Charles Fourier: Kuramı ve ekolojik kriz ortamında bir eko-filozof olarak okunabilme imkânları

View/ Open
Author
AĞAOĞULLARI, Mehmet Ali (Tez Danışmanı)
ÇIVGIN, Hatice (Yazar)
Metadata
Show full item recordAbstract
ÖZET Bu çalışmada 19. yüzyılın başında Fransa’da yaşamış düşünür Charles Fourier’nin falanj kuramının, çağımızın ekolojik kriz şartlarına ne derece uyum sağladığı, güncel ekolojik problemler modele uygulandığında modelin bir redaksiyon ya da revizyona ihtiyaç duyup duymadığı hatta çözülmeye uğrayıp uğramadığı sorusunun cevabını araştırdık. Charles Fourier, 1.620 kişiden oluşan bir toplulukla, 16 kilometre karelik bir alanda, topluluğun falanster denilen bir binada ortaklaşa bir yaşam kurmasını öngörmektedir. Herkesin hissedar olduğu falanjda, üretim faaliyeti, ev işleri ve çocuk yetiştirme gibi faaliyetler ortaklaşa olarak yerine getirilmektedir. Her birey, bir gün içinde, tarımsal, sınai, sanatsal, entelektüel etkinliklerde bulunabilir. Falanjda çocuklar baba ya da eğitimci baskısına maruz kalmadan gözlemleyerek öğrenirler. Fourier’ye göre insan doğduğu andan itibaren öğrenmeye başladığı için, örneğin 0-2 yaş arasında bebeklerin damak eğitimine önem verilmeli, mümkün olan en fazla tatla tanışmalı ve bu sürecin sonunda çocuk rafine bir damak zevkine sahip olmalıdır. Eğitim sürecinden amaç, dirayetli, bilgili ve elinden birden çok iş gelen insanlar yetiştirmektir. Bu topluluğun manastırlardan farkı ise iş yapmanın bir eğlence ve estetik faaliyete dönüşmesi, insanların zevk alabilecekleri kadar süre şarkılar söyleyerek çalışmasıdır. 50 kadar değişik mesleğin icra edildiği falanjda merkezi üretim faaliyeti tarımdır. Falanster, kırsal bir alanda kurulur, havadar ve insan sağlığına uygun bir binadır. Fourier, kendisi gibi ütopik sosyalist olarak nitelenen Saint-Simon’u bir kilise kurması çabasından dolayı taassupla, endüstri toplumunu ve endüstriyel faaliyetleri övmesinden dolayı endüstriyalizmle, istikrar arayan modelinden dolayı iktidarı ele geçirmeye çalışmakla suçlamıştır. Görüşleri Fourier’ye çok yakın olan Robert Owen ise, ideal toplumunda özel mülkiyete yer vermemesi dolayısıyla düşünürümüz tarafından insanları fakirlikte eşitlemeye çalışmakla eleştirilir. Fourier’ye göre insanlar yasalarını yaparken doğaya bakmalıdır, oysa Uygarlık (kapitalizm) kendi yasalarını doğaya empoze etmektedir, bu yüzden başımıza gelecek bir felaketten kaçınmak için derhal Uygarlık rejiminden çıkılmasına ihtiyaç vardır. İnsanların kendi yasalarını doğaya dayatması nafiledir, ormanları tahrip edersek iklimler düzensizleşir, toprağı yanlış biçimde işlediğimizde verimsizleşir. Ormanlar için de acil bir plana ihtiyaç vardır. Dünyanın taşıyabileceği insan nüfusu sınırlıdır, şiddete başvurmadan bu artış bir yerde durdurulmalıdır. İnsanlar, ormanlarla, bitkiler ve hayvanlarla ve birbirleriyle doğa yasalarına uygun biçimde uyum içinde yaşamalıdır. Bedensel ve ruhsal hastalıklar mevcut hastane ve tedavi yaklaşımıyla iyileştirilememekte, hastalara insan gibi davranılmamaktadır. Her çeşit hastalık ve kötülük insan tutkularının bastırılmasından doğmaktadır. Hem toplumun dengeye gelmesi hem de hastalıkların iyileştirilmesi için tutkuların serbest bırakılmasına ihtiyaç vardır. Bu tutkular, beş duyu organımızdan kaynaklanan duyumlarımız (görme, koklama, tatma, dokunma, duyma) ve aşk, arkadaşlık, ebeveynlik, hırs, gizem, değişiklik, farklılık