1. ÖZET

 

Deneysel Diyabetiklerde Selenyumun Diş Çekim Yarasının İyileşmesi Üzerine  Etkisinin İncelenmesi

Antioksidan özelliğe sahip ve canlılar için önemli bir eser element olan selenyum (Se) ile diyabetin sebep olduğu bazı patolojilerin tedavisinde başarılı sonuçlar elde edilmiştir. Bu çalışmanın amacı, diş çekim yarasının iyileşmesinde diyabete bağlı meydana gelebilecek bozuklukları ve selenyumun olası pozitif etkilerini araştırmaktır.

 

Çalışmaya 36 adet Wistar cinsi sıçan dahil edilerek kontrol grubu,  selenyum verilen kontrol grubu, diyabetik grup ve selenyum verilen diyabetik grup olmak üzere 4 gruba ayrılmıştır. Deneysel diyabet, tek doz intraperitonal (i.p.)  streptozotosin (STZ) (50 mg/kg) enjeksiyonuyla oluşturulmuştur. Alt sol 1. ve 2. molarların çekimini takiben  Diyabet + selenyum ve kontrol + selenyum gruplarına 5 µmol/kg/gün olacak şekilde tek doz i.p. sodyum selenit uygulanırken, diyabet ve kontrol gruplarına aynı koşullarda distile su (i.p.) uygulanmıştır. 3. 7. 14.ve 21. günlerde her bir gruptan ikişer adet sıçan sakrifiye edilerek çekim yapılan mandibular segment çıkartılarak mikroskobik inceleme yapılmıştır.

 

Araştırma sonucunda, diyabet grubunda çekim yarasının iyileşmesinde bozukluk oluştuğu ve bu durumun selenyum verilerek düzeltilebildiği görülmüştür.

Anahtar Sözcükler: Diabetes mellitus, Diş çekimi, Yara iyileşmesi,  Selenyum. 

 

SUMMARY

 

The Investigation Of Effect Of Selenium On The Tooth Extraction Wound Healing In Experimental Diabetics

In  the treatment of diabetes induced pathologies, beneficial results have been obtained with selenium (Se), which is an antioxidant and essential trace element for organisms. The aim of this study is to investigate the possible effect of selenium on the tooth extraction wound healing of experimental diabetics.   

 

Thirty-six Wistar rats were included in this study and control, selenium given control, diabetic and selenium given diabetic groups were formed. Experimental diabetes was induced by single dose i.p.  (50 mg/kg) injection of streptozotocin (STZ). Following the extraction of mandibular 1. and 2. molars, at 3., 7., 14. and 21. days two animals from each group were sacrificed and the mandibular segments were processed for microscobic examination. Diabetic + selenium and Control + selenium groups received i.p. one daily dose of 5 µmol/kg/day sodium selenate for 4 weeks while diabetic and control groups received distilled water. Mandibulae of all animals were excised and processed for densitometric, diffractometric and histopathological investigation.

We conclude that, the impaired wound healing in diabetics can be improved by selenium administration.

Key Words: Diabetes mellitus, Tooth extraction, Wound healing, Selenium.

 

 

2. AMAÇ VE KAPSAM

 

2.1. Diş Çekim Yarasının İyileşmesi

Diş çekiminden hemen sonra alveole kan dolar, eritrositler küme yaparak çöker. Fibrin ağları oluşurken, periodontal membrandaki damarlar büzüşür. Çekimden sonraki ilk saatler çok önemlidir. Alveole kan dolması engellenirse yara iyileşmesi gecikir ve kısmen de iyileşme olmayabilir (Shafer- Hine-Levy, 1966).

1. gün: 24 saat sonra damar yataklarında değişimler başlar. Damar genişlemelerini lökosit diapedesisi izler. Alveolü dolduran fibrin iyileşmenin temelidir.

2. gün: Periodontal membrandan çıkan fibroblastlar yara çevresinden içerilere yayılmaya başlarlar. Yüzey epiteli proliferasyona başlar. Dişi sarmış olan alveol kemiğinde osteoklastik bir aktivasyon belirlenir. Bu arada çoğalan birkaç tane endotel hücresi görülebilir.

5. gün: Yara tabanında fibroblastlardan ve damar endotellerinden yapılı bir doku görülür. Periodontal membran artıkları hala mevcuttur fakat, yeni yapılacak kemikle ilgili hiçbir belirti görülmez. Yara yüzeyinde kalın bir lökosit tabakası ve kenarlarda yüzey epiteli proliferasyonu vardır.

7. gün: Fibrin ağı içindeki fibroblastlar çoğalmıştır. Yeni kapillerlerin sayısı artmıştır. Periodontal membran artıklarında dejenerasyonlar vardır. Alveol kemiğinde oldukça belirgin aşınmalar görülür. Yüzey epiteli ilerlemiştir, küçük yaralarda epitelizasyon tamamlanmış olabilir.

14. gün: Yapı iskeletinin yerini olgun granülasyon dokusu almaya başlar. Yaranın periferinde henüz kireçlenmemiş genç trabeküller fark edilir. Genç kemik trabekülleri, periodontal membran artıklarındaki potansiyel hücrelerin osteoblasta dönüşmeleriyle meydana gelir. Dış alveolün özel kortikal kemiği yeniden yapılır. Fakat eskisi kadar yüksek değildir. Yüzeysel epitelizasyon tamamlanmıştır.

21. gün: İyileşmenin son anları ve kemikleşmenin tamamlandığı sürenin başlangıcıdır. Kısmen kireçlenen trabeküller grafilerde görülebilir (Yücetaş ve Türker).  

 

2.2. Diabetes Mellitus

Diabetes mellitus (DM) insülin hormonunun yokluğu, yetersizliği veya etkisizliği nedeniyle hiperglisemi ile birlikte özel komplikasyonlara yol açan bir hastalıktır. Diyabetin kardinal belirtisi olan hiperglisemi ile ilişkili diğer bir çok durumun varlığı bu hastalığın sınıflandırılmasını gerektirmiştir. Herhangi bir hastalığın sınıflandırılması ve teşhisi için kriterler belirlenmesine epidemiyolojik ve klinik olarak iki yoldan yaklaşılabilir. Bir hastalığın etyolojisi, doğal hikayesi, uzun dönem sonuçları ve önlenmesi ile ilgili olan doktorlar için epidemiyolojik yaklaşım önemliyken, primer olarak günlük hasta bakımı ile ilgilenen doktorlar için ise klinik yaklaşım daha önemlidir. Diyabet sendromlarının sınıflandırılması 1979 yılında özel bir  komite olan “National Diabetes Data Group” tarafından geliştirilmiş olup, bugün genellikle kabul edilmektedir (Stephenson ve ark., 1995).

 

İnsülin veya insülin benzeri ajanlar glikozun dokular içine girmesi için gereklidir. Anabolik bir hormon olan insülin eksikliğinde glikoz, kana ve yağ dokusuna yeterli bir şekilde taşınamaz. İnsülin yetersizliği aynı zamanda artmış hepatik glikogenolizis, glukoneogenezis ve ketogenezise neden olur. Sonuçta, hiperglisemi ve metabolik asidoz (ketoasidozis) gelişir. Hiperglisemi osmotik diürez oluşturarak, ciddi dehidratasyona yol açan glikozüriye neden olur. Plazma glikoz konsantrasyonu hastanın normal renal glikoz eşiği olan 180-250 mg/dl’yi aştığında önemli ölçüde osmotik diürez oluşur (Stephenson ve ark., 1995). Bu diürez, dehidratasyon ile sonuçlanan su kaybını indükler ve vasküler hacim ve selüler membran fonksiyonu üzerine zararlı etkileri olabilen pek çok iyon (sodyum, potasyum, klorit, magnezyum ve fosfat) su ile atılır (Schade, 1988). Hipotansiyonla birlikte intravasküler hacimde azalma ve şok meydana gelebilir. Keton cisimcikleri, asetoasetik asit ve beta-hidroksibütirik asit, hidrojen iyonlarına ve anyonlarına ayrışarak etki gösterirler ve bu durum  sistemik asidoz ile sonuçlanır. Ketoasidoz, hücresel fonksiyon üzerinde kardiovasküler kollapsa sebep olan birçok zararlı özelliğe sahiptir (Stephenson ve ark., 1995).

  

İnsülin ayrıca kemik hücreleri üzerinde hücre membranı özelliklerini değiştirmek, glikoz permeabilitesi, amino asit transferi ve potasyum akımını düzenlemek gibi bir çok metabolik etkiye sahiptir. Bununla birlikte, yağ ve kas dokularına da çeşitli mekanizmalarla etki etmektedir (Levy ve ark, 1985).

 

Tip 1 diyabet (insüline bağımlı diyabet, juvenil diyabet) genellikle 40 yaşın altında, çocuklarda ve gençlerde görülür. Pankreasın Langerhans adacıklarındaki ß hücrelerinin harap olmasına ve böylece mutlak insülin eksikliğinin oluşmasına bağlı olarak gelişir. Genetik etmenlerin ve viral hastalıkların yol açtığı otoimmünizasyonun etyolojik faktörler olduğu düşünülmektedir. Bu hastalar genellikle zayıftır ve hastalık belirtilerinin ani olarak başlaması söz konusudur. Kadın ve erkekte eşit oranda rastlanır. Poliüri, polidipsi, kilo kaybı kısa süre içinde belirginleşir ve kilo kaybının polifaji ile birlikte olması dikkat çekicidir. Ayrıca halsizlik, kaslarda kramplar, bulanık görme ve mensturasyon bozukluğu gelişebilir. İnsülin yokluğuna bağlı olarak glisemi ve yağ asitlerinin artmasıyla kanda ve idrarda keton cisimleri görülür. Ketoasidoz komasına sıklıkla rastlanması nedeniyle sadece plazma glikozunu düzenlemek için değil, aynı zamanda diyabetik ketoasidozu önlemek ve yaşamı sürdürmek amacıyla ekzojen insülin verilmesi şarttır (Hirsh ve ark., 1991).     

