ORTAÇAĞDA İLK ÜNİVERSİTELR : STUDIUM
GENERALE
Fatih Rukancı *
Hakan Anameriç **
1. Giriş
Ortaçağ, Yunan – Roma kültüründen
sonra gelerek, Aydınlanma Çağı’na kadar uzanan yaklaşık bin yıllık bir dönemi
kapsar. Ortaçağ şüphesiz Antikçağ ile Rönesans arasında bir geçiş dönemi olarak
kabul edilir. Dolayısıyla hem önceki dönemden farklıdır hem de bir sonraki
dönemin hazırlayıcısıdır. Ortaçağın başlangıç dönemini belirleyen en önemli
etken şüphesiz Hıristiyanlık dininin doğuşu olmuştur. Fakat Ortaçağ düşünce
sistemini belirleyen tek etken yalnızca Hıristiyanlık dininin dogmaları
değildir. Ortaçağ düşüncesi incelenmek istendiğinde bu dönemdeki bilimsel
çalışmaların siyasi, toplumsal olayların teknolojik gelişmelerin ve Antikçağ
düşüncesiyle İslam Dünyası’nda yapılmış çalışmaların da birer faktör olarak ele
alınması gerekir.
Batı Dünyası’nda 17. yüzyılda
gerçekleşmiş olan bilimsel devrimi, 12. ve 16. yüzyıllar arasında ortaya çıkmış
olan bilimsel, toplumsal ve siyasi olaylar hazırlamıştır. Bu olayları
şekillendiren ve Batı Dünyası’nda bilimsel devrimin ortaya çıkmasında etkili
olan üç temel etmen vardır. Bu etmenlerden birincisi 12. ve 13. yüzyıllar
boyunca Yunan ve İslam bilimsel eserlerinin Latince’ye çevrilmesidir. Bu etmen,
bilimsel devrimin oluşması sürecinde diğer iki etmene göre daha temel ve
zorunlu bir işleve sahiptir. Çünkü, Ortaçağ biliminin şekillenmesi büyük
ölçüde, daha önce üretilmiş bilginin Batı’ya aktarılması ile gerçekleşmiştir.
Bu aktarılma işleminde, savaşların ve ticari ilişkilerin de önemli rolü
olmuştur. Emeviler Dönemi’nde (661-750) Müslümanların İspanya’yı fethetmeleri
ile birlikte, İslam Dünyası’nda üretilen bilimsel kaynakların Avrupa’ya
aktarılmış olması, bu durumun belirgin ve bilinen kanıtıdır. Bu etkileşim ve
kültür alışverişi, 431 yılında Efes’te düzenlenen III. Konsül tarafından
sürgüne gönderilen Nesturius ve yandaşlarının Antik Yunan ve Roma eserlerini de
beraberlerinde getirerek Urfa-Harran civarlarına yerleşmeleri ve burada Arap ve
Fars toplumlarıyla etkileşime girmeleriyle başlamıştır [1].
Böylece bu eserler Süryanice, Sanskritçe, Yunanca, Latince ve Pehlevice’den
çevrilerek dönemin bilimsel altyapısını oluşturmuştur. Bu şekilde gerçekleşen
çeviri faaliyetleri Avrupa’da Skolastik Dönem’in güçlenmesini ve bunun sonucu
olarak bilimsel çalışmaların ve eğitim sisteminin yeniden yapılanmasını da beraberinde
getirmiştir. Bu bakımdan 11. yüzyılın sonları Ortaçağ düşünce tarihinde önemli
bir dönüm noktasıdır. Çünkü bu dönemde İslam Dünyası, hem bilimsel çalışmalar hem
de yetişmiş bilim adamları açısından Avrupa’dan daha ileri düzeydi. Yunanca,
Arapça ve Farsça eserlerin Latince’ye kazandırılması için İspanya’da
Tuleylule’de (Toledo) başpiskopos Raymond de Sauvetat tarafından bir çeviri
okulu kurulmuş olması bu durumun açık bir kanıtıdır [2].
Bilimsel devrimin oluşumunu sağlayan
ikinci etmen ise, Ortaçağ’da üniversitelerin ortaya çıkması ve yaklaşık 800 yıl
boyunca bir kurum olarak varlıklarını devam ettirmeleridir. Ortaçağ Latin
toplumunun gelişimi kilise ve kentlerin bağımsız olarak örgütlenmelerini
sağlamış, ilk üniversiteler de bu idari örgütlenme içerisinde kendilerine yer
bulmuştur. 12. ve 16. yüzyıllar arasında İslam, Çin, Hindistan ya da Antik
Güney Amerika’daki uygarlıkların eğitim kurumları ile Ortaçağ Batı Dünyası’nın
üniversiteleri karşılaştırılamaz. Çünkü Ortaçağ’da Avrupa’da ortaya çıkan
üniversiteler, modern bilimi geliştirmeye yönelik alt yapıları, ders
programları, kuralları, siyasi – hukuksal ayrıcalıkları ve sıra dışı
faaliyetleri ile diğerlerinden ayrılırlar [3]. Ortaçağ
Skolastik Dönemi’nde eğitim ve öğretimin sürdürüldüğü ve bilgi üretiminin
gerçekleştirildiği kurumlar olarak 12. yüzyıla kadar katedral ve manastır
okulları ön plandadır. Bu okullar, 12. yüzyılda etkilerini kaybetmiş ve
üstünlüklerini üniversitelere kaptırmışlardır. Bu yeni eğitim ve öğretim
kurumları, hoca ve öğrencilerin seçimi, düzenli ders programları, tartışmalar,
bilimsel çalışmalar ve kütüphaneleri ile katedral ve manastır okullarından
ayrılmaktadırlar. Bunun yanı sıra, üniversitelerde bilginin kayıtlı olduğu ve
bilginin yayılmasına aracılık eden kitaplar, Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde
olduğu gibi korunması gereken birer put değil, bilginin üretimi ve yayımı için
birer araç haline gelmiştir.
Üçüncü etmen ise; din ve bilimin, birer
etkinlik olarak birbirinden ayrılmasıdır. Bu ayrılma sonucunda Ortaçağ’da
giderek iki farklı düşünsel etkinlik, bilgi üretme yöntemi, ve bilgi türü ortaya
çıkmıştır. Albertus Magnus (1193-1280) ile başlayıp Thomas Aquinas (1225-1274)
ile yerleşen bu anlayışa göre, din ve bilim ayrı alanlarda bilgi üretmeli ve
ürettikleri bu bilgileri kendi yöntemleriyle ve birbirlerine müdahale etmeden
yorumlamalıdır. Thomas Aquinas’a göre inanma ile bilmenin alanları ayrıdır,
inanmanın dayanağı inanç; kaynağı Kutsal Kitap ve din otoriteleri; bilimin
dayanak noktası ise akıl ve kaynağı da doğadır. Bu yaklaşım ile din ile bilimin
çalışma alanları birbirinden ayılmakta, bu iki alanın doğruları ve yanlışları önceden
olduğu gibi uzlaştırılmaya çalışılmamakta ve sorunlarını kendi yöntemleriyle
çözümlemeleri öngörülmektedir. Bu anlayışın yaygınlaşması sonucu zamanla birçok
din bilimcisi yalnızca laik bilimsel müfredatı kabul etmekle kalmamış, aynı
zamanda pozitif bilimlerin dini açıklayıcı ve aydınlığa kavuşturucu
gerekliliğine de inanmışlardır [4].
Bu bağlamda çalışmanın ilerleyen
bölümlerinde, Ortaçağ’da düşünce sisteminin şekillenmesine ve 17. yüzyılda Batı’da
bilimsel devrimin gerçekleşmesine neden olan bu koşulların etkileri göz önüne
alınarak, ilk üniversitelerin ortaya çıkışı ve gelişimi ele alınacaktır.