ve bu on iki tutkuyu birleştiren, hepsinin ortak amacı ve kaynağı olan birlikçiliktir. Fourier bu kuramını, aydınlanmanın ortaya attığı modernist görüşler ışığında, ancak henüz sanayi devriminin başlangıcındaki Fransa’da ortaya attı. Bu çerçevede, aradan geçen iyi yüzyılda düşünürün görüşlerinde bir “eskime”, bir “miyadı dolma” durumunun söz konusu olup olmadığını analiz edebilmek açısından 20. yüzyılda ekolojik sorunları konu edinen üç filozofla karşılaştırdık. Mümkün mertebe kendine yeterli, uygun teknolojiler kullanarak üretimde buluna eko cemaatleri öneren, sosyal ekolojinin kurucusu Murray Bookchin’in ekolojik ilkeleriyle Fourier’ninkilerin ekoloji anlamında paralel oldukları sonucuna vardık. Derin ekolojinin kurucusu Arne Naess’le Fourier’nin görüşlerinin karşılaştırılması bizi ilginç sonuçlara götürdü. Sol, sosyalist cenaha mensup bir düşünürün, derin ekolojinin kurcusuna anarşist bir filozoftan daha yakın olduğunu, insan düşüncesinin kalıplara sığmazlığını bir kez de biz görmüş olduk. Fourier ile Naess, düşünce sistemlerini kurarken zenginlik, çeşitlilik, çoğulluk, barışçılık, mutluluk/şenlik, şüphecilik, gibi prensipleri paylaşırken, Fourier bunlara ek olarak, zarafet, bireysellik, işbirliği, zevk, farklılık, hırs ve gizemlilik gibi başka prensipleri de savunmaktadır. Oysa, Naess’in savunduğu eşitlikçilik, eşgeçerlilik, eşdeğerlik kuramları Fourier için kabul edilemezdir varlıklar birbirine benzemez, farklı niteliklerle donanmışlardır, her eşitleme çabası dünyadaki farklılıkları yani zenginliği öldürür. Çok ilginç olan bir husus ise Naess ile Fourier’nin ahlak karşısında aldıkları tutma ilişkindir. Fourier hem ahlakın o güne dek öğütlediklerinin iki yüzlülüğünden hem de insanın doğasının ahlaki davranmaya uygun olmadığı, insanın çıkarları ve tutkularına göre hareket eden bir varlık olduğu gerekçesiyle ahlakı reddeder. Naess de insanları ahlaka çağırmak yerine, onların böyle davranmakta çıkarları olduğunu, kendi özçıkarlarını gerçekleştirdiklerine ikna etmek gerektiğini savunur. Ancak, Naess’in kuramına destek olarak dinleri çağırması ya da mistik derinlik arayışı Fourier’de hiçbir karşılık bulamaz. Fourier’yi Naess’le ve bu karşılaştırma vesilesiyle ele aldığımız Gandi, Paul Goodman’la aynı çizgiye getiren şeyse, ütopyacı, barışçı ve evrimci bir çizgiye mensup olmasına karşılık, Bookchin sol gelenek içinde devrimci ve şiddete cevaz veren bir kliğe mensup olmasıdır. Son olarak, Fourier ile Fransız ruhbilimci ve düşünür Félix Guattari arasında bir karşılaştırmaya yer verdik. Guattari, kuramını üç izlekte, üç ekoloji olarak kurar; çevre sorunlarını çevre ekolojisi, toplumsal sorunları sosyal ekoloji, insan ruhunun biçimlendirildiği alanları da mental ekolojinin alanında ele alır. İlginçtir, Guattari çevre ekolojisinde Fourier’nin sahip olduğu görüş derinliğine sahip olamaz. Oysa insan ruhuna ilişkin görüşleri, tam bir Fourierist gibidir. Onun şizoanaliz dediği şizofreni tedavisi de arzunun serbest bırakılması üzerine, hastanın nesneleştirilmekten çıkarılması üzerine kuruludur. Yaptığımız okuma, inceleme ve karşılaştırmaların sonucunda, Charles Fourier’nin 19. yüzyılın başında hem kapitalizm hem de çevre sorunları konusunda yaptığı eleştiri ve analizlerin çok isabetli olduğu, oluşturduğu kuramın, çağdaş ekolojik kriz karşısında bırakın çözülmeye uğramayı, herhangi