 

 Tip 2 diyabet (insüline bağımlı olmayan diyabet, erişkin diyabeti) daha çok 40 yaşın üzerinde görülür.  Bu tipte, insülin salgılanmasında nispi bir eksiklik veya periferik dokularda insüline direnç söz konusudur. Hastaların büyük çoğunluğu şişmandır ve erkeklerde kadınlara oranla 3 kat fazla rastlanır. Tip 2 diyabette genetik faktörün etkili olduğu kesinlik kazanmıştır. Ağır stresler, gebelik, şişmanlık, kortizol, büyüme ve tiroid hormonlarının hastalığın ortaya çıkmasını kolaylaştırdığı düşünülmektedir. Diabetes mellitusun bu iki ana tipine ek olarak bir başka tipi de sekonder diyabettir. Genellikle bir sebebe bağlı olarak ortaya çıkar.

 

Diyabetin ağız bulguları olarak xerestomia, nefesin aseton kokması, keiloz, tükürük akışında azalma, kan şekerinin artmasıyla birlikte parotis bezi salgısında şeker seviyesinin yükselmesi, özellikle parotis bezinin ağrısız şişliği (sialodenosis), kemik rezorpsiyonunun olduğu ve iltihabi dişeti değişimlerinin görüldüğü periodontal hastalıklar ve çürük oranında artış, çocuklarda 10 yaşına kadar diş gelişiminde hızlanma sayılabilir (Johnson, 1985; Murrah, 1985; Moore ve ark., 2001). Kontrol altına alınamamış diyabetiklerde dehidratasyona ve kandida enfeksiyonlarına bağlı olarak stomatit ve ağrılı glossit şikayetleri olabilir (Tokgöz ve Yiğitbaşı, 1994). Ayrıca kötü yara iyileşmesi de diyabette karşılaşılan majör komplikasyonlardan biridir. Doku tamirinde başlıca kollajen metabolizması, yara kontraksiyonu, epitelizasyon ve enflamasyon prosesleri rol oynar. Diyabette yara bölgesindeki makrofajların azalmasına bağlı olarak kollajen depozisyonu da önemli miktarda azalmaktadır. Bununla birlikte diyabetik hastalarda fagositozda belirgin bir bozulma ve lökosit fonksiyonunda anormallikler olması, enfeksiyona ve kötü yara  iyileşmesine yol açmaktadır (Novaes J .R ve ark., 1997).

 

Osteopeni (osteoporoz), insanlarda ve hayvanlarda insülin eksikliği ile oluşan diyabetin bir komplikasyonudur (Mori ve ark., 1997). Tip 1 diabetes mellitusun  generalize osteopeni, alveolar kemiğin rezorpsiyonu, periodontal enflamatuar reaksiyon ile aynı anda görülebileceği belirtilmiştir (Rosenbloom, 1984; Johnson ve Thliveris, 1989). Diyabetikler sıklıkla yaş, cinsiyet, boy ve ağırlığın karşılık geldiği değerlerden daha düşük değerde kemik densitelerine sahiptirler. Kemik densitesini sistemik ve lokal olmak üzere 2 faktör etkiler. Lokal faktörler, kemik üzerindeki mekanik stres derecesiyle ilişkilidir. Örneğin alveolar kretlerde, komşu dişlerin fonksiyonel hücrelerinden kaynaklanan devamlı bir kemik depozisyonu vardır. Kemik depozisyonundaki azalma veya kemik rezorpsiyonundaki artış, alveolar krette net bir kemik kaybına neden olacaktır . Alveolar kemik yüksek yapım/yıkım oranına sahiptir ve diyabette olduğu gibi rezorpsiyon ve depozisyon arasındaki ufak bir dengesizlik, dolaylı olarak kemik yıkımı ile sonuçlanabilir (Johnson ve Thliveris, 1989; Tellervo ve ark., 2000).

 

Wical ve Swoope (1974a, 1974b), alveol rezorpsiyonunda etkili olan sistemik faktörleri araştırdıkları çalışmalarında diyabet, sifilis, romatoid artrit, tirotoksikoz, Cushing sendromu gibi hastalıklar ile adrenokortikosteroid, heparin, kan kalsiyum ve fosfor dengesini bozan faktörler, vaskülarizasyon bozuklukları, kemik-mineral metabolizmasını bozan sebepler ve osteoblast-osteoklast metabolizmasını olumsuz etkileyen tüm faktörlerin kemik rezorpsiyonunda etkili olduğunu bildirmişlerdir.

 

Diyabete bağlı komplikasyonlardan biri de mikroanjiyopatidir. Özellikle nefropati, nöropati ve göz komplikasyonlarının gelişmesinde küçük damarlardaki hasarın rolünün bilinmesine karşın, kemik metabolizması üzerindeki etkisi tam olarak aydınlatılamamıştır (Leidig-Bruckner ve Ziegler, 2001). Yapılan çalışmalar, küçük kan damarlarının bazal membranlarının diyabetik hastalarda normal bireylerdekinden daha kalın olduğunu göstermiştir ve kalınlaşmış bazal membranın mikroanjiyopatinin varlığına dair hassas bir işaret olduğu görüşü ileri sürülerek, diabetes mellitustaki mikrovasküler komplikasyonların patogenezi ile ilişkili olduğu tahmin edilmiştir (Montironi ve ark., 1989). Diyabetik hastalarda kapiller bazal membran kalınlaşmasının yanı sıra endotelizasyon hızında da anormallikler bulunmuştur. Vasküler bazal membranda kalınlaşmanın oksijen difüzyonuna, lökosit migrasyonuna ve metabolik artıkların uzaklaştırılmasına bir bariyer teşkil ettiği belirtilmiştir (Devlin ve ark., 1996).

 

Klinik olarak karşılaşılan belli fizyolojik değişkenler yara iyileşmesi üzerine majör tesire sahiptir. Yara iyileşmesi üzerine önemli etkiler olarak beslenme, immün durum, doku oksijenasyonu, sirküle olan kan volümü vs. sayılabilir (Carrico ve ark., 1984). Diabetes mellitusta bu faktörlerin çoğu mikroanjiyopati sebebi ile bozulmaktadır ve kemik ve/veya yumuşak dokudaki yara iyileşmesinin kötü olmasıyla sonuçlanmaktadır. Diyabetik mikroanjiyopati aynı zamanda diyabetik osteopeniye neden olan bir mekanizma olarak tarif edilmiştir. (Loder, 1988; Munoz-Torres ve ark., 1996).

 

Diyabetik hayvanlar ve insanlarda kemik ve mineral metabolizmasının değiştiğini bildiren ve bunun kısmen insülin tedavisi ile düzeltilebileceğini gösteren pek çok araştırma vardır (Hough ve ark., 1982). Loder (1988) yaptığı deneysel bir çalışmada, diyabetik hayvanlarda fraktür iyileşmesinin insülin kontrolü ile düzeltilebildiğini ve kırılma dayanıklılığının arttığını göstermiştir. Bunun yanında,  insülin ve diabetes mellitusun kemik ve mineral metabolizması üzerine olan etkilerini hücresel seviyede açıklayarak  bu etkilerin, fraktür birleşmesinin her iki majör tipinde (primer ve sekonder kemik iyileşmesi) de aktif olduğunu belirtmiştir. 

 

2.2.1. Deneysel Diyabet Modelleri

Diyabetin neden olduğu komplikasyonların incelenmesi ve tedavi yaklaşımlarının belirlenmesinde deneysel diyabet modelleri önemli bir yer tutmaktadır. Deneysel diyabet çalışmalarında cerrahi, kimyasal, viral yolla oluşturulan ve kendiliğinden gelişen modeller kullanılmaktadır. Günümüzde deney hayvanlarında çeşitli kimyasal ajanlar kullanılarak deneysel diyabet oluşturmak mümkündür. Laboratuvar hayvanlarında kimyasal diyabet (tip I), yaygın olarak streptozotosin (STZ) ya da alloxan  enjeksiyonuyla oluşturulmaktadır. STZ ve alloxan pankreatik ß hücrelerine olan spesifik toksisiteleri nedeniyle diyabetojenik ajan olarak kabul edilmektedirler. Her iki ajan da kan şekeri düzeyinde üç fazlı etki oluşturur. Maddenin kullanımını izleyen 2 saat içinde kan şekeri karaciğer glikojeninin ani yıkımı nedeniyle yükselir. İkinci faz ölümle sonuçlanabilecek hipoglisemik fazdır. Bu sırada hasara uğrayan ß hücrelerinden hızla salıverilen insülinin plazma düzeyi hızla yükselir. Üçüncü faz, kalıcı hiperglisemik fazdır. Bu noktadan başlayarak insülin düzeyleri, kullanılan diyabetojenik ajanın dozu ile ilişkili olarak düşer ve kan şekeri yükselir (Onay, 1997; Alkan, 1998).