2. İlk Üniversiteler
2.1. Studium Generalelerin Ortaya Çıkışı
Ortaçağ Batı Avrupası’nda entelektüel
umutsuzluk, Karanlık Çağ’dan sonra birçok katedral ve manastır okulundaki
öğrenim merkezlerinin önem kazanmasına neden olmuştur. Erken Ortaçağ’da varolan
ve yüksek öğretim kurumları olarak kabul edilen bu okullar, az sayıda
olmalarına rağmen 13. yüzyıla kadar tam anlamıyla gelişme gösterememiş ve
bölgesel nitelik taşımaktan öteye gidememişlerdir. 13. yüzyıl öncesinde uzunca
bir süre bugünkü anlamda üniversitelere benzer eğitim ve öğretim kurumları
yoktu. Ortaçağ üniversitelerinden önce Avrupa’da kilise, katedral ve manastır
okulları ve bir de özel hocaların belli bir gruba ders verdikleri merkezler
vardı. Bu merkezlere “studium generale” adı verilmekteydi [5]. Böylece
Avrupa’nın birçok şehrinden çeşitli konularda eğitim görmek isteyen çok sayıda
öğrenci studium generalelerde toplanmıştır. Doğal olarak, eğiticilerden iyi
olanlar daha fazla talep görmeye başlamış ve ardından da zamanla öğretmenler ve
öğrenciler dernek-lonca benzeri örgütlenmelere gitmişlerdir. Studium generaleler
belirli bir müfredat ya da ders programına göre eğitim vermemişlerdir. Öğrencilerin
öğretmenlerini birer eğitimci olarak ve istedikleri zaman dinledikleri Studium generalelerde
aynı zamanda benzer konularda eğitim veren öğretmenler bir araya gelerek
örgütlenmeye başlamışlar, papa ve dönemin hükümdarları tarafından da siyasi ve
maddi destek görerek kurumsallaşma aşamasına gelmişlerdir [6].
Günümüzdeki üniversite ismine
kaynaklık eden “Universitas” terimi ise, o dönemde çoğunlukla öğrenci kitlesini
belirtmek için kullanılmaktaydı ve özellikle yabancı uyruklu öğrencilerin başka
bir milletten olduğunu çağrıştıran bir terim olarak kullanılıyordu. “Universitates”
teriminin erimesi ve kısaltılmasıyla “universitas” haline dönüşen terim
Ortaçağ boyunca zamanla bir takım terimsel ve kavramsal farklılıklarını
yitirmiş ve universitas tek başına kullanılmaya başlamıştır. Dolayısıyla Ortaçağ’da
universitas yani, üniversite kelimesi bugünkü anlamında değil, “corporation”
dernek, kurum anlamında kullanılmaktaydı.
Öğretmenler kendi öğretim
sistemlerini geliştirmek ve öğrencilerine aktarabilmek, öğrenciler de daha iyi
bir eğitim almak ve gereksinimlerini karşılayabilmek amacıyla bir grup halinde
biraraya gelip, bir kurum yapısı içerisinde Ortaçağ şehirlerinde kendi
haklarını savunmaktaydılar. Modern anlamda üniversite için kullanılan terim
studium generaledir. Studium generale terimi, Ortaçağ’da rastlantısal olarak diğer
bir çok grubu da ifade etmiştir. Dolayısıyla Studium Generalè terimi
universitas terimini de kapsayan ve uzun yıllar ilk üniversiteler için
kullanılan genel bir ifadedir. Ortaçağ Avrupası’nda üniversite için kullanılmış
olan terimlerden biri “universitas scholarium” bir başka
terim de majeste (hükümdar, papa vb.) tarafından tanınan, scholarium ve benzeri
bir kelime ile birleştiğinde ortaklık ve topluluk anlamı taşıyan “Universitas
Magistrorum et Scholarium” dur [7].
Ortaçağ Avrupa’sında eğitim sistemindeki
değişim, 529’da Platon’un Academia’sının kapatılmasıyla başlamıştır. Bu olayla
birlikte Doğu Roma İmparatorluğu’ndaki Hıristiyanlık dışı (pagan) okullar tamamıyla
ortadan kalkmıştır. Bu okulların yerini Hıristiyanlık dininin inanç ve davranış
sistemlerinin anlatıldığı ve din adamlarının yetiştirildiği kilise okulları
almıştır. Batı Avrupa’nın ilk okulları Benedictine rahiplerinin gençlere
okuma-yazma öğretmesiyle 6. yüzyılda oluşmaya başlamıştır. Bu okullar kilise,
katedral ve manastır gibi dini kurumlar ile ortak hareket etmekte ve dışarıdan
yönetilmekteydi. 787 yılına gelindiğinde Fransa’da imparator Charlemagne’ın
(Şarlman) tüm kilise ve bağlı kuruluşların birer okul açmaları için bir buyruk
yayımladığı görülür. Laik eğitime yönelik bu okullar, ilerleyen yıllarda
kurulacak üniversitelerin çekirdeklerini oluşturmuştur. Doğuda üstü örtülü de
olsa canlılığını sürdüren eğitim ve öğretim geleneği böylece Batı’ya da bir
ölçüde aktarılma olanağı bulmuştur [8]. Ortaçağ
Batı toplumunda din dışı konularda da eğitim görme gereksinimi studium generalelerin
oluşmasını sağlamıştır. Bunun yanı sıra ilk üniversiteler olarak kabul edilen
bu okulların ortaya çıkışını iki temel nedene bağlayabiliriz. Bunlardan ilki,
Ortaçağ Batı Avrupası’nın 8. yüzyıldan itibaren ciddi bir biçimde İslam
medeniyetiyle etkileşime girmesi, kentleşmenin ortaya çıkışı ve din adamlarının
bilgi düzeyinin artmaya başlamasıdır. İkincisi ise, bir kurumsal birlik
fikrinin ortaya çıkması ve böylelikle Ortaçağ Batı Dünyası’nda kiliseler,
manastırlar ve diğer dini kurumların bir hiyerarşi içersinde yer alarak
araştırma yapan, bilgi üreten kurumlar haline gelmeleridir [9]. Studium
generalenin tarihi İtalya’da başlar; bu kurumlarda eğitimi verilen konular din
dışı olmakla beraber, bu okullar da kilise tarafından denetlenmekteydi. 9.
yüzyılda kurulan ve ilk büyük studium generale olan Salerno Tıp Okulu, tıp
eğitimi vermesinin yanı sıra tüm Avrupa’da Katolik öğretisinin yaygınlaşmasında
da önemli rol oynamıştır [10].
1079 yılında Papa
Bologna’daki okulların gelişimi, 1155
yılında İmparator I. Frederick Barbarossa’nın öğrencileri koruma altına alması
ve öğrencilerin sadece kendi hocaları ya da Bologna piskoposu tarafından
yargılama yetkisi olduğunu belirten emriyle başlamıştır[12].
Böylece hukuk eğitimi almak isteyen bu öğrenciler bir araya gelerek 1158
yılında Bologna’da hukuk eğitimi veren bir üniversitenin kurulmasını sağlamışlardır.
İtalya’da Salerno ve Bologna’da tamamıyla Arapça metinlerin Latince
çevirileriyle derslerin okutulduğu tıp okulları da vardı. Bu okullar aynı
zamanda katedral okulları ile üniversiteler arasındaki bağı da sağlıyorlardı. Bologna’daki
üniversite Salerno Üniversitesi’nin aksine gerçek anlamda üniversite
literatürüne katkıda bulunan ürünler vermiştir. Paris’te 1200’den önce kurulmuş
ve din eğitimi veren üç okul bulunmaktaydı. Bunlar dışarıdan gelen öğrencilere
din eğitimi veren Notre Dame, Saint Victor ve Ste. Geneviève adlı adlı din okullarıydı
[13]. Paris
Üniversitesi’nin kurulması, Bologna Üniversitesi’nin kurulması ile aynı
tarihlere rastlamaktadır ve bu üniversitenin kuruluşunda 11. yüzyılın sonunda
Paris’te kurulan ve yukarıda sözü edilen bu üç okulun önemi büyüktür.