bir revizyon ya da redaksiyona, bir tercümeye ihtiyaç duymadığı sonucuna vardık. Fourier’nin kuramını bir ekosofi olarak adlandırabilir, unutulduğu yerden çekip çıkarabiliriz, bu da ancak 21, yüzyılda önümüzü daha iyi görmemize yardımcı olur. SOMMAIRE À la fin des années 1980, pour les fondateurs de l’Association d’études fouriéristes, née en 1988 à Besançon, et des Cahiers Charles Fourier dont le premier numéro est sorti en mai 1990 à Besançon, le socialisme utopiste et tous les mouvements de réforme sociale du XIXe siècle avaient encore quelque chose à nous dire, à nous enseigner. Ils étaient convaincus que le socialisme étatique et bureaucratique dont l’échec est devenu patent, en URSS et ailleurs, après 1990, occultait une pensée sociale plus imaginative, voire plus extravagante et folle, surtout celle de celui qui ne prétendait nullement utopiste : C. Fourier. Au regard du système d’organisation totale de la variante soviétique dans laquelle couvaient inévitablement des ferments de coercition, de contrôle social et disciplinaire, ils pensaient trouver dans le projet fouriériste de groupes aux ralliements passionnels multiples, un modèle hors pair. Le grand mérite de l’utopie fouriériste semble être, en effet, de ne pas engendrer de totalitarisme. Par rapport à l’harmonie sociétaire (utopie fouriériste), l’utopie communiste (qui s’est concrétisée de la pire manière en URRS) apparaissait à leurs yeux comme une utopie amputée de la dimension de la passion, du désir et de la liberté. En revendiquant que les utopies du XIXe siècle ont mis en œuvre une pensée politique pratique ou une pensée des solutions, ces fouriéristes définissaient l’utopie comme «un présent possible dans les interstices du réel». Pour eux, le réel lui-même, par ses contradictions/impasses, générait de l’utopie, de l’expérimentation sociale. Il est donc permis de pouvoir penser l’utopie logée dans le présent, qui se construirait sans fin, ici et maintenant. Ainsi, le présent contient le possible réalisé et l’impossible pensé comme virtualité. Dans cette perspective, on peut avancer l’idée que la crise écologique actuelle qui est aussi une crise du capitalisme et une crise des valeurs, valide la pensée utopiste réalisatrice et expérimentale ne visant pas à proposer une modèle social global et total de société, mais des essais/expériences à échelle locale/régionale comme le faisait Fourier en son temps avec les fermes fiscales, les comptoirs communaux ou les phalanges d’essai. Il écrivait ceci il y a deux siècles: L’industrie civilisée ne peut, je le répète, que créer les éléments du bonheur, mais pas le bonheur. Il dénonçait la surproduction absurde, le commerce parasite et la spéculation, la destruction de la qualité des produits et des « climats », bref l’économisme qui aboutit à la pauvreté dans l’abondance. L’incapacité du système capitaliste de faire face à la crise écologique rend ce diagnostic encore plus juste et lucide. L’utopie contemporaine se démarque des impasses et apories de la société d’abondance qui génère la destruction écologique et mutile nos capacités humaines, nos aspirations aux ralliements sociaux et aux besoins les plus raffinés de l’âme, d’où les trois écologies pensées par Félix Guattari : matérielle, sociale et mentale. L’utopisme ne peut bien évidemment pas donner des réponses fermées et