 

STZ, pankreasta serbest radikal temizleyicisi (scavenger) olan superoksit dizmutazı inhibe eder ve böylece serbest radikallerin birikmesi sonucu ß hücreleri yıkıma uğrar (Takeshita ve ark., 1998). STZ enjeksiyonunu takiben kemik üretimi azalır ve sonuçta osteoid matriks ve kemik oluşumunda azalma görülür (Mc Cracken ve ark., 2000; Ward ve ark., 2001). Sasaki ve ark. (1991), diyabetik sıçanlarda anormal osteoblast yapısı ve fonksiyonuyla birlikte, osteoid alanda ve kemik oluşumunda % 91 oranında azalma gözlediklerini bildirmişlerdir.

 

Hayvan modellerinde gözlenen diyabetik durum klinik diyabete çok benzemekle birlikte, deneysel modeller aslında hem kendi aralarında farklı özellikler taşımakta, hem de bu modellerden hiçbiri insanda gözlenen diabetes mellitusu tam olarak yansıtmamaktadır. Ancak, insanlar üzerindeki araştırmaların etik nedenlerden dolayı kısıtlı olması, diabetes mellitus ile ilgili araştırmalarda kullanmak amacıyla çok çeşitli deneysel modellerin geliştirilmesini sağlamıştır. Yine de diyabet araştırmalarında kullanılan hayvan modellerinin, insanlardaki diyabetin birçok özelliğini taşıdığı kabul edilmektedir (Onay, 1997; Takeshita ve ark., 1998).

2.3. Selenyumun Biyolojik Sistemlerdeki Önemi ve Diyabetle İlişkisi

Selenyum (Se), periyodik tabloda VI A alt grubunda yer alan bir elementtir ve aynı grupta yer alan sülfür ile kimyasal özelikleri büyük benzerlik gösterir. Selenyum havada, suda erimiş olarak, toprak ve kayalarda bulunur. Böylece buralardan bitkilere, mantarlara, bakterilere ve insanlara geçer sonra tekrar doğaya döner (Büyükakyüz ve ark., 2000). Doğadaki ortalama konsantrasyonu 0,09 ppm olarak bulunmuştur. Başta karaciğer ve böbrek olmak üzere insanın tüm dokularında bulunmaktadır. Selenyum yiyeceklerde esas olarak selenometionin, metilselenometionin, selenosistin ve selenosistein gibi organik bileşikler halinde bulunur ve selenyumun dışarıdan alındığı durumlarda kullanılan bileşiğinin sodyum selenit (Na2SeO3) olması nedeniyle, özellikle deneysel selenyum çalışmaları selenit metabolizması üzerinde yoğunlaşmıştır. (Foster ve Sumar, 1997).

 

Yıllar boyunca sadece yüksek  toksik ve karsinojen özelliğiyle bilinen selenyum, yapılan çalışmalar sonucunda biyolojik sistemler için önemli ve faydalı bir element olarak değerlendirilmiştir. 1957 yılında selenyumun hayvanlar için önemli bir eser element olduğunun bulunmasının ardından, deneysel olarak oluşturulan karaciğer tümörlerinin insidansında Se uygulayarak % 50 oranında bir azalma olduğu tespit edilmiştir (Vernie, 1984).

 

Hayvanlarda gözlenen patolojilerin yanı sıra,  insanlarda selenyum eksikliğine bağlı olarak gelişen ve Keshan hastalığı olarak adlandırılan durumla karşılaşılmıştır.  Yaygın olarak  Çin’de görülen bu juvenil kardiyomyopati pek çok çocuğun ölümüne sebep olmuş ve haftada 0,5-1 mg Se uygulanmasıyla tamamen tedavi edilmiştir (Combs ve Combs, 1984).

 

İnsanlarda görülen ve selenyum ile ilişkili daha pek çok hastalık mevcuttur. Bunlar arasında artrit, katarakt, kistik fibrozis, kas distrofisi, fenilketonüri, Down sendromu, bronkopulmoner displazi, hemolitik anemi, multiple skleroz, gece körlüğü, defektif immün cevap, malarya, Kwashiorkor ve çocuklarda ani ölüm sendromu (Sudden infant death) sayılabilir (Foster ve Sumar, 1997).

 

Selenyum sıçanlarda E vitamini eksikliğinde görülen karaciğer nekrozunu da önlemektedir. Selenyum düşük konsantrasyonda insan ve hayvanların büyümesi için gerekli olan esansiyel bir elementtir; fakat yüksek konsantrasyonlarda toksik özelliklere sahiptir. Solunum sistemi irritasyonu, ağızda metalik tat, pulmoner ödem, nefeste sarımsak kokusu, terleme başlıca intoksikasyon bulgularıdır (Navarro-Alarcon ve Lopez-Martinez, 2000).

 

Selenyum bazı metabolik hastalıkların ve kanser türlerinin önlenmesinde rol oynayan antioksidan özellikteki glutatyon peroksidaz  (GSH-Px) enziminin yapısında bulunur. Selenyumun biyolojik önemi bu enzimin bir ko-faktörü olmasından kaynaklanmaktadır.  Her alt ünitesinde selenosistein şeklinde bir adet selenyum atomu içeren GSH-Px, hücre içinde hidrojen peroksitin (H2O2) suya indirgenmesinde rol oynamaktadır. Selenyum, E vitamini ile etkileşerek lipid metabolizması sonucu oluşan peroksitlerin neden olduğu oksidatif hasarlardan hücre membranını korumaktadır (Gebre-Medhin ve ark., 1984).

Deneysel diyabet modellerinde selenyumun diyabetik hayvanların kan şekerini düşürdüğü, ayrıca sıvı tüketimlerini, ağırlık artışlarını ve bazı biyokimyasal parametrelerini normalleştirebildiği bildirilmiştir (McNeill ve ark., 1991; Ghosh ve ark. 1994). Son yıllarda yapılan in vivo ve in vitro araştırmalarda selenyumun pek çok insülin benzeri aktiviteye sahip olduğu gösterilmiştir. Bu aktiviteler; glikoz alımının stimülasyonu, glikoliz ve glikoneogenezis, yağ asiti sentezi ve pentoz fosfat yolu gibi metabolik olayların regülasyonu olarak sayılabilir.

 

Bu etkilerin altında yatan mekanizmalar için çeşitli olasılıklar ileri sürülmüştür. Bunun yanında selenyum, bir büyüme faktörü gibi etki göstermekte ve insülinin yaptığına benzer metabolik değişiklikler yapabilmektedir. Bir başka deyişle, insülin yokluğunda da insüline benzer değişiklikler yapabilmekte, ya da insülinin reseptörü üzerinden yaptığı etkiyi arttırmaktadır (Ezaki, 1990, Ayaz, 2000).

 

 Selenyumun bu özellikleri, diğer bir insülin benzeri ajan olan vanadyuma benzemektedir. Vanadyum, antihiperglisemik etkisini beslenmeyi önleyerek vücut ağırlığını kontrol etmesiyle sağlamaktadır (Becker ve ark, 1996).

 

Diyabette serbest yağ asitleri ve serbest radikal türevli çeşitli oksidanların arttığı, bu artışın pek çok sistemik bozukluklara neden olduğu bilinmektedir. Serbest radikaller, negatif yüklü elektron sayısının nükleustaki pozitif yüklü proton sayısı ile eşit olmadığı moleküllerdir. Oluşan bu serbest radikaller vücutta önemli moleküllere örneğin, hücrelerde proteinlere ve genetik materyale zarar verirler. Bundan başka hücre membranının harabiyetine, geçirgenliğinin artmasına ve sonuçta hücrenin ölümüne kadar giden bir seri olaya yol açabilirler. Organizmada meydana gelen serbest radikalleri sürekli olarak zararsız hale getirmeye çalışan süperoksit dismutaz, katalaz, glutatyon peroksidaz gibi çeşitli enzimler bulunmaktadır (Büyükakyüz ve ark., 2000).   Selenyumun antioksidan sistemdeki bilinen belirgin rolü sayesinde diyabette gözlenen patolojileri düzeltebilmesi olasıdır. Ayrıca tip 1 diyabetik hastalarda kontrol grubuna göre eritrositlerdeki selenyum konsantrasyonunun belirgin olarak düştüğü bildirilmiştir (Kruse-Jarres ve Rukgauer, 2000). 

 

Bu çalışmanın amacı, diyabette görülen patolojilerin antioksidanların uygulanmasıyla düzeltilebildiğine dair görüşlerin doğrultusunda, deneysel olarak oluşturulan diyabet modellerinde diş çekim yarasında gelişebilecek bozukluklar üzerinde selenyumun olası etkilerini inceleyerek, sonuçların oral ve maksillofasiyal cerrahi pratiğinin diğer alanlarında  uygulanabilirliğini ve önemini değerlendirmektir.  