Studium generale adıyla kurulan bu
üniversitelerin resmi olarak tanınması ve faaliyet göstermesi için papa, kral
ya da imparatordan resmi izin almaları gerekliydi. Bu bağlamda 1225 yılında
İmparator II. Frederick’in resmi buyruğuyla ilk studium generaleler Napoli’de
bir ün ve prestij kazanarak yasal izinli kurumlar haline gelmişlerdir. Böylece
Napoli Üniversitesi ilk devlet üniversitesi olma özelliğini de taşımaktadır [14]. Bunu
takiben benzer bir uygulamayı Papa IX. Gregory Toulouse’da 1229 yılında
gerçekleştirmiştir. Avrupa’da diğer studium generaleler papanın ya da
imparatorun emriyle birbiri ardına kurulmuştur. 1292 yılında Paris ve
Bologna’daki studium generaleler Papa IV. Nicholas’ın emriyle resmi nitelik
kazanmışlardır. Oxford Üniversitesi de bu geleneğin devamı olarak 1254 yılında Papa
IV. Innocent’in izniyle kurulmuştur. İngiltere’de 1209 yılında kurulmuş olan
bir diğer studium generale de Papa XXII. John’un emriyle 1318 yılında resmi
nitelik kazanan Cambridge Üniversitesi’dir [15]. Kuzey
İtalya’da Bologna’dan ayrılan öğrenciler tarafından kurulan Reggio Üniversitesi
ve 1160’da bir hukuk okulu ile birleştirilen ancak gerçekte tıp okulu olan
Montpellier Üniversitesi, Avrupa’da kurulan diğer iki önemli eğitim kurumudur [16].
Ortaçağ’da kurulan bu ilk
üniversiteler, gerek idari yapı gerekse eğitim sistemleri yönünden farklı
özellikler göstermekteydi ve bu özellikleriyle Avrupa’da kendilerinden sonra
kurulan üniversiteler için model oluşturmaktaydılar. Örneğin Paris Üniversitesi’ni
Batı Hıristiyan aleminin efsanevi dinsel merkezi olarak diğerlerinden ayrı
tutmak gerekir. 13. yüzyılın ünlü düşünür ve din adamlarından olan Albertus Magnus
(Albert the Great), onun öğrencisi Thomas Aquinas’ın yanı sıra dokuz papanın
Paris Üniversitesi’nde eğitim gördüğü bilinmektedir [17].
Paris Üniversitesi gerek ilk üniversitelerden biri olması gerekse yapısal
olarak üniversitelerin özerkleşme girişimlerini bünyesinde barındırması
açısından dikkati çekmektedir. Bu üniversitede öğrenci ve öğretim üyelerinin
birlikte örgütlendikleri bir yapı söz konusuydu. Öğrenci egemenliğinin ağır
bastığı Bologna Üniversitesi’nin tersine öğretim üyelerinin belirgin bir ağırlığının
olduğu Paris Üniversitesi, piskoposluktan bağımsızlaşma yönünde önemli
başarılar kazanmıştır. Oxford Üniversitesi’nin 1115 yılında 60-100 öğrencinin
bir araya gelmesiyle, Priory St. Frideswide’ın Augustinian kilise yasalarıyla
ortaya çıktığı görülmektedir. Bu üniversite 1163 yılına kadar bir studium generalè
olarak nitelendirilmemiş ve Paris’te kral I. Henry’e ve sarayına yakınlığı ile
dikkati çekmiştir. 1150’ye doğru Paris’teki din okulları üniversite konumuna
gelmişler ve 1167 yılında Paris’teki okullarda eğitim görmüş olan bir grup
İngiliz öğrenci buradan ayrılarak Oxford Üniversitesi’nin şekillenmesine
yardımcı olmuştur [18].
Oxford Üniversitesi matematik ve doğa
bilimleri alanlarında önemli bir yere sahipti. Ancak 1209 yılında borçları
nedeniyle bir süre eğitimine devam edememiştir. Bu nedenle Oxford’dan ayrılan
öğretim üyeleri Cambridge Üniversitesi’nin temellerini atmışlardır. 13.
yüzyılın başlarında Cambridge Üniversitesi önemli bir gelişme göstermiş ve
studium generale olarak kabul görmüştür. Cambridge ve Oxford Üniversiteleri yapısal
olarak 1264 yılında kurulan Merton College’den önemli ölçüde etkilenmiştir. Merton
College, halkın içinde ve ruhban sınıfı tarafından kabul görmüştür. Bu kolej
yapısı 1571 yılında yasal yapılarıyla diğerlerinden ayrılan İngiliz
üniversiteleri için de önemli bir özelliktir. Cambridge ve Oxford Üniversiteleri’nin
halk ve ruhban sınıfı tarafından kabul görmesi, üzerlerindeki merkezi otorite
ve dini kuralların baskısının azalmasına neden olmuştur. Bunun sağlanmasında
ise, rahip Lincoln ve Ely’nin kişisel denetimleri altında verilen emirler
önemli ölçüde etkili olmuştur. Bu iki İngiliz üniversitesinin yanı sıra Kuzey
Fransa ve Almanya’da kurulan üniversiteler öğretim sistemlerindeki
benzerlikleriyle, Paris modelinden sonra Ortaçağ’a egemen olmuşlardır. 1348-1450 yılları arasında Avrupa’da faaliyet
gösteren studium generalèlerin sayısının 1500’lerde 52’ye kadar yükseldiği
görülür [19].
Kısa bir süre sonra Avrupa’da birçok studium
generale ortaya çıkmış, ilk olarak Paris’te ve daha sonra İngiltere’de sonraki
300 yıl boyunca çeşitli kentlerde çok sayıda üniversite kurulmuştur (Bkz.
Harita 1).
2.2.Eğitim-Öğretim ve Kampus
Yaşamı
Ortaçağ’da
üniversitelerin kurulmaya başlamasıyla aydınlar, bilim adamları, filozoflar,
hukukçular, tıp doktorları, edebiyatçılar, misyonerler ve din adamlarından
oluşan ve “clerisy” (ulema / bilim adamları) adı verilen, bilgi üreten ve
onu aktaran bir sınıf ortaya çıkmaya başlamıştır. Clerisy içinde çoğu doktor ve
hukukçu olan bilgili, dindışı kişiler topluluğu vardı. Hukuk ve tıp, hem
Ortaçağ üniversitesinde yeri, hem de Ortaçağ üniversitesi dışında statüsü olan
iki laik bilim dalıydı. Bu topluluk dernek türü bir örgütlenme içinde yer almış
ve rakiplerine karşı kolejler oluşturmuşlardır. Clerisy sınıfının gelişmesi
Ortaçağ Avrupası’nda üniversitelerin ve üniversite kütüphanelerinin sayıca
fazlalaşmasını da beraberinde getirmiştir [20].
Bununla birlikte Ortaçağ üniversitelerindeki öğretim üyelerinin büyük çoğunluğu
din adamlarından oluşmaktaydı. Üniversitede öğretim üyesi olmak isteyen birinin
en az altı yıllık bir eğitim sürecinden geçmesi zorunluydu ve bu zorunluluk
özel üniversiteler tarafından da kabul edilmişti. 1215 yılında hazırlanan Paris
üniversitesi yönetmeliğine göre, öğretim üyesi olmak için kişinin en az 20
yaşında ve hiçbir yüz kızartıcı suç işlememiş olması gerekirdi. Din
eğitimcileri (tanrıbilimciler - teolog) ise hem en az sekiz yıl öğrenim
yapmadan hem de okullarda okutulan dersleri sadakatle izlemeden 35 yaşından
önce Paris’te ders veremezdi. Bir toplumun karşısında ders verebilmesi için
Tanrıbilim dalında en az beş yıl alışma görevi (staj) yapmış olması da
gerekiyordu [21].