définitives à des questions qui changent sans arrêt ; il n’a d’ailleurs pas de complexe à ne pas donner toutes les réponses. Mais la possible catastrophe écologique et l’épuisement des ressources imposent des questionnements différents et sûrement une exigence d’écart absolu avec les paradigmes du libéralisme économique. Une relecture de Fourier semble profondément d’actualité en Europe. Tandis que Martine Tabeaud, géographe et climatologue, professeur à la Sorbonne, écrit en 2008 « le climat, tout comme l’environnement en général, est devenu un point d’ancrage de nouvelles valeurs supposées universelles, le catalyseur d’un espoir de nouvelle civilisation plus juste et plus responsable, une nouvelle utopie en quelque sorte, où le discours scientifique prend parfois des accents évangéliques », le fouriériste Renée Schérer précisait en 2001 qu’il ne s’agissait pas d’opposer chez Fourier l’utopie à la science : « Fourier a pensé, a écrit dans le champ, sur le plan d’immanence d’une écosophie avant la lettre. Écosophie parce qu’aucun autre mot ne peut lui convenir, et surtout pas celui qui le réduirait à n’être que le préfigurateur d’un socialisme dit scientifique… Fourier vise une science encore manquante ». « C’est une erreur choquante que de croire l’industrie humaine exclue de l’influence dans les inégalités de température en latitudes égales » écrivait en 1847 C. Fourier. Si on peut réussir à replacer l’écologie dans une large perspective philosophique, qui rompt avec l’interprétation abusivement positive, mécaniste ou réaliste de Marx et du socialisme dit scientifique (Walter Benjamin), l’on peut y retrouver alors Fourier comme Guattari et Deleuze. Certains peuvent se plaindre de voir l’épithète écologique accolée à Fourier ; rappelons-leur qu’en Harmonie fouriériste, l’industrie manufacturière est subordonnée à l’agriculture. L’organisation agricole pensée par Fourier s’appelle l’ordre engrené/composé. Elle est le contraire du système civilisé (ordre massif), des clôtures et barricades : « Chaque série agricole s’efforce de jeter des rameux sur divers points, elle engage des lignes avancées et des carreaux détachés dans tous les postes des séries dont le centre d’opérations se trouve éloigné du sien ; et par suite de ce mélange (subordonné aux convenances de terrain), le canton se trouve parsemé de groupes, la scène y est animée, et le coup d’œil varié et pittoresque » dit Fourier. Fourier n’est donc pas seulement un novateur social et le poète des passions libérées. Il peut aussi être considéré, avant la lettre et pleinement, comme un écosophe contemporaine. C’est un homme qui a décelé, dans la dégradation de la Nature, la responsabilité humaine, celle d’un développement industriel anarchique, du pillage des ressources du sol, des méfaits ravageurs du déboisement. Il a vu, dans les dysfonctionnements sociaux, la source de toutes les maladies, aussi bien celles du règne animal et du Globe entier que celles des individus, tant en ce qui touche à leurs organismes qu’en ce qui affecte leurs âmes. Si on suit le raisonnement de René Schérer, il mène, d’un même mouvement, sur un même front, l’analyse de ce que Félix Guattari appelle «Les trois écologies» : naturelle, mentale et sociale. Et comme lui, il croit nécessaire de les conduire jusqu’à une écosophie, sagesse indispensable à notre temps.