümüze değin söz konusu
afete maruz bölgede gerek kaynak yetersizliği, gerekse mevzuat ve kurumlar arası
işbirliğinin eksikliğinden dolayı, yeni afetlerin olması durumunda yaşanabilecek can ve
mal kayıplarının önüne geçilebilmesi için önemli çalışmanın yapılamadığı
görülmektedir.
Güncel mevzuat ile ABD ve Avrupa’daki uygulamalar dikkate alındığı zaman Van Gölü
Havzası boyunca belirlenmiş olan afete maruz bölge içinde seçilen pilot bölgede mali
yükün fazlalığı ile hızlı ve kısa sürede kamulaştırma yapmanın güçlüğü nedeni ile imar
hakkının transfer ile 1655 m kotunun altındaki yerleşimlerin boşaltılması ve kamuya
terk edilmesi olanakları detaylı olarak irdelenmiştir. Bu çerçevede afete maruz alanlara
yönelik politika ve çözüm önerileri geliştirebilmek için afete maruz alandan etkilenen
42 taşınmaz maliki ile anket çalışması yapılmış ve aynı zamanda alana ilişkin mülkiyet,
kadastro ve imar planları birlikte değerlendirilmiştir. Araştırma sonuçlarına göre
maliklerin kendi tercihleri ile afete maruz bölgede çoğunlukla (%52) bir uygulama
yapması eğiliminde olmadıkları ve 1655 m kotunun altında kalan parsellerin imar
haklarının transferi için maliklerin bulundukları bölgeden başka alanlara tahliyesi konu
olduğunda “ikinci bir göçü kaldıramayacakları” yönünde görüş beyan ettikleri ortaya
çıkmaktadır. Çalışmanın bir diğer önemli sonucu ise katılımcıların çoğunluğunun (%57)
imar haklarının başka bir yere aktarılması ve yeni yere yerleşmeleri durumunda maddi
ve sosyal durumlarının şimdikinden daha kötü olacağını beyan etmeleridir. Taşınmaz maliklerinin afete maruz bölge dışında iskan edilmesinin istenmesi halinde;
projeye katılım oranın % 50’ler dolayında olacağı ve projeye katılmak istemeyenlerin
taşınmazlarının kamulaştırılması ve söz konusu alanın açık-yeşil alan ve rekreasyon
alanı olarak değerlendirilmesi zorunlu olacaktır. Afete maruz bölgede yapılacak bir
uygulamada maliklerin mevcut taşınmazlarına karşılık tercihleri ile ilgili olarak;
taşınmaz karşılığında belirlenen bedelin nakit olarak ödenmesini isteyenlerin imar hakkı
sertifikasını güvenceye alacak kurum olarak öncelikle banka ve bakanlığı tercih ettikleri
ve imar haklarının başka alana transferi veya sınırlı ayni hakların tesisi gibi hâlihazırda
belediyelerin yetkisinde olan imara dayalı işlemlerde ise imar hakkı sertifikasını
güvenceye alacak kurum olarak daha çok belediyeyi tercih ettikleri saptanmıştır. Olası
bir afet durumunda meydana gelebilecek can ve mal kayıplarının önlenebilmesi için
afete maruz bölgenin özel mülkiyetten arındırılması gerektiği gerçeğinden hareketle söz
konusu bölgede ikamet edenlerin duyarlılıkları dikkate alınarak maddi kayıpların asgari
düzeye çekilmesi, programın sosyal ayağının bulunması ve proje uygulama süreçlerine
ilişkin izleme ve değerlendirme sisteminin geliştirilmesi zorunlu görülmektedir. Buna
ilave olarak projenin olası olumsuz etkisinin asgari düzeye çekilebilmesi için afete
maruz bölgenin büyüklüğü de dikkate alınarak etaplar halinde planlama ve uygulama
yapılması, kurumlar arası işbirliğinin iyileştirilmesi, uzun vadeli çözüm sağlayacak
politikaların tespiti ve buna göre uygulamaların yapılması ile geliştirilen politikaların
uygulanabilmesi için güçlü yasal düzenlemelerin yapılması ve hatta merkezi idare ile
yerel idarelerin proje ortaklığı tesis etmeleri gerektiği vurgulanmalıdır