Ortaçağ boyunca
üniversitelere tanınan ayrıcalık ve haklar çerçevesinde öğretim üyeleri ve
öğrencilerin elde ettikleri sosyal ve hukuki kazanımlar ise maddeler halinde şu
şekilde özetlenebilir:
·
Üniversite
master (okulun en eski öğretim üyesi ve yöneticisi)’i ya da piskopos tarafından
yargılanma ayrıcalığı,
·
Barınacak
yer (pansiyon, ev, oda vb.) sağlanmasının kolaylaştırılması,
·
Kilise,
belediye, loncalar, dernekler tarafından yiyecek ve içecek (iaşe) yardımı,
·
Sahip
oldukları mal ve mülklerin korunması,
·
Kendilerinin
ve ailelerinin can güvenliğinin sağlanması,
·
Ders
kitapları için ödünç verme, kiralama ve kitaplar karşılığında rehin bırakma
işlemlerinin düzenlenmesi,
·
Araştırma
ve incelemeler için mali destek sağlanması,
·
Grev
yapma hakkı,
·
Üniversitelerin
kendi ders programlarını hazırlayabilme, öğrencilerine derece vermek için
kriterler belirleme ve kendi öğretim üyelerini yetiştirebilme hakkı [22].
Zor ve hemen her yönden
yorucu bir meslek yaşamı olasılığına rağmen, öğretim üyelerinin çoğu Ortaçağ
boyunca akademik özgürlüğün avantajlarını yaşamışlardır denilebilir.
Ortaçağ’ın ilk
dönemlerinde geleneksel manastır ve katedral okullarının eğitim programları (curriculum)
retorik, gramer ve diyalektikten oluşan trivium ve ileri düzeyde aritmetik,
geometri, astronomi ve müzikten oluşan qudriviumdan meydana gelmekteydi. Bu
program aynen üniversitelerde de geçmiştir. 12. yüzyıldan itibaren kurulmaya
başlayan Avrupa üniversitelerinin ders programlarında dikkat çekici bir tek
biçimlilik söz konusuydu. Bu durum öğrencilerin ve öğretim üyelerinin bir
üniversiteden diğerine kolayca geçiş yapmalarını sağlamaktaydı. Üniversitelerde
alınan ilk derece “bachelor of arts - baccaleuriat” idi ve öğrencinin “bachelor”
olduğu yedi özgür sanat (trivium + quadivium) ikiye ayrılmaktaydı. Dille ilgili
dersleri, gramer, diyalektik ve retorik oluştururken, sayılarla ilgili dersler aritmetik,
geometri, astronomi ve müziktir. Uygulamada üç tür felsefeye de yer
verilmekteydi; etik, metafizik ve doğa felsefesi [23].
Ortaçağ Avrupası’ndaki
üniversitelerin ders programlarının trivium bölümünü oluşturan derslerde
retorik için Cicero’nun “Ad Herremium” ve Aristoteles’in “Rhetoric”; gramer
için Donatus’un İstanbul’da yazmış olduğu “Ars Minor” ve “Ars Major”,
Priscian’ın “Institutionas Grammaticae”, Bethune’li Eberhard’ın “Graecismus”,
Villa Dei’li Alexander’ın “Doctrinale”; diyalektik için ise, Aristoteles’in
Boethius tarafından çevrilmiş olan “Prior”, “Posterior Analytics”, “Topics”,
“Sophistical Refutations”, “Metaphysics”, “De Anima”, “Categories”,
Porphyry’nin “Isagoge”, Gilbert de la Porrée’nin “Books of Six Principles” ve
Petrus Hispanus’un “Summulae Logicales” adlı eserlerinin yaygın olarak
kullanıldığı bilinmektedir[24].
Ders programlarının quadrivium bölümünde okutulan kitaplara örnek olarak da;
aritmetik için Bath’lı Abeleard tarafından çevrilen Euclid’in “Elements”,
Sacrobosco’lu John’un “Algorismus” ve Pythsagoras’ın “Arithmetica”; geometri
için Ptolemy’nin (Batlamyus) ve Euclid’in “Optica”, Aristoteles’in
“Meteorologica”; astronomi için Sacrobosco’lu John’un “De Sphera”, Cremona’lı
Gerard tarafından çevrilen Ptolemy’nin “Almagest”, Robert Grosseteste’nin
“Computus”, Saint Victor’lu Hugh’nun “Practice Geometriae” ve müzik için
Boethius’un “De Institutione Musica” ve Aurelius Augustinus’un “De Musica” adlı
eserleri gösterilebilir [25].
Yedi Özgür Sanat’a (Artes Liberales)
ek olarak tıp, hukuk ve teoloji, üniversitelerdeki ilk fakülteleri de temsil
etmektedirler. Bu fakültelerde okutulan derslere temelde kaynaklık eden
eserlere örnek verilecek olursa; tıp eğitimi veren fakültelerde; Hippocrates’ın
“Aphorisms”, “Prognostics”, Galenos’un “Ars Medica”, “Ars Parva”, “Tegni” ve “Microtechne”,
Dioscorides’in “Meteria Medica” adlı eserlerinin yanı sıra, Ortaçağ’da tıp
biliminin önemli ölçüde etkilendiği ve birçok çevirisinin yapıldığı İbn-i
Sina’nın “Canon – Kanun”, adlı eseri, Ali bin el-Abbas el-Magusi’nin tıp
konusundaki çalışmaları, Ebubekir Zekeriya er-Razi’nin “Liber Ad-Almonserem”
adıyla Latinceye çevrilen “Kitab el-Mansuri” ile “Liber Continents” adıyla Latinceye
çevrilen “Kitab el-Havi - El-Cami ve Ebu el-Kasım Halef bin Abbas
ez-Zahravi’nin cerrahi çalışmaları; hukuk için Roma ve Kilise hukukunu temel
alan “Corpus Iurus Civilis” ve “Corpus Iurus Canonici”, Gretian’nın “Decretum”
adlı eseri; teoloji için ise; temel kaynak olarak “İncil” ve patriklerin
İncil’e ilişkin yorum kitaplarının yanı sıra, Aurelius Augustinus’un “De Trinitate”,
“De Civitate Dei” ve “Confessiones”, Thomas Aquinas, Saint Bonaventure, Duns
Scotus, Occam’lı William tarafından üzerine yorumların yapıldığı Peter
Lombard’ın “Sentences”, Dacialı Boethius’un “Theological Tractetes”, Petrus
Abeleardus’un “Sic et Non” ve Thomas Aquinas’ın “Summa Theologica” adlı
eserleri gösterilebilir [26]. Aynı
zamanda Ortaçağ süresince bu bilimlerle ilgili yapılan yeni çalışmalar sözü
edilen bilimlerin alt dallarının varlığını da açığa çıkarmış ve bu alt dallar
Kopernik, Galileo, Francis Bacon ve Kepler gibi bilim adamlarının
çalışmalarıyla etkinliğini sürdürebilmiştir. Ortaçağ üniversiteleri, neredeyse
ilk yıllarından itibaren bazı alanlarda
uzmanlaşmışlardır. Paris, Cambridge ve Oxford teoloji, kilise hukuku
(canon law) ve Yedi Özgür Sanat’a (Artes Liberales) odaklanırken, İtalya ve Güney
Fransa’daki üniversitelerde Roma hukuku ile Arapça ve İbranice kaynaklardan tıp
okutulmaktaydı [27].