 

 

 

 

 

 

 

 

 

3. MATERYAL VE YÖNTEM

 

3.1.Deney Gruplarının ve Deneysel Diyabetin Oluşturulması

Çalışmada 3-4 aylık, ağırlıkları 200-250 gr. arasında değişen 36 adet ( 16 erkek, 20 dişi) Wistar cinsi sıçan kullanıldı ve

Kontrol grubu (Ktrl) (1. grup, n=9),

Selenyum verilen kontrol grubu (Ktrl+Se)  (2.grup, n=10),

Diyabetli grup  (DM) (3. grup, n=9 ),

Selenyum verilen diyabetli grup (DM+Se)  (4. grup, n=8),

olmak üzere 4 grup oluşturuldu. Gruplarda cinsiyet dağılımının homojen olmasına dikkat edildi. Hayvanların seçiminde sağlık durumlarının iyi olmasına ve daha önce herhangi bir deneyde kullanılmamış olmalarına özen gösterildi. Vücut ağırlıkları ve kan glikoz değerleri ölçülerek, deney süresince her bir kafeste 3 hayvan olacak şekilde cinsiyetlerine göre ayrılıp standart sıçan yemi ve su ile kısıtlama olmaksızın (ad libitum) beslendiler. Deneysel diyabet, 3. ve 4. gruba pH 4,5 deki 0,1 M sitrat tamponu içinde eritilen streptozotosin’in (STZ) 50 mg/kg olacak şekilde tek doz intraperitonal (i.p.) enjekte edilmesiyle oluşturuldu. 1. ve 2. gruplara ise yine tek doz i.p. sitrat enjeksiyonu yapıldı. Enjeksiyondan 7 gün sonra Medi Sense Card Sensor ile kuyruk veninden ölçülen kan glikoz düzeyi 200 mg/dl ve üzeri diyabetik olarak kabul edilerek sadece diyabet olan hayvanlarla çalışmaya devam edildi. 

Tüm sıçanlarda Ketamin HCL ve Xylazine HCL kombinasyonu kullanılarak anestezi sağlandı  ve uygun elavatör ve davye yardımıyla mandibular sol birinci ve ikinci molar dişler çekildi. Operasyonun ilk gününden itibaren sakrifiye edilinceye kadar 2. ve 4. gruptaki kobaylara distile su içinde eritilen sodyum selenit tek doz i.p.               5 mmol/kg/gün olacak şekilde uygulanırken, 1. ve 3. gruplara ise aynı şekilde sadece distile su uygulandı. Her bir gruptan ikişer adet sıçan operasyonu takiben 3. 7. 14. ve 21. günlerde etik kurallara uygun olarak sakrifiye edilerek, cerrahi disipline uygun olarak çekim yapılan mandibular segmentler çıkartılmıştır.

Çalışmalar başlamadan önce ayrı ayrı kodlanan mandibulalar % 10’luk formalin içinde korundu. Dekalsifikasyon işlemi % 8’lik formik asit ve % 8’lik hidroklorik asit içeren özel bir solüsyonda, gün aşırı tazelenerek 10 günlük bir süreçte tamamlandı. Daha sonra tüm örnekler akan su altında yıkandı ve her mandibulanın çiğneyici dişler bölgesinden 2 mm kalınlığında birer parça çıkartıldı. Parçalara bilinen histolojik doku takibi uygulandı. Parafine gömülerek bloklandıktan sonra Leica RM 2125 RT kesit cihazıyla 5 mikron kalınlığında kesitler alınarak Hematoksilen Eosin (H.E.) ile boyandı. İncelemeler Axioskop (Zeiss) ışık mikroskobunda yapıldı.           

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

4.     BULGULAR

 

Kontrol grubu: Diş çekiminden 3 gün sonra soketin fibröz kan pıhtısı ve kenarlara yapışık periodontal ligament ile dolu olduğu görüldü. Kemikte osteoklastik rezorpsiyon yaygındı. 7. günde, subperiostal immatur kemiğin depozisyonuna bağlı olarak rezidüel alveol tepesi genişlemişti. Soket kenarı ve alveol tepesinin osteoklastlarca yaygın olarak rezorbe edildiği ve soket yüzeyinin kenarlarında epitelyal proliferasyon izlendi. Lamina duraya yakın immatur kemik oluşumu mevcuttu. İmmatur kemiğin yeni trabeküllerine komşu kollajen lifler ve osteositler gözlendi (Resim 1). 14. günde ise, epitel soket yüzeyini kaplamıştı. 21. günde, bukkal rezidüel alveol kemiği yoğundu ve vasküler alanın çevresinde lameller mevcuttu.

Kontrol + selenyum grubu: Genel olarak kontrol grubuna benzer histopatolojik bulgulara rastlanmıştır. 7. günde subepitelyal bağ dokuda orta derecede kronik, aktif inflamatuar infiltrat görüldü. Çekim soketinin üçte ikisi immatur kemikle doluydu. Kemik oluşumunu sağlayan ve aktif oldukları izlenimini veren osteoblaslar ve osteositler net olarak seçildi (Resim 2). 

Diyabet grubu: Çekimden 3 gün sonra alınan kesitlerde, periostal osteoblastların bukkal duvar yüzeyinde organize olduğu görüldü. Soketin yüzeyel kısmında bakteri plağı çok fazla miktardaydı ve bu durum alveol kemiğin yaygın nekrozuyla ilişkilendirildi.  Periodontal ligament artıklarıyla birlikte sokette fibrin de mevcuttu. Özellikle yüzeyel alanda baskın olan PMNL ve aktif inflamasyon bütün soket içinde yaygındı. Epitelyal proliferasyon bulgusuna rastlanmadı. 7. günde soket duvarında yaygın rezorpsiyon olduğu ve geriye çok az olgun kemik kaldığı izlendi. Soketin yüzeyi kalın bakteriyal plak tabakası ve inflamatuar eksudat ile örtülüydü. Bunun altında immatur granülasyon dokusu mevcuttu. Bölgede damar çaplarının ve sayısının arttığı (vasküler proliferasyon) tespit edildi (Resim 3). Soket içinde intramembranöz kemik oluşumu saptanmadı.14. günde, soketin matur alveol kemiği tamamen rezorbe olmuştu. İnce ve seyrek olan kollajen demetler apikal kısımda küçük bir tabaka oluşturmuştur. 21. günde, sokette yaygın, kronik, aktif inflamasyon mevcudiyeti saptandı; ancak kemik rezorpsiyonu alveol tepesiyle sınırlıydı.

Diyabet + selenyum grubu: Bu gruptaki örneklerde sokette kemik oluşumunun düzeninin kontrol grubuyla benzerlik gösterdiği saptandı. Çekimden 3 gün sonra, soketin tabanında primer kemik trabekülünün içine yerleşen kollajen fibriller mevcuttu. Osteoklastlar soket duvarını daha koronele doğru rezorbe etmekteydi. Ayrıca ekstraaveolar subperiostal kemik yapımı ve osteoblast proliferasyonu saptandı (Resim4). Diğer iyileşme safhaları kontrol grubuna benzemekteydi.  

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Resim 1. Kontrol Grubu. Kemik oluşumunu sağlayan osteositlerin ve kollajen liflerin görünümü. H.E X 10.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Resim 2. Kontrol + selenyum grubu. Yeni oluşan kemikte yerleşen osteositler.

H.E. X 20

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Resim 3. Diyabet grubu. Dişeti bölgesinde vasküler proliferasyon. H.E. X 5.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Resim 4. Diyabet + selenyum grubu. Aktif oldukları izlenimini veren osteoblastlar. H.E X 10.

TARTIŞMA

 

Diabetes mellitus pankreasın insülin sekresyonunda bir eksikliğin ve/veya dokunun insüline duyarlığında bir bozulmanın görüldüğü metabolik bir hastalık olup, etyolojisi henüz saptanamamıştır. Klinikte diyabetik hastalarla sıklıkla karşılaşılmaktadır ve diyabetin derecesi ile ilgili olarak ortaya çıkabilecek komplikasyonların herhangi bir cerrahi müdahale açısından sorun yaratabileceği unutulmamalıdır. Örneğin diyabetiklerde augmentasyon materyallerine ve kemik içi implantlara karşı cevabın kötü olduğu, enfeksiyon riskinin arttığı ve yara iyileşmesinde bozukluk olduğu bildirilmiştir (El Deeb ve ark., 1991; Györfi ve ark., 1996).

 

Diyabette kemik defektlerinin iyileşmesinde görülen bozukluğa neden olarak kollajen metabolizmasındaki farklılaşma, kapiller bazal membranın kalınlaşması, konakçı savunma mekanizmasında zayıflama ve bakteriyal invazyon gibi bir çok etken gösterilmektedir (Shyng ve ark, 2001).

 

Iyama ve ark. (1997), diyabetik sıçanlara yerleştirilen HA implantların çevresinde kemik yapımının azaldığını tespit etmişlerdir. Ancak Deeb ve ark. (1990) deneysel çalışmalarında, subperiostal yerleştirilen HA implantlara karşı enflamasyonun çok olmasına rağmen, diyabetiklerde kemik yapımında artış olduğunu bildirmişlerdir. Ancak bu sonuçlarına ilişkin bir yorum yapmamışlardır.

 

Takeshita ve ark. (1998), diyabet oluşturulmuş sıçanlar ile kontrol grubu arasında HA kaplı implantların çevresinde oluşan yeni kemik miktarında büyük bir fark olduğunu histomorfometrik olarak göstermişlerdir. Kontrol grubunda kemik iliği bölgesindeki HA implantların tamamen kemik tabakası ile çevrili olduğu ve implant yüzeyine bakan kemik lakünlerinde bazı osteoblast benzeri hücrelerin varlığı tespit edilmiştir. Diyabetik gruptaki HA implantların kısmen ince bir kemik tabakası ile çevrili olduğu ve kemik bağlantısı olmayan bölgelerde implant yüzeyine paralel bazı fibroblastların varlığı gözlenmiş ve kontrol grubunda diyabetik gruba göre anlamlı düzeyde yüksek kemik teması ve kemik temas alanı bulunduğu bildirilmiştir.

