Modern Devlet ve Irk Söylemi Çerçevesinde Ruanda Soykırımı
Abstract
Ruanda, topraklarında yaklasık bir milyon insanın ölmesi ile sonuçlanan soykırım trajedisini yasamıs bir ülkedir. Bu ülkede yasanan siddet olaylarını anlamayı kolaylastırmak üzere değisik yönlerden açıklamalar yapılmıstır. Siddeti, islevselci yaklasımla, ekonomik etmenlere bağlayarak, kültürel açıklamalarda bulunarak ya da siyasi gücü ele geçirmek amacı gibi yönlerle anlamaya çalısmak mümkündür. Ancak siddetin, soykırım gibi, sistematik, planlı ve bir grubu açıkça hedef alarak ve yok etme kastı ile gerçeklestirilen siddet eylemlerine varacak bir biçime bürünmesi için tüm bu açıklamaların temelinde yatan ortak noktaların görülmesi gerekmektedir. Bu ortak nokta da modern devletin ideolojik, bürokratik ve yaptırım gücü özelliklerine sahip olunmadan, soykırım gibi modern söylemlerle tanımlanan bir siddet eyleminin mümkün olmayacağı tezidir. Ruanda’nın geri kalmıs görüntüsü ve soykırım eylemlerinde öldürmek için ilkel tarım aletlerinin kullanılmıs olması ile 1994’te gerçeklesen siddetin, kabileler arası eski çağlardan kalma nefretlerin bir sonucu olduğu fikri ortaya atılsa da bu iddia kolaylıkla yanlıslanabilir. Çünkü Ruanda, modern devlete özgü ideolojik, bürokratik ve yaptırım gücü özelliklerini tasıyan bir ülkedir. Ruanda klasik anlamıyla devlet olma özelliğine sahip ancak asker ve polis gücü, ekonomisi, toplumsal ve kültürel yapısı dikkate alınarak incelendiğinde geri kalmıs ve modern devleti tanımlayan özelliklerden hiçbirine sahip olmayan bir ülkedir. Fakat siddet tekelini elinde bulundurma, emir verme ve itaati sağlama, gözetleme, sınıflandırma ve halkı kayıt altına alma (ırk ayrımında olduğu gibi), söylem olusturabilme yönlerinden bakıldığında modern devletin sahip olduğu yönetim araçlarına sahiptir. Bunu, kendisine koloni devletlerinden miras kalan sınıflandırma, kayıt altına alma gibi yöntemlerle, koloni dönemi öncesinde de var olan itaate büyük önem veren kültürel yapı, coğrafi temele dayalı hiyerarsik gözetleme yöntemleriyle birlestirebilmistir. Bu sayede, ancak modern devletlerde rastlanabilen bir özellik olan devletin gündelik yasama güçlü biçimde nüfuz etmesi özelliğine sahip olmustur. Ayrıca, Ruanda’da kolonilestirilmeden önceki dönemde var olan Hutu ve Tutsi kimlikleri ırk olarak Avrupalılar tarafından kimliklestirilmis ve eğitimden, üretime kadar gündelik yasam pratiklerine yerlestirilmistir. Koloni dönemi öncesinde farklılıklar mevcut olsa da biyolojik bir ayrım olarak Hutu ve Tutsi ırk grupları gibi bir kavram yoktur. Dnsan topluluklarını sınıflandırmak, üstelik ırk adı altında sınıflandırmak modern zaman pratikleridir. Hem modern devlete has ideolojik, bürokratik ve yaptırım gücü hem de ırk gibi sınıflandırılmıs grupların varlığı mevcut olmadan, soykırım gibi modern söylemlerle tanımlanmıs, sınıflandırılmıs insan gruplarına yönelik ve kısmen ya da tamamen yok etme kastı ile hareket edilerek gerçeklestirilen bir siddet eylemi mümkün olmayacaktır. Bu tezi açıklamak için çalısmanın genelinde modern devlet ve modern ırk kurgusu, modern devletteki biyoiktidar ve gözetim mekanizmaları incelenmis ve bunlar Ruanda’ya uygulanmıstır. Ruanda’daki siddet olayları tam anlamıyla modern söylemler ve pratiklerin artısı ve bu doğrultuda gücü kimin kontrol edeceği, devleti kimin yöneteceği çerçevesinde gerçeklesmistir. Sonuç olarak Ruanda, modern olmayan görüntüsü ve kurumlarıyla fakat modern devletin sahip olabildiği yönetim tekniklerine sahip olması sebebiyle tam da modern sayılan bir siddet türünün yani soykırımın ortaya çıktığı bir mekân olmustur.