Ancak tüm bu derslerin okutulması
Aristoteles’in Batı Dünyası tarafından yeniden keşfedilmesinden önceydi. Aristoteles’in
yeniden keşfedilmesinde Ortaçağ bilimsel, dini ve felsefi yaşantısına önemli
katkılarda bulunan Dominiken ve Fransisken tarikatlarının etkisi büyük
olmuştur. Bu iki tarikat zaman içinde farklı çalışma alanlarına yönelmiş,
Fransiskenler bilime, Dominikenler ise felsefeye yönelik çalışmalar
yapmışlardır. Dominikenlerin önemli düşünür ve bilim adamlarından olan Albertus
Magnus ve Thomas Aquinas skolastik dönemin bilgi üretme ve eğitim sistemi olan
skolastik yöntemin yeniden yapılandırılmasında önemli rol oynamışlardır. Magnus
ve Aquinas’ın başlattığı bu yenilik dönemi Avrupa’yı Rönesans’a kadar
götürecektir. Fransiskenler içinde ise, Roger Bacon, Ockham’lı William, Brabant’lı
Siger, Bonaventura ve Dacia’lı Boethius gibi önemli düşünürler vardı. 13.
yüzyıl bilimsel düşüncesine damgasını vuran Fransisken ve Dominikenlerin
üniversite çevrelerine girmeleriyle Ortaçağ düşünsel hayatında önemli
sayılabilecek adımlar atılmıştır. Dominikenler üniversitelerin gelişmesinde ve
Hıristiyan düşüncesinin sistemleştirilmesinde rol oynarken, Fransiskenler daha
çok bilimsel düşüncenin gelişmesinde etkili olmuşlardır [28].
Erken Ortaçağ’da temel
bilimlere önemli ölçüde katkıda bulunulmamış, önemli başarılara ulaşılan doğa felsefesi
üzerine yoğunlaşılmış ve bu dönemde Yunan-Arap (İslam) bilgisinin bir mirasa
dönüştürülmesi amaçlanmıştır. 12. yüzyılda Aristoteles’in çalışmaları, Latince
ve Fransızca’ya çevrilerek okutulmaya başlamıştır. Bu çeviriler Ortaçağ
üniversitelerinde temelde mantık ve doğa felsefesinden oluşan eğitim
programlarının ortaya çıkmasını sağlamıştır. Mantık ve doğa felsefesi gibi
dersler Batı Avrupa Ortaçağ üniversitelerinde sürekli olarak yaklaşık 450-500
yıl okutulmuştur. Paris, Oxford gibi büyük üniversitelerin fen fakültelerindeki
ders programlarında ise tıp, din bilim (teoloji) ve hukuk dersleri önemli
ölçüde yer almıştır. Yüzyıllar boyunca doğa felsefesi, geometri ve astronomi
doktora ve master düzeyinde temel eğitim programında yer almıştır. Daha yüksek
disiplinler olan hukuk, tıp ve din bilim dersleri ise, lisans üstü eğitime
kabul için okunması gereken zorunlu dersler arasındaydı. Öncelikle doğa
felsefesi ve mantık biliminin öğretiminde bir kurumsallaşmaya gidilmiştir. 4-6
yıllık yüksek öğretim doğa felsefesi ve mantık üzerine temellendirilmiştir. 13.
ve 15. yüzyıllar boyunca tüm Avrupa’da hatta en doğuda yer alan Polonya’da bile
doğa felsefesi ve mantık dersleri üniversitelerin çoğalması ile birlikte
yaygınlaşmıştır. Üniversitelerdeki ders programları kilise ve idari yönetim
tarafından onaylanmadıkça uygulanamazdı [29].
Üniversitelerin tüm
Avrupa’da yaygınlaşmasıyla Aristoteles’in eserleri ve düşünceleri eğitim
programlarının merkezini oluşturmuştur. Üniversitelerde Aristoteles’in yanı
sıra Gilbert de la Porrée, Boethius, Bonaventura, Robert Grosseteste, Roger
Bacon, Theodoric Freiberg ve diğerlerinin de eserlerinden yararlanılmaktaydı. Dinbilim
eğitiminde ise, 14 yıl veya daha fazla bir süre Peter Lombard’ın 12. yüzyılda
yazılan “Book of Sentences”ları, patriklerin yorum kitapları ve İncil
okutulmaktaydı [30].
Ders programlarının
yeniden örgütlenmeye başlamasıyla farklı bilim dallarının da üniversitelerin
ders programları içinde yer almasını sağlamıştı. Erken yeniçağ Avrupa’sında Ortaçağ
üniversitelerindeki ders programlarında bir değişiklik olmamış sadece bu
programlar genişletilmiştir. Geleneksel olarak tüm üniversitelerde yer alan
trivium ve quadrivium’un yanına hukuk, tıp ve dinbilim eklenmiştir. Bu
genişleme 15. yüzyıldan sonra hız kazanmış, şiir, etik, tarih, coğrafya, kimya,
jeoloji, meteoroloji, doğa tarihi, iktisat, botanik, fizik gibi konuların
eklenmesiyle üniversitelerde yeni kürsüler açılmış, bu da uzmanlaşmanın ortaya
çıkmasını sağlamıştır. Aynı zamanda Ortaçağ süresince bu bilimlerle ilgili
yeteneklere sahip olan alt dalların varlığı da açığa çıkarılmış ve bu alt
dallar Kopernik, Galileo, Francis Bacon ve Kepler gibi bilim adamlarının
çalışmalarıyla etkinliğini sürdürebilmiştir [31].
Ortaçağ üniversiteleri
neredeyse ilk yıllarında uzmanlık çalışma alanlarını oluşturmuşlardır. Paris,
Cambridge ve Oxford dinbilim, kilise hukuku ve yedi özgür sanata odaklanırken
İtalya ve Güney Fransa’daki üniversiteler de Roma Hukuku ile Arapça ve İbranice
kaynaklardan tıp okutulmaktaydı [32].
Özellikle dinbilim ve
felsefenin ağırlıklı olduğu Ortaçağ üniversitelerinde öğretim üyeleri
bildiklerini öğrencilere aktarıyorlar, öğrenciler de sorular karşısında öğretim
üyelerinden öğrendiklerini aynen tekrar ediyorlardı. Yapılan tartışmalar,
gerçekleri ortaya koymak için değil, geçmişten beri bilinenleri tekrarlamak ve
güzel konuşma alışkanlığı kazanmak içindi. Güzel konuşanlar genellikle tartışmalarda
haklı çıkıyorlardı [33]. Bir
öğretim üyesi belirli bir ders kitabından (örneğin Aristoteles’ten) alıntıları okur,
standart yorumlarla o ders kitabını, o metni öğrencilere aktarıp öğretirdi. Bu
sözlü aktarım sonucunda ders kitapları üzerindeki yorumlar tartışılırdı. Öğrenciler
balmumu tabletler üzerine ya da çok az da olsa parşömenler üzerine ders
notlarını kaydederlerdi. O dönem için kağıt üretiminin ve kullanımının az
olması nedeniyle her gün kağıt üzerine not almak oldukça masraflı idi. Ders
anlatmak ya da konferansın ötesinde tartışmalar yapmak, Ortaçağ
üniversitelerinde çok yaygın ve popüler bir öğretim yöntemiydi. Petrus
Abaelardus, tarafından geliştirilen bu yaklaşım, iki ya da daha fazla öğretim
üyesinin bir tartışma konusu açması, soru-cevap yöntemiyle gerçekleştirilmekteydi.