 

Alkan (1998), STZ ile oluşturulmuş diyabetik sıçanlarda doksisiklinin yara iyileşmesi üzerine etkisini incelemiştir. On gün boyunca doksisiklin enjeksiyonunu takiben 10.ve 30. günlerde defektlerden kesitler alınarak yeni kemik oluşumu histomorfometrik olarak değerlendirilmiştir. Sonuç olarak diyabette yara iyileşmesinin bozulduğu; ancak doksisiklinin kemik iyileşmesine ve yeni kemik oluşumuna bir katkısı olmadığı gösterilmiştir.

 

Diabetes mellitus, bağ dokusu metabolizmasında defekte yol açan bir hastalıktır. Diyabetin başlamasından sonra 2 yıl içinde kemik yoğunluğu ve iskelet gelişiminde anomaliler görülebilir. Kollajen omurgalı hayvanlarda en fazla bulunan proteindir ve  bağ dokusunun majör protein komponenti olması nedeniyle diyabete bağlı dejeneratif hastalıkların ve komplikasyonların gelişmesinde bu dokudaki patolojilerin rolü büyüktür (Spanheimer, 1989).

 

Lien ve ark. (1992) yaptıkları  in vitro bir çalışmada, yüksek glikoz konsantrasyonunun kollajen fibril oluşumunu ve birbirleri arasındaki çapraz bağlanmayı engellediğini ve dolayısıyla kollajen miktarında azalmaya yol açtığını göstermişlerdir. Spanheimer ve ark. (1988) da aynı şekilde diyabetik sıçanlarda kollajen oluşumunun pariyetal kemik ve femurun artiküler kıkırdağında azaldığını ve bu durumun diyabet oluşturulmasından 2 hafta sonra meydana geldiğini rapor etmişlerdir. Kollajen içeriğinin azalmasının diyabetik sıçanlardaki diş çekim soketlerinin iyileşmesi sırasında kemiğin zayıf olarak gelişmesini açıklayabileceği belirtilmiştir (Devlin ve ark., 1996).

 

Spanheimer ise (1989) yaptığı araştırmada, STZ enjekte edilen sıçanlarda 1 hafta içinde kollajen ve kollajen olmayan protein yapılarında kontrol grubuna göre anlamlı bir değişiklik saptamamış ve diyabetik hayvanlarda gözlenen bağ dokusu değişikliklerinin diyabetin kendinden kaynaklanan metabolik-hormonal ve/veya beslenmeyle ilgili durumlara bağlı olduğu, STZ’ nin direkt kendisiyle ilgili olmadığı sonucuna ulaşmıştır.

 

Deneysel olarak oluşturulan Kashin-Beck hastalığında radyografik, morfometrik ve biyomekanik incelemeler sonucunda irregüler kemik oluşumunun  yanısıra, kemikteki tip 1 kollajen ve kıkırdaktaki tip 2 kollajende aşırı modifiye lizin artıklarına rastlanmıştır (Yang ve ark., 1993).

 

 

 

Yara iyileşmesi ve osteoporoz çalışmaları için pek çok hayvan modeli oluşturulmuştur. Bu amaçla sıçan, köpek, tavşan, kedi, maymun gibi hayvanlar sıklıkla kullanılmaktadır (Grynpas ve ark., 1986; Mori ve ark, 1997). Bu modellerin bazı avantaj ve dezavantajları olmakla birlikte diyabetik osteoporoz çalışmaları için en çok sıçan modeli tercih edilmektedir (Spanheimer, 1989; Funk ve ark., 2000; McCracken ve ark., 2000; Verhaeghe ve ark., 2000). Mevcut literatür bilgileri ışığında ve çalışma koşullarını göz önüne alarak araştırmamızda sıçan kullanmayı uygun bulduk.

 

Hem juvenil (tip 1) hem de erişkin (tip 2) diyabette iskeletin mineral içeriğinde değişikliklerin olduğunu belirten bir çok rapor olmasına rağmen, diyabetik osteopeninin patogenezi hala tam açıklanamamıştır. Tip 1 diyabette KMY’nin azaldığına dair kemik kütlesinin histomorfometrik parametrelerinde (osteoblast fonksiyonu, kemik rezorpsiyonu, trabeküler kemik hacmi, kollajen sentezi) azalma olmaktadır. Spontan diyabetik modele örnek olan BB/ Wor cinsi sıçanlarda yapılan bir araştırmada ise, 12. haftada trabeküler kemik yoğunluğunda % 44 oranında azalma tespit edilmiş; fakat hayvanların kan glikoz seviyeleri ve vücut ağırlıkları kontrol edilmemiştir (Waud ve ark., 1994).

 

Diyabette görülen kemik kütlesindeki azalma sadece insülin eksiliğine bağlı değildir; protein dengesindeki bozukluk, fiziksel aktivitenin azalması, gonad fonksiyonlarındaki değişiklik gibi osteoporoza neden olabilecek bir çok etmen rol oynayabilir. İnsülin eksikliği kemik hücrelerini ya direkt, ya da diğer kemik gelişim faktörleri üzerinden indirekt olarak etkilemektedir. Diyabetik sıçanlarda osteoblast sayısında, osteoid oluşumunda ve kemik mineral apozisyon hızında  azalma saptanmıştır. Kemik yapımındaki azalma osteoblast sayısındaki azalmayla açıklanabilir. Kısa ve uzun dönem diyabetik sıçanlarda osteoid yüzeyi, mineral apozisyon hızı ve serum osteokalsin konsantrasyonlarının osteoblast sayısıyla doğru orantılı olarak azaldığı görülmüştür (Suzuki ve ark., 2000).

 

 

Waud ve ark. (1994) yaptıkları çalışma sonucunda, diyabetin kemik kütlesini olumsuz etkilediğini ve bu etkinin otoimmün mekanizmalardan dolayı meydana geldiğini ileri sürmüşlerdir. Gözlenen bu etkiler anormal glikoz metabolizmasına veya sirkülasyondaki hormon seviyesindeki değişikliklere bağlanmıştır. Bunların yanında, osteoblast aktivitesindeki değişimin de diğer bir etken olabileceği vurgulanmış; fakat histomorfometrik ölçümler ve biyokimyasal sonuçlar açısından diyabetik ve kontrol grupları arasında anlamlı bir fark görülmemiştir.

 

Diyabette kemik kütlesindeki azalma osteoblastların doğrudan veya diğer hormon/büyüme faktörleri aracılığıyla etkilenmesine bağlı olabilir. Böylece kemik yapımında ve turnoverında azalma meydana gelir. Kemik kütlesinin azalmasında IGF-2 veya SGF (Skeletal Growth Factor, iskelet gelişim faktörü) eksikliği, erkeklerde androjen direnci veya eksikliği etkili olan diğer faktörler arasında sayılmaktadır (Boullion, 1991).

 

 

 

Çeşitli hastalıkların araştırılmasında kemiğin histopatolojisi ile ilgili bir çok inceleme yapılmıştır. Diyabete bağlı olarak gelişen yara iyileşmesinde bozukluk ve rezorpsiyon olayı histopatolojik olarak değerlendirildiğinde kortekste porozite artması, Havers kanallarında kalınlaşma, kollajen yapının bozulması, subperiostal ve endosteal yüzeylerde incelme ve trabeküler kemikte perforasyon şeklinde kendini gösterir. Çalışmamızda, histopatolojik yöntemin tercih edilmesinin nedeni; diyabetin diş çekim yarası üzerindeki hücresel etkilerini ayrıntılı bir biçimde saptayabilmektir.

 

Shires ve ark. (1981) yaptıkları bir araştırmada, diyabetik sıçanlarda yeni kemik sentezindeki azalmanın, osteoblastların sayısından mı yoksa  aktivitelerindeki  bir azalmadan mı ileri geldiğini incelemişler ve bu iki açıklamadan ilkini desteklemişlerdir. Kaneko ve ark. (1990), diyabet sonucu oluşan osteopeninin osteoblastların atrofisi yanında kısmen de osteoklastların dejenerasyonundan kaynaklandığını belirtmişlerdir.

 

STZ ile deneysel oluşturulan ve spontan diyabetik sıçanlardan elde edilen kemik kesitlerinde osteoblastların ve osteoid dokunun azaldığı, kemik yüzeyinin osteoblast benzeri inaktif hücrelerle çevrili olduğu görülmüştür. Diyabet oluşturulduktan 4-5 hafta sonra plazma osteokalsin seviyesinin kontrol grubu değerlerinin % 30’undan daha düşük olduğu tespit edilmiştir. Nitekim diyabet, aktif osteoblastların inaktif hücrelere dönüşmesine neden olurken, preosteoblastik hücrelerin de proliferasyonunda bir azalma olduğuna dair kuvvetli bulgular mevcuttur. Kemikteki bu değişiklikler insülin tedavisiyle düzeltilebilmektedir (Verhaeghe ve ark., 2000).