Bazen bu tartışmalar öğrenciler arasında birkaç gün boyunca devam ederdi,
öğretim üyeleri arasındaki tartışmalar ise yıllar hatta on yıllar boyunca bile
devam edebilirdi. Bu tartışmalar sonucunda Batı Dünyası, Hıristiyan inancını
sistematik olarak anlamayı başarmış ve geliştirmiştir. Birçok tartışmanın
merkezini Peter Lombard’ın “Book of Sentences”ı oluşturmuş, Thomas Aquinas,
Bonaventura, Duns Scotus ve Ockham’lı William gibi Ortaçağ’ın ünlü düşünürleri bu
kitap üzerine eleştiriler yazmıştır. Eğitime başladıktan üç ya da dört yıl
sonra öğrenciler bir öğretim üyesi ya da öğretim üyeleri komitesi tarafından
sözlü sınava alınırlardı [34]. Eğer
öğrenci bu sınavı geçerse bachelor derecesi alır ve asistan
öğretim üyesi olurdu. Sonraki iki ya da üç yıllık eğitimin sonunda öğrenci
geniş kapsamlı bir yazılı sınava tabi tutulurdu. Bu sınavda da başarılı olur
ise, ileri düzeyde bir diploma alır ve öğretim üyesi olmaya hak kazanırdı [35].
İlk üniversiteler olan
Bologna, Paris, Oxford, Cambridge ve diğerleri yönetimde özgürlüklerini
kazanmışlardı. Ancak bu özgürlük aynı zamanda kendilerini finanse etme
zorunluluğunu da beraberinde getirmekteydi. Öğretim üyeleri ücret karşılığı
çalışmaktaydılar, bunun yanı sıra kendi öğrencilerinin de geçimlerini sağlamak
durumundaydılar. Örneğin, 1209 yılında kurulan Cambridge Üniversitesi’nden bir
grup öğrenci okul masraflarının yeterli olarak karşılanmaması nedeniyle Oxford Üniversitesi’ne
geçiş yapmışlardır.
Ortaçağ’ın ilk
dönemlerinde öğretim üyeleri bilgiyi özet olarak ifade etme yolunu seçmişti.
Kitap sayısının azlığı ve kitaba sahip olmanın çok zor oluşu nedeniyle
öğretimde bu ilk uygulamanın alternatifi yoktu. Öğretim üyeleri öğrencilerin
erişme imkanının çok zor olduğu kaynaklardan bilgileri aktarıyorlardı. Öğretim
üyeleri öğretmen merkezli ve etkileşimsiz bir öğretim yöntemi
uygulamaktaydılar. Öğretim üyeleri tüm sınıfa hitap etmekteydi, bununla
birlikte tüm kararların alınmasında, zamanın kullanılmasında ve konuların
seçiminde de yalnızca öğretim üyeleri yetkiliydi. Öğretim üyesi ve öğrenciler
arasındaki etkileşim nadir olarak görülürdü. Ortaçağın ilk üniversitelerinde
bir dersin işlenişi şu şekilde karakterize edilebilir: Günümüz
üniversitelerindeki ders işleme şekliyle karşılaştırıldığında, dersin işlenişi
tümüyle sinir bozucu olarak kabul edilebilir. Öğrenci derste anlamadığı bir
noktayı sorduğunda, öğretim üyesi ilk seferinde öğrencinin sorusunu cevaplar,
bir başka soru sorması halinde ise büyük olasılıkla öğrenci sorusuna cevap
alamazdı. Öğretim üyesi konuyu tümüyle anlatma ve belirli bir zamana sığdırma
kaygısıyla dersi sürdürürdü. Birkaç gün içinde aynı öğrenci tekrar söz
istediğinde ya da soru sorduğunda öğrencinin bu davranışı dikkate alınmazdı.
Böylece sınıfta hiç kimse öğretim üyesine ikinci bir soru yöneltemezdi. Bir
başka üzücü nokta ise öğretim üyesinin derse ilişkin olarak tutturduğu
notlardır. Bu notlar öğrenciler tarafından üzerinde durup düşünülmeksizin aynen
yazılmalı, yani kopya edilmeliydi [36].
Bu tarz bir eğitimden
geçen öğrenci başarısız olduğunda ise, bunun nedeni ya öğrencinin derslerine
yeterince önem vermediği ya da kavrama beceriksizliği olarak görülürdü. Ortaçağ’da
birçok üniversite öğrencisi, klasik öğretmen merkezli eğitim ve öğretim
uygulamasına tabi tutulmuştur. Özellikle Erken Ortaçağ boyunca etkileşimli
öğretimin uygulandığı okullar çok az ve sınırlıdır. Etkileşimli öğretim
yönteminin uygulandığı okullarda öğretim üyeleri öğrencilerin en aza
indirgenmiş olan ilgi ve katılımlarını en üst düzeye çıkarabilmek için çaba
sarfederlerdi. Öğretim üyesi, tüm derslere konuyu özetleyerek başlar, daha
sonra küçük gruplar halinde ya da tüm sınıfa konuyu açıklayıcı aktiviteler
yaptırarak konuyu açıklar ve gerekli gördüğü zaman öğrencilerden geri
bildirimler alırdı. Etkileşimli derslerde öğrenciler ders esnasında daha az
düşünme fırsatı bulurlardı; öğrenciler ders işlenirken öğretim üyesinin sorduğu
sorulara da cevap vermek durumundaydılar; derste konu tartışılırken
düşüncelerini ortaya koyma şansları ise daha yüksekti. Her iki grubun
öğrencileri de aynı sınava tabi tutulur, öğrencilerden derslerde öğrendikleri
yazılı olarak istenirdi. Her iki grubun performansı hemen hemen birbirine eşit
olmasına rağmen öğrencilerin davranışlarında belirgin farklılıklar gözlenmekteydi
[37].
Ortaçağ üniversitesinde
yoğun, disiplinli ve sıkıcı bir öğretim programı ve kampus yaşamından söz
edilebilir. Bir Ortaçağ üniversitesi öğrencisi için gün kampus bekçisinin tüm
şehirde yankılanan alarmıyla sabah saat 5’te başlardı. 5’ten 6’ya kadar
toplanırlar ve saat 10’a kadar ders görürlerdi. Ders sonunda pek lezzetli ve
hoş olmayan bir çorba ve az biftek vb.den oluşan bir öğle yemeği yenirdi. Öğle
yemeğinden saat 5’e kadar derse devam edilirdi. Akşam yemeğinden sonra yatma
saati olan 9 ya da 10’a kadar öğrenciler ödevlerini yaparlardı. Bu program
ancak ibadet günlerinde ve dini bayramlarda yani üniversitelerin kapalı olduğu
günlerde bozulurdu. Tatil günlerinde öğrenciler seyahat edip oyun oynarlar ve
bazen kampus dışında da araştırma yaparlardı. Bu şartlar altında çeşitli
nedenlerle öğrencilerin yaklaşık olarak 3/2’si altı yıllık zorunlu eğitimi
tamamlayamayıp öğretim üyesi olamazlardı. Bu başarısızlığın önemli
nedenlerinden biri öğrencilerin şehirlerdeki eğlence merkezlerinde vakit
geçirmeleridir. Bir diğer neden ise öğrencilerin 12 yaş gibi erken bir dönemde
üniversite eğitimi için evlerinden ayrılmaları ve yetişkin bir insan gibi
davranmayı öğrenecek sağlıklı bir çevreyi her zaman bulamamalarıdır [38].
Eğitim-öğretim, kampus yaşamı ve
idari yapısıyla ele aldığımız Ortaçağ üniversitelerindeki eğitim sayesinde
fakir halkın ve gençlerin belli bir statü ve güç kazanması sağlanmıştır. Kendi
koruyucu çevresi içerisinde studium generalé olarak da adlandırılan Ortaçağ’ın
ilk üniversiteleri, modern çağdaki üniversitelerin gelişmesi için dönemin karmaşık
entellektüel yapısı ve politik müdahalelere rağmen duraksayarak da olsa hayatta
kalmayı başarabilmişlerdir. Eski Yunan ve Roma’nın felsefi öğretim ve araştırma
kuruluşlarının mirasçısı olarak üniversiteler, Hıristiyan Batı ve İslam Doğu
toplumunda genel dini örgütlenmeler içinde kendine özgü eğitim-öğretim
sistemleriyle yer almışlardır. Zamanlarını skolastik felsefeye, dinin
açıklanmasına ve öğretilmesine ayırmışlardır.
3. Sonuç
9. yüzyıldan 15. yüzyılın sonuna
kadar İslam Medeniyeti’ndeki bilimin düzeyi –özellikle temel bilimler ve tıp-
Batı Avrupa’dan oldukça ileridedir. Aristoteles’in “doğa felsefesi”nin 13. yüzyılda
tekrar ele alınarak incelenmesi din ile bilim arasındaki bazı önemli sorunların
çözümünde etkili olmuştur. Ortaçağda ilk
üniversitelerin doğa felsefesini benimsemesinde ise Dominiken ve
Fransisken tarikatlarının etkisi görülmektedir. Ortaçağ Batı Dünyası’nda
kurulan ilk üniversiteler doğa felsefesini korumayı ve geliştirmeyi
başarmıştır. Böylece dini doktrin ve dogmaların koruyucusu olan kilise ve din
adamları zamanla Aristoteles’in doğa felsefesi yaklaşımını kabullenmişler ve
bunun sonucu olarak din ve bilim arasındaki uzlaşma çerçevesinde Ortaçağ
üniversiteleri varlıklarını sürdürebilmişlerdir. Eğitim-öğretim program ve
yöntemleri, kampus yaşamı ve ayrıcalıklarıyla Ortaçağ’ın ilk üniversiteleri
olan studium generalélerin gelişimi Ortaçağ’ın dini ve idari baskısı altında
oldukça yavaş olmuştur. Bugünkü anlamda üniversite modelinin 13-14. yüzyıllar
arası Geç Ortaçağda oluşmaya başladığı görülür. Üniversiteler Ortaçağ’ın
çeşitli dönemlerinde dini, siyasi ve ekonomik yönden desteklenerek saygınlık
kazanmış, ayrıcalıklı kurumlardı. Ortaçağda bilimsel düşüncenin şekillenmesinde
önemli bir rol üstlenmiş olan üniversiteler halen doğa felsefesini yaymakta ve
bu nedenle geleneksel olarak bilimsel sorgulama misyonunu devam ettirmektedir.
Harita – 1
1500’e kadar Ortaçağ üniversite şehirleri
Harita – 1
1500’e kadar Ortaçağ üniversite kentleri
* Kuruluş tarihleri kesin olmayan üniversiteler.
Harita-1
1500’e kadar Ortaçağ üniversite şehirleri
* Kuruluş tarihleri kesin olmayan üniversiteler
Kaynakça
Anameriç, Hakan, Kütüphanelerde Yönetim Bilgi Sistemleri ve Bir Model Önerisi. (Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi). Ankara 2003.
Artz, Frederick B, Ortaçağların Tini: İ.S. 200 – 1500 Bir
Tarihsel Gözlem, Çeviren: Aziz Yardımlı. 3. Baskı. İstanbul 1996.
Monika Azstalos, “The Faculty of Theology”, A History of
the University in Europe Volume I: Universities in the Middle Ages, Editor:
Hilde de Ridder-Symoens, Cambridge, 1992. s, 409-441.
Bilim Tarihine Giriş, [Sevim Tekeli ve diğerleri]. 3.Baskı. Ankara 2001.
Bodner, George M. and Patricia A.
Metz, “Cooperative Learning: A Alternative to Teaching at a Medieval
University”. Australian Science Teachers
Journal, 43, 1, 1995, s. 23-28.
Burke, Peter, Bilginin Toplumsal Tarihi, İstanbul 2000.
Çüçen, Kadir, Orta Çağ Felsefe Tarihi, İstanbul 2000.
Donnelly, Matt, “Medieval U.” Christian History, 21, 1, 2002, s.
19-22.
Eyuboğlu, İsmail Zeki, Ortaçağ Felsefesi. İstanbul 2002.
Garcia Y Garcia, Antonio, “The Faculties of Law”, A History of the
University in Europe Volume I: Universities in the Middle Ages, Editor: Hilde
de Ridder-Symoens, Cambridge, 1992, s. 388-408.
Grant, Edward, “When Did Modern
Science Begin?” American Scholar, 66, 1, 1997, s. 105-113.
Geuna, Aldo, European Universities: An Interptetive History. http://www.merit.unimaas.nl/publications/rmpdf/1996/rm1996-003.pdf
, 1996.
Harris, Michael H, History of Libraries in the Western World.
Metuchen, N.J. 1995.
Johnson, Elmer D., A History of
Libraries in the Western World. New York; London 1965.
Juchhoff, Rudolf, “Üniversite
Kütüphaneleri”, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Kütüphanesi'nde 11-21 Ekim
1967 günlerinde verilen seri konferanslar, Çeviren: Meral Şenöz. Bornova, İzmir
1968.
Kibre, Pearl and Nancy G. Siraisi,
“The Instutional Setting: The Universities”, Science in the Middle Ages, Chicago 1978. s. 120-143.
Küken, Gülnihal, Ortaçağda Eğitim Felsefesi, İstanbul 2001.
Le Goff, Jacques, Ortaçağ Batı Uygarlığı. Çeviren: Hanife
Güven ve Uğur Güven. İzmir 1999.
Leff, Gordon, (1992). “The Trivium and Three Philosophies”, A
History of the University in Europe Volume I: Universities in the Middle Ages, Editor:
Hilde de Ridder-Symoens, Cambridge, 1992. s, 307-336.
Makdisi, George, Ortaçağ’da Yüksek Öğretim: İslam Dünyası ve Hıristiyan Batı, Çeviren:
Ali Hakan Çavuşoğlu ve Hasan Tuncay Başoğlu. İstanbul 2004.
Medieval Universities, http://www.geocities.com/noelcox/Medieval_Universities.htm, 2003.
Medieval Universities, http://www.duke.edu/~jjm6/thesis.html#
North, John, “The
Quadrivium”, A History of the University in Europe Volume I: Universities
in the Middle Ages, Editor: Hilde de Ridder-Symoens, Cambridge, 1992. s,
337-359.
“Ortaçağda Avrupa Ülkelerinde Üniversitelere
Verilen Hak ve İmtiyazlar”, Çeviren: Necmi Eryılmaz. Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Dergisi, 7, 1, 1971,
s. 298-313.
Ögüt, Deniz, “Üniversite Tarihi Üzerine-1”, Yeni Olgu, 31, 1, 1984, s. 49-51.
Sayılı, Aydın, Ortaçağ İslam
Dünyasında İlmi Çalışma Temposundaki Ağırlaşmanın Bazı Temel Sebepleri (Avrupa
ile Mukayese), Araşturma I, 1963’ten ayrı basım. Ankara 1964.
Schwinges, Rainer Christoph, “Student
Education, Student Life” A History of the University in Europe Volume I:
Universities in the Middle Ages, Editor: Hilde de Ridder-Symoens, Cambridge,
1992. s, 195-243.
Siraisi, Nancy, “The Faculty of Medicine”, A History of the University in Europe
Volume I: Universities in the Middle Ages, Editor: Hilde de Ridder-Symoens, Cambridge,
1992. s, 360-387.
Tekeli, Sevim, Modern
Bilimin Doğuşunda Bizans Etkisi?. Ankara 1975.