Histomorfometri ve elektron mikroskobu ile diyabetik sıçanlarda osteoklast sayısında ve aktivitesinde bir azalma görüldüğü, bunun yanında enkondral kemik oluşumunun da gerilediği bildirilmiştir. (Verhaeghe ve ark., 2000). Piepkorn ve ark. (1997), osteoblast sayısında ve osteoid yüzeyinde azalma olurken osteoklast yüzeyinde bir değişiklik olmadığını rapor etmişlerdir. Bu nedenle düşük osteoblastik fonksiyona bağlı olarak osteoporoz gelişir ve trabeküler kemik hacminde ve dayanıklılığında anlamlı bir azalma görülür.

 

Kurtiş ve arkadaşlarının (2000) tip 1 ve tip 2 diyabetik 135 bireyin periodontal durumlarını inceledikleri çalışmasında plak indeksi, sondlamada kanama miktarı, periodontal cep derinliği ve ataşman kaybı parametrelerine göre ileri derecede dişeti iltihabı ve alveol kemik rezorpsiyonu geliştiği gösterilmiştir. Diyabetin süresi  ve açlık kan şekeri değerleri ile ölçülen parametreler arasında pozitif bir ilişki bulunmuştur. 

 

Deeb ve ark. (1990) diyabetiklerde dişeti iltihabı ve alveolar rezorpsiyon insidansındaki artışı zayıf doku beslenmesi temelinde izah eden teorileri destekleyen bulgular sunmuşlardır. Bu çalışmada diyabetik sıçanlara implante edilmiş HA etrafında vaskülarite ve kollajen enkapsülasyonunda azalma gözlenmiş ve bunun, kapiller endotelyal değişimin oksijen difüzyonunu ve metabolik artıkların uzaklaştırılmasını inhibe etmesi sebebi ile oluştuğu öne sürülmüştür.

 

 

Diyabette KMY’de azalmanın osteoporoz gelişmesinde etkili olduğu bildirilmesine rağmen diyabetik hastalarda fraktür gelişme oranı üzerine fazla araştırma yapılmamıştır. Bir çalışmada, diyabetik hastalarda aynı yaştaki kontrol grubuna göre  proksimal femur kırığında artış olduğu tespit edilmiş buna karşın, diyabetik kadınlarda kalça ve kol kırıklarında böyle bir bulguya rastlanmamıştır (Barrett-Connor ve Kritz-Silverstein, 1996).

 

Funk ve ark (2000),  STZ ile oluşturulan diyabetik sıçanlarda femur kırığının iyileşmesi açısından 3. ve 4. haftalarda kontrol grubuna göre yapısal ve dayanıklılık bakımından en az 1 hafta gecikme olduğunu  saptamışlardır. Bir diğer çalışmada fraktürlü hastalar arasında diyabet prevalansında bir artış olmasına rağmen, diyabetik hastalar arasında fraktür meydana gelme oranında hiçbir artış olmadığı belirtilmiştir (Krakauer ve ark., 1995).

 

Loder de (1988), diyabetik hayvanlarda fraktür iyileşmesinde gecikme olduğunu göstermiştir. Bu çalışmada diyabetik mikroanjiyopatinin osteopeniye sebep olan bir mekanizma olabileceği ve belki rölatif olarak kasın iskemisi ile fraktür birleşmesinde gecikmeye yol açabileceği belirtilmiştir.

 

Doğal yaşam şartlarında selenyum hayvanlar ve insanlar için hem yararlı hem toksik etkilere sahip bir elementtir. Hayvanların selenyum alma miktarı bu elementin bitkiler ve topraktaki konsantrasyonuna bağlıdır. Antioksidanların ve/veya oksidanların dokuların yapı ve fonksiyonu üzerine etkilerini düzenleyen mekanizmaların tam olarak aydınlatılamadığı bildirilmekte ve ileri çalışmaların yapılması önerilmektedir. Selenyumun çok yüksek veya yetersiz miktarlarında görülen mekanizma da tam olarak açıklanamamıştır. İleri sürülen teori ise elementin intraselüler proteinler ve indirgenmiş glutatyon ile kovalent bağlar oluşturabilmesine yöneliktir (Turan ve ark., 2000).

   

Selenyum lipid metabolizması sonucu oluşan peroksitlerin neden olduğu oksidatif hasarlara karşı hücre membranını korumaktadır. Selenyumun hayvan dokularında hangi kimyasal şekillerde bulunduğu ve insan dokularındaki dağılımı tam olarak bilinmemektedir. Vücuda alındığında ilk önce kırmızı kan hücreleri tarafından tutulduğu ve daha sonra spesifik plazma proteinleriyle bağlanmak üzere serbest bırakıldığı bilinmektedir.

 

Hastalıkların önlenmesi ve tedavisinde selenyumun uygulanacak en uygun dozu ve elementin formu hakkında net bir fikir birliği ve kesinlik yoktur. Terapötik dozun toksik doza oranı 1/100 olarak belirtilmektedir (McNeill ve ark., 1991).  Mevcut literatürler ve diyabet protokollerine uygun olarak sodyum seleniti 5 µmol/kg/gün olacak şekilde i.p. olarak uyguladık. Deney süresince selenyum verilen diyabet ve kontrol gruplarında ilaca bağlı herhangi bir toksik veya yan etki saptamadık. 

 

  Turan ve ark. (2000), selenyum eksikliğinin ve toksisitesinin kemik dokusundaki etkilerini inceledikleri sıçanlar üzerinde yaptıkları deneysel araştırmada, düşük ve yüksek konsantrasyonda selenyum içeren diyetle beslenen hayvanların vücut ağırlığında kontrol grubuna oranla belirgin bir azalma olduğunu belirtmişlerdir. Selenyumdan zengin diyetle ve selenyum ile E vitamininden fakir içerikli diyetle beslenen grupta femur ve tibianın biyomekanik dayanıklılıklarının belirgin olarak azaldığını saptamışlardır.

 

Selenyumun hangi mekanizmayla insülin benzeri etkiye sahip olduğu bilinmemekle birlikte, insülinin uyarı kademesinde rol oynayan proteinleri aktive ettiği görüşü ileri sürülmektedir. Bu proteinler, insülinin etki gösterdiği pek çok biyolojik olaydan sorumludurlar (Stapleton, 2000). Son yıllarda selenyumun karbonhidrat metabolizmasını da etkilediği gösterilmiştir. Sağlıklı sıçanlarda ilave selenyum uygulanması, kan glikoz seviyesini etkilemez ya da yükseltir.

 

Becker ve ark. (1996) STZ ile diyabet oluşturulan sıçanlarda 10 hafta süreyle oral yoldan selenyum verilmesinin glikoz homeostazına etkisini inceledikleri çalışmalarında, hayvanların yemine ve suyuna belli oranlarda katılan selenyumun  plazma glikoz seviyesini düşürdüğünü ve oral uygulama ile de selenyumla ilgili başarılı sonuçlar alınabileceğini belirtmişlerdir. Ayrıca bu etkinin insülin seviyesinden, gıda alımındaki azalmadan ve vücut ağırlığındaki artışın yavaşlamasından bağımsız olarak meydana geldiğini de eklemişlerdir.

 

Selenyumun etkileri sağlıklı örneklerde de incelenmiştir. Sun ve Liu (1997), 36 adet tavşanın tibiasına titanyum implant yerleştirerek selenyumun osteointegrasyon üzerine olası etkilerini incelemişlerdir. Deney grubuna implantasyonu takiben 6 gün süreyle i.m. olarak 10 µmol/kg/gün dozunda sodyum selenit uygulanmıştır. 1. ve 4. haftalarda yapılan histolojik ve biyomekanik incelemeler sonucunda, selenyumun osteointegrasyonu hızlandırdığını ve implantların dayanıklılığının arttığını bildirmişlerdir.

 

Düşük oranda selenyum içeren diyetle beslenen sıçanların kemik ve artiküler kıkırdak örnekleri incelendiğinde, kemik mineral yoğunluğu ve bazı biyokimyasal parametrelerde belirgin değişikliklerin gözlendiği ve bunların besin türü ve beslenme süresiyle ilişkili oldukları belirtilmiştir (Sasaki ve ark, 1991).

 

Bu çalışmada selenyum uygulanan diyabet grubunda yara iyileşmesinde düzelme tespit edilmiştir. Selenyumun diyabetik hayvanlardaki bu tür pozitif etkileri ‘insülin benzeri etkiler’ olarak tanımlanmaktadır. Selenyumun bu etkileri hangi mekanizmalara bağlı olarak yapabildiği henüz kesinlik kazanmamıştır; fakat bunun pankreastan salınan insülin miktarının artışına bağlı olmadığı bilinmektedir. Selenyumun çeşitli tuzlarının uygulanmasının, insülin reseptörünün kenetli olduğu bazı kimyasal mekanizmaları aktive ederek insüline benzer etkiler oluşturduğu düşünülmektedir.

 

 

 

 

 

 

 

 

6. SONUÇ VE ÖNERİLER

 

Diyabet, popülasyon içinde teşhis edilmiş, bir o kadar da teşhis edilememiş olarak bulunan ve insanlar arasında en yaygın olarak görülen hastalıklardan birisidir. Serbest radikal kaynaklı bir hastalık olduğu bildirilen diyabette çeşitli oksidan stres kaynaklı ürünlerin arttığı da saptanmıştır. Bu nedenle, oksidan stres kaynaklı patolojilerin tedavisinde dışarıdan verilen antioksidanların etkileri günümüzün önemli araştırma konuları arasındadır.