Verger, Jacques, “Patterns”, A History of the University
in Europe Volume I: Universities in the Middle Ages, Editor: Hilde de
Ridder-Symoens, Cambridge, 1992. s, 35-76.
Versan, Vakur, “Üniversitelerin
Tarihi Gelişimi ve Toplumsal Görevi.” Hukuk
Araştırmaları, 4, 1-3, 1989, s. 13-17.
Yıldırım, Cemal, Bilim Tarihi. 8. bsk. İstanbul 2003.
Abstract
This paper,
basically, examines medieval universities as the most important foundations in the middle ages into
the approach of their being founded, and evolvement, and education and training
methodologies under the political and intellectual conditions of that time.
Moreover, various concepts regarding medieval universities are explained. The
universities of the middle ages, constituted as a form of conventional society
at the beginning, are also elucidated by means of their roles and contributions
to exploring new scientific branches. On the otherer hand, it is observed that
being privaleged as the faculty and scholars of the universities under a
remarkable scholastic and administrative pressure is also considerable for the
future mission of these institutions. It
is also given attention of these first universities in Europe, formerly known
as Studium Generalé have certain differences with their education programs and
curriculum as well as their campus life.
* Dr. Fatih Rukancı, Ankara Üniversitesi Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü’nde araştırma
görevlisidir, e-posta: frukanci@hotmail.com
** Arş. Gör. Hakan Anameriç, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü’nde araştırma görevlisidir, e-posta: anameric@humanity.ankara.edu.tr
[1] Sevim Tekeli,
Modern Bilimin Doğuşunda Bizans Etkisi?, Ankara 1975, s. 34.
[2] Gülnihal Küken, Ortaçağ’da
eğitim Felsefesi, İstanbul 2001, s. 48.
[3] Grant Edward, When Did Modern Science Begin? American Scholar, 66, 1, 1997, s. 106.
[4] İsmail Zeki Eyuboğlu, Ortaçağ Felsefesi, İstanbul, 2002, s. 222-226, 234-236; Bilim
Tarihine Giriş, Ankara 2001, s. 126-128; Küken, 2001, s. 548-563.
[5] Aydın Sayılı, “Ortaçağ İslam Dünyasında İlmi Çalışma
Temposundaki Ağırlaşmanın Bazı Temel Sebepleri (Avrupa ile Mukayese)”, Araştırma, 1, 1964, s. 39.
[6] Elmer D. Johnson, A
History of Libraries in the Western World, New York; London 1965, s.
120-121.
[7] Medieval Universities, http://www.geocities.com/noelcox/Medieval_Universities.htm 2003.; Aldo Guena, “European Universities: An Interpretetive History”, http://www.merit.unimaas.nl/publications/rmpdf/1996/rm1996-003.pdf 1996.; Jacques Verger, “Patterns”, A History of the University in Europe Volume I: Universities in the Middle Ages, Editor: Hilde de Ridder - Symoens, Cambridge 1992, s. 37.
[8] Cemal Yıldırım, Bilim
Tarihi, İstanbul 2003, s. 71.
[9] Vakur Versan, “Üniversitelerin Tarihi Gelişimi ve Toplumsal
Görevi”, Hukuk Araştırmaları, 4, 1-3,
1989, s. 13.
[10] Deniz Ögüt, “Üniversite Tarihi Üzerine-I”, Yeni Olgu, 31, 1, 1984, s. 49.
[11] Matt Donnelly, “Medieval U.”, Christian History, 21, 1, 2002, s. 20.
[12] Verger, 1992, s.48.
[13] Michael H. Harris, History of Libraries in the Western World, Metuchen 1995, s. 108.
[14] Jacques Le Goff, Ortaçağ
Batı Uygarlığı, İzmir 1999, s. 75.
[15] Medieval
Universities, 2003; Verger, 1992, 50-55.
[16] Harris, 1995, s. 109.
[17] Donnelly, 2002, s. 20.
[18] Medieval Universities, 2003; Harris, 1995, s. 109.
[19] Medieval
Universities, http://www.duke.edu/~jjm6/thesis.html#VII.%20Conclusion,
1995.; Verger, 1992, 50-55.
[20] Peter Burke, Bilginin Toplumsal Tarihi, İstanbul, 2000, s. 21.; Hakan Anameriç, Kütüphanelerde Yönetim Bilgi Sistemleri ve Bir Model Önerisi, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 2003, s. 70.
[21] “Ortaçağda Avrupa Ülkelerinde Verilen Hak ve
İmtiyazlar”, Çeviren: Necmi Eryılmaz, Eskişehir
İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Dergisi, 7, 1, 1971, s. 307-308.
[22] Ortaçağda, a.g.e., s. 301-313.; Grant, 1997, s. 107.
[23] Burke, 2000, s. 91-92.
[24] Gordon Leff, “The Trivium and Three Philosophies”, A History of the University in Europe Volume I: Universities in the Middle Ages, Editor: Hilde de Ridder - Symoens, Cambridge 1992, s. 312-313.
[25] Kadir Çüçen, Orta
Çağ Felsefe Tarihi, İstanbul, 2000, s. 44.; John North, “The Quadrivium”, A History of the
University in Europe Volume I: Universities in the Middle Ages, Editor: Hilde
de Ridder - Symoens, Cambridge 1992, s. 343-350.; Pearl Kibre and Nancy G.
Siraisi, “The Institutional Settings: The
Universities”, Science in the Middle Ages, Chicago 1978, s. 127-131.
[26] Nancy Siraisi, “The
Faculty of Medicine”, A History of the University in Europe Volume I:
Universities in the Middle Ages, Editor: Hilde de Ridder - Symoens, Cambridge
1992, s. 366-378.; Küken, 2001, s. 219.; Antonio Garcia Y Garcia, “The Faculties of Law”, A History of the
University in Europe Volume I: Universities in the Middle Ages, Editor: Hilde
de Ridder - Symoens, Cambridge 1992, s. 393-394.; Monika Azstalos, “The Faculty of Theology”, A History of
the University in Europe Volume I: Universities in the Middle Ages, Cambridge
1992, s. 409-412, 440.
[27] Burke, 2000, s. 99-101.; Grant, 1997, s. 109.;
Donnelly, 2002, s. 21.; Frederick B. Artz, Ortaçağların
Tini: İ.S. 200- 1500 Bir Tarihsel Gözlem, Çeviren: Aziz Yardımlı, İstanbul
1996, s. 252-258.; George Makdisi, “Ortaçağ’da
yüksek Öğretim: İslam Dünyası ve Hıristiyan Batı, Çeviren: Ali Hakan
Çavuşoğlu ve Hasan Tuncay Başoğlu, İstanbul 2004, s. 344-345.
[28] Küken, 2001, s. 85.
[29] Grant, 1997, 107.
[30] Donnelly, 2002, s. 21.
[31] Burke, 2000, s. 99-101.; Grant, 1997, s. 109.
[32] Donnelly, 2002, s. 21.
[33] Rudolf Juchhoff, “Üniversite
Kütüphaneleri”, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Kütüphanesi’nde 11-21 Ekim
1967 günlerinde verilen seri konferanslar, Bornova-İzmir 1968, s. 6.
[34] Donnelly, 2002, s. 21.
[35] Rainer Christoph Schwinges, “Student Education, Student Life”, A History of the University in Europe Volume I: Universities in the Middle Ages, Editor: Hilde de Ridder - Symoens, Cambridge 1992, s. 196-200.
[36] George M. Bodner and Patricia A. Metz, “Cooperative
Learning: A Alternative to Teaching at a
Medieval University”, Australian Science
Teachers Journal, 43, 1, 1997, s. 23.
[37] Bodner and Metz, a.g.e., s. 24.
[38] Donnelly, 2002, s. 21-22.