 

Diyabete bağlı gelişen kemik rezorpsiyonu ve yara iyileşmesindeki bozukluk, kemikte çeşitli girişimlerde bulunan diş hekimleri için önemli bir sorundur. Özellikle maksillofasiyal cerrahide sağlıklı bir yara iyileşmesi yapılan müdahalelerin sonucunu etkileyecektir.

 

Bu çalışmada, intraperitonal streptozotosin enjeksiyonu ile diyabet oluşturulan sıçanların mandibulalarından yapılan diş çekimleri sonucunda diyabet grubunda yara iyileşmesinde bozulmalar olduğu buna karşın diyabetik hayvanlara selenyum uygulandığında bu bulguların düzelme eğilimi gösterdiği saptanmıştır. Diyabete bağlı olarak ortaya çıkan ve mesleğimizi de ilgilendiren komplikasyonların çalışmamızda elde ettiğimiz sonuçlara göre kısmen düzeltilebilmesi selenyumun literatürlerde de belirtildiği gibi insülin benzeri etkisi ile açıklanabilir.

 

 

 

Selenyumun kardiyoloji, endokrinoloji, üroloji ve genel cerrahi gibi pek çok klinikte bazı hastalıkların önlenmesi ve tedavisinde yaygın olarak kullanılmasına rağmen oral ve maksillofasiyal cerrahide bu yönde bir rapora rastlanmamıştır. Diyabetik hastalara antioksidanların uygulanması, yumuşak ve sert doku cerrahisinde karşılaşılan  komplikasyonların önlenmesinde yararlı olabilecektir.

 

Diyabete yönelik olarak yapılacak deneysel ve klinik çalışmalar, bu hastalığın yol açtığı özel komplikasyonların mekanizmasının, tedavi yollarının bulunmasında ve bu hastalara uygulanacak her türlü cerrahi girişimin başarısında büyük rol oynayacaktır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KAYNAKLAR

 

ALKAN, A. (1998). Doksisiklin’in experimental diabetes mellitusta kemik defektlerinin iyileşmesi üzerine olan etkisinin histomorfometrik olarak incelenmesi. Doktora Tezi, A.Ü Sağlık Bilimleri Enstitüsü.

 

AYAZ, M. (2000). Selenyumun deneysel diyabetik sıçan kalbi ventrikül kasının elektriksel ve mekaniksel aktivitesi üzerine etkileri. Yüksek Lisans Tezi,  A.Ü Sağlık Bilimleri Enstitüsü.

 

 BARRETT-CONNOR, E., KRITZ-SILVERSTEIN, D. (1996). Does hyperinsulinemia preserve bone? Diabetes Care., 19: 1388-1392.

 

BECKER, D. J., REUL, B., ÖZÇELİKAY, A. T., BUCHET,  J. P., HENQUIN, J. C., BRICHARD, S. M. (1996). Oral selenate improves glucose homeostasis and partly reverses abnormal expression of liver glycolytic and gluconeogenetic enzymes in diabetic rats. Diabetologia., 39: 3-11.

 

BOUILLON, R. (1991). Diabetic bone disease. Calcif Tissue Int., 49: 155-160.

 

BÜYÜKAKYÜZ, N., ALTUĞ, T., YALTIRIK, M. (2000). Kanser proflaksisinde antioksidan maddelerden E vitamini ve selenyumun önemi. Dişhekimliğinde Klinik Derg., 12: 136-139.

 

 CARRICO, T. J., MEHRHOF, A. I., COHEN, I. K. (1984). Biology of wound healing. Surg Clin N Am., 64: 721-733. 

 

COMBS, G. F., COMBS, S. B. (1984). The nutritional biochemistry of selenium. Ann Rev Nutr., 4: 257-280.

 

DEEB, M., ROSZKOWSKI, M., HAKIM, I. (1990). Tissue response to hydroxylapatite in induced diabetic and nondiabetic rats: histologic evaluation.  J Oral Maxillofac Surg.,    48: 476-481.

 

DEVLIN, H., GARLAND, H., SLOAN, P. (1996). Healing of tooth extraction sockets in experimental diabetes mellitus. J Oral Maxillofac Surg., 54: 1078-1091.

 

EL DEEB, M., ROSZKOWSKI, M. T., SAWK, J., EL HAKIM, I. (1991). Extracranial and mandibular augmentation with hydroxyapatite-collagen in induced diabetic and non diabetic rats. J Oral Maxillofac Surg., 49: 165-170.

 

EZAKI, O. (1990). The insulin-like effects of seleneta in rat adipocytes. J Biol Chem.,     265: 1124-1128.

 

FOSTER, L. H., SUMAR, S. (1997). Selenium in health and disease: a review. Crıt Rev Food Sci., 37: 211-228.

 

FUNK, J. R., HALE, J. E., CARMINES, D., GOOCH, H. L., HURWITZ, S. R. (2000). Biomechanical evaluation of early fracture healing in normal and diabetic rats. J Orthop Res., 18: 126-132.

 

GEBRE-MEDHIN, M., EWALD, U., PLANTIN, L., TUVEMO, T. (1984). Elevated serum selenium in diabetic children. Acta Pediatr Scand., 73: 109-114.

 

GHOSH, R., MUKHERJEE, B., CHATTERJEE, M. (1994). A novel effect of selenium on streptozotocin-induced diabetic mice. Diabetes Care., 25: 165-171.

 

GRYNPAS, M. D., ALLEN, P. P., SIMMONS, D. J. (1986). The changes in quality of mandibular bone mineral in otherwise totally immobilised rhesus monkeys. Calcif Tissue Int., 39: 57-62.

 

GYÖRFİ, A., FAZEKAS, A., FEHER, E., ENDER, F., ROSİVALL, L. (1996). Effects of streptozotocin-induced diabetes on neurogenic inflammation of gingivomucosal tissue in rats. J Periodontal Res., 31: 249-255.

HIRSCH, I. B., McGILL, J. B., CRYER, P. E., WHITE, P. F. (1991). Perioperative management of surgical patients with diabetes mellitus. Anesthesiology., 74: 346-359.  

 

HOUGH, S., AVIOLI, L. V., BERGFELD, M. A., FALLON, M. .D., SLATOPOLSKY, E., TEITELBAUM, S. L. (1982). Correlation of abnormal bone and mineral metabolism in chronic streptozotosin-induced diabetes mellitus in the rat by insulin therapy. Endocrinology., 108: 2228-2234.

 

IYAMA, S., TAKESHITA, F., AYUKAWA, Y., KIDO, M. A., SUETSUGU, T., TANAKA, T. (1997). A study of the regional distribution of bone formed around hydroxyapatite implants in the tibiae of streptozotosin-induced diabetic rats using multiple fluorescent labelling and confocal laser scanning microscopy. J Periodont., 68: 1169-1175.

 

JOHNSON, R. B. (1985).  Effects of experimental diabetes mellitus on alveolar bone loss in periodontal disease-susceptible mice. J Periodontol Res., 20: 307-316.

 

JOHNSON, R.B., THLIVERIS, J.A. (1989). Effect of low-protein diet on alveolar bone loss in streptozotocin-induced diabetic rats.  J Periodontol., 60: 264-270.

 

KANEKO, H., SASAKI, T., RAMAMURTHY, N.S., GOLUB, L.M. (1990). Tetracycline administration normalizes the structure and acid phosphatase activity of osteoclasts in streptozotocin-induced diabetic rats.  Anat Rec., 227: 427-436.

 

KRAKAUER, J.C., McKENNA, M.J., BUDERER, N.F., RAO, D.S., WHITEHOUSE, F.W., PARFITT, A.M. (1995). Bone loss and bone turnover in diabetes. Diabetes., 44: 775-782.

 

KRUSE-JARRES J. D., RUKGAUER, M. (2000). Trace elements in diabetes mellitus. Peculiarities and clinical validity of determinations in blood cells. J Trace Elem Med Biol., 14: 21-27.

 

KURTİŞ, B., BODUR, A., EREN, K. (2000). İnsüline bağımlı olan ve olmayan diabetli bireylerin periodontal yönden incelenmesi. GÜ Dişhek Fak Derg., 17: 9-14.

 

LEIDIG-BRUCKNER, G., ZEIGLER, R. (2001). Diabetes mellitus a risk factor for osteoporosis?. Exp Clin Endocrinol Diabetes., 2: 493-514.

LEVY, J., TEITELBAUM, S. L., GAVIN, J. R., FAUSTO, A., KUROSE, H., AVIOLI, L. V. (1985). Bone calcification and calcium homeostasis in rats with non-insulin-dependent diabetes induced by streptozotosin. Diabetes., 34: 365-372.

 

LIEN, Y. H., TSENG, M. M., STERN, R. (1992). Glucose and glucose modulate collagen metabolism. Exp Mol Pathol., 57: 215-219.

 

LODER, R.T. (1988). The influence of diabetes mellitus on the healing of closed fractures. Clin Orthop., 232: 210-216.

 

McCRACKEN, M., LEMONS, J. E., RAHEMTULLA, F., PRINCE, C. W., FELDMAN, D. (2000).  Bone response to titanium alloy implants placed in diabetic rats. Int J Oral Maxillofac Implants., 15: 345-354.

 

McNEILL, J. H., DELGATTY, H., BATTELL, M. L. (1991). Insulinlike effects of sodium seleneta in streptozotosin-induced diabetic rats. Diabetes., 40: 1675-1678.

 

MONTIRONI, R., SISTI, S., CRIANTE, P., MARIUZZI, G.M., TESTA, I., FESTA, A., ANSUINI, G., CANDELA, M., MARIUZZI, M.L. (1989). Clinical significance of the histomorphometric evaluation of diabetic microangiopathy in the oral mucosa. Path Res Pract., 185: 781-785.

 

MOORE, P. A., WEYANT, R. J., ETZEL, K. R., GUGGENHEIMER, J., MONGELLUZZO, M. B., MYERS, D. E., ROSSIE, K., HUBAR, H., BLOCK, H. M., ORCHARD, T. (2001). Type 1 diabetes mellitus and oral health: assessment of coronal and root caries. Community Dent Oral Epidemiol., 29: 183-194.

 

MORI, H., IBA, K., NISHIZAWA, Y., OKAMOTO, T., MATSUSHITA, Y., KIKUNAMI, K. (1984). Abnormal calcium metabolism in hemodialyzed patients with diabetic nephropathy. Nephron., 38: 22-25.

 

MORI, H., MANABE, M., KURACHI, Y., NAGUMO, M., (1997). Osseointegration of dental implants in rabbit bone with low mineral density. J Oral Maxillofac Surg., 55: 351-361.

 

MUNOZ-TORRES, M., JODAR, E., ESCOBAR-JİMENEZ, F., LOPEZ-IBARRA, P.J., LUNA, J.D.(1996). Bone mineral density measured by dual X-ray absorptiometry in Spanish patients with insulin-dependent diabetes mellitus. Calcif Tissue Int., 58: 316-319.

 

MURRAH, V.A. (1985). Diabetes mellitus and associated oral manifestations: a review. J Oral Pathol., 14: 271-281.

 

NAVARRO-ALARCON, M., LOPEZ -MARTINEZ, M. C. (2000). Essentiality of selenium in the human body: relationship with different diseases. Sci Total Environ., 249: 347-371.

 

NOVAES J. R., A. B., SILVA, A. P., BATISTA, E. L., DOS ANJOS, B. A., NOVAES, A. B., PEREİRA, L. A. (1997). Manifestations of insulin-dependent diabetes mellitus in the periodontium of young Brazilian patients. A 10-year follow-up study. J Periodontol.,      68: 328-334.

 

ONAY, A. (1997). Hipergliseminin endotel-bağımlı ve endotel-bağımsız vasküler gevşeme yanıtları üzerine etkileri. Yüksek Lisans Tezi, AÜ Sağlık Bilimleri Enstitüsü.

 

PIEPKORN, B., KANN, P., FORST, T., ANDREAS, J., PFÜTZNER, A., BEYER, J. (1997). Bone mineral density and bone mineral metabolism in diabetes mellitus. Horm Metab Res., 29: 584-591.

 

ROSENBLOOM, A. L. (1984). Skeletal and joint manifestations of chilhood diabetes. Pediatr Clin  North Am., 31: 569-589.

 

SASAKI, T., KANEKO, H., RAMAMURTHY, N. S., GOLUB, L. M. (1991). Tetracycline administration restores osteoblast structure and function during experimental diabetes.  Anat Rec., 231: 25-34.

 

SCHADE, D. S. (1988).  Surgery and diabetes. Med Clin North Am., 72: 1531- 1543.

 

SHAFER, W., HINE, M., LEVY, B. (1966). A Textbook of Oral Pathology., W.B Saunders Company, Second Edition, 494-497.

 

SHIRES, R., TEITELBAUM, S.L., BERGFELD, M.A., FALLON, M.D., SLATOPOLSKY, E., AVIOLI, L.V. (1981). The effect of streptozotocin-induced chronic diabetes mellitus on bone and mineral homeostasis in the rat. J Lab Clin Med., 97: 231-240.

 

SHYNG, Y. C., DEVLIN, H., SLOAN, P. (2001). The effect of streptozotosin-induced experimental diabetes mellitus on calvarial defect healing and bone turnover in the rat. Int J Oral Maxillofac Surg., 30: 70-74.

 

SPANHEIMER, R. G. (1989). Collagen production in bone and cartilage after short-term exposure to streptozotosin. Matrix Vol., 9: 172-174.

 

SPANHEIMER, R.G., UMPIERREZ, G.E., STUMPF, V. (1988). Decreased collagen production in diabetic rats. Diabetes., 37: 371-376.

 

STAPLETON, S. R. (2000). Selenium: an insulin-mimetic. Cell Mol Life Sci., 57: 1874-1879.

 

STEPHENSON, E., HAUG, R. H.,  MURPHY, T. A. (1995). Management of the diabetic oral and maxillofacial surgery patient.  J Oral Maxillofac Surg., 53: 175-182.

 

SUN, B., LIU, B. (1997). The relation between trace element selenium and osseointegration of titanium implants. Zhonghua Kou Qiang Yi Xue Za Zhi., 32: 378-380.

 

SUZUKI, K., SUGIMOTO, C., TAKIZAWA, M., ISHIZUKA, S., KIKUYAMA, M., TOGAWA, H., TAGUCHI, Y., NOSAKA, K., SEINO, Y., ISHIDA, H. (2000). Correlations between bone mineral density and circulating bone metabolic markers in diabetic patients. Diabetes Res Clin Pract., 48: 185-191.

 

TAKESHITA, F., MURAI, K., IYAMA, S., AYUKAWA, Y., SUETSUGU, T., (1998). Uncontrolled diabetes hinders bone formation around titanium implants in rat tibia. A light and fluorescence microscopy, and image processing study. J Periodontol., 69: 314-320.

 

TELLERVO, T., KARJALAINEN, K., KNUUTTILAM., HUUMONEN, S. (2000). Alveolar bone loss in type 1 diabetic subjects. J Clin Periodontol., 27: 567-571.

 

TOKGÖZ, M., YİĞİTBAŞI, M. R. (1994). Dişhekimliği ve Sistemik Hastalıklar. Ankara: Nobel Tıp Kitabevleri, s.:153.

 

TURAN, B., BAYARI, S., BALCIK, C., SEVERCAN, F., AKKAŞ, N. (2000). A biomechanical and spectroscopic study of bone from rats with selenium deficiency and toxicity. Biometals., 13: 113-121.

 

VERHAEGHE, J., THOMSEN, J. S., BREE ,VAN R., HERCK, VAN E., BOULLION, R., MOSEKILDE, L. I. (2000). Effects of exercise and disuse on bone remodeling, bone mass, and biomechanical competence in spontaneously diabetic female rats. Bone Vol., 27: 249-256.

 

VERNIE, L. N. Selenium in carsinogenesis. (1984).  Biochim Biophys Acta., 738: 203-217.

 

WARD,  D. T., YAU, S. K., MEE, A. P., MAWER, E. B., MILLER, C. A., GARLAND, H. O., RICCARDI, D. (2001). Functional, molecular, and biochemical characterisation of streptozotosin induced diabetes. J Am Soc Nephrol., 12: 779-790.

 

WAUD, C. E., MARKS, S. C., LEW, R., BARAN, D. T. (1994). Bone mineral density in the femur and lumbar vertebrae decreases after twelve weeks of diabetes in spontaneously diabetic-prone BB/Worcester rats. Calcif Tissue Int., 54: 237-240. 

 

WICAL, K.E., SWOOPE, C.C. (1974a).  Studies of residual ridge resorption. Part 1: use of  panoramic radiographs for evaluation and classification of mandibular resorption. J Prosthet Dent., 32: 7-12. 

 

WICAL, K.E., SWOOPE, C.C. (1974b).  Studies of residual ridge resorption. Part 2: the relationship of dietary calcium and phosphorus to residual ridge resorption. J Prosthet Dent., 12: 13-22.

 

YANG, C., NIU, C., BODO, M., GABRIEL, E., NOTBOHM, H., WOLF, E., MULLER,    P. K. (1993). Fulvic acid supplementation and selenium deficiency disturb the structurel integrity of mouse skeletal tissue. An animal model to study the molecular defects of Kashin-Back disease. Biochem J., 1: 829-835.

 

YÜCETAŞ, Ş., TÜRKER, M. (1999). Ağız, Diş, Çene Hastalıkları ve Cerrahisi 2. Basım, Ankara, s.:652.

 

 

 

 

 

 

DENEYSEL DİYABETİKLERDE SELENYUMUN DİŞ ÇEKİM YARASININ İYİLEŞMESİ ÜZERİNE  ETKİSİNİN İNCELENMESİ

 

 

 

Proje Yöneticisi: Prof. Dr. A. Samimi DEMİRALP

Proje No: 20010802040

Başlama Tarihi: 02/05/2001

Bitiş Tarihi: 20/08/2001

Rapor Tarihi: 26/09/2001

 

 

 

 

 

 

 

Ankara Üniversitesi Araştırma Fonu Müdürlüğü

Ankara-2001

EKLER

 

Mali bilanço ve açıklamaları

Toplam Bütçe: 715.620.000 TL (23/05/2001 tarihinde yönetim kurulu kararıyla yeniden belirlenmiştir.)

Kimyasal maddeler: 436.600.000 TL

Kırtasiye: 279.000.000 TL (03/08/2001 tarihinde yönetim kurulu kararıyla 100.000.000 TL tutarındaki ‘Dergilerce istenen yayın ücreti’ gideri kırtasiye harcamalarına aktarılmıştır.

Toplam: 715.600